Beyin Göçü: Türkiye geleceğini kaybediyor mu?
Ne yazık ki son yıllarda sağlık sisteminde ve ülke yönetiminde içine girdiğimiz kriz her alanda yetişmiş insan kıymetlerimizin hızla kaybına, yurtdışına göç etmesine sebep oluyor. Maalesef her ay yüzlerce pratisyen veya uzman hekim, yurtdışına gitmek için başvuruda bulunuyor. Sadece kamuda görev yapan hekimler değil, özel sektörden de istifalar durmak bilmiyor. Daha çok Almanya, İngiltere, ABD ve İskandinav ülkeleri tercih edilse de dünyanın hemen her ülkesine gidiliyor.
Ben her zaman ki gibi iyimserim ve Türk sağlıkçılarına güveniyorum. Onların kalbinin bu ülke için attığına inanıyorum. Her zaman sağlıkta önder ülkelerden biri olan Türkiye’nin koşulları düzeldiğinde yine memleketlerine hizmet edeceklerini düşünüyorum. Ayrıca onların gittikleri ülkelerde bir kıvılcım olacaklarını öngörüyorum. Geleceğe yatırım yapacak Türk sağlık girişimcileri ile beraber oralarda sağlık merkezleri, hastaneler, ilaç fabrikaları, laboratuvarlar, tıbbi cihaz ve malzeme üretim firmaları, eğitim kurumları oluşturarak adeta bir ateş topuna dönecekler.
Hastane yöneticiliği yaptığım yıllarda bir kurum ziyareti sırasında insan kaynakları bölümü sorumlusunun “Hocam biz artık insan kaynakları yerine insan kıymetleri demeyi daha uygun buluyoruz” demesi çok hoşuma gitmişti. Hastane her zaman sadece hekimlerinin ve hemşirelerinin değil, otopark sorumlusundan güvenlik görevlisine tüm çalışanlarının önemli olduğu ve hepsine bir arada bütünsel bakmayı gerektiren bir yapı olduğu için o günden beri bu tanımlamayı severek kullanıyorum. Ne yazık ki son yıllarda sağlık sisteminde ve ülke yönetiminde içine girdiğimiz kriz her alanda yetişmiş insan kıymetlerimizin hızla kaybına, yurtdışına göç etmesine sebep oluyor. İyi yetişmiş, birikimli insan gücünün ülkelerin en önemli rekabet gücünü oluşturduğu böyle zamanlarda Türkiye olarak geleceğimizi kayıp mı ediyoruz?
Değerli insanlarımızı kaybetmeye daha ne kadar dayanabiliriz?
Hekimler ve sağlıkçıların göçü, bu meslekler arasında en dikkat çekeni. Özellikle hekimler için Türk Tabipler Birliği’ne bağlı Tabip Odaları’ndan iyi hal belgesi alınması gerektiği için yurtdışına gidenlerin sayı, branş dağılımını önemli oranda izleyebilmek mümkün. Maalesef her ay yüzlerce pratisyen veya uzman hekim, yurtdışına gitmek için başvuruda bulunuyor. Sadece kamuda görev yapan hekimler değil, özel sektörden de istifalar durmak bilmiyor. Daha çok Almanya, İngiltere, ABD ve İskandinav ülkeleri tercih edilse de dünyanın hemen her ülkesine gidiliyor. Geçtiğimiz aylarda Türkiye’nin dört bir tarafından tıp öğrencileri ile bir etkinlik vesilesiyle bir araya geldiğimde yüzden fazla kişinin olduğu salona “Yurtdışına gitmeyi düşünenler el kaldırabilir mi” dediğimde salonun büyük çoğunluğunun bu ülkeye hizmet etmek istemediğini gördüğümde çok üzülmüştüm. Diğer mesleklerde durumun tam ne olduğunu bilemiyoruz, ama hemen tüm gençlerin gözünün yurtdışına “kapağı atmak” olduğu hepimizin malumu. Yazılımcılar gibi uzaktan çalışmaya elverişli meslekler zaten büyük ölçüde beyinlerini yurtdışına kiraya veriyorlar. Günümüzün acımasız rekabet ve ağır kriz koşullarında en değerli kıymetlerimiz olan bu insanlarımızı kaybetmeye daha ne kadar dayanabiliriz?
Hekimlerin sorunları nasıl çözülebilir?
Son aylardaki hekim göçü, şimdiye kadar dünyada görülmemiş derecede yoğunlukta bir beyin göçü. Öyle ki en önde gelen tıp dergilerinden Lancet’in son sayısında bu konuda bir yazı yayınlandı. Göçün hızlanmasının sebepleri hepimizin malumu; bir türlü bitmek bilmeyen şiddet olayları, mobbing, uygunsuz çalışma koşulları, yetersiz özlük haklarının yanı sıra ülkenin her yönden geleceğe dair karamsar hali. Hekimlerimizi ve sağlık ordumuzu kaybettikçe sağlığımızdan olacağımız aşikâr. Nitekim pek çok yerleşim biriminde, hatta büyükşehirlerde uzman hekimlerden randevu almak çok zorlaştı. Hematoloji hastanesinde hematolog, onkoloji hastanesinde onkolog bulmak mümkün olmuyor. O halde hekimlerin veya beyinlerimizin göçünü önlemek istiyorsak, öncelikle, onları bu ülkeden soğutan nedenleri ortadan kaldırmalıyız. Yazımın bundan sonraki bölümünde hekimler özelinde sorunların nasıl çözülebileceğini vurgularken diğer mesleklere de bu önlemleri uygulayabileceğimizi belirtmek isterim.
Biz Doktorlar, yarına güvenemiyoruz
Bu iktidar “Sağlıkta Dönüşüm Programını hayata geçirdi. Ancak ülkenin milli geliri, sağlık altyapısı ve insan gücü böyle bir sağlık sisteminin sürdürülebilmesinin mümkün olmadığını gösteriyordu. Eksiklikler büyük ölçüde fedakâr, fevkalade iyi yetişmiş hekim ve sağlıkçılar tarafından başarıyla göğüslendi ve sistem bir süre çalıştı. Özellikle COVİD-19 pandemisi ile sistemin aksayan ve kuvvetli yönleri bariz biçimde ortaya çıktı. Bu dönemde sahadaki sağlıkçılar Bakanlığın ve merkezi yönetimin büyük hatalarını, eksiklerini canları pahasına telafi ettiler. Sonuçta onlara ücret iyileştirmesi ile ilgili verilen sözler veya hak ettikleri gereksinimlerine uygun çalışma ortamları yerine getirilmedi ve nihayet “Giderlerse gitsinler” sözü bardağı taşıran son damla oldu, beyin göçü hızlandı. Sağlık Bakanının özlük haklarını, sözüm ona iyileştirecek yönetmeliğin müjdesini verirken attığı “CARPE DIEM Beklediğin anı yaşa.” Yönetmeliğin yayınına az kaldı” tviti en yüksek seviyedeki kamu sağlık otoritesinin konuya ne kadar gayrı ciddi yaklaştığının göstergesiydi. Yeryüzündeki en güç işlerinden birini yapan bir yeni doğan yoğun bakım uzmanı meslektaşımın bu tvite karşı şu sözleri çok anlamlı: “Carpe diem sözü, Eski Roma dönemi şairlerinden Horatius’un şiirinde geçer. Günü yakala, anı yaşa manasında söylenir. Ama genelde eksik söylenir. Orijinali “Carpe diem, quam minimum credula postero” dur. Yani “Günü yakala, olabildiğince az güven yarına” demektir. Bu söz hastane duvarlarına yazılmalı. Tam bizi anlatıyor. Biz doktorlar yarına güvenmiyoruz. Hastaneden eve sağ salim dönecek miyiz bilmiyoruz. Sonraki ay ne kadar maaş alırız bilmiyoruz. Emekliliğimizde insanca yaşar mıyız bilmiyoruz. Yarın bir gün açılan bir davayla hayatımız kararır mı bilmiyoruz. Kesinlikle katılıyorum, Carpe diem tüm arkadaşlarıma…”
Biz “Giderlerse gitsinler” derken, herkes türk sağlıkçılarının peşine düştü
Hâlbuki bu topraklar Hipokrat’ı yetiştirmiş; Asklepeion, Gevher Nesibe gibi zamanının efsane sağlık kurumlarını bağrında taşıyan; tüm hekimleri ve sağlıkçılarının bu genetik mirasa sahip olduğu, her zaman üst seviyede sağlık hizmeti vermeyi amaç edinmiş kıymetli insanlara sahipti. Sıtma mücadelesi gibi, son yıllardaki sağlık turizmindeki başarı gibi kendisine sunulan imkânların arttığı her dönemde büyük işler başarmışlardı. YÖK ile getirilen akademik olarak yükselebilmek için iyi derecede yabancı dil bilme ve uluslararası düzeyde yayın şartı Türk hekimlerini ve sağlıkçılarını dünya sahnesine taşıdı ve onların bilgi ve becerilerinin tanınmasına sebep oldu. İşte bu nedenle örneğin Almanya, sadece 6 aylık bir dil kursu ile Türkiye’den insan kıymeti transfer etmeye başladı. Ayrıca birkaç senedir sağlık dünyada, yılda 8 trilyonu aşan mali hacmiyle gıda ve tarım sektörünün önüne geçerek lider sektör olmuştu. Yaşlılık, kronik hastalıklar, kanser, diyabet, alzheimer evrensel sağlık; dolayısıyla ekonomik ve sosyal ağır sorunlar haline gelmişti. Zaten COVİD-19 sağlığın ne kadar önemli olduğunu tüm dünyaya ve yönetimlere gösterdi, iyi sağlık hizmetinin de ancak iyi bir sistem ve iyi sağlıkçılarla olabileceğini de… İşte bu nedenle biz “giderlerse gitsinler” derken, herkes Türk sağlıkçılarının peşine düştü.
Sağlığı koruma ve geliştirme büyük ölçüde ihmal edildi
Bugün Türkiye’de ve ABD başta pek çok batı ülkesinde sağlık bütçesinin ortalama %85’i uzman hekimlik ve hastane hizmetlerine ayrılıyor. Temel sağlık hizmetleri ile sağlığı koruma ve geliştirme büyük ölçüde ihmal edildi. Diyabet başta kronik hastalıkların hızla artmasının bir nedeni de budur. Sistem bugünkü nüfusun sağlık taleplerine ve ihtiyaçlarından çok eskiye göre örgütlenmiş olduğundan hizmetin her aşamasında yetersizlik ortaya çıkıyor. Örneğin acil servisler eski sisteme göre; yani sadece gece başvurması gereken acil sorunu olan hastalarla değil; sıradan yakınması olan; ama kendi durumunun en acil olduğunu iddia eden kişilerle dolup taşıyor. Bu durum aslında tüm sektörlerde aynıdır. Kurumlar değişen koşullara ayak uyduramıyor, hem toplumun hem de topluma hizmet sunacak yeni neslin çalışma hayatından beklentilerini karşılayamıyor. Örneğin İngiltere’de yapılan son Piar Gallup araştırmasında çalışanların sadece % 9’unun yaptıkları işten mutlu oldukları ortaya çıkmıştır. Adam kayırmacılık, kötü muamele, hatta mobbing, adil olmayan yaklaşımlar, ayrımcılık Türkiye’deki özel sektörde de yaygın sorunlardır ve iyi yönetişim ilkelerini uygulayabilen kurum sayısı sağlıkta ve diğer alanlarda pek azdır.
Yeni bir sağlık sistemine ihtiyacımız var
Bilimdeki gelişmeler hızla teknolojiye dönüşüyor ve günlük hayatımıza giriveriyor. Tıpta dijital teknolojiler ve yapay zeka devrim niteliğinde dönüşümlere imkan tanıyorsa da, bu konularda da kurumların geride kalması gençlerin önlerinin tıkalı olduğunu hissetmelerine ve alternatif aramalarına neden oluyor. Artık insanlar çalıştıkları yerlerde maaş ve özlük hakları kadar yaptıkları işi anlamlandırma ve kendilerini geliştirecek bir ortam olmasına da önem veriyorlar. Hızla değişen dünyada tekrara dayalı işlerin geleceğinin olmadığının bilincindeler. Yeni bir sağlık sistemine ihtiyacımız olduğu çok açık. Hekim ve sağlıkçı eğitiminden kurum örgütlenmelerine, sağlık finansmanından ilaç sektörüne, tıbbi cihaz ve malzeme üretiminden inovasyona sağlığın her alanında yepyeni yaklaşımlar geliştirmeli ama önceliği sağlıktaki insan kıymetlerimizin yaptıkları fevkalade ağır ve değerli işte mutlu olmalarına vermeliyiz. İçine koyacak iyi hekimleriniz, hemşireleriniz, sağlıkçılarınız yoksa dünyanın parasına mal ettiğiniz devasa şehir hastanelerinin duvarları ve donanımı, kendi başına kimseyi tedavi edemiyor.
Türkiye’nin koşulları düzeldiğinde, hekimlerimiz memleketlerine dönecekler
Ben her zaman ki gibi iyimserim ve Türk sağlıkçılarına güveniyorum. Onların kalbinin bu ülke için attığına inanıyorum. Her zaman sağlıkta önder ülkelerden biri olan Türkiye’nin koşulları düzeldiğinde yine memleketlerine hizmet edeceklerini düşünüyorum. Ayrıca onların gittikleri ülkelerde bir kıvılcım olacaklarını öngörüyorum. Geleceğe yatırım yapacak Türk sağlık girişimcileri ile beraber oralarda sağlık merkezleri, hastaneler, ilaç fabrikaları, laboratuvarlar, tıbbi cihaz ve malzeme üretim firmaları, eğitim kurumları oluşturarak adeta bir ateş topuna dönecekler. Böylece Türkiye’nin dünya için çok değerli bulduğum “Bilim ve Sağlıkla Diplomasi” misyonunu gerçekleştirebilecekler, sadece Türk halkına değil tüm insanlığa üstün hizmetlerini sunabilecekler. Gönlümden geçen, bir gün sadece Türkiye’ye gelerek tedavi olabilenlerin değil, tüm dünya vatandaşlarının “Beni Türk Hekimlerine Emanet Ediniz” demesidir.
Yazar Prof. Dr. Melih Bulut, İstanbul, 3 Eylül 2022