
Burada Ölüler Canlılara Öğretir!
“Hıc Mortıu Vıvos Docent”
André Vessalius’un anatomi biliminde kadavra diseksiyonunu esas alan eğitim sisteminin öncüsü olduğu birçok hekim tarafından bilinir. Birçok anatomi laboratuvarının girişinde bulunan derin anlamlar içeren bu özdeyiş çok sarsıcıdır. Bilimsel tıp dönemine damga vuran bu Latince özdeyiş gerçekten çok yönlü olarak bizleri düşündürmelidir.
Tıp mesleği, sadece bilimsel ve ahlaki anlamda değil, sanatsal ruh taşıyan iyi hekimler yetiştirildiği sürece insan hayatına ve uygarlığına katkıda bulunur. Bu özelliği itibarıyla hekimlik, tamamen evrensel karakterli ve tüm insanlığı kucaklayacak her türlü kültürel değere saygılı ve onlara sahip çıkarak, şuurlu bireylere hitap eden, şuurunu kaybetmiş olan canlı bireyi de hayata kazandırmayı, onu şuurlu hale getirmeyi hedefleyen bir meslektir. Meslek diyorum kökeni sâlik olmak fiilinden gelir. Yani bitmeyecek bir yola revan olabilmek demektir. Zira bilimsel bilgi, zihinsel kapasitemizin izin verdiği ölçüde literatür bilgisi kazandırsa bu iş ustasız olmaz. Böylece şuurlu olmanın anahtarını veren bir hocanın/üstadın gözetiminde zanaattan öteye geçerek zamanla deneyim sayesinde san’atlaşır. Bütün bunlar zahmetli ve zorlu bir eğitimin üzerine hayat boyu bitmeyen bir öğrenme süreci anlamına gelir.
Tıp fakültesinden mezun olur doktor unvanı alırız ama şuurumuzu yitireceğimiz ana değin de “hekim” olmaya gayret ederiz.
Zira hekimlikte şuurunu yitirmenin ve şuursuzlaştırmanın, bireyi ve toplumu ölüm noktasına getirdiği iyi bilinir. Fizik muayene notlarında, hastanın genel durumunun iyi olması şuur açık ve koopere yani iletişim kurulabiliyor olmasının belirtilmesi bir hekimin ilk belirttiği ifadedir. Birey ve toplum ölüm vuku bulmadan, uyandırılmak isteniyorsa, aklın ve deneyimlerin ışığında acı verici mücadelelere ve “şoklara” göğüs gerecek iradeye sahip kılınmak zorundadır. Bunun için de zekâyı, şuuru desteklemesi maksadıyla kişinin hafızasındaki bilgileri kullanılabilmesi için esnek kılmak ve özgürlük yolunda onu eğitmek gerekir.
Ölüler hayattakilere çok şey öğretir, ama sadece öğretir. Zira öğrenecek şuur ve akıl onlarda yoktur. Öğretmek hayatı aşar, ancak öğrenmek ancak hayatta olmak ile kaimdir. Hem öğretmek hem de öğrenmek ancak şuur ile mümkündür.
Bu yüzden kadavralar şuursuz öğretmenlerdir. Kim için mi? Edindiği deneyimleri ile güzeli arayan rasyonel aklı ön planda tutan, ama irrasyonel gerçekliğin de insan evriminin bir sonucu ve aklının ürünü gerçeklik olduğunu idrâk eden “şuur” sahipleri için.
Hekim olmak, hâkim olmakla aynı kökten gelmektedir. Hüküm fiilini içerir. Hüküm vermek, o halde hâkim ve hekim olabilmekten geçer. Hepsinin ötesinde ise şuur yani “cogito” ön plandadır. Latince “mentis” yani aklımız olsa da şuurumuzun düzeyini yükselten ve onu bulanıklıktan kurtaracak olan irademizdir. Şuur, akıl ve irade yardımı ile bilgi özümsenmiş ve içselleştirilmişse evren yorumlanabilirse varlığımızın esası olan güzellikler ve sevgi yaratılabilir.
Elbette kadavralar eğitir ve öğretir, ama şuursuz oldukları için öğrenemezler. Birey olarak bizler de günlük yaşamda tıp talebeleri misâli kadavralardan öğrenmeye devam etmekteyiz. Lâkin öğrenerek idrâkini yükseltenler, kadavraları putlaştırmadan onları ibretle inceleyen şuur sahipleri olacaktır. Ancak ve ancak şuur sahibi toplumlar, idrâki yükseltecek iradeyi kuvvetlendirecek, öğrenme ve bilme heyecanını diri tutacak bir kültürel yapıyı sonraki kuşaklara aktaracaktır. Kadavralara saygı duyarız ama onları kutsayamayız. Onlar öğrenmesi mümkün olmayan vazgeçilmez eğitim materyalleridir. Bu yüzden “corpus humanii” olarak isimlendirilirler. Tarihin derinliklerinde geçmişe, insana ve insanlığa dair soyut ve somut kültürel ögeler, susan kadavralar gibidir. Örneğin Mevlevi kültüründe mezarlık yerine Farsça “hâmuşân” (Susanlar Yurdu) denmesi ne kadar zarif bir kültürel mirastır. Onlardan öğrenecek ve ders çıkaracaklar şuur sahibi olan rasyonel akıl sahipleridir.
Şuursuzlaştırılmış, iradesizleşmis ve aklını irrasyonelizme ve ondan doğmuş her türlü dinsel ve dogmatik siyasal ideolojilere kurban eden saplantılı her birey ve toplum kadavradan yani “corpus” tan öteye geçemeyecektir. Onlar, öğretirler ama öğrenemezler.
Evet, sonsuz yaşam ve sınırlı hayatta kadavralar ile iç içe yaşamaktayız. Elbette sonsuza dek kadavralar ile de bir arada olamayız. Kadavradan ibaret olmamak için kadavralardan öğreneceklerimizi öğrendikten sonra onları ait oldukları yere teslim etmek ya da bir yerlerde sergilemek zorunda olduğumuzun şuuruna varmak durumundayız. Yok olmak mı yoksa ölümün ötesine geçmek mi? “Olmak ya olmamak/to be or not to be”…Şuursuzlaşıp “corpus humanii/kadavra” olarak kalmamak… Tercih insan olmaya özgürce karar verenlerindir.
Arte longa
Vita brevis
Occasio praeceps
Experimentum periculosum
Lodicium difficile.
Yazar Prof. Dr. Mahmut Can Yağmurdur, Ankara, 9 Temmuz 2023