Acayip Merak Ettim!
“Tarihte bilginin etrafına duvar örmeyen medeniyet neredeyse yok gibidir özellikle de bazı bilgi türlerinin etrafına!”
Merakın tehlikeli olabileceğini ve dolayısıyla yuların serbest bırakılmaması gerektiğini düşünmek neredeyse insanlığın kendisi kadar eski bir gelenektir.
Merak sadece kaçınılmaz bir duygu değil, aynı zamanda öğrenme arzusunun altında yatan temel güdü olduğundan, “Merak kediyi öldürür,” diyen atasözüyle ilgili tek tesellimiz bir başka versiyonunun şöyle devam etmesidir: “Merak kediyi öldürür ama öğrendikleri onu geri getirir!”
Dedektifler, bilim insanları, iktisatçılar, gazeteciler ve…kedilerin ortak noktası nedir? Yanıt, elbette merak. Bu saydıklarımızın hepsi dünyaya dair daha fazla şey keşfetmek ister. Ancak merakları, bir şeylerin neden öyle olduklarını anlama arzusundan daha ötesi tarafından yönlendirilir. Bir yandan da gelecek olayları öngörebilmek, tahminlerde bulunabilmek ve anlamlandırabilmek adına, işlerin nasıl bu şekilde ilerlediğini açıklayan mekanizmaları kavramak isterler. Dedektifler insanların güdülerini açığa çıkarmak ve bu yolla suçları çözmek isterler. Bilim insanları gerçeklik algılarını derinleştirecek yeni teoriler öne sürmek isterler. İktisatçılar toplumların temelini oluşturan ekonomik faaliyetleri daha iyi anlamak isterler. Gazeteciler, insanların gündemdeki olayları anlamlandırmalarına yardımcı olacak anlatılar geliştirmek isterler.
Kedilerse, patilerine biraz daha fazla kızarmış tavuk geçirebilme şanslarını olabildiğince yükseltmek isterler. Hepsi de durmaksızın delil toplar, teoriler geliştirir, hedeflerine aşmanın peşinde yeni yollar denerler. Tüm bu alanlarda merak yalnızca işe yaramakla kalmaz, hayati önem taşır. Daha evvel bilinmez olan yeni şeyler keşfetmek için bir heves, hatta aslında bir açlıktır bu. Thomas Hobbes’un merak için “zihnin şehveti” demesine şaşmamalı.
Merak, bilinenin sınırlarını sorgulayarak, analiz edilecek yeni ham materyaller toplamak için gereken teşviki sağlar.
Merak, ırmakta suyun akması değil, akan sudan değirmen ile kullanılır enerji elde edebilme sürecidir. Yani merak insanoğlunun kültür aracılığıyla, eğitimle, çalışmayla, varoluş gerçekliğine dönüştürebileceği zihin cevheridir. MERAK, ırmaktaki su ise onu işleyen değirmen de kültür ve eğitimdir.
Çoğumuz sağ elimizi kullanmaya tercih ediyorken insanlık tarihi boyunca neredeyse hiç değişmeyen bir oran olan yaklaşık %10’luk bir azınlığın sol elini kullanmaya tercih ediyor olması insan doğasının merak edilen bir garipliğidir. Düşünün, ABD’nin en son yedi başkanından beşi solak. Hayat solaklar için o kadar zor olsaydı dünyanın en güçlü pozisyonunda bu kadar sıkı boy göstermelerini bekleyemezsiniz. Merakınızı gidermek için son bir şey: Solaklar sağ elleriyle pek çok işi sağlakların sol elleriyle yaptıklarından daha iyi yerine getirir.
Son tahlilde merak için, “bilgi ve kavrayışımızdaki bir boşluğun fark edilmesiyle ortaya çıkan bir yoksunluk duygusudur,” dersek yanlış bir şey söylemiş olmayız.
Bugünkü tema: MERAK!
Dünyaca ünlü “The Economist” ten sıra dışı sorulara (Ör: Neden çiftler bekarlardan daha çok ev işi yapar? Buğdayın neden insanlarınkinden daha karışık bir genomu var? Robotlar bütün gün ne yapar? Çokeşlilik arttıkça iç savaş ihtimali neden artıyor? Amerika çocuk evliliklerine neden hâlâ izin veriyor? Tenisçiler neden haykırır? Vb.) sıra dışı, nükteli bir dille yazılmış, şaşırtıcı, merak uyandırıcı ve aydınlatıcı cevaplar!
Tom STANDAGE tarafından yayına hazırlanan bu kitabın adı: “ACAYİP MERAK ETTİM! Seriously Curious”. Ülkemizde ilk basımı Haziran 2023’de yapılan bu eseri okuyup sizler için derledim. Öne çıkan birkaç paragrafı aşağıya aktarıyorum:
* Bugünlerde, kırışıklıkları gidermeyi, yağları bir anda yakmayı ya da sahipsiz sınır ötesi servetlerden milyonlar transfer etmeyi vaat eden yazım hatalarıyla dolu e-postalar, bir e-posta adresi olan hemen herkesin kaderi. Bir de kullanıcı adlarını ve şifreleri çalmayı amaçlayan ya da kullanıcının bilgisayarına sızmak üzere tasarlanmış zararlı yazılımlara açılan aldatıcı bağlantılar içeren diğer e-postalar var. Siber güvenlik şirketi SecureList’in bir tahminine göre, tüm e postaların kabaca yüzde 60’ı spam. Ama neden? Bu istenmeyen e-posta heyelanının manası ne?
* Çocuk yaşta evlilik, kız çocuklarının ortalama üçte birinin 18 yaşından önce evlendiği gelişen dünyada yaygın bir şey. Bu orana bakılırsa, 2050’ye gelindiğinde 1,2 milyon kadın henüz çocuk yaşta evlenmiş olacak. Çocuk yaşta evlilik oranlarının en yüksek olduğu devletler sıralamasında ilk 20’ye yerleşen ülkelerin neredeyse hepsi Afrika’da. Bu evliliklerin Amerika’daki yaygınlığı ise pek bilinmiyor ve evliliklerin hemen hemen hepsi kızlar arasında görülüyor. Ülkenin diplomatları çocuk yaşta evliliği yurtdışında yasaklamak için uluslararası çabaya aktif olarak katkıda bulunuyorlar fakat Amerikalı çocukların evlenmelerine hâlâ izin var (çoğunlukla ebeveyn rızası ve bir yargıcın ya da rahibin onayıyla olsa da). Ebeveynler, özellikle de kızları hamileyse, erken yaşta evlenmesine izin vererek çocuklarının iyiliğini gözettiklerini düşünebilirler. Ama vakaların büyük kısmında, aslında kızlarına zarar vermiş oluyorlar; hem de bazen telafisi olmayacak şekilde. Çocuk evliliklerinin yüzde 70 ila 80’i boşanmayla bitiyor. Evli çocukların yoksulluk içinde yaşamaları ihtimali evli yetişkinlerinkinden iki, eşleri tarafından dayak yemeleri ihtimaliyse üç kat daha fazla.
* Neden çiftler bekarlardan daha çok ev işi yapar? Bekarlar, hazır olun: Biriyle ortak bir eve taşınacak olursanız-ya da taşındığınızda-muhtemelen eskisinden daha çok ev işi yaparken bulacaksınız kendinizi. Dünyanın refah seviyesi yüksek ülkelerinde, çift olarak yaşayan kadın ve erkekler bekarlara kıyasla daha fazla zamanlarını ev işlerine harcıyorlar. Birlikteliklerde iş yükünün fazlası, bekar kadınlara oranla haftada ortalama beş saat daha fazla süreyle ev işi yapan kadınların üzerinde. Partneriyle birlikte yaşayan erkeklerse, bekar erkeklere kıyasla yalnızca yarım saat daha fazla ev işi yapıyor. Çoğu insan için bu angarya ev işleri bunaltıcı ve uğraştırıcı. Peki neden partnerleriyle yaşayan kişiler bunlara daha çok zaman harcıyor ve neden bu fark kadınlar söz konusu olunca daha büyük?
* Çokeşlilik nerede yaygın şekilde uygulansa, peşinden kargaşa baş gösterir. Dünyanın en hassas 20 bölgesinden her biri, kısmen ya da tamamen çokeşlidir. Çokeşli ulusların komşularım istila etme ihtimalleri daha yüksektir. Haiti ve Endonezya’nın çokeşliliğin uygulandığı bölgeleri, en çalkantılı bölgeleridir; ciddi darbe alan Güney Sudan’daysa evliliklerin belki de yüzde 40’ında birden fazla eş mevcuttur. London School of Economics’te yapılan bir araştırma, iç savaşlar ve çokeşlilik arasında kuvvetli bir bağ buldu. Nasıl oluyor peki?
Çokeşlilik, nerdeyse her zaman, varlıklı erkeklerin birden fazla kadınla birlikte olması durumudur. Erkeklerin ilk yüzde 10’luk kesiminden her biri dört kadınla evlense, bu en altta kalan yüzde 30’un hiç evlenemeyeceği anlamına gelir. Bu da genelde onları yalnızca cinsel anlamda hüsrana uğratmakla kalmaz, aynı zamanda toplum içinde ötekileştirilmelerine de neden olur.
* Birçok geleneksel toplumda, bir erkek kendine bir eş bulup çocuk sahibi olana kadar yetişkin olarak görülmez. Bir eş almak içinse, alışıldığı üzere, kadının babasına “başlık parası” ödemek durumundadır. Çokeşlilik gelin kıtlığı doğurduğunda, söz konusu başlık parasını iyice şişirir. Güney Sudan’da, bu 30 sığırdan 300 sığıra kadar herhangi bir sayı olabilir…ki bu da eğitimsiz bir genç adamın yasal yollarla biriktirebileceği bir servetten çok daha fazlasıdır.
Çaresizlik içindeki çoğu bekar erkek, eş bulma ihtimalini güvence altına almak için uç yöntemlere başvurur. Güney Sudan’da silahları kuşanıp komşu kabileden sığır çalarlar. Bu yağmalar sırasında çoğu insan hayatını kaybeder; birçok kan davası da bunlardan filizlenir. Evlenmeye maddi gücü yetmeyen genç bekarlar, aynı zamanda isyancı ordular için kolay bulunan askerler olurlar. Savaşırlarsa yağmalayabilir, yağmaladıkları ganimetler sayesinde de evlenebilirler.
* Küresel açıdan bakacak olursak çokeşlilik gerileme halinde, ancak kimi kesimlerde yükselişi destekleniyor. Amerika Yüksek Mahkemesi 2015’te eşcinsel evliliği yasal hale getirdiğinden beri, kimileri bir sonraki adımın da çoklu evlilikler olması gerektiğini öne sürdü. Anket şirketi Gallup’a göre, çokeşliliği ahlaki olarak kabul edilebilir gören Amerikalıların oranı 2006’da yüzde 5 iken geçtiğimiz yıl yüzde 17’ye yükseldi ki bu, şirketin takip ettiği alanlardaki en dramatik sıçrayışlar arasında.
* Çin’in havaalanları dünyanın en zarif havaalanlarından olabilir, ama uçuş gecikmelerinde de dünya lideriler. Dünyanın en işlek 100 havaalanından, en uzun gecikmelerden mustarip yedi tanesi Çin’de bulunuyor; ülkenin. Pekin, Şanghay ve Shenzhen’ deki ana merkezleri dahil. Dünyanın en iyi ilk 100’ü arasında yer alan 13 Çin havaalanında uçuşlar ortalama 43 dakika gecikiyor.
Çin’i bir kenara koyarsak, küresel standart 27 dakika. Gecikmede Çin’le rekabet etmeye yaklaşan diğer havaalanları, New York çevresindeki kalabalık semalara hizmet veren üç tanesi: JFK, LaGuardia ve Newark. (Bizim Sabiha Gökçen ve İstanbul Havaalanına ne demeli?) Yığılma Çin’in gecikmelerinin yalnızca bir kısmının açıklaması olabilir. Yılda yarım milyar yolcusuyla Çin çoktan dünyanın ikinci büyük havacılık pazarı oldu ve endüstri hâlâ çift haneli bir hızla genişliyor.
Çin’deki hava sahalarının kabaca dörtte üçünü ordu kontrol ediyor ve sivil trafiğini bir kenara itiyor. Hava Kuvvetleri uçuşa geçtiğinde, ticari uçuşların bazen saatlerce pistte beklemekten başka seçeneği olmuyor. Hükümet sivil ve askeri hava sahalarının yönetimini birleştirmek ve ticari kullanım için daha fazla hava koridoru tahliye etmekte daha iyi iş çıkaracağına söz vereli çok zaman oldu. Yine de bu geliştirmeler, en azından şimdilik, pek gözle görülür değil. Bu hassas bir konu. Havayolları gecikmenin nedeninin askeri faaliyetler olduğu konusunda yolcuları nadiren bilgilendiriyor; onun yerine genel geçer hava trafiği kontrollerinden veya fırtınalı hava koşullarından-açık günlerde bile-bahsediyorlar. Fakat 2017’de yayımlanan resmi rakamlar, gecikmelerin yaklaşık dörtte birinden askeri faaliyetlerin sorumlu olduğunu açığa çıkardı. Bütün bunlar Çin’in ışıltılı (ancak asap bozucu) havaalanlarında daha çok zaman tıkalı kalınabileceğini işaret ediyor.
* İnsanlar gelişen dünyadaki beslenme sorunlarını düşündüklerinde, muhtemelen kıtlığı düşünüyorlar. Ancak düşük ve orta gelir seviyeleri ülkelerdeki obez gençlerin sayısı zayıflarla kafa kafaya gidiyor. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, bu eğilim devamlılık gösterirse 2022’ye kadar dünya çapındaki obez çocukların sayısı yetersiz beslenenlerinkini geçecek. Ülkelerin hem açlık hem de obezite seviyelerinin yüksek olması çelişkili görünebilir. Ancak bu ikisi bağlantılı. Yoksul ebeveynler çocuklarını doyurmak için bulabilecekleri en ucuz yiyecekleri arıyorlar.
* Şarap kadehleri yıllar içinde nasıl genişledi? 1674 yılında, İngiliz cam tüccarı George Ravenscroft’a Londra’daki fabrikasında geliştirdiği bir ürün için patent verildi; erimiş cama kurşun oksit eklediğinde daha berrak, daha dayanıklı sonuçlar elde diliyordu. Kristal cam işte böyle doğdu ve beraberinde İngiltere’de kalaylı bardaklar yerine, cam bardaklardan şarap içme modası başladı. Elbette o günden bu yana şarap kadehleri gelişti ve evrimlerinin özellikle bir yönü Cambridge Üniversitesi, Davranış ve Sağlık Araştırmaları Birimi’nden Theresa Marteau ve meslektaşlarının ilgisini topladı. Dr. Marteau yıllar içinde kadehlerin büyüdüğünden ve bu büyümenin İngiltere’de artan şarap tüketimine katkıda bulunmuş olabileceğinden şüphe etti; bu artış özellikle yakın geçmişte gözleniyordu. Dr. Marteau ve ekibi, Cambridge’in ezeli rakibi Oxford’un üniversite müzesi Ashmolean’ın ve Kraliyet İdaresi’nin de-her bir hükümdar için yeni birtakım alıyorlar- aralarında bulunduğu kaynaklardan kadeh hacimleri üzerine 1700’lere kadar uzanan veriler elde etti. Toplamda 411 kadehin hacmini kaydettiler ve sahiden de Ravenscroft’un zamanından beri (1683’te.yaşamını yitirdi) hacimlerde neredeyse devamlı bir artış olmuştu. Ayrıca 1990’lardan itibaren süreçte dikkate değer bir hızlanma yaşanmıştı. Tüm bu verilere göre, şarap kadehinin ortalama hacmi 1700’lerde 66 mililitreyle başlayıp 2017’ye gelindiğinde neredeyse 450 mililitreleri buldu.
* Gernik (kavılca) gibi antik buğdaylar, insan genomlarının sahip olduğundan daha fazla DNA baz çifti içeriyor. Ekmeklik buğday gibi melezlerinkilerse daha bile büyük. Ekmeklik buğdayın genomu insan genomundan neredeyse altı kat daha fazla DNA baz çiftine sahip (insanların 3 milyarına karşı, 17 milyar). Bu kısmen insanlar diploit yapıdayken, yani iki kromozom setleri varken, ekmeklik buğdayın kromozomlarının altı set (ekmeklik buğdayın karışımlarından oluştuğu üç antik buğday türüne ait) olmasından kaynaklanıyor. Dahası, antik buğdayın DNA’sında çok miktarda ikilenme bulunuyordu. Bu ekmeklik buğdayın yalnızca muazzam miktarda genetik bilgi içermekle kalmayıp, bunların birçoğunun da tekrarlandığı anlamına geliyor. Bu da genomunu çözümlemeyi karmaşık hale getiriyor. Tek parçalar daha az olunca, yapbozu bir araya getirmek zorlaşıyor.
* Asya ülkeleri daha fazla buğday yiyor: Pirinç, Asya’da hayatın merkezine öyle yerleşmiş ki birçok ülkede insanlar, “Nasılsın?” diye soracaklarına, “Pirinç yedin mi?” diye soruyorlar. Dünyadaki pirincin yüzde 90’ı Asya’da tüketiliyor-yüzde 60’ı sırf Çin, Hindistan ve Endonezya’da. Pakistan dışında tüm büyük ülkelerde Asyalılar küresel ortalamanın üzerinde pirinç yiyor. 1960’lar ve 1990’ların başları arasında kişi başı pirinç tüketimi yılda 85 kilogram ortalamadan 103 kilograma istikrarlı bir artış gösterdi.
* Peki dünyanın dört bir yanındaki hükümetler neden veraset vergilerine sırt çevirdi? Veraset vergilerinin kesilmesi lehine olan ekonomik argüman, şüphelendiğinizden daha zayıf olabilir. Düşük veraset vergilerinin para biriktirmeye ya da yatırım yapmaya teşvik ettiğine dair pek az kanıt var; soylarına daha fazlasını bırakabilme umudu da insanları daha fazla çalışmaya teşvik etmiyor. Bunun yerine, araştırmalar bir nesilden sonrakine bırakılan vasiyetlerin büyük bir kısmının “tesadüfi” olduğunu öne sürüyor. İnsanlar miras bırakmak için değil, hayattalarken çıkabilecek beklenmedik masrafları karşılamak için para biriktiriyor.
* Ormanlar neden zengin dünyada yayılıyor? Brezilya ya da Kongo gibi ülkelerdeki ormanlar çevrecilerden büyük ilgi görüyor; bunun nedenini anlamak kolay. Güney Amerika ve Sahra Altı Afrika devasa oranlarda bir ormansızlaşma yaşıyor: Her yıl neredeyse beş milyon hektar kaybediliyor. Ancak ormanlar zengin Batı ülkelerinde de değişim gösteriyor. İki anlamda büyüyorlar: Hem daha geniş arazileri kaplıyorlar hem de ağaçları daha büyük. Neler oluyor böyle? Ormanlar hemen hemen tüm Batı ülkelerinde yayılıyor; en hızlı yayılmaysa bugüne kadar birkaç ağaçtan fazlası olmamış bölgelerde gerçekleşiyor. 1990 yılında İspanya’nın yüzde 28’i ormanken bugün oran yüzde 37’lerde. Hem Yunanistan hem İtalya’da, aynı dönemde büyüme yüzde 26’dan 32′ ye yükseldi. Ormanlar Amerika ve Avustralya’da gittikçe daha çok yer kaplıyor. En şaşkınlık uyandıran, İrlanda’daki eğilim: 1922’de bağımsızlık kazandığında ülkenin kabaca yüzde 1’i ormanlık alandı. Şimdiyse ormanlar karanın yüzde 11’ini kaplıyor ve hükümet bu oranı 2040’lara kadar yüzde 18’e çıkarmak istiyor.
* Papua Yeni Gine’de neden bu kadar çok dil var? 1,3 milyar nüfusu, geniş toprakları ve 22 resmi (yüzlerce gayri resmi dilin yanı sıra) diliyle Hindistan’ın, dünyanın dilsel anlamda en çok çeşitliğe sahip ülkelerinden biri olduğu biliniyor. Yine de yalnızca 7,6 milyar sakiniyle Pasifik Okyanusu’ndaki bir ülkeyle boy ölçüşemez: Papua Yeni Gine. Ülkede 850’ye yakın dil konuşuluyor; bu da ülkeyi dilsel anlamda dünyanın en çeşitli yeri kılıyor. Papua Yeni Gine’nin neden bu kadar çok dili var ve yerliler bu duruma nasıl ayak uyduruyor? Papua Yeni Gine’deki en eski diller grubu, 40.000 yıl önce ilk insan yerleşimcilerin getirdiği sözde “Papua dilleri”. “Papuaca” şemsiyesinin altına girmelerine rağmen, bu diller aynı kökeni paylaşmıyor. Onun yerine birbirinden kopuk düzinelerce aileye bölünmüşler (biraz da izole dil var -hiç akrabası olmayan, yalnız diller).
Halit Yıldırım, Antalya, 20 Haziran 2024