Atatürk ve Cumhuriyet ile Atatürk’ün Ölümünün 86. Yılında Ülkemiz…

Atatürk ve Cumhuriyet ile Atatürk’ün Ölümünün 86. Yılında Ülkemiz…

“Atatürk ve Cumhuriyet ile Atatürk’ün Ölümünün 86. Yılında Ülkemiz” başlıklı yazıları 29 Ekim ve 10 Kasım 2024 tarihlerinde Alev Coşkun yazdı. Alev Coşkun, Türk siyasetçi, gazeteci, yazar. 42. Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetinin Turizm ve Tanıtma Bakanı, TBMM 15 ve 16. Dönem CHP milletvekili olup Cumhuriyet gazetesi imtiyaz sahibi Cumhuriyet Vakfı’nın başkanıdır.

Atatürk ve Cumhuriyet (Alev Coşkun, Cumhuriyet, 29 Ekim 2024)

Atatürk’ün fikir ve eylem dünyasında, cumhuriyet düşüncesi çok genç yaşlarda başlamıştır.

Daha harp okulunda okurken henüz yirmili yaşlarda, Osmanlı Devleti’nin çöküşünü görüyor, yeni bir devletin kuruluşunun zorunlu olduğuna inanıyordu.

Harp okulunu bitirip kurmay yüzbaşı olarak Şam’daki beşinci orduya tayin edildiği zaman (1905) arkadaşlarına şunları söylemişti:

“Yıkılmakta olan Osmanlı Devleti’nin külleri arasından yeni bir devlet yaratmak gerekmektedir.” 

Şam’da görev yaparken Osmanlı Devleti’nin gerek askeri gerekse idari yönden artık yaşamını sürdüremeyeceğine bizzat tanıklık ediyordu. Bu nedenle Ekim 1906 tarihinde “Vatan ve Hürriyet Cemiyeti”ni kurdu.

Şam’daki görevinden, Selanik’e atanınca, günün koşulları içinde Osmanlı Devleti’nin yaşamına son verileceğini ve emperyalist devletler tarafından parçalanarak bölüşüme uğrayacağına daha da kesin olarak inandı.

23 Temmuz 1908’de İkinci Meşrutiyet ilan edildi. Kısa bir süre sonra İstanbul’da başlayan gerici ayaklanmanın bastırılması için Rumeli’deki ordu içinde oluşan harekât ordusunun ilk aşamasında bu ordunun kurmay başkanlığını yaptı.

Olaylara bizzat tanıklık ediyordu. İttihat Terakki’nin 22 Eylül 1909 tarihinde toplanan ikinci genel kongresinde çok önemli fikirler öne sürdü. Mustafa Kemal bu kongrede “ordu-siyaset” ilişkisi üzerinde konuştu ve “ordunun siyasetten elini çekmesi” gerektiğini açık ve net bir biçimde savundu.

Henüz yüzbaşı rütbesinde 28 yaşındaki Mustafa Kemal:

“Siyaset yapacak arkadaşlarımız ordudaki görevlerinden ayrılmalıdırlar. Orduda kalan arkadaşlarımız da kendi konularında çalışmalıdırlar” diyordu.

Bu durum onun İttihat ve Terakki’den dışlanmasına neden oldu. O tarihten itibaren Mustafa Kemal özellikle askerlik biliminin stratejik konuları üzerine odaklandı. Askeri konularda kitaplar yayımladı.

I. Dünya Savaşı’nda Çanakkale, Diyarbakır (Kafkas), Suriye-Filistin cephelerinde çok büyük yararlılıklar ve başarılar gösterdi. Çanakkale savaşındaki stratejik karar ve uygulamalarıyla sömürge dünyasının temel stratejilerini ve I. Dünya Savaşı’nın yürüyüşünü altüst etti.

Millî Mücadele’ye Geçiş

I. Dünya Savaşı sonunda imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması (30 Ekim 1918’de Osmanlı Bahriye Nazırı Rauf Bey ve İngiliz Amiral Somerset Arthur tarafından imzalandı) hükümlerini çok tehlikeli görüyordu. Bu antlaşma Anadolu’yu parçalama antlaşması olduğu gerçeğini şöyle ortaya koymuştur:

“Osmanlı hükümeti bu anlaşma ile kendini kayıtsız şartsız düşmanlara teslim etmeyi kabul etmiştir. Yalnız kabul etmiş değil, düşmanların vatanı işgal etmeleri için onlara yardım etmeye de söz vermiştir. Bu anlaşma olduğu gibi uygulandığı takdirde, memleketin baştan sona kadar işgal ve istila edileceği şüphesizdir.”

Mustafa Kemal bu tarihten itibaren Millî Mücadele için etkin olarak çalışmaya başlamıştır.

Atatürk 19 Mayıs 1919’da Samsun’a geçti. 22 Haziran 1919’da yayımladığı Amasya İhtilal Bildirgesi her şeyi açıkça ortaya koymaya yeterlidir. Şöyle ki:

Vatan’ın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir.

Milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararlılığı kurtaracaktır.

Erzurum Kongresi’ni toplamak için Erzurum’a geçen Mustafa Kemal ve arkadaşlarının beklediği oldu. Kongre toplanmadan önce 7/8 Temmuz 1922 gecesi Padişah Vahdettin onun askerlikle ilişkisini kesti. Savaş meydanlarında kazandığı rütbe ve nişanlarını elinden aldı. O gece arkadaşları ile yaptığı toplantıda, Mustafa Kemal “Bu mücadele el altından yürütülemez. Mücadeleyi kurumsallaştırmalı ve milleti bu mücadeleye ortak etmeliyiz” dedi.

Bu kararlar ve eylemler Mustafa Kemal’in Kuvayı Milliyetçiliğini ve liderliğini açıkça ortaya koymaktadır. Aynı tarihlerde, Erzurum’da, yakın çalışma arkadaşları eski Vali Mazhar Müfit Kansu ve Mutasarrıf Süreyya Yiğit ile yaptığı toplantıda kendisine sorulan sorulara karşı Mazhar Müfit’in not defterine şu cümleyi yazdırdı:

“Zaferden sonra hükümet şekli cumhuriyet olacaktır. Padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince gereken işlem yapılacaktır… Tesettür kalkacaktır.” 

Burada dikkat edilmesi gereken husus şudur:

Henüz hiçbir şey belli değildir… Erzurum Kongresi bile henüz yapılmamıştır… İşgaller ne olacak, emperyalist işgal güçlerine karşı nasıl savaş verilecektir, hiçbir şey belli değildir. Ancak tüm bu belirsizlikler içinde Atatürk’ün berrak akıl ve mantık çizgisi ve cumhuriyetçiliği açıkça ortaya çıkıyor.

Bundan sonra olanları biliyoruz. Kuvayı Milliye’nin örgütlenmesi, 23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılışı, düzenli ordunun kuruluşu, Meclis ile birlikte demokrasi içinde bağımsızlık savaşının yürütülmesi… 9 Eylül 1922’de zafere ulaşılması.

Daha sonraki hızlı gelişmeleri biliyoruz. Lozan Barış Antlaşması’nın (24 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre’nin Lozan şehrinde) imzalanması. Barış masasında, emperyalist Batı dünyasının kazanım ve isteklerinin bir bir tarihin çöp sepetine atılması. Saltanatın kaldırılması…

Artık Mustafa Kemal’in harp okulundan beri düşündüğü ve gerçekleştirmek için adım adım çalıştığı cumhuriyetin ilan edilme zamanı gelmiştir. 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edildi.

Atatürk’e cumhuriyeti en güçlü olduğumuz zaman ilan edelim dendiğinde o, en güçlü olduğumuz gün bugündür yanıtını verdi.

Cumhuriyet ilan edilirken eski mücadele arkadaşları Rauf Orbay ve Kazım Karabekir’e neden haber verilmediği sorulur. Tarihin gerçeği şudur, Atatürk onların cumhuriyet rejimine karşı olduğunu biliyordu. Karşıcılara neden haber versin ki?

Atatürk, cumhuriyeti demokrasinin temeli olarak kabul ediyordu. Cumhuriyet hakkında şöyle diyor:

“Cumhuriyet, düşüncesi hür, anlayışı hür, vicdanı hür nesiller ister. Milletin saltanat ve hâkimiyet makamı yalnız ve ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Cumhuriyeti kuranlar onu korumaya da muktedir olmalıdır.” 

Atatürk Cumhuriyete bağlılığını Onuncu Yıl Nutkunda da açıkça ortaya koymuştur. Şöyle ki:

“Yurttaşlarım! 

Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti’dir. 

Bundaki muvaffakiyeti Türk milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak azimkârane yürümesine borçluyuz.” 

101 Yıllık Cumhuriyet

Cumhuriyet 100. yılını aştı. Aydınlanma ve çağdaşlaşma mücadelesi sürüyor. Aslında 100 yıldır Cumhuriyet ve Aydınlanmaya karşı da bir savaş veriliyor. Gerçekte, Cumhuriyet 100 yıldır karşıdevrimcilerin saldırısı altındadır. Bu saldırı özellikle son 20 yıldır etkin bir şekilde yürütülüyor. Karşıdevrimciler günümüzün etkin iletişim araçlarından yararlanıyor. Dış mihraklı bir örgütlenme ortaya çıkabiliyor. FETÖ hareketi başarılı olamayınca yeni oluşumlar siyasi iktidardan yardım alarak gelişiyorlar.

Ancak inanıyoruz ki Atatürk’ün Cumhuriyeti ve çağdaşlaşma hareketi geriye döndürülemeyecektir. Genç nesiller, Atatürkçüler, Aydınlanma felsefesine inananlar her şeye karşın Cumhuriyeti koruyacaktır.

Atatürk Cumhuriyetine inanan bilinçli Türk halkı çağdaşlığı yakalamak düşüncesine inanan Türk gençliği, bu kutsal mücadelesini her koşulda sürdürecek ve başarı sağlayacaktır.

Atatürkçüler ölmez, Kuvayı Milliyeciler tükenmez.

—————————————————————————————-

Atatürk ve karşıdevrim (Alev Coşkun, Cumhuriyet, 10.11.2024)

Atatürk’ün sonsuzluğa gidişinin üzerinden 86 yıl geçti. Gerçekçi bir lider olan Atatürk şöyle demişti: “Benim naçiz (değersiz) vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet yaşayacaktır.”

Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’nin sonsuza kadar yaşayacağını belirten bu yargısı çok önemlidir.

Atatürk’ün askeri bir deha, büyük bir kumandan olduğu bilinmekle birlikte bu husus dünya askerlik tarihine de geçmiştir.

Asker Mustafa Kemal’den daha üstün olan, toplumsal devrim ve dönüşümleri gerçekleştiren, devrimci Atatürk’tür. Ortaçağ koşullarında yaşayan bir toplumun çağdaş uygarlık düzeyine taşınması için Atatürk’ün önderliğinde yapılan devrimler, tarihte benzeri olmayan toplumsal dönüşümlerdir.

Aydınlanma Devrimleriyle laiklik ilkelerine dayalı, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmayı hedefleyen toplumsal dönüşümler yapıldı. 1923-1938 yılları arasındaki 15 yılda birbiri ardına ortaya konan devrimler çok önemliydi. Dünyadaki en etkin sosyal bilimciler bu değişimleri 20. yüzyılın en önemli toplumsal hareketi olarak değerlendiriyorlar. Atatürk’ün yaşama veda edişinin üzerinden 86 yıl geçtiği halde bu devrimler yaşamaktadır.

Atatürk öldüğü zaman bütün dünya Türkiye’de bir karmaşa bekliyordu. Kimileri de en fazla beş yıl içinde Atatürk’ün kurduğu rejimin yıkılacağını, karşıdevrim hareketleri ile Aydınlanma Devrimlerinin son bulacağını düşünüyorlardı. O günleri yaşamış olan Yakup Kadri Karaosmanoğlu şöyle diyor:

“Yalnız düşmanlarımız değil, dostlarımız bile ‘O gidince ne yapacaksınız’ diyorlardı. Bu endişenin sebebi, Atatürk’ün kurduğu rejimin diktatörlüklerle karıştırılmış olmasıdır. Bilindiği gibi bütün diktatörlükler şahsi yönetimlerdir. Başa geçen bu diktatörlerin şahsi kuvvetlerinden başka bir kuruma dayanmazlar, onun için diktatörün ölümüyle birlikte kurdukları şahsi yönetim de sona erer. Oysaki Atatürk bir diktatör değil, devrimci bir devlet kurucusu idi.”

Özellikle son yıllarda, Atatürk Devrimlerinin yıpratıldığını, hatta devrimlerin tersine döndürüldüğünü ileri süren Cumhuriyetçiler ve Atatürkçüler olacaktır. Kuşkusuz, özellikle son 20 yıldır karşıdevrimcilerin aldıkları mesafe karşısında onlara hak vermemiz gerekiyor. Ancak şunu bilmeliyiz ki karşıdevrim hareketi son 20 yıldır değil, Cumhuriyet kurulduğu gün Meclis içinde başlamıştı.

Millî Mücadele’nin başlangıcında Atatürk’le birlikte olan kimi yakın arkadaşları Cumhuriyetin kuruluşunda ona karşı çıkmışlardı. 1946’da başlayan çok partili sistem, karşıdevrimcilere demokratik yolları ve usulleri kullanarak laik Aydınlanma Devrimlerine karşı çıkma olanağı tanıdı. Karşıdevrimciler çoğulcu demokrasinin getirdiği olanaklardan yararlanarak Aydınlanma Devrimlerini bir bir söndürmek, ortadan kaldırmak ya da etkisiz hale getirmek istiyorlar. Bu durum kuşkusuz demokratik sistemin hatası değildir. Karşıdevrimciler yukarıda belirtildiği gibi çoğulcu demokratik sistemin temel kurallarından yararlanarak Aydınlanma Devrimlerine karşı çıkmak olanağını buluyorlar.

Tüm bunlara karşın Cumhuriyetçiler, Atatürkçüler, özellikle gençler, Aydınlanma felsefesine inanmış önemli bir kitle bunlara karşı çıkıyor, engel olma mücadelesi veriyor.

Son 20 yıl, karşıdevrimcilerin siyasal iktidarı ele geçirdiği ve her olayda Atatürk Devrimlerine karşı çıktıkları bir zaman dilimi olarak tarihe geçecektir.

Ancak son 20 yılın bir diğer önemli sonucu ılımlı İslam yönetiminin içeriğinin anlaşılmasıdır. Son 20 yıl, din ideolojisini öne çıkaran siyasal iktidarın yönetim karakterini ortaya koymuştur. Önemli sonuçlarından birisi de bu yönetim biçiminin Türk halkının çoğunluğu tarafından anlaşılması, giderek bu dine dayalı ideolojiye karşı çıkılmasıdır.

Yazımızı Atatürkçülerin sloganı ile bağlıyoruz: Atatürkçüler ölmez, Kuvayı Milliyeciler tükenmez.

Share This
COMMENTS

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir