Birlikte “Together”- Yalnızlaşan Dünyamızda İnsan İlişkilerinin İyileştirici Gücü”

Birlikte “Together”- Yalnızlaşan Dünyamızda İnsan İlişkilerinin İyileştirici Gücü”

“İnsanoğlu para kazanmak için sağlığını harcar. Sonra da sağlığını geri kazanmak için parasını harcar. Ve gelecek için o kadar endişelidir ki yaşadığı andan keyif almaz; sonuç olarak ne şimdide yaşamaktadır ne de gelecekte; hiç ölmeyecekmiş gibi yaşar ve gerçekten hiç yaşamadan ölür.” James J. Lachard

Sizlerle kitap derlemesi paylaşırken, genelde, konuyla ilişkisi olabileceğini değerlendirdiğim birkaç paragraflık bir giriş açıklaması hazırlarım. Ama bu kez bunu, sevdiğim ve her eserini de severek ve dikkatlice okuduğum bir yazar olan Doğan Cüceloğlu’nun alıntısıyla yapacağım.

Doğan Cüceloğlu’nun, aramızdan ayrılmadan hemen önce yayınladığı ve haftalarca satış listesinde 1 (Bir) Numara olarak yerini koruyan, “Var mısın?” adlı eserinde vurguladığı paylaşım şöyle:

“Dr. Murthy 2014-2017 arasında ABD Kamu Sağlığı Daire Başkanı olarak görev yapmış, bu süre içinde Amerika’daki sağlık sorunlarının temelinde YALNIZLIK olduğunu görmüştür. Toplum modernleştikçe yalnızlığın bireyin hayatına nasıl yavaş yavaş sinsice girdiğini ve hem bedensel hem de ruhsal hastalıkların nasıl oluştuğunu anlatmaktadır. Kitap insan hayatında ilişkinin önemi üzerinde duruyor ve yaşamın ilişki yönü gözden kaçırılırsa nasıl bir sonuç beklendiğini gözler önüne seriyor. İngilizcesini okudum ve Kronik Kitap’tan Türkçeye çevirmelerini rica ettim. Özellikle gençlerin, anne babaların, öğretmenlerin ve sağlık yöneticilerinin okumasını isterim.”

Ben de ülkemizde ancak Eylül 2021 sonunda yayımlanabilen bu kitabı okuyup sizlerle paylaşmayı amaçladım. Gerçekten okuduğuma da değdi…

Vivek H. MURTHY’nin “BİRLİKTE “Together”Yalnızlaşan Dünyamızda İnsan İlişkilerinin İyileştirici Gücü” adlı eseri derledim ve öne çıkan birkaç paragrafı aşağıya aktarıyorum:

*Kendimizi hâlihazırda yalnız hissettiğimizde ve başkalarının eğlenip etraflarındakilerle hoşça vakit geçirdiğini gördüğümüzde, onlara yaklaşmak yerine kabuğumuza çekilmek gibi doğal bir eğilimimiz vardır. Toplumdan dışlanmış damgası yemekten ve yargılanmaktan korkarız. Bu yüzden de gerçek duygularımızı bizimle bağ kurmaya çalışabilecek kişilerden bile gizleriz. İşte bu duygusal sarmal yalnızlığı kuşatan utanç damgasını da güçlendirir.

* İnsanlar dünyadaki her dili benimseyebilme potansiyeliyle dünyaya gelirler ancak zamanla kendi ailelerinde duyduklarının-onları güvende tutacağına bel bağladıkları kişilerle iletişim kurmak için ustalaşmaları gereken dillerin haricindekileri öğrenme becerilerini yitirirler. Pek çok kişinin yaşları ilerledikçe yabancı dil öğrenmekte daha fazla zorluk çekmesinin nedeni de budur.

*Sosyal ilişkiler erken ölme riskini azaltır mı? 2009 yazında Julianne’in araştırmasına göre, güçlü sosyal ilişkileri olan kişilerin erken ölme ihtimali, zayıf sosyal ilişkileri olanlara kıyasla % 50 daha düşüktü. Daha çarpıcı olansa sosyal bağların yokluğunun yaşam süresini kısaltmaya olan etkisinin, günde on beş sigara içmenin yarattığı riske eşit; obezite, aşırı alkol tüketimi ve egzersiz yapmamakla ilişkilendirilen riskten ise daha yüksek olduğunu görmesiydi. Kısacası O, zayıf sosyal bağların sağlığımıza büyük bir tehdit oluşturduğunu ortaya çıkarmıştı.

* Öfke; hüzün, mutluluk ve sevgi gibi anlayış ve rahatlamaya yol açan duyguların aksine diğer insanları bizlerden uzaklaştıran bir duygudur. Dolayısıyla bir erkek çocuk ne kadar “erkeksi” görünürse, başka insanlardan duygusal anlamda bir o kadar kopukluk yaşar. Neredeyse dünyadaki bütün kültürler, hırslı ve iddialı olmayı erkeklere, hassas ve sevgi dolu olmayı ise kadınlara atfedilen kişilik özellikleri olarak tanımlarlar.

*Facebook, Twitter ve Instagram‘a ilk katıldığımda bunların arkadaşlarımla bağlantıda kalmak ve grup sohbetlerine katılmak için harika yollar olacağını düşünmüştüm. Facebook’ta uzun süredir görüşmediğim sınıf arkadaşlarımı ve diğer arkadaşlarımı bulduğum ve bana gülümseyen fotoğraflarını gördüğümde mutlu olduğum o ilk günleri hatırlıyorum. Ancak şimdilerde, zamanımın % 25’inde bunlardan ilham alıyorsam % 100’ünde kendimi yetersiz hissediyordum. Bir arkadaşımın dediği gibi sosyal medya bildirimlerinizi kontrol etmek herkesin en iyi günlerini sizin sıradan günlerinizle kıyaslamak gibiydi; çünkü her seferinde kendinizde bir eksiklik buluyordunuz.

Gelgelelim bu platformları dengeli bir şekilde kullanmak çok da kolay bir iş değil. Sosyal medya sosyal ve profesyonel hayatlarımıza iyice nüfuz etmiş durumda. Bir muhabirseniz Twitter’ı tamamıyla göz ardı edemezsiniz. Yeni bir iş arıyorsanız Linkedln’de bir profiliniz olması gerekli olabilir. Aileniz ve arkadaşlarınız sosyal medyayı önemli haberleri açıklamak ya da buluşmak için kullanıyorsa ve siz o platformda değilseniz birçok şeyden habersiz kalabilirsiniz.

Çoğu durumda başarılı bir uygulamanın maddi ölçütü insanların çevrimiçi etkileşimlerinin niteliği değil, sadece kullanım miktarıdır. Herhangi bir platformda ne kadar uzun zaman harcarsak bu onlara genellikle reklamlar aracılığıyla olmak üzere bir o kadar fazla gelir getirir. Bir başka deyişle bizim zamanımız sosyal medyanın parasıdır.

*Araştırmalar insanların aynı anda birden fazla aktiviteyle ilgilenemediğini göstermiştir. “Çoklu görev” sırasında esas olarak yaptığımız; işler arasında büyük bir hızla gidip gelmek, her birine ayrı ayrı ama kısa sürelerle dikkatimizi vermektir. MIT’den nörolog Dr. Earl Miller’ın 2008 tarihinde NPR’a verdiği bir röportajda dediği gibi, “Bir işten diğerine geçerek dikkatinizi aynı anda etrafınızdaki her şeye verdiğinizi düşünürsünüz. Oysa veremezsiniz.” Örneğin bir konuşmanın ortasında cep telefonunuza şöyle kaçamak bir bakış attığınızda söylenen sözleri duysanız ve hatırlasanız da sözcüklerin yanı sıra sözlü olmayan imaları da aynı hızda ya da tamamıyla idrak edemezsiniz. Bunun nedenlerinden biri iletişimle ilgili görevlerin beyinde aynı sinir yolları için yarışmasıdır. “Bunları aynı anda yapmak neredeyse imkânsızdır,” diyor Miller. “Bir şeyi yaparken diğerine odaklanamazsınız.” Tüm bu ileri geri gitme durumu sonuç olarak bize daha fazla zamana ve enerjiye mal olur, çünkü odaklanmak istediğimiz esas konuya dikkatimizi yeniden vermemiz ortalama olarak 23 dakika alır.

* Arkadaşlığın iyilikle ele alınması gerekir. Kurulan bağın gelişip kalıcı olabilmesi için bu iyilik samimi bir ilgi, güven, empati ve dürüstlüğün yanı sıra cömert bir anlayış göstermemizi gerektirir. Elbette bütün arkadaşlıklar eşit derecede yakın değildir. Kendinizi sosyal dünyanızın merkezine koyarsanız, arkadaşlığı da bir hedef tahtasının ortasındaki noktanın etrafındaki iç, orta ve dış halkalardan oluşan bir dizi halka şeklinde düşünebilirsiniz.

Evrimsel anlamda en basit haliyle iç halkamızda korunmak, destek almak ve ayakta kalabilmek için küçük bir grup insana güveniriz. Bu kişiler hayat arkadaşlarımız, yakın arkadaşlarımız ve aile fertlerimiz gibi kriz anında güvendiğimiz ve sık aralıklarla vakit geçirmek istediğimiz insanlardır. İç halkadaki ilişkiler bizim en güçlü karşılıklı bağlarımızı oluşturur. Bunlar ayrıca, en çok zaman ve enerji gerektiren ilişkilerdir -bu yüzden aynı anda sürdürebileceğimiz bu tür ilişkilerin sayısı genellikle yaklaşık on beş ilişkiyle sınırlıdır ve zamanımızın ve enerjimizin % 60 gibi yüksek bir oranını iç halka arkadaşlarımıza ve sırdaşlarımıza ayırıyoruz ve bu zamanın çoğunu sayıları nadiren beşi geçen en yakın arkadaşlarımızla geçiriyoruz. Vaktimizin geri kalan % 40’ının büyük bir kısmını da orta ve dış arkadaşlık halkalarını oluşturan kişilere ayırıyoruz. Fiziksel olarak arkadaşlarımızla ne kadar az vakit geçirirsek dış halkalarımıza kayma ihtimalleri o kadar artar. Bunun nedeni birbirimizin yanında ve tam manasıyla yardıma hazır olmamızı sağlayan yüz yüze iletişim olmadığı takdirde temel arkadaşlıkların zayıflamasıdır.

*Fiziksel sevginin güçlü etkilerini göz önüne alırsak, çoğu insanın en yakın arkadaşlarının eşleri ya da sevgilileri olması da mantıklıdır. Bu kişiye geçerli bir nedenden dolayı “hayat arkadaşı” diyoruz, çünkü her zaman yanımızda olmasını beklediğimiz-ideal olarak gece yarısı içinizi döküp şafak vakti yüzünüzü döndüğünüz- kişi odur. Eski kültürler romantik aşka diğer arkadaşlıkların hepsinden daha fazla değer vermenin ne kadar riskli olduğunu biliyorlardı. Ancak günümüzde farklı bir zorlukla karşı karşıyayız. Birçok kişi romantik aşkın hâlâ “biricik” olarak idealize edilmesini kabul ederken Amerika’da giderek daha az sayıda insan evlenmekte. Yirmi beş yaş ve üstü hiç evlenmemiş olan yetişkinlerin sayısı 1960’taki on kişiden birine kıyasla günümüzde beş kişiden biri olarak en yüksek seviyeye çıkmış durumda.

*Birçoğumuz hatalı bir şekilde yabancıların onlara yaklaşmamızı istemeyeceğini düşünürüz. Markette kuyrukta beklerken insanlarla konuşmaktan kaçınmamızın nedenlerinden biri de budur. Kendimize onları konuşmak zorunda bırakmamamız ya da rahatsız etmememiz gerektiğini söyleriz. Bir konuşma başlattık diye garip olduğumuzu düşünmelerinden korkarız. Oysa gerçekten yalnız kalmak isteyen kişiler bile dostane etkileşimlere sıcak bakar. Veriler aynı zamanda başkalarıyla bağ kurmak için girişimde bulunduğumuzda bizim de daha mutlu olduğumuzu gösteriyor.

*İçe dönük olmaya daha meyilli bir kişi olarak, son zamanlarda ne zaman biraz çalışmak için bir kafeye gitsem kendi kendime bir deney yapıyorum. Kendimi gülümsemeye ve benim gibi orada çalışan kişilerle sohbet etmeye zorluyorum. Su almak istediğimde ya da tuvalete gideceğimde, bütün eşyalarımı toparlamak yerine yabancı birinden çantama ve belgelerime göz kulak olmasını rica ediyorum. Bugüne kadar kimse beni hayal kırıklığına uğratmadı. Bunu ilk denediğimde birine güvenip yardım istemenin bu kadar güzel bir his olmasına inanamamıştım. Çok şaşırmıştım. Ama yardım istediğim insanların tepkileri beni daha da çok şaşırmıştı. Masama geri geldiğimde genç bir adam, “Eşyalarınıza göz kulak olmamı istediğiniz ve bana güvendiğiniz için teşekkür ederim,” diyecekti. “Çoğu insan böyle yapmaz. Ama beni çok iyi hissettirdi.”

*En mutlu anlarımızda-bir çocuğun dünyaya gelmesinde, aşkı bulmamızda ve sevdiğimiz arkadaşlarla yeniden bir araya gelmemizde olduğu gibi- her zaman başkaları da yer alır.

En üzüntülü anlarımızda-sevdiğimiz birinin ölümünde, romantik bir ilişkide, yakın bir arkadaşla aramızda düzeltilemeyecek bir anlaşmazlık yaşadığımızda olduğu gibi- genellikle ayrılıklar ve bu bağların yitirilmesi sırasında yaşanır.

Ancak bugün karşılaştığımız en büyük zorluk, insan odaklı bir hayat ve dünyayı nasıl inşa edeceğimizdir.

“Yalnızlık bir buzdağı gibidir. Yüzeyin farkındayızdır ama bunun altında evrimsel açıdan çok derinlerde olduğu için göremediğimiz, çok daha büyük bir parça vardır.” Dr. John Cacioppo-2016

Yazar Halit Yıldırım, Antalya, 8 Aralık 2021

Share This
COMMENTS

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir