Aşı Kararsızlığının Kısa Tarihsel Geçmişi
Mikrobiyolojinin babası sayılan Hollanda’lı Antonie Philips van Leeuwenhoek’in 17. yüzyılda mikroskobu icat etmesiyle mikroorganizmaların varlığı ortaya konmuştur. Bu tek hücreli varlıkların, yeryüzünde yaklaşık olarak 3-4 milyar yıl önce oluşmuş ilk canlı biçimleri olduğu kabul edilmektedir. Mikroorganizmalar arasında insanda hastalık yapabilecek özellikte olanların insana bulaşması ile enfeksiyon hastalıkları ortaya çıkar. Enfeksiyon hastalıklarının kısa bir zaman diliminde çok sayıda kişiye bulaşması sonucu ortaya çıkan salgın hastalıklar sadece bireyleri değil sosyal, ekonomik yönleriyle de toplumu pek çok yönden etkilemektedir. Enfeksiyon hastalıklarıyla mücadelede aşıların basit, güvenli ve en etkili koruma yöntemi olduğu yüzlerce yıldan bu yana bilinen bir gerçektir.
İlk olarak M.Ö. 10.000’den sonra Asya veya Afrika’da ortaya çıktığı düşünülen çiçek hastalığı beşinci ve yedinci yüzyıllar arasında Avrupa’ya girmiş ve orta çağda birçok salgına neden olmuştur. Önemli bir sağlık sorunu olan bu hastalığın kesin tedavisi yoktur. 1716-1718 yılları arasında eşi Osmanlı İmparatorluğu’nun İstanbul elçisi olan Mary Wortley Montagu’nun İstanbul’dan yazdığı mektuplarda, kadınların çocuklarını çiçek hastalığından korumak için bugün aşılama adını verdiğimiz uygulamalardan bahsedilmektedir. 1796 yılında Edward Jenner tarafından çiçek aşısının geliştirilmesiyle birlikte insanlık için güvenli ve ucuz bir korunma yolu açılmıştır. 1853 yılında kabul edilen bir yasayla İngiltere ve Galler’de bebeklerin yaşamlarının ilk üç ayı içerisinde çiçek aşısı ile aşılanmaları zorunlu hale getirilmiş, çocuklarına çiçek aşısı yaptırmayan ebeveynlere para ve hapis cezaları verilmeye başlanmıştır. Ancak bu yasa yetersiz kalmış, 1867’de çıkarılan zorunlu aşı uygulaması 14 yaşın altındaki tüm çocukları kapsayacak şekilde genişletilmiştir.
Aşı kararsızlığının tarihsel geçmişi
Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) danışmanlık yapan Stratejik Danışma Uzmanlar Grubu (SAGE) aşı kararsızlığını aşı hizmetlerinin mevcudiyetine rağmen aşılamanın geciktirilmesi veya reddedilmesi şeklinde tanımlanmaktadır. Bu kararsızlık, bazı aşıların kabul edilip bazılarının kabul edilmemesi, aşılamayı geciktirme, emin olmadan ret etme ya da tamamen ret etme şeklinde karşımıza çıkan karmaşık bir bilişsel ve davranışsal yapıdadır. SAGE aşı karasızlığının 3 temel nedeninin; aşı ile önlenebilir hastalıklara ilişkin düşük risk algılaması; aşı hizmetlerine yetersiz erişim, aşıların güvenliği ve bu hizmeti verenlerin mantıklı ve gerekçeleriyle aşılamayı savunabilme yeteneklerinin yeterli olmamasından kaynaklanan düşük seviyede güven olduğunu vurgulamaktadır. Günümüzde de ister az gelişmiş ister gelişmiş olsun dünyada birçok ülkede bu sorun devam etmektedir. Aşı kararsızlığının tarihsel geçmişinin bilinmesi sorunun çözümüne katkıda bulunacaktır.
Mevcut bilgilerimize göre aşı kararsızlığını tetikleyen faaliyetler ilk kez İngiltere’de yaşanmıştır. 8 Temmuz 1722 yılında Papaz Edmund Massey’in St. Andrews Holborn da verdiği Pazar vaazında ‘hastalıkların yaradan tarafından insanlara ya imanımızın sınanması için ya da günahlarımızın cezası için gönderildiğini’ söylemiştir. Vaaza katılan cemaate yalnızca tanrı hastalığa yol açacak doğal güce sahipse, insanlar sağlıklı bir bireye doğal olmayan bir şekilde hastalık sokarak O’nun iradesine meydan okuyabilir mi? diye soruyordu. Bu tarih Mary Wortley Montagu’nun İstanbul’dan yazdığı mektuplarla çiçek hastalığına karşı aşılama için İngiltere’de aktivist faaliyetlerine başladığı yıllara rastlamaktadır.
İngiltere’de çiçek hastalığının kontrolü amacıyla 1853 ve 1867’de çıkarılan çiçek hastalığına karşı zorunlu aşılama yasalarının çıkarılmasından hemen sonra Ipswich, Henley, Mitford ve diğer bazı kasabalarda aşı kararsızlığı ve reddi başlamıştır. Aşılama karşıtı topluluklara önderlik eden aktivistler, bu yasalarla kişisel özgürlüklerinin baskı altına alındığını ve seçim haklarının ellerinden alındığını iddia etmişlerdir. Onlara göre bu yasalarla devlet, halk sağlığı adına sivil özgürlüklere karşı saldırmaktaydı. Aktivistler arasında hekimler de vardı. Özgürlük gibi soyut bir kavramın somutlaştırılması gerekliydi. 11 Haziran 1880 Cuma günü Avam Kamarası toplantısında bir temsilci aşılama ile çiçek hastalığının önlenemeyeceğini, zorunlu aşılamanın haksızlık olduğunu, aşılama sonrası kızıl, tifo, sifiliz, kanser, tüberküloz ve difteri vakalarının arttığını ve bu bilgileri hekimlerden elde ettiğini iddia etmiştir.
O dönemde Avrupa’yı kasıp kavuran çiçek hastalığı salgını 1873 sonbaharında Stokholm’a ulaşmıştır. 1873-1874 yılında İsveç’in Stokholm kentinde de dini itirazlar, etkililikle ilgili kaygılar ve bireysel haklarla ilgili endişelerden kaynaklanan çiçek aşılamasına karşı kampanya başlatılmıştır. Bu dönemde İsveç’in diğer yerlerinde aşılama oranları neredeyse % 90 düzeyinde iken Stokholm’daki bu kampanya nedeniyle aşılama oranı % 40 düzeyine inmiştir. 1872’de şehirde çiçek hastalığından ölenlerin sayısı 43 iken, bu sayı 1873 yılında 191, 1874 yılında ise 1191’e ulaşmıştır. Ölümlerin böylesine yüksek sayılara çıkması üzerine şehirde yeniden çiçek aşısı kampanyası başlatılmış ve takip eden yıllarda ölümler tekli rakamlara indirilmiştir.
1940’lı yıllarda İngiltere’de okul öncesi çocuklarının neredeyse % 60-70’i boğmaca hastalığına yakalanmışlardır. 1970 yılında Difteri-Boğmaca-Tetanos (DBT) aşısı İngiltere’de 20 yılı aşkın süredir rutin olarak kullanılmaktaydı. Ocak 1974’de Hasta Çocuklar Hastanesi’nde bir grup hekim DBT aşılaması sonrası 36 çocukta nörolojik komplikasyonlar geliştiğini ileri süren bir makale yayınlamışlardır. Televizyonlar ve gazeteler, aşı nedeniyle beyin hasarı geliştiği iddia edilen engelli çocukların trajik hikâyelerini dramatize etmeye başlamıştır. Aşılama çağında çocuğu olan ebeveynlerin ve hatta bazı hekimlerin tutumlarında aşılama karşıtlığı şeklinde değişim olmuştur. İki annenin (Rosemary Fox ve Rene Lennon) hikâyeleri Birmingham Post’da yayınlanmıştır. Bu hikâyeye göre çocukları Helen ve Joanne aşılamadan sonra sakat kalmıştır. Bu anneler benzer deneyime sahip ebeveynleri aşı karşıtlığını amaçlayan bir kampanyaya katılmaya çağırmışlardır. Ardından ebeveynler, çocuklarının engellerinin boğmaca aşılamasından kaynaklandığına ikna edilerek “Aşıdan Zarar Görmüş Çocukların Ebeveynleri Derneği” isimli bir grup oluşturmaları teşvik edilmiştir. Tüm bu olumsuz yayınlar sonucu boğmacaya karşı aşılama oranlarında hızlı bir düşüş olmuştur. 1977’ye gelindiğinde boğmaca aşılama oranı % 77’den % 33’e hatta bazı ilçelerde % 9’a kadar düşmüş ve ülkede boğmaca salgını başlamıştır. 1979’a kadar İngiltere’de 102,500 çocuğun boğmaca hastalığına yakalandığı, bu salgında çoğu bebek olmak üzere 36 çocuğun öldüğü bilinmektedir.
İngiltere’de boğmaca aşısı karşıtı bu hareket 19 Nisan 1982’de Amerika Birleşik Devletleri’ne (ABD) de yayılmıştır. O tarihte, Washington, D.C.’deki WRC-TV, DBT: Aşı Ruleti adlı bir program yayınlanmıştır. Yayında DBT aşısı ve özellikle onun içinde bulunan boğmaca bileşeninin, şiddetli beyin hasarına, nöbetlere ve gecikmiş zihinsel ve motor gelişime yol açtığı iddia edilmiştir. Bu program sonrası birçok anne-baba, yalnızca ABD’de değil, tüm dünyada çocuklarını aşılamayı reddetmeye başlamıştır. Aşı üreticilerine karşı açılan davaların sayısı ve onlar tarafından ödenen tazminat miktarları o kadar artmıştır ki, 1986’da ABD’deki iki aşı üreticisinden biri üretimden çekilmiştir. Bu durum ciddi bir halk sağlığı sorununun ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bunun üzerine 18 Ekim 1986’da Birleşik Devletler Kongresi, aşı üreticilerini koruyan bir yasa tasarısını kabul etmiştir.
1998 yılında, aşılama karşıtı hareketin geliştirilmesinde belki de en etkili kilometre taşı ve halk sağlığı için en zararlı olanı, Dr. A. Wakefield ve arkadaşlarının “Lancet” de yayınlanan Kızamık- Kızamıkçık- Kabakulak aşısı ile otizm arasında bir bağlantı olduğunu iddia eden makalesidir. Her ne kadar yazarların çoğu bu makaledeki imzalarını geri çekse de ilk orijinal yayın toplum üzerinde olumsuz bir etki yaratmaya yetmiş ve olumsuz bu algının ortadan kaldırılması yıllar almıştır. Lancet’in 6 Şubat 2010 sayısında Editör tarafından ‘özellikle, orijinal belgede yer alan çocukların “ardışık olarak sevk edildiği” ve çalışmanın yerel etik komite tarafından “onaylandığı” iddiaları yalanlanmıştır. Bu nedenle, yayın “bu makaleyi yayınlanan kayıttan tamamen geri çekiyoruz’ sözleriyle literatürden kaldırılmıştır. Benzer iddialar İngiltere’de de ortaya atılmış aşıya karşı toplumda kararsızlık olayları görülmeye başlamıştır. Brian Deer isimli gazeteci bu olayların perde arkasını araştırmış kızamık, kızamıkçık ve kabakulak aşısı konusunda dünya çapında bir korku başlatan iddiaların ardındaki sahte verileri ortaya koymuştur.
Hollanda’da, endemik vakaların olmadığı 14 yılın ardından 1992 Eylül ile 1993 Şubat ayı arasında çocuk felci salgını ortaya çıkmıştır. Salgında 71 kişi çocuk felcine yakalanmış, ikisi ise ölmüştür. Çocuk felcine yakalananların hiçbiri aşılanmamış ve biri dışında hepsi dini nedenlerle aşıyı reddeden sosyal ve coğrafi olarak kümelenmiş bir grubun üyeleridir. Bu kümelenmiş coğrafi yerlerde Ortodoks Protestan azınlıklar yaşamakta olup gruba ‘İncil Kuşağı’ ismi verilmiştir. Aşıya karşı Ortodoks Protestan muhalefetinin geçmişi 19. yüzyıla kadar uzanmaktadır. 1823’te Ortodoks Protestan hekim Abraham Capadose aşılamaya karşı itirazlarını yayınlamıştır. Doktor Capadose’e göre hem sağlık hem de hastalık Tanrı tarafından verilmiştir ve insan ilahi takdiri engellememelidir. Doktor Capadose, aşılamayı Tanrı’nın elini zorlama ve kişinin hayatını kasıtlı olarak tehlikeye atma girişimi olarak yorumlamıştır. Capadose, çiçek aşılamasını Hristiyanlık karşıtı bilime tapınmanın bir ürünü olarak görmüştür. O yıllarda tüm Ortodoks Protestan’lar Capadose ile aynı fikirde olmasa da, birçok sempatizanı vardır. 1872’de okula giriş için zorunlu çiçek aşısının başlatılması ve bunun 1939’da devam etmesi, Ortodoks Protestanlar arasında aşılamaya karşı direnci artırmıştır.
21. yüzyılın ilk yıllarında, Kuzey Nijerya’daki muhafazakâr dini liderler, batı tıbbından şüphelenerek, takipçilerine çocuklarına oral çocuk felci aşısı yaptırmamalarını tavsiye etmişlerdir. Halk, hastalıkların Tanrı’nın iradesine bağlı olduğunu ve onları hastalıklara karşı yalnızca Tanrı’nın koruyabileceğini, iyi ve kötü her şeyin Tanrı’dan geleceğine inanmaktadır.. Ayrıca çocuk felci hastalığına karşı halkın risk algılama düzeyleri son derece düşüktür. Halk arasında süratle yayılan oral çocuk felcinin Müslüman kız çocuklarının kısırlaştırılmasını amaçlayan Amerikan projesi olduğu söylentisi sonucu ülkede aşı karşıtlığı süratle büyümüştür. Bunun sonucu 2002 yılında 202 olan çocuk felci vaka sayısı 2006’ya gelindiğinde 1143’e çıkmıştır. Bu salgında saptanan virüs ülke sınırlarını aşıp diğer ülkelere de girmiştir.
1999’lu yıllara gelindiğinde aşıların etkinliğini artırmak ve uygulanıncaya kadar stabilitesini korumak üzere aşı flakonlarına eklenen etil cıva ve alüminyum hidroksit aşı kararsızlığının ve reddinin odak noktası olmuştur. Bazı eğlence ve popüler kültür ünlülerinin de katılımı ile yürütülen bu aşı karşıtlığı ebeveynlerin karar verme sürecini olumsuz olarak etkilemiştir. Bu ünlüler ebeveynleri aşılamadan kaçınmak ve etkilemek için korku temelli mesajlar kullanmışlardır.
Sonuç olarak,
Bu kısa tarihi değerlendirme sonucu aşı kararsızlığı ve reddinin birden fazla karmaşık ve değişken faktör tarafından tetiklendiği söylenebilir. Bu faktörler arasında bilgilendirme eksikliği, politik ve dinsel faktörler ilk sıralarda yer almaktadır. Kişisel deneyimlerin söylenti tarzında ya da yazılı ve görsel medya yoluyla topluma yayılması da aşı kararsızlığında rol oynayan önemli bir faktördür. Aşı kararsızlığı ve reddine neden olan bir diğer faktör bazı hekimlerin bilimsel dayanaktan yoksun ve etik olmayan davranış ve eylemleridir. Tıp mesleği dışında olan kişilerin de aşılama konusunda ebeveynlere verdikleri olumsuz mesajlar aşı karşıtlığında rol oynamıştır.
Yazar Yrd. Doç. Dr. Levent Eker, KKTC Doğu Akdeniz Ünv. Sağlık Bilimleri Fak. Öğretim Üyesi, 28 Mayıs 2021