19. Bölüm: Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Okulu’nun Kapanma Nedenleri?

19. Bölüm: Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Okulu’nun Kapanma Nedenleri?

1. Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Okulu’nun kısa tarihsel öyküsü

Osmanlı İmparatorluğu’nun yerine küllerinden doğan, Mustafa Kemal önderliğinde asker arkadaşları ve halk tarafından verilen “Kurtuluş Savaşı” sonrası 1923 yılında genç Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. Cephe’de verilen ölüm-kalım savaşı ile elde edilen başarının; sağlık, eğitim ve ekonomik alanda da bir savaş verilmesine inanılmıştı. Bu nedenle sağlık alanında özellikle koruyucu sağlık hizmetleri ağırlıklı yapılanma ve yasal altyapının oluşturulması için çalışıldı. Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa ve Başbakan İsmet İnönü liderliğinde Dr. Refik Saydam Cumhuriyet’in ilk Sağlık Bakanı olarak göreve başladı. Dikey örgütlenme ile özellikle salgın hastalıklarla mücadeleye önem verildi. Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Hıfzıssıhha Mektebi, Numune Hastaneleri, Sağlık Dispanserleri’ nin kurulması ile başlayan mücadele de çıkarılan tüm yasaların içerisinde 24 Nisan 1930 tarihinde kabul edilen 1593 sayılı “Umumi Hıfzıssıhha Kanunu” ile salgın hastalıklarla mücadele konusunda olağanüstü başarılara imza atılmıştır (DSÖ ve Türkiye İlişkileri, 2022).

Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Mektebi’nin 27 Mayıs 1928 tarihi itibariyle yasal olarak kurulması ve 89 yıllık bir süreç içerisinde başta aşı üretimi, halk sağlığı laboratuvar hizmetleri, gıda, zehir danışma, ilaç ve eczacılık hizmetlerinin verilmesi başarıyla yerine getirilmiştir.

Kurulduğu yıldan itibaren çok önemli başarılara imza atan kuruluşun çeşitli tarihlerde değişim ve dönüşüme uğradığı, 1940’lı yıllardan itibaren önemli değişimler yaşadığı da Hıfzıssıhha Müessesesinin yol haritası içerisinde ye almıştır. Önemli tarih ve değişimleri kısaca ifade etmek gerekmektedir.

Hıfzıssıhha Müessesenin görev ve sorumlulukları 30 Aralık 1940’da TBMM’de kabul edilen 3959 Numaralı Kanun’la, yeniden belirlenmiştir. Bu Kanun’da T. C. Merkez Hıfzıssıhha Müessesesini oluşturan Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Hıfzıssıhha Mektebi’nin görevleri ayrı ayrı yazılmıştır. (Hıfzıssıhha Müessesesi Teşkiline Dair Kanun, R. G. 1941)

Hıfzıssıhha’nın kurucusu olan ve halk sağlığı konusunda çok önemli hizmetleri bulunan Dr. Refik Saydam’ın 1942 yılında vefatından sonra, TBMM, merhumun anısına 10 Ağustos 1942 gün ve 4288 sayılı yasa ile Merkez Hıfzıssıhha Müessesesine T.C. Refik Saydam Merkez Hıfzıssıhha Müessesesi adı verilmiştir.  (BCA, R.G.1942)

I. Dünya Savaşı sırası ve sonrasında ABD’nin Truman Doktrini ve Marshall Yardımları sonucu dönemin idarecileri istemeyerek te olsa yönetimde ve teknik gelişmeler alanında gerekli gelişim ve dönüşümü sağlayamadıklarından, Hıfzıssıhha Kurumu’nda kan kaybı başlamıştır. Daha sonraki yıllarda da göreve gelen Sağlık Bakanlığı üst düzey yönetimleri Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığına gereken idari, maddi ve teknik desteği verememişlerdir. (Dr. Refik Saydam’ın Yaşamı, 1982)

Resmî Gazete’nin 19 Ekim 1982 tarihli sayısında yayınlanan “Refik Saydam Merkez Hıfzıssıhha Müessesesi Yönetmeliği”nde Müessesenin görevleri en geniş ve detaylı haline ulaşmıştır. Bu görevler üretim, kontrol, tanı, eğitim, araştırma, danışmanlık ve yayın hizmetlerine yöneliktir.

1983 yılında 190 sayılı KHK ile yedi ilde (İstanbul, İzmir, Erzurum, Samsun, Antalya, Diyarbakır ve Adana) bulunan Bölge Hıfzıssıhha Enstitüsü Müdürlükleri Başkanlığa bağlanmış, yine aynı KHK ile Başkanlık, Döner Sermaye Saymanlığı kadrosuyla teşkilatlandırılmış ve kuru BCG aşısı üretimine geçilmiştir. Anılan Bölge Hıfzıssıhha Enstitüsü Müdürlüklerinde Aşı ve Serum üretimi dışında kalan, halk sağlığı ile ilgili çeşitli laboratuvar araştırma ve incelemeler yapılmaya devam edilmiştir.

1936 yılında faaliyetlerine başlayan Hıfzıssıhha Mektebi 1983 yılında kapatılmış (Doğan Ali Eren, Hıfzıssıhha Okulu, 2005) aynı yıl yayınlanan 181 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 6. geçici maddesiyle kurumun adı “Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı” olarak değiştirilmiştir (Resmî Gazete, 14.12.1983). 2003 yılında, Hıfzıssıhha Mektebi yeniden açılmıştır.

2003 yılı sonrası Sağlıkta Dönüşüm Programı ile başlayan sağlık alanındaki yeniden yapılanmanın Refik Saydam Merkez Hıfzıssıhha Başkanlığını da etkileyen politik kararla adım adım bir değişim ve dönüşüm olacağı ortaya çıkmıştır.

Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı, 2 Kasım 2011 tarihinde Resmî Gazete’ de yayınlanan 663 no’lu KHK’nın 26’ncı maddesiyle Sağlık Bakanlığı bünyesinde Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkanlığı kurulmuş ve Sağlık Bakanlığı’nın eski yapılanmasında yer alan; Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğü, Kanser Savaşı Dairesi Başkanlığı, Verem Savaşı Dairesi Başkanlığı, Sıtma Savaşı Dairesi Başkanlığı ve Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı bu kuruma bağlı alt kuruluşlardan birisi haline getirilmiştir. Bu haliyle Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı, Cumhuriyet tarihi boyunca, doğrudan Sağlık Bakanlığı’na bağlı başlı başına bir kurum iken, 2011 yılında, Bakanlığın bir kurumuna bağlı alt bir kurum haline getirilmiş, görevleri de yine alt kurum olan diğer kurumlar arasında paylaşıltırılmışrır. Diğer bir ifadeyle, Sağlık Bakanlığı hiyerarşisindeki konumu en alt düzeye indirgenmiş; eski görev ve faaliyet alanları diğer kurumlara dağıtılarak Kuruluşun hem kurucusunun ismi Dr. Refik Saydam hem de Hıfzıssıhha ismi yeni yapılanmada yer almamıştır.

2. Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Okulu hakkındaki belgeler ne ifade ediyor.

“Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Mektebi Gerçeği”, Dünya Sağlık Haberleri Web Sitesinde (www.healthworldnews.net) 25 bölümlük bir yazı dizisine konu oldu. Bu nedenle yazılı ve görsel çok sayıda belge incelendi ve değerlendirildi. Aşağıdaki açıklamalar belgelerin incelenmesi sonucu ortaya konan yorumlardır.

Dönemin Sağlık Bakanı Dr. Refik Saydam’ın kurucusu olduğu Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Okulu, 27 Mayıs 1928 tarihinde çıkarılan bir yasa ile kurulmuş, 2011 ve 2017 yıllarında Sağlık Bakanlığı’nın teşkilat kanununda yapılan değişikliklerle 89 yıllık ömrünü tamamlayarak koruyucu sağlık hizmetleri alanında verdiği çok önemli hizmetleri Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü aracılığıyla sürdürmeye karar vermiştir.

Hıfzıssıhha Enstitüsü ülke tarihinde ürettiği aşı ve serumlar; gıda ve ilaç alanında kontrol laboratuvarları aracılığıyla verilen hizmetler; zehir danışma merkezlerinin kurulması ve çalışmaları, halk sağlığı laboratuvarları aracılığıyla halka sunulan hizmetler ve hekim dâhil sağlık personelinin eğitimi konularında Hıfzıssıhha Okulu ile iş birliği gibi konularda sağlık alanına damga vurmuş bir bilimsel kuruluştur. Bu kuruluş, Dünya’daki dengi kuruluşlarla uluslararası iş birliğini de en iyi seviyede sürdürmüştür.

Tüm bu bilgiler ışığında, Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin verdiği kurtuluş savaşı sonrası sivil hayatta verilen savaşların başında sağlık alanında çok önemli mücadele verildi. Savaş sonrası ülkemizin yüzde seksenlere varan salgın hastalıklara yakalanmış insanların tedavilerinin sağlanması, Osmanlı’dan devralınan aşıların ve serumların üretilmesi, dönemin Sağlık Bakanı Dr. Refik Saydam’ın koruyucu sağlık hizmetleri alanında başlattığı çalışmalar, 1928’de Hıfzıssıhha Müessesesi’ nin kurulması ve bu kuruluşun aldığı rol ve yaptığı çalışmalar ile hem Türk insanının dertlerine çareler üretilmiş hem de Dünya ölçeğinde bir “Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Okulu” ortaya çıkmıştır. Koruyucu sağlık hizmeti alanında dünya ölçeğinde böyle bir yapılanma ile Türkiye’nin tüm aşı ve serum ihtiyacı karşılandığı gibi dış ülkelere de ihracat yapılmıştır.

Tüm bu açıklamaların esas amacı aşıların insan sağlığı için ne kadar önemli olduğu, Ülke yönetimlerinin her şeye ticari açıdan bakmamaları gerektiği, siyasi otoritelerin Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Okulu gibi stratejik kurum ve kuruluşları gözleri gibi koruyup, gerekli yatırımları yapmaları ve zor zamanlarda hem ülke insanları hem de dünya insanlarına katkı vermeleri en yüce bir değer olarak korumalıdır. İşte tüm bu anlatılanlar Covid-19 salgınının ortaya çıkardığı tartışma ve gerçeklerdir. Bu gerçekler sonucu Türkiye başta rutin aşılar olmak üzere pandemi döneminde Covid-19 aşılarının tamamına yakınını yurtdışından milyar dolarlar ödeyerek gerçekleştirmiştir. Salgın dönemlerinde bazen paranız olsa da aşılara ulaşma imkânınız da olmayabilir.

Ülkemizde ve tüm Dünyada son beş yılda yaşanan; iklim değişikliği krizleri, depremler, orman yangınlar, sel felaketleri, salgın hastalıklar, ekonomik krizler, savaşlar sonucu ortaya çıkan buhranlar, yerinden edilen insanlar, göçler, mülteciler sorunu vb. sorunlar ülke yönetimlerini ve insanlığı olumsuz yönde etkiledi ve etkilemeye devam edecek görünüyor.

3. Sağlık Bakanlığı Bakan, Bakan Yardımcıları, Müsteşar, Müsteşar Yardımcıları ve Üst düzey Yöneticiler ile Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Okulu Yöneticiler ve Çalışanları ile yapılan görüşmeler sonucu ortaya çıkan durum.

Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü’nde, 1974-1983 yılları arasında görev yaptım. Daha sonraki yıllarda görev yaptığım Sağlık Bakanlığı Dış İlişkiler Dairesi Başkanlığı ve Dünya Sağlık Örgütü Türkiye Temsilciliği’nde çalıştığım yıllarda da Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü konusunda ilgim ve ilişkim hiç kopmadı ve hala devam etmektedir.

Sağlık Bakanlığında göreve başladığım 2 Şubat 1974 tarihinden günümüze yaklaşık 50 yıl geçti. Sağlık Bakanlığı ve Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı’nın son 50 yılda yaşadığı değişim ve dönüşümleri yakından izleme ve ilişki içerisinde bulduğum kendi dönemim yönetici ve arkadaşlarımla konuşma tartışma imkânım oldu.

Hem Sağlık Bakanlığı’nda başta Sağlık Bakanlarımız olmak üzere en üst düzey yöneticilerle birlikte çalışma imkânım oldu. Hem de Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı yöneticileri ile de yakın iş ilişkileri içerisinde görev yaptım.

“Refik Saydam Hıfzıssıhha Gerçeği” konulu bir yazı dizisi yapmaya karar verdiğimde; Bir taraftan hem Bakanlığımız hem de Hıfzıssıhha konusunda yazılmış kitaplar, tezler, faaliyet raporları, brifing notları, çeşitli dokümanlar yazılı ve görsel basında çıkan haberler ve çok sayıda YouTube başta olmak üzere sosyal medyada yayınlanan videolar üzerinden kaynakları okuyup, izleyip değerlendirdim. Ayrıca, İzmirli bir grup medya tarafından üzerinde yaklaşık iki yıl süren bir çalışma sonucu hazırlanan “Kaybedilen Değer Hıfzıssıhha Belgeseli” ne danışmanlık yaptım (henüz yayınlanmadı). Diğer taraftan uzun soluklu ve sabır gerektiren bir çalışma sonucu;

Geçmiş Dönem Sağlık Bakanları, Bakan Yardımcıları, Müsteşarlar, Müsteşar Yardımcıları ve Hıfzıssıhha ile ilgili Genel Müdürler ile Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Mektebinde çalışmış emekli olan ve halen görev yapan yönetici ve çalışanları ile Hıfzıssıhha’ da görev yapmış başka kurum ve kuruluşlara ve Üniversiteler geçip oralarda çok önemli başarılara imza atmış kişilerle de yüz yüze görüşüp, Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı’nın 2011 yılında bir değişim yasası ile isminin kullanılmaması, görev, yetki ve sorumluluklarının Sağlık Bakanlığı’ na bağlı farklı birimlere dağıtılması sonucu ortaya çıkan fiili durum toplum nezdinde önemli tartışmalara neden olmuştur. Acaba yukarıda bahsedilen kişi ve kurum yöneticileri ile yapılan görüşmede gerçek fikirlerini ortaya koymayan ve koyamayanların yanı sıra, Cumhuriyet döneminin en başarılı kurumlarından biri olan ve koruyucu sağlık hizmetlerini ruhunu ortaya koyan Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü’nün tarih sahnesinden silinmesi önemli bir kayıp olarak değerlendirilmiştir.

Sağlık alanında yarım asra yakın sağlık ve sağlığın uluslararası boyutu konularında görev yapmış biri olarak, son 2 yıl içerisinde 100’e yakın geçmiş dönem Sağlık Bakanı ve diğer karar verici üst düzey yöneticiler ile Refik Saydan Hıfzıssıhha Enstitüsü Başkan ve Müdürleri ile yaptığım görüşmeler sonucu elde ettiğim bazı çıkarımları bu yazı içerisinde paylaştım. Ancak buradaki genel açıklamaların dışında, “Hıfzıssıhha Gerçeği” yazı dizisi ve sonra da Cumhuriyetimizin 100. Kuruluş yıldönümünde bir kitap haline getirilen bu eserde; çalıştıkları dönemin anlayışını, Hıfzıssıhha’nın ne anlama geldiğini ve anılarını paylaşanlar oldu.

Fransa Paris merkezli Pasteur Enstitüsü (Kurucusu: Louis Pasteur, Kuruluşu: 4 Haz. 1887)

Bu bölümde de bazı ortak görüşleri ortaya koyacak birkaç paragrafı paylaşmak gereği duydum.

Hıfzıssıhha Enstitüsü simgesel ve tarihsel ağırlığı olan bir kurumdu. Eğitim ve üretimde ortak çalışma alanı vardı. Enstitü’ de farklı disiplinlerde çalışan bilim insanları vardı. Bağımsız bir Enstitü olarak çalışmalara başlandı. Fransa Paris merkezli Pasteur Enstitüsü; Almanya Berlin merkezli Robert Koch Enstitüsü, İngiltere Londra Hijyen ve Tropikal Tıp Okulu; Mısır İskenderiye merkezli Yüksek Halk Sağlığı Enstitüsü; Hırvatistan Zagreb merkezli Andrija Štampar Halk Sağlığı Okulu emsali bir kuruluşlardı (Dedeoğlu, 20011; Küçük, 2018). Tüm dönemlerin yönetici ve karar vericileri zamanında gerekli hem teknolojik hem de bilimsel değişim–dönüşümlere ayak uydurulamadığı için bu önemli müessese tarihsel yolculuğunu tamamlamış görünüyor.

İngiltere Londra Hijyen ve Tropikal Tıp Okulu (Kuran: Patrick Manson Kur. tarihi: 2.10. 1899)

Dr. Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü ilk zamanlar kamu yönetimi açısından Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığına Müsteşarlıkla eşdeğerli bir statüde bağlı, politik manipülasyonlardan uzak, profesyonel özerkliğe sahip bir kurumsal yapı iken, 1970’li yılların ikinci yarısından başlayarak yaşadığımız ideolojik çalkantıların etkisiyle kuruma yapılan tartışmalı atamalarla giderek kurumsal yozlaşma sürecine girmiş, izlenen yanlış sağlık politikaları sonucunda da önce kurumun adından başlanarak temel işlevselliği  yok edilmiştir (Sedat Türkeri).

Bilim ve aklın ışığında yol alan yönetimler, geçmişin birikimlerinden, tüm insanlık için ortaya konmuş mevzuatlardan, insan hakları evrensel beyannamesinden ve insanlık için yararlı çalışmalarından mutlaka yararlanmalıdır.

4. Sağlık Bakanlığı, Hıfzıssıhha Yönetimi ve Hıfzıssıhha ile ilgile Üniversite ve Sivil Toplum Kuruluşları ile yapılan görüşmeler, yazılı ve görsel kaynakların incelenmesi sonrası ortaya çıkan durum

Cumhuriyetin kuruluşunun 100. Yılında, Türk toplumu ve dünya kamuoyunun bilmesi gereken en önemli kuruluşlardan birisi de koruyucu sağlık hizmetlerinin mabedi kabul edilen “Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Okulu” konusudur. Bu konuda gerçeklerin ortaya konulması ve tarihi perde arkası ve günümüzde ortaya çıkan durumu kamuoyu ile paylaşmayı kendime bir görev olarak kabul ettim.

Türkiye’de Sağlık Hizmetleri

Türkiye’nin sağlık hizmetleri, 1923’te Cumhuriyetin kuruluşundan 1982 yılına kadar devletin sunması gereken bir hizmet olarak kabul edilmiştir. 1961 Anayasası hükümleri içinde devletin sunması gereken bir kamu hizmeti olarak tanımlanmıştır. Türkiye’de çağdaş hekimlik uygulamalarına geçişin en önemli adımı, 1961 yılında kabul edilen “224 Sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkındaki Kanun” ile atılmıştır.

  • Türkiye’de tüm sağlık hizmetlerinin bir devlet görevi olduğu,
  • Kamu sektöründe sağlık hizmetlerinin bir elden yönetimi,
  • Sağlık hizmetleri ücretsiz olmasıdır.

1963-1965 yıllarında başarıyla uygulanan Sosyalleştirme Yasası, 1966 yılından başlayarak bugüne kadar başarısız bir uygulama biçimine dönüştürülmüştür (Fişek,1983).

Ankara’nın ilk imar planını hazırlayan Alman mimar Carl Cristoph Lörcher ve Avusturyalı mimar Theodor Jost tarafından tasarlanarak 1926-27 yılları arasında inşa edilen Sağlık Bakanlığı binası

1961’den bu yana, Sosyalleştirme Yasası’nın ve ilgili yönetmeliklerin bazı maddeleri uygulanmamış, bazıları da değiştirilmiştir. Hekimlerin tam süre çalışma zorunluluğunun 12 Eylül 1980’den sonra kaldırılması değişikliklere örnek olarak gösterilebilir.

Türkiye’de sağlık hizmetleri, 1982 Anayasasının 56.Maddesi ile devletin sunmakla yükümlü olduğu bir hizmet olmaktan çıkarılmış ve devlet “herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini” düzenlemekle görevlendirilmiştir.

1980 askeri darbesinden sonra, Türkiye’de sağlık hizmetlerinin sunumundaki temel değişim; hizmet sunumunda özel sektöre öncelikli olarak yer açılmasının sağlanması olmuştur. Küresel kapitalizmin 1970’li yıllarda başlattığı sağlıkta neoliberal dönüşüm, Türkiye’de ilk ipucunu 1982 Anayasası ile vermiş, önceleri “sağlık reformu” adıyla anılan bu yaklaşım geçtiğimiz yirmi yıl içinde devletin sağlık hizmetlerinden çekilmesi anlamına gelecek bir sağlıkta özelleştirmenin de habercisi olmuş; 58. (03 Kasım 2002) ve 59. (11 Mart 2003) Hükümetlerle birlikte 2002 yılı sonrasında özelleştirme girişimleri daha güçlü bir biçimde yaşama geçirilmeye başlanmıştır. Dünyanın tek kutuplu bir biçim almasından sonra, kapitalist dünyada sağlık artık fiilen bir hak olmaktan çıkarılmış, “Parası olanın parası kadar satın alabileceği” bir meta biçimine dönüştürülmüştür (Pala Kayıhan, 2007).

Sağlık hizmeti alması gereken kişilere “müşteri” denilmesi, sağlığın temel bir insan hakkı olmasını engeller; “sağlık” ancak parası olanların sahip olabildiği bir mal/hizmet biçimine dönüşür.

Türkiye’de sağlık sektörünü açık Pazar ekonomisine uyarlamak yolundaki ilk girişim 1987’de kabul edilen “Temel Sağlık Hizmetleri Kanunu” dur. Kanun genel bir sağlık sigortası oluşturmanın ilk adımlarını tanımlamakta, kamu hastanelerinin kendi işletme ve personel politikalarını ortaya koyabilmelerine olanak sağlayacak düzenlemeleri içermekteydi.

Kanunun kritik bölümleri Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildiği için, halen yürürlükte olmakla birlikte bu yasa uygulamaya konulamamıştır (Avrupa Sağlık Sistemleri Gözlemcisi, 2002). 1990’larda Türkiye’de özel hizmet sunan sağlık kuruluşları sayısında hızlı artış ve özel sağlık sigortası için sağlık alanının bir “Pazar” olarak gelişmesinin yaşandığı yıllar olmuştur (DSÖ, 2004).

Sağlıkta Dönüşüm Projesi

Sağlık Bakanlığı 2003 yılında ortaya koyduğu ve “Sağlıkta Dönüşüm” adını verdiği programın temel ilkelerini şöyle açıklamaktadır (Sağlık Bakanlığı, 2003):

İnsan merkezlilik, Sürdürülebilirlik, Sürekli kalite gelişimi, Katılımcılık, Uzlaşmacılık, Gönüllülük, Güçler ayrılığı, Desantralizasyon ve Hizmette rekabet olarak belirlemiştir.

Bakanlık “Sağlıkta Dönüşüm Programının Bileşenleri” başlığı adı altında nasıl bir yol izleyeceğini de açıklamıştır (Sağlık Bakanlığı, 2003):

  • Planlayıcı ve Denetleyici Bir Sağlık Bakanlığı,
  • Herkesi Tek Çatı Altında Toplayan Genel Sağlık Sigortası,
  • Yaygın, Erişimi Kolay ve Güler Yüzlü Sağlık Hizmet Sistemi;

           -Güçlendirilmiş Temel Sağlık Hizmetleri ve Aile Hekimliği,

           -Etkili, Kademeli Sevk Zinciri,

           -İdari ve Mali Özerkliğe Sahip Sağlık İşletmeleri,

  • Bilgi ve Beceri ile Donanmış, Yüksek Motivasyonla Çalışan Sağlık İnsan Gücü,
  • Sistemi Destekleyecek Eğitim ve Bilim Kurumları,
  • Nitelikli ve Etkili Sağlık Hizmetleri İçin Kalite ve Akreditasyon,
  • Akılcı İlaç ve Malzeme Yönetiminde Kurumsal Yapılanma;

          -Ulusal İlaç Kurumu,

         -Tıbbi Cihaz Kurumu,

  • Karar Sürecinde Etkili Bilgiye Erişim: Sağlık Bilgi Sistemi.

Sağlıkta Dönüşüm Projesi kapsamında neler var?

Sağlıkta Dönüşüm Projesi incelendiği zaman, sağlık sistemini oluşturan üç temel alana müdahale etmenin hedeflendiği anlaşılmaktadır: Sağlık hizmetlerinin örgütlenmesi, sağlık hizmetlerinin finansmanı ve sağlık hizmetlerinin sunumu.

1. Sağlık hizmetlerinin örgüt yapısı değiştirilmektedir.

Sağlık hizmetlerinin örgütlenmesine yapılan müdahale ile 1961 yılında “224 Sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesine İlişkin Yasa” ile getirilen çağdaş örgütlenme ilkeleri terk edilmekte; yerine, serbest piyasa ekonomisinin “Sunu/İstem” dengesi getirilmektedir.

  1. Sağlık hizmetine erişim kısıtlanmaktadır.
  2. Dar bölgede sağlık hizmeti sunma anlayışı terk edilmektedir.
  3. Temel sağlık hizmeti odaklı sağlık hizmeti sunma anlayışı terk edilmektedir.
  4. Birinci basamakta ekip anlayışı yok edilmektedir.

2. Sağlık hizmetlerinin finansmanında sosyal sigorta sistemi benimsenmektedir.

Finansmana müdahale projenin “Olmazsa olmazı” diye tanıtılan en sıkıntılı bölümüdür. Çünkü prim toplamaya dayalı bir genel sağlık sigortası (GSS) kurulmaya çalışılmaktadır. GSS temel olarak üç bileşenden oluşmaktadır: Temel teminat paketi, prim ve kullanıcı ödentisi.

3. Devlet sağlık hizmeti sunumundan el çektirilmektedir.

Tüm dünyada sağlık hizmeti sunucularının üç temel hedefi vardır: Eşitlik, verimlilik ve kalite. Genel olarak “Eşitlik” sağlık hizmetine herkesin ve gereksinim duyduğu ölçüde erişmesini, “Verimlilik” kaynakların etkin kullanılmasını ve “Kalite” hizmetten yararlananların hoşnutluğunu tanımlamak amacıyla kullanılmaktadır.

Sağlık Bakanlığı’nın 10 Mart 2018 tarihinde taşındığı Ankara Bilkent’teki yeni Binası.

Özel sektör kâr maksimizasyonu odaklı hizmet sunduğu için, eşitlik ilkesi ile ilgilenmez. Bu durum yoksul ve dar gelirli yurttaşı olumsuz etkileyecektir. Sağlıkta Dönüşüm’ de yer alan sağlık hizmetlerinin sunumuna müdahale çok açık bir biçimde, devletin sağlık hizmeti sunmaktan el çektirilmesini ve sağlık alanının özel sektörün insafına bırakılmasını hedeflemektedir (Pala Kayıhan,2007).

Dönüşüm Programının “Planlayıcı ve Denetleyici bir Sağlık Bakanlığı” yaklaşımı ile Devlet sağlık hizmeti sunumundan el çektirilmektedir. Devletin sağlık hizmeti sunumundan el çektirilmesi iki aşamada gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Önce Çalışma Bakanlığı SSK Hastaneleri Sağlık Bakanlığı’na devredilerek sağlık hizmeti sunumundan çekilmiştir. Bu yaklaşım “Kamu sağlık hizmetlerinin tek elden sunulması” adıyla duyurulduğu için toplumun birçok kesiminden destek almıştır. Aslında gerçekten de kamu sağlık kuruluşlarının tek elde toplanması sağlık yönetimi açısından olumlu bir girişimdir. Ancak, Sağlık Bakanlığı’nın bu girişimi, devletin sağlık hizmetlerinden çekilmesinin ilk aşaması olarak uygulamaya konulmuştur.

Ardından da Sağlık Bakanlığı’nın sağlık hizmeti sunmaktan çekilmesi yürürlüğe konmaya çalışılmaktadır. Bu haliyle yapılan iş, önce SSK Hastanelerinin Sağlık Bakanlığı’na devredilmesi, ardından diğer Devlet Hastaneleriyle birlikte bütün Kamu Hastanelerinin birer “işletme” biçimine dönüştürülmesi girişimidir. Bu amaca yönelik ilk girişim Sağlık Bakanlığı tarafından 13.12.2006 tarihinde Başbakanlığa gönderilen “Kamu Sağlık İşletmeleri Pilot Uygulaması Hakkında Kanun Tasarısı” ile kendini göstermiştir. Kanunun yasalaşması sonucu, pilot olarak seçilen illerdeki çeşitli hastaneler Sağlık Bakanlığı tarafından işletme biçimine dönüştürülmüştür.

Türkiye için uygun ve kalıcı bir sağlık reformunu özleyen ve destekleyenler için;

  1. Türkiye’de sağlık hizmetlerinin finansmanı genel bütçeden sağlanmalıdır.
  2. Türkiye’de 224 sayılı yasanın getirdiği örgüt yapısı geliştirilerek korunmalıdır.
  3. Türkiye’de sağlık hizmetleri hem kamu hem de özel sektör tarafından sunulmalı; Devlet özel sektörden hizmet satın almamalıdır.

Türkiye’de toplumun sağlığını olumlu etkileyecek kalıcı bir sağlık reformu için 1961 yılında yasalaşan 224 Sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Yasası’nın “Herkese, her yerde ve her zaman sağlık hizmeti” felsefesine sadık kalınarak; yasanın günümüzün sağlık gereksinimlerini karşılayacak biçimde değiştirilmesi yeterli olacaktır. Türkiye’nin eşit, ücretsiz ve ulaşılabilir bir sağlık sistemi için, bu konudaki değişikliklerin ayrıntılarını hazırlayabilecek nitelikli bir sağlık insan gücü kadrosu da bulunmaktadır. Yapılması gereken iş, reformu dışarıdan gelen ve önerilen doğrultusunda hazırlamak yerine; ülkemiz insanlarının sağlıkla ilgili gereksinimlerinden yola çıkarak kendi çözümlerimizle gerçekleştirebilme becerisi ve isteğini gösterebilmelidir.

Sonuç ve Öneriler

Türkiye’nin sağlık hizmetleri, 1923’te Cumhuriyetin kuruluşundan 1982 yılına kadar devletin sunması gereken bir hizmet olarak kabul edilmiştir. 1961 Anayasası hükümleri içinde Devletin sunması gereken bir kamu hizmeti olarak tanımlanmıştır.

1980 askeri darbesinden sonra, Türkiye’de sağlık hizmetlerinin sunumundaki temel değişim; hizmet sunumunda özel sektöre öncelikli olarak yer açılmasının sağlanması olmuştur.

1982 Anayasası ile önceleri “salık reformu” adıyla anılan yaklaşımlar aradan geçen 20 yıl içinde devletin sağlık hizmetlerinden çekilmesi anlamına gelecek bir sağlıkta özelleştirmenin de habercisi olmuştur.

2002 yılı sonrasında özelleştirme girişimleri daha güçlü bir biçimde yaşama geçirilmeye başlanmıştır. Dünyanın tek kutuplu bir biçim almasından sonra, kapitalist dünyada sağlık artık fiilen bir hak olmaktan çıkarılmış, “Parası olanın parası kadar satın alabileceği” bir meta haline dönüştürülmüştür.

Yukarıda dört ana başlıkta sunulan sağlık alanında gelinen noktada, “Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı’nın işlev ve işlerliği de büyük değişimlere uğrayarak ve öneminin azaltılarak 89 yıllık bir yaşamdan sonra tarihsel yolculuğuna bir nokta konulmuştur

Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Okulu ne anlam ifade ediyordu!

Hıfzıssıhha denince salgın hastalıklarla mücadele, koruyucu sağlık hizmetlerinin uygulanma biçimi, sağlıklı nesillerin yetişmesinde aşıların önemi, gıda-beslenme, ilaçlar, zehirlenmeler, başta hekimler olmak üzere sağlık personelinin halk sağlığı mantığıyla yetiştirilmesi vb. konularda sürdürülebilir çalışmaların yapılması akla gelmektedir. Bu yazı dizsinde özellikle bu bölümde hıfzıssıhha konusuna, kurumsallaşmaya, kurumsal hafızaya kafa yoran bilim insanlarının tespitlerine de yer vermek önem arz etmektedir.

1. “Kurumsal hafıza, bilgi, beceri ve deneyimlerin etkisiyle şekillenir ve bu şekillenme ile salgın yönetiminde etkin olur; kurumsal bilginin sadece birikimi değil sürekliliği ve devri esastır. Kurumsal hafıza, geçmişte benzer deneyimlerde nelerin işe yaradığını nelerin yaramadığını, salgınlar sırasında hangi tedbirlerin öncelikli olduğu, hangi önlemlerin daha az etkin olduğunu kanıta dayalı olarak saklar ve en iyi koruma ve korunma yöntemlerini sunma konusunda rehberlik eder. Kurumsal hafıza, salgınla ilişkili bilgi ve deneyimlerin toplumsal alanda yaygınlaşmasıyla güçlenir, sahiplenilir ve daha etkin bir güç haline gelir” (Artvinli Fatih, 2020).

2. Türkiye’de salgınlarda ortaya çıkan olası sorunlara odaklı, tüm yönleriyle bu meseleye adanmış güçlü ve özerk kamu kurumlarının, enstitülerin varlığına ihtiyaç duyulduğu açıktır. Osmanlı İmparatorlu’nun son dönemi ve Erken Cumhuriyet dönemlerinde bu çalışmada bahsedilen sayısız kurum ve kurumsallaşma çabalarından geriye ve bugüne işlevsel olan tek bir tarihi kurumun dahi kalmamış olması üzerinde ciddiyetle düşünülmesi gereken bir tespittir.

3. Salgın hafızası, sadece simgesel açıdan değil fiziki olarak da kurumların bizzat ayakta olan binaları, birimleri ve atmosferi ile görünür öğeler içerir. Salgınla ilişkili kurumların varlığı, görünümü ve içeriği aynı zamanda toplumun hem salgınlara yönelik algısını hem de salgınlar karışışında bu türden kurumların varlığına yönelik güven duygusunu pekiştirir.

4. Kurum hafızasının şekillenmesinde önemli öğelerden biri de eski çalışanların anıları ve tecrübeleridir. Kimi bir ömür boyu kimisi çok kısa süreli tüm çalışanların mutlaka kurumun tarihine, birikimine ve hafızasına katacağı önemli değerler bulunmaktadır. Birinden diğerine, bir kuşaktan ötekine aktarılan efsaneler, çöküş ve zafer anlatıları da dahil olmak üzere kurumu tarihsel açıdan hayal etmeye yarayan diğer unsurlardır. Kurum hafızası elbette sadece kurum içi ile sınırlı değildir, ziyaretçilerin, okurların, araştırmacıların ya da yalnızca adını duyanların kuruma ilişkin algıları, düşünceleri de bu süreci besleyen öğeler olarak kurum ve çalışanlarının motivasyonunu belirler, eleştiriler ve övgüler işlerin daha iyi yapılması konusunda yardımcı olur. (Artvinli Fatih, 2020). Bu kitap içeriği son bölümünde bu maddede bahse konu eski çalışanların anılarına detaylıca yer verilmiştir.

5. Almanya’da bulunan Robert Koch Enstitüsü ve Fransa’da bulunan Pasteur Enstitüsü örneklerinde olduğu gibi kamu desteğiyle teşvik edilen, özerk ve bilimsel açıdan özgür, uzun vadeli araştırmaların gerçekleştirilebildiği bir kurum ve kurum ortamı Türkiye’de maalesef sağlanamamıştır. Bu enstitü örneklerine en yakın deneyim ve tarihi bir kurum olarak Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü’nün yıllar geçtikçe başlangıçtaki temel amaçlarından, işlevlerinden uzaklaştığı ya da uzaklaştırıldığı, kısa vadeli ve yıkıcı etkileri olan dar siyasi hesaplarla heba edildiği görülmektedir. Geçmiş örneklerde olduğu gibi yeni bir kurumsallaşma çabasıyla, zor dönemde ciddi özveri ve emekle oluşturulan Hıfzıssıhha Enstitüsü, önceki örneklerden farklı olarak 89 yıl ayakta kalmıştır. Hıfzıssıhha Enstitüsü’nün yine diğer örneklerde olduğu gibi ciddi bir reform ile işlevselliğini artırmak, kapasitesi ve etkinliğini geliştirmek için kapsamlı, uzun vadeli, stratejik politikalar üretmek yerine kurumun görevlerini parçalar halinde diğer birimlere dağıtarak 2011 yılında kapatılması ve ismi dahil olmak üzere 2017 yılında resmiyetten tamamen silinmesi sadece kamu yönetimi açısından değil, kurumsal bir salgın hafızası imkanını da ortadan kaldırdığı için yaşamsal önemde bir hatadır.

Almanya Berlin, Robert Koch Enstitüsü (Kurucusu: H. H. Robert Koch, Kuruluş tarihi: 1891)

6. Robert Koch Enstitüsü ve Pasteur Enstitüsü örneklerinin gösterdiği önemli ve yakıcı bir sorun da kurumların yönetimi ve personelin kalitesine ilişkindir. Kurumsal sürekliliğin bir göstergesi olarak merkezin en üst yöneticisi konumunda olan Kurum Başkanı değişikliğine bakıldığında Robert Koch Enstitüsü’nde, 1891-2023 yılları arasında geçen 132 yılda 17 defa başkanlık değimi; Pasteur Enstitüsü’nde ise 1887-2023 yılları arasında geçen 136 yıl boyunca 15 defa başkanlık değişimi gerçekleşmiştir. Hıfzıssıhha Enstitüsü’nde, bu çalışma boyunca sıkça karşılaştığımız gibi 1928-2012 yılları arasında geçen 84 yılda 37 defa kurum yöneticisinin değiştirildiğini ifade etmek, karşılaştırma açısından yeterli bilgi verecektir. Robert Koch Enstitüsü ve Pasteur Enstitüsü örneklerinde, başkanların ortalama 8,5 yıllık görev süresi, Hıfzıssıhha Enstitüsü’nde ise ortalama 2.2 yıldır. Şüphesiz bu durum, kurum başkanının göreve geldiği anda hazır bile olsa, stratejik bir planı uygulamaya koyamayacağı kadar kısa bir süredir. Kurumun sadece yönetim kadrosu değil, uzmanlardan teknik ve idari kadroya, personelin liyakata dayalı seçilmediğini söylemek ise neredeyse yazmaya gerek dahi olmayan, örneği diğer pek çok kurumda görülen ve görülmeye devam etmekte olan temel bir bilgi ve gözlemdir.

Bir hükümetin pandemiyle mücadelesindeki başarısı, sadece sağlık çalışanlarının kapasitesi ve kabiliyetine bağlı değildir; aynı zamanda ülkedeki bilim insanlarının yeni bir tedavi ve aşı bulma konusundaki etkinliğine ve yetkinliğine, toplumun niteliğine, kültürüne, salgın yönetimine güven duyup duymaması gibi pek çok etkene bağlıdır.

7. Türkiye’de uzun vadeli, öngörülü bir salgın yönetimi stratejisinin tesis edilmesi için Sağlık Bakanlığı ve bürokrasisinin gündelik ya da akut ihtiyaçlarının ötesinde, bağımsız, özerk, güçlü, sürekliliği olan ve aynı zamanda diğer enstitü örneklerinde olduğu gibi yeni ortaya çıkmakta olan bulaşıcı hastalıklar konusunda sadece bilgi, araştırma, bilimsel öneriler değil aynı zamanda bu alanda bilimi bizzat üreten, aşı ve ilaç geliştirme dahil olmak üzere somut çözümlerin örgütlendiği kurumlara ihtiyaç vardır. Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü’nün kuruluş ve gelişim yıllarında sergilediği kurumsallaşma örneğinde olduğu gibi, bugün Türkiye’de bir “Enfeksiyon Hastalıkları ve Salgınlar Enstitüsü” veya aynı amaç doğrultusunda bir enstitünün, geçmiş deneyimler göz önünde bulundurularak yeniden örgütlenmeli, enstitü bünyesinde ileri referans laboratuvarları, enfeksiyon hastalıkları uzmanları, halk sağlığı uzmanları, epidemiyologlar, virologlar, mikrobiyologlar, biyoinformatikçiler, psikologlar, sosyologlar, istatistikçiler gibi farklı disiplinleri bir araya getiren ve bulaşıcı hastalıklar konusunda ileri düzeyde çalışmalar yapmaya imkan veren altyapı ve bilimsel bir ortam yaratılabilmelidir (Artvinli Fatih, 2020).

Türkiye’de Salgın Yönetimi, Kurumsallaşma ve Kurumsal Hafıza Sorunu kitabını yazan Doç. Dr. Fatih Artvinli’ ye yazdığı kitap ve kitap son bölümünde bulunan sonuç ve öneriler bölümündeki görüşlerinin özellikle “Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Okulu Gerçeği” yazı dizisi ve bu kitaba çok önemli katkı sağladığı için kendisine teşekkürlerimi bir borç bilirim.

Yazan ve yayına hazırlayan Bekir Metin, Ankara, 25 Ağustos 2023  

Yazı Dizisi 20. Covid-19 Salgını Süresince, Hıfzıssıhha Enstitüsü’nün Yokluğu Yöneticilere ve Halka Neleri Düşündürdü?

Kaynakça:

Avrupa Sağlık Sistemleri Gözlemcisi (2002) Sağlık Sistemlerinde Dönüşüm Süreci Türkiye (Yazarlar: B. Serdar Savaş, Ömer Karahan, R. Ömer Saka. Derleyen: Sarah Thomson, Elias Mossialos).

Artvinli Fatih, Doç. Dr., Türkiye’de Salgın Yönetimi, Kurumsallaşma ve Kurumsal Hafıza Sorunu, Aralık 2020. S.26-28

Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Fon Kodu: 041 Dosya No: 10.0.0 Belge No: 250.35.29

Bulut Meryem, Yüksek Lisans Tezi, Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı, Ankara, 2021, Hacettepe Ünv. Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Anabilim Dalı yayını, S.IV.

Dedeoğlu, Necati, Prof. Dr. “Hıfzıssıhha Okulu: Tarihçesi, Önemi”. Toplum ve Hekim, 6 (2001): 468-469.

Doğan Ali Eren, Hıfzıssıhha Okulu ve Nusret H. Fişek (1958-1965), Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Yayını, Ankara, 2005, S. 31

DSÖ (2004) Health Care Systems in Transition HIT summary, Turkey. European Observatory on Health Systems and Policies.

Dr. Refik Saydam 1881-1942 Ölümünün 40. Yılı Anısına, SSYB Tanıtma ve İstatistik Birimi, 1982, S. 51-56

Frik, Feridun, Türkiye Cumhuriyeti’nde Tıp ve Hıfzıssıhha Hareketleri (1923-1938). Universum Basım Evi, Bayer Leverkusen-Almanya 1938. S.20

Küçük, Aziz, Doç. Dr. “Hayırsever Kapitalizmi ve Erken Cumhuriyet Döneminde Sağlık Hizmetlerinin Örgütlenmesi: Rockefeller Vakfının Rolü” Amme İdaresi Dergisi, 2 (2018): 87

Metin Bekir, “Küresel Salgın Hastalıklar ve Uluslararası Sağlık Örgütlenmeleri – Dünya Sağlık Örgütü ve Türkiye İlişkileri” Kitabı, Palme Yayınevi, Ankara, 2022

Pala Kayıhan, Doç. Dr., Türkiye İçin Nasıl Bir Sağlık Reformu? Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi. Şubat 2007, Bursa

Resmî Gazete, 04.01.1941, Sayı: 4703, S. 266-267. 30 Aralık 1940 Tarihli Türkiye Cumhuriyeti Merkez Hıfzıssıhha Müessesesi Teşkiline Dair Kanun’un orijinal metni)

Resmî Gazete, 14.12.1983, Sayı: 18251, S. 221

Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Mektebi Gerçeği, Dünya Sağlık Haberleri Web Sitesi

www.healthworldnews.net/salgin-hastaliklar-asilar-uluslararasi-iliskiler-ve-hifzissihha-gercegi, Erişim Tarihi: 20 Agu. 2023

Sağlık Bakanlığı Sağlıkta Dönüşüm Programı, T.C. Sağlık Bakanlığı Yayını, Haziran 2003.

Türkeri Sedat, Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü “Hafızamda Yer Edenler” 17 Ağustos 2023

Not: Buradaki bilgi ve belgeler kaynak kullanılarak alıntı yapılabilir. Yazının tüm hakları konuyu hazırlayan ve yazan Bekir Metin’e aittir. Bu yazı dizisine 01 Haziran 2022 tarihinde başlandı.

Share This
COMMENTS

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir