Yüceltilen Bireysellik Kültürü…
1996 yılıydı. Bir iş seyahati için Amerika Birleşik Devletleri’ndeydim. Kaldığım otelde günlerce benzer programları seyretmekten çok sıkılmıştım. Amerikan televizyonlarında seyredecek hiçbir şey diyordum ki fark ettim. Aslında haberler ve neredeyse beş dakikada bir yayınlanan hava durumu dışında kanalların çoğunda kavga, ağız dalaşı sürtüşmenin ön plana çıkarıldığı programlar yayınlanıyordu. Aynı erkek için iki kız kardeş stüdyoda saç saça baş başa kavga ediyordu ve stüdyoda bulunan seyirciler taraflardan birini destekleyip alkışlıyor, diğeri içinse abartılı olumsuz yorumlar yapıyorlardı. O yıllara kadar Türk televizyonlarında görmeye alışmış olduğum açık oturumlar, tartışma programları, forumlar hiç yoktu. Onun yerine ya kavgadan reyting umulan “reality show”lar ya da tek bir sunucunun sınava çeker gibi önüne çağırdığı ünlüler geçidi olan “talk show”lar vardı
Daha sonra bunun bireysellik kültürünü pompalamak için kasten yapılıyor olduğunu düşünmeye başladım. Yıllar geçmişti ve aynı programlar Türk televizyonlarında yayındaydı. Sadece Türk televizyonları değil, Avrupa televizyonları da aynı yönde dönüşmüştü.
Evet, yıllardır izlemekte olduğumuz Biri Bizi Gözetliyor, Yemekteyiz, Doya Doya Moda, Kuaförüm Sensin, Temizlik Benim işim gibi yarışmalardan söz ediyorum. Bu yarışmalar bireysellik kültürünün kök salmasına hizmet ediyordu. Bu programlarda katılımcılar birbirine karşı sözlü saldırıya, çatışmaya birbirlerini şiddetli şekilde eleştirmeye teşvik ediliyorlardı. Yapıcılıktan uzak acımasız eleştiri yüceltiliyordu. O Ses Türkiye ve Survivor gibi bazıları ise bireyselliğin yanı sıra olumlu olarak centilmenlik ve dayanışmaya da prim veriyordu.
Yemekteyiz programını ele alalım. Misafir oldukları evde yarışmacılar “şunu yapamamışsın”, “bunu bilmiyorsun” gibi neredeyse hakaret düzeyine varacak sözleri birbirlerine sarf ediyorlardı. Hâlbuki bizim kültürümüzde bunlar normalde ayıp karşılanırdı. Misafir olunan evde, bırakın kırıcı konuşmayı insan önce iltifat ederek başlardı söze. Yemekte bir kusur varsa asla dile getirilmezdi. Yemek beğenilmemiş olsa bile beğenmiş gibi yapıp yenilirdi. İşte bu program ve benzerlerinin bu değerleri yok etmeye yönelik olarak tasarlandığını düşünüyorum. Amaç burada bireyi yüceltmek, toplumsal değerleri ortadan kaldırarak toplumsal dayanışmayı engellemek olsa gerek. Tahminimce bu programların yapımcıları, hatta sunucuları bile altta yatan bu amacın farkında değildirler. Programın reyting getirmesi, insanlara hoşça vakit geçirmesi onlar için makbul sebeptir.
Bireyselliğin yüceltilmesi, toplumsal dayanışmanın ortadan kaldırılması insanların birey olarak daha da savunmasız olmalarına, yalnızlığa yol açıyor; insanlar birbirlerine güvenemez hale geliyorlar. Hatta birbirlerinden korkmaya başladıkları için bireysel silahlanma Amerika Birleşik Devletleri’nde gördüğümüz gibi başını alıp gidiyor. Toplumsal dayanışmanın olmadığı bir ortamda bireyler daha kolay yönlendirilebilir, yönetilebilir robotlar haline gelebiliyor. Amaç sadece gösteriş, sadece marka ve tüketim haline gelebiliyor. Bireylere “en büyük sensin, yapabilirsin” mesajı dayatılıyor. Birey kendini herkesten üstün görmeye başlıyor.
Sürüklendiğimiz bu durumun içinde bir şeyi daha fark ettim. Geçen yıl Pınar Ayhan’ın bir oyununa gitmiştim. Oyunun konusunun dışında beni en çok etkileyen güzel Türkçeyi ne kadar çok özlemiş olduğumdu. Yıllardır dilimin ne kadar kısıtlı kelime hazinesi ile konuşulduğunu ve yozlaşmış bir versiyonuna maruz kaldığımı o an farkettim.
Kısacası bireyselliği yücelten bu programlar insana kültürünü de değerlerini de dilini de unutturuyor. Umarım yapımcısı, sunucusu, katılımcısı ve seyircisi bir an evvel bunun farkına varır. Zira toplumsal değerleri yıkmak bir toplumu içten çökertmenin en kestirme yollarından biridir.
Yazar Dr. Levent Çağatay, İzmir, 02 Temmuz 2020