Aydın kimdir? Aydınlanma nedir?

Aydın kimdir? Aydınlanma nedir?

Aydınlanma ve Aydın

“Başkalarını anlamak bilgeliktir. Kendini anlamak aydınlanmadır.” Lao Tse

“Biçtiğini beğenmeyen ektiğini gözden geçirmeli!” şeklinde evrensel bir özdeyişin Anadolu’da karşılığı olarak, “Ne ekersen onu biçersin!” özlü sözünü sıklıkla duyarız. İşte bu söylemler, zihinsel dünyamız ve düşünce dağarcığımıza ne kadar veri katarsak ancak onu hasat edebiliriz demektir…

Ama dogmatizm dünyasının etkisi altında kalan sosyal bir çevrede doğmuş, yetişmiş birinin özgür düşünceler üretebilmesi-barındırabilmesi de eşyanın tabiatına aykırıdır. İstisnalar olmaz mı? Olur elbette! Ne güzel vurgulamakta bir düşünür bu algıyı: “Her aydınlığı yangın sanıp söndürmeye koşan zavallı insanlarım: Karanlığa o kadar alışmışsınız ki, yıldızlar bile rahatsız ediyor sizi! Özgür düşüncenin kuduz köpek gibi kovalandığı bir ülkede, aydın ve düşünce adamı nasıl çıkar?”

Yaşayarak öğrenmek, öğrenmenin en pahalı yoludur. Her aşamasını bizzat yaşaması, bu topluma büyük bedellere mal olsa da şunu net olarak ortaya koymak gerekir: yarım akıl”, “yarım aydınlanma” olmaz. “Biraz akılcılık olsun ama çok da fazla olmasın” zihniyeti “safsata olsun ama güdebileceğimiz kadar olsun” mantığı ile gelinecek yer burasıdır.  Bir tarafı aydınlanma yancısı, diğer tarafı safsatayla dolu bir bilinçte, önünde sonunda safsata galip gelecektir. Nasıl, ülkemiz gerçeğinde tanıdık gelmiyor mu?

Aydınlanma, bir birikim sonucu oluşur ve yola koyulduktan sonra da bir ömür boyu devam eder. Ülkemizde 18. Yüzyıl aydınlanmasının ışığı, gecikmiş olarak da olsa, Atatürk Devrimlerinin gerçekleştirilmesi ile ancak mümkün olabilmiştir. Bu bağlamda denilebilir ki, Kurtuluş Savaşı ile yalnızca Türk halkı değil, o halkın “aklı” da özgür ve egemen kılındı. Cumhuriyet, bir aydınlanma devrimidir. Orta çağın din egemen yapısını yıkan Avrupa düşüncesinin geç olarak topraklarımıza ulaşmış bir versiyonudur. Ancak bu devrimin sanıldığı gibi kolay da olmadığının çoğumuz ayırdındayızdır. Şöyle ki, Prof. Berkes’in şu sözleri bu zorluğu çok anlamlı bir şekilde ifade eder: “Kemalizm Devrimi, Mustafa Kemal’in arkasındaki bir avuç ilericiler ile gene bu savaşın içinde bulunan muazzam bir gericiler kitlesi arasında, didişile didişile santim santim koparılmış bir devrimdir.”

Günümüz Türkiye’sinde bizler, Kaşgarlı Mahmut’un “Divan-ü Lugat-it-Türk’’ eserindeki şu sözlerinden birçok ders almış olmalıydık: “Yılkı alası taştın, insan alası içtin” “Hayvanın değeri dışında, İnsanın değeri ise içindedir.” Bu özdeyiş aradan geçen 700 sene sonra, Türk Aydınlanmacısı, Mustafa Kemal Atatürk’ün: “Benim manevi mirasım bilim ve akıldır,’’ özdeyişinde bir bakıma ete kemiğe bürünmüştür…

Bu bağlamda, “Bu ülkenin Atatürkçüleri tapma kültürü içinde olamazlar. Biz Atatürk’e tapmayız, O’nu anlarız.” diyen Erdal Atabek’i anarken, diğer özgün özelliklerinin ötesinde bizler Atatürk’ü ülkemizdeki “Aydınlanma”nın ve öncesindeki “Rönesans”ın temsilcisi olduğu için de rehberimiz sayarız.

Sakallı Celal bundan yüz yıl önce, “Meşrutiyet’i denedik olmadı, Cumhuriyet’i denedik olmadı, biraz da ciddiyeti denesek!’’ diyordu. Ve devamında “Bizler Doğu’ya giden bir geminin güvertesinde Batı’ya koşan insanlarız” saptaması da ona aittir.

İşte Doğu’ya giden (Ortadoğu’ya hızla koşan!) ülke gerçeğinde, karanlığa giden bir yolda olduğumuz hissiyatı ile yaşayan aydın bireylerin sayısının gitgide arttığı günümüzde, şu evrensel yasa hiçbir zaman unutulmamalıdır: “Her keder daima kurtuluşla sona erer!”  Nitekim, kurtuluşa giden bu yol alışta, aydınlanma kapsamında bizlere düşen görevi Bekir Coşkun bir yazısında şöyle betimler: “Aydın bir birey olarak görevimiz, ‘göbeğini kaşıyan adamı’, ‘başını kaşıyan, düşünen adama’ dönüştürmektir.”

Aydın kimdir? Aydınlanma nedir?

“Bir mum, diğer bir mumu tutuşturmakla ışığından bir şey kaybetmez” Mevlâna

Işığın karşısında karanlıklar nasıl kayboluyorsa; iyiliğin karşısında da kötülüklerin, bilgi ve aydınlanmanın karşısında da cehalet ve taassubun yok olacağını biliyoruz. Aydınlığa giden bu yolculukta bir insan, kendini varoluş bağlamında arıyorsa, bilinçli olarak düşünebildiği, güvenle beklediği ve mümkün olduğuna inandığı her şeyi yapabilir. Bu konuda evren bir sınır koymaz; bizler genelde inançlarımızla sınırlarız kendimizi. Ancak, bu sınırlamaları aşabilen, bağnazlıktan uzak, tüm düşüncelere saygılı, irdelemeyi, tartışmayı, değerlendirmeyi ve paylaşmayı bilen, toplumsal konulara kişisel çıkarları açısından bakmayan, insanlara sevgi ve anlayışla yönelen bir insanı betimleyen bir kavram ve algılayıştır “Aydın”.

Günümüzde yaşadığımız çatışmalar; ideolojiler, dinler ve ülkeler arasında değildir. Çatışmalar, bilgi ile cehaletin, sağduyu ile önyargının arasındaki savaşlardır. Buradan konuya yaklaşıldığında, bilgisizlik, önyargılar ve kafalara küçük yaşlarda doldurulan dogmalar, insanları cesur, kendinden emin, rahat ve mutlu yapıyor. Bu insanlar öylesine net ve tartışmasız “doğrulara sahip oluyorlar ki, “misyonerler”, “düşmanlar” ve “hainler” yaratmak bu açıdan da çok kolaylaşıyor. Ancak güzel ülkemizin eğitimsiz, cahil ve önyargılar içinde debelenen ucuz “kahramanlara” ihtiyacı yoktur, çünkü bunlardan fazlasıyla var etrafımızda.[1] Artık 21.yüzyıl aydınlanma trenini de ülkemiz için kaçırmamak adına; eğitimli, bilgili, sağduyulu, önyargılardan arınmış bilge insanlara ihtiyacımız ise had safhadadır…

“Aydınlanma”: Düşünce ve değerlemelerin, geleneklere bağlı olmaktan kurtulup, insanın kendi aklı ile kendisinin yaptığı denemeler ve gözlemlerle yaşamını aydınlatmaya girişmesidir. Kısaca, aklın inançtan, bilimin dinden bağımsızlaşmasıdır. Dinsel görüşün yerini ise bilimsel düşünüşün almasıdır.

Anadolu ve Türk Aydınlanmasına geldiğimizde, Osmanlı toplumu Rönesans’tan bu yana Avrupa’nın geliştirdiği bilgi birikimini, Cumhuriyete kadar dışladı. Rönesans denilen büyük kültürel dönüşümü gerçekleştirememiş bir toplumda yaşıyoruz. Bu cahilliği ve geri kalmışlığı, günümüzde, halen kültürel özgünlük sanan düşünürlerimiz çoğunlukla da mevcut. Rönesans deneyimini yaşamamış olmak, insanın dünya ve evrendeki konumunu anlamamış olmak demektir. Oysa bu, 18. yüzyıl Aydınlanmasından önce ulaşılması gereken bir bilinç aşamasıydı.

Mustafa Kemal Atatürk’ün, “muasır medeniyet seviyesi” ile kastettiği, “çağdaş uygarlık düzeyi”; bir bakıma Batılılaşmadan başka bir şey değildir ancak ondan daha farklı bir seviyedir. Denilebilir ki, “Modernleşme yolu salt Batılılaşmaktan geçmez.” Modernleşme, önce kendi kendimizi anlamaktan, kendimizi geleneksel bağlarla ilişkili özneler olarak yeniden kurmaktan geçer.

Özellikle bizim gibi, bireyci değil kolektivist toplumlarda, genellikle küçük yaşlardan itibaren sorgusuz sosyal uyum teşvik edilir.[2] Bu yönüyle de: “Akranıyla uçmayan kuşun sesi havadan değil, tavadan gelir!” veya “sürüden ayrılanı kurt kapar!” özdeyişleri popüler atasözlerimizdir.

Buradan baktığımızda diyebiliriz ki, bir yerde çoğunluk azgelişmişse ve kararları onlar belirliyorsa, orası azgelişmiş kalmaya devam edecektir. Çünkü bu yolla azgelişmişlik sürekli kendini yeniden üretecektir. İşte, sürdürülebilir geri kalmışlığın temeli budur. Nitekim Eylül 2024 başında ülkemizde yayımlanan bir ankette, “Türk insanının büyük bir bölümü, okuduğunun ve dinlediğinin ancak %40’ını anlayabiliyor…” şeklindeki veri, bu gelişmişlik düzeyimize ayna tutmuyor mu?

“Yetişen zekâları kitaplarla beslemeyen uluslar yok olmaya mahkumdur” sözünü Ovidius, sanki bu günler için söylemiş…Okuyan ve okuduğunu özümseyebilen insanın mum ile arandığı dünyamızda, “Paran kadar konuş yerine, okuduğun kitap kadar konuş” denilen bir toplumun bireyi olursak ancak “insanım” diyebiliriz.

Şu gerçeğin de altını çizmek gerekir: Yakın gelecekte bugün eğitim görmekte olan gençlerimizin ve çocuklarımızın %75’inin bugün var olmayan işlerde çalışacağı tahmin edilmektedir. Böyle bir durumda insanlara bugün geçerli olan bilgileri ezberletip durmanın bir anlamı da yok, çünkü işlerine yarayacak, yaşamlarında kullanacakları çeşitli bilgiler henüz daha icat edilmedi bile…

Onlara iki şey öğretmemiz gerekli:

İlki: Kendilerini tanımayı, kişilik özelliklerini keşfetmeyi,

İkincisi de: Öğrenmeyi.

“Aydınlanma”, insanın kendi aklını kullanarak düşünme özgürlüğünü elde ettiği bir dönem olup, bu kavram ve düşünce akımı, günümüzde ve de Yapay Zekâ Çağ’ında da etkisini sürdürmektedir. Bu bağlamda aydınlanma, bir birikim sonucu oluşur ve yola koyulduktan sonra da bir ömür boyu devam eder. Yapay zekanın hayatımızın birçok alanında etkin olduğu bu dönemde, aydınlar, bu teknolojinin getirileri ve götürüleri üzerinde derinlemesine düşünmekte, bunları kamuoyuyla tartışarak bilinçlendirmeye çalışmaktadırlar. Dolayısıyla, aydınlar için yapay zekâ sadece bir teknolojik gelişme olmaktan öte, insanlık hali, değerler ve etik üzerine yeniden düşünmeyi zorunlu kılan bir meydan okuma olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bağlamda, yapay zekâ, aydınların düşünsel ufkunu genişleten, ancak bir yandan da sorumluluklarını artıran bir faktör haline gelmiştir. Aydınlar, bu sürecin yönlendiricileri olarak, yapay zekanın sunduğu fırsatları en iyi şekilde değerlendirirken, aynı zamanda toplumun refahı için gerekli olan eleştirel bakış açılarını da sunmalıdırlar.

Yazar Halit Yıldırım, Ankara, 14 Aralık 2024

[1] Kemal Akkurt -Kutsanan Cehalet mi? -Cumhuriyet Gazetesi (14.09.2016)

[2] Mümin Sekman- Başarı Bilimi-Ocak 2016

Share This
COMMENTS

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir