Coğrafya Mahkûmları

Coğrafya Mahkûmları

“Tanrı sarhoşlara, çocuklara ve Amerika Birleşik Devletleri’ne özenle bakıyor.” Otto von Bismarck (Prusyalı devlet adamı)

“Japonlar gevşemek için daha çok çalışırken neden Avrupalılar için ‘Tatlı Hayat’ kolaydır? Avrupalılar nasıl oluyor da tüm gün oturup kahve içiyor, akşam yemeğinden sonra saatlerce uyanık kalıyor, şık giyiniyor, geç kalkıyor, uzun yolculuklara çıkıyor? Sözün kısası Avrupalılar neden Amerikalılardan çok daha iyi yaşıyor?” Alan Riding- New York Times gazetesinden

Coğrafya; tarihte imparatorlukların, krallıkların ve günümüzde devletlerin nasıl büyüdüğünü ya da nasıl küçüldüğünü belirleyen önemli bir etken olup, bu vazgeçilemez özellikleriyle her zaman iç ve dış politikayı şekillendiren unsurlardan biri ve önde geleni olmuştur. Bunun ötesinde, coğrafi şartlar çoğunlukla liderlerin hırslarının nerede durması ve nerede devam etmesi gerektiğini de belirlemektedir.

Modern ve küreselleşen dünyamızda Hannibal, Sun Tzu ve Büyük İskender’in çok iyi bildiği coğrafya kuralları, bugünün liderleri için de geçerliliğini korumaktadır.

Küresel jeopolitik dinamiklere temel ve kapsamlı açıklamalar getirirken coğrafyanın diplomasideki öneminin farkına vararak konuyu derinlemesine işleyen ödüllü gazeteci Tim Marshall’ın, Türkiye’de 4. Baskısı Eylül 2019’da yayınlanan ve New York Times’ın en çok satan listesinde de yer alan “Coğrafya Mahkûmları-Prisoners of Geography” eserini dikkatinize getirmek istedim.

Kitabında, coğrafi koşullar, yer altı ve yerüstü kaynakların tarih yazımında ve güncel dünya meselelerinde çok sık göz ardı edildiğini vurgularken ‘coğrafyanın hem ‘ne’ hem de ‘neden’ sorularının büyük ölçüde muhatabı olduğunu söylüyor. Doğada ‘insan’ gibi önemli bir faktör varken, küresel politikayı anlamak için sadece coğrafyayı bilmek yetmeyecektir ama yazarın konuyla ilgili çok iyi temeller attığı da bir gerçek.

* Vladimir Putin çok dindar bir adam ve Rus Ortodoks Kilisesi’nin büyük bir destekçisi olduğunu söylüyor. Eğer öyleyse her gece yatarken duasını ettikten sonra Tanrı’ya şunu soruyor olabilir: “Neden Ukrayna’ya biraz dağ serpiştirmedin?” Tanrı eğer Ukrayna’ya dağlar bahşetmiş olsaydı, Kuzey Avrupa Ovası adındaki muazzam düz arazi, Rusya’ya saldırmak isteyenler için bu kadar elverişli bir bölge olmazdı. Durum böyleyken, Putin’in hiç şansı yok: Batısındaki düzlükleri kontrol etmek için en azından çaba göstermeli. Bu prensip, büyük veya küçük her ülke için geçerli. Tüm liderler, ülkelerinin coğrafi şartlarının esiri olmuşlardır; genelde sanılandan daha az tercihleri ve daha dar manevra alanları vardır.

*1725’teki vasiyetinde, Deli Petro’nun ‘torunlarına Konstantinopolis ve Hindistan’a mümkün olduğunca yaklaşmalarını tavsiye etmesi de çok doğaldı: “Buraları yönetenler, dünyanın gerçek hakimleri olacak. Hem Osmanlı’da hem de İran’da sürekli savaş çıkarılmalı. Basra Körfezi’ne kadar girilmeli, Hindistan’a kadar ilerlenmeli.”

* Alman ulus devleti, yüz elli yaşından küçük olmasına rağmen, artık Avrupa’nın vazgeçilmez gücü. Ekonomik ilişkilerde rakipsiz, sessizce konuşuyor ama elinde avro şeklinde bir sopayla geziyor; kıta da onu dinliyor. Bununla birlikte, Almanya küresel konularda çok sessizce konuşuyor, bazen hiç ağzını açmıyor ve sert argümanlardan kaçıyor. Mültecilere karşı önyargılar, Avrupa’nın son yıllarda yaşadığı gibi ekonomik durgunluklarda hep yükselir. Bu durumun etkileri, İngiliz kanalının karşı kısmında sağcı siyasi partilerin yükselişiyle net bir şekilde görüldü; milliyetçi hislerin popülerliği AB’yi yıpratmaya başladı.

*2012’de, Avrupalı mali kurtarma paketleri başladığında ve Yunanistan’ın AB’de kalması için tasarruf tedbirleri düzenlendiğinde, coğrafi ayrım kısa sürede gözler önüne serildi. Bağışçılar ve tasarruf tedbirlerini talep edenler kuzey ülkeleri, yardım alanlar ve tasarruf yapanlarsa güney ülkeleriydi(Ne tesadüf ki Corona salgını günlerinde de aynı senaryo işlendi. İtalya’nın yardımına tuzu kuru AB ülkeleri-başta Almanya olmak üzere-olumlu yaklaşımda bulunmadılar! Derleyenin notu)

*Belçika’ya denk bir toprak parçasın kaybederken, kimse Ukrayna’nın yardımına koşmadı. Ukrayna ve komşuları, coğrafi bir gerçeğin farkındaydılar: NATO’da değilseniz, Moskova yakınınızda ve Washington uzağınızdadır. Ukrayna’nın durumu, Rusya için bir varoluş meselesiydi: Batı’nın aksine, Kırım’ı kaybetmeyi Moskova göze alamazdı. AB, Rusya’ya sınırlı da olsa yaptırım uyguladı. Sınırlı olmasının nedeni, Almanya’nın da aralarında bulunduğu bazı Avrupa ülkelerinin ısınma ihtiyaçlarını Rus enerjisiyle karşılamalarıydı. Boru hatlarının başlangıç noktası Rusya’da, açma-kapama düğmesi Moskova’daydı.

*Nükleer füzeler bir yana bırakılırsa Rusya’nın günümüzdeki en güçlü silahları ordu ve hava kuvvetleri değil, doğalgaz ve petrol. Ortalama olarak Avrupa’nın doğalgaz ve petrolünün %25’i Rusya’dan geliyor, ülkelerin Moskova’ya yakınlığı ne kadarsa onlara bağımlılığı da o kadar fazla.

*Japonya veya ABD’yle ciddi bir sorun yaşamazsa, Çin için tek büyük tehlike kendisi. Çin kendini küresel ekonominin kollarına bıraktı. Eğer biz satın almazsak, onlar da üretmezler. Onlar üretmezse çok büyük işsizlik olur. Uzun süreli ve büyük işsizlikler olursa da Çinlilerin şehirlere doluştuğu bir çağda, isyanın boyutları şimdiye kadar görülmediği kadar büyük olur. Dünya nüfusunun yarısı orada yaşıyor ve Hindistan da dahil edilirse, 2050’de küresel ekonominin yarısının burada üretilmesi bekleniyor. Yani ABD’nin bölgedeki varlığını ve niyetini belli etmek için zaman ve parasını Doğu Asya’ya kaydırdığını göreceğiz.

* Putin’in Rusya’sının son zamanlardaki yükselişi Amerika’nın başına dert açsa da önemli bir tehdit olabilmiş değil. Başkan Obama, 2014’te Rusya’yı “yalnızca bölgesel bir güç” olarak tarif ettiğinde, Rusları gereksizce tahrik etmiş olabilir ama haksız değildi. ABD hükümeti dış politika stratejistlerinin çoğu, 21.yüzyıl tarihinin Asya’da ve Pasifik’te yazılacağına ikna olmuş durumda.

*Avrupa ülkelerinin karakterleri ve yerel sosyal normları da etkilendi. Kadın hakları ve kadınların örtünmesi, kutsal değerlere hakaret kanunları, ifade özgürlükleri ve diğer birçok konu, Avrupa şehirlerinde büyük sayıda Müslüman gelmesiyle tartışmaya açık hale geldi. Voltaire’in özdeyişi, Fikirlerinize katılmasam da onları ifade edebilmeniz için canımı veririm, bir zamanlar tartışmasız bir gerçekti. Artık, birçok insanın sırf ağzından çıkanlar başkalarını gücendirdiği için hayatını kaybetmesinden sonra, bu tartışma değişti. Dine hakaretin sınırı aşma ve hatta suç işleme kapsamına alınması gerektiği de çokça konuşulan bir fikir.

* Standart Mercador haritasına bakarsanız Grönland’ın Afrika’yla aynı büyüklükte olduğunu görürsünüz ama Afrika aslında Grönland’ın on dört katıdır! ABD, Grönland, Hindistan, Çin, İspanya, Fransa, Almanya ve Birleşik Krallık’ı Afrika’ya sığdırabilirsiniz ve geriye Doğu Avrupa’nın çoğu kısmı için hâlâ yer kalır. Afrika’nın devasa bir kara parçası olduğunu biliyoruz ama haritalar genellikle kıtanın hakkını veremiyor.

*Afrika’daki bitkilerin çok azı, hayvanların daha azı evcilleştirilebiliyordu. Afrika’nın gergedanları, ceylanları, zürafaları inatla yük hayvanı olmayı reddediyorlardı. Diamond ünlü bir metninde şöyle yazar: “’Afrika orduları eğer çiftlik zürafası eti yeseydi ve arkalarında devasa gergedanlara binmiş süvarilerle korunuyor olsaydı, Avrupa’ya girerek koyun etiyle beslenip zayıf atlara binen askerleri mahveder, bambaşka bir tarih yazarlardı.” Ama ortak hikayemizde Afrika’nın önden gidişi, kıtayı günümüzde bile geri bırakan bir şeyin gelişmesi için zaman tanıdı: sıcağın etkisiyle oluşan ve kalabalık yaşamın, zayıf sağlık hizmetlerinin etkisiyle yayılan sıtma, sarı humma gibi tehlikeli hastalıklar. Dünyanın diğer bölgelerinde de benzer durumla görülse de, özellikle Sahra altı Afrika’sı HIV benzeri bu hastalıklardan çok darbe aldı ve sivrisineklerin, çeçe sineklerinin çokluğu tek başına bir sorun.

*ORTA DOĞU-Neyin ortası? Neyin doğusu? Bölge, adını bile Avrupa’nın perspektifinden alıyor, şeklini veren de zaten bu.

Osmanlı İmparatorluğu çöküşe geçtiğinde, Britanya ve Fransa farklı bir fikre sahipti. 1916’da Britanyalı diplomat Albay Sör Mark Sykes bir yağlı kalem çıkardı ve Orta Doğu haritası üzerinde kabaca çizgiler çizdi. Şu anki İsrail’in Akdeniz kıyısındaki şehri Hayfa’dan başlayan bir çizgi, kuzeydoğudaki Kerkük’te bitiyordu. Bu, Üçlü İtilaf’ın Osmanlı Devlet’ini Büyük Savaş’ta mağlup etmesi durumunda bölgenin iki güç odağına bölünmesi için Sykes’ın Fransız mevkidaşı François Georges-Picot ile yaptığı gizli anlaşmanın temelini oluşturdu. Bölgenin kuzeyi Fransız kontrolünde, güneyi Britanya hegemonyasında olacaktı.

* Uluslararası alanda tanınmış bir bağımsız ulus olmayan Kürdistan, buna rağmen, tanınan ülkelerin birçok ayrıcalığına sahip; ayrıca, bu dönemde Orta Doğuda olup bitenler de Kürdistanın ismen ve uluslararası hukuk çerçevesinde var olma ihtimalini artırıyor. Çok sorulan sorulardan bazıları: Şekli nasıl olacak? Suriye, Türkiye ve Irak, eğer kendi Kürt bölgeleri de yeni ülkeye katılmak isterler ve böylece Akdeniz’e erişimi olan bir Kürdistan yaratmaya çalışırlarsa, nasıl tepki verecekler?

* İran’ın batısında hem Avrupalı hem Asyalı olan bir ülke var. Türkiye, Arap topraklarının sınırlarında ama Arap değil. Kendi topraklarının büyük bir kısmı büyük Orta Doğu bölgesi dahilinde olmasına rağmen, buradaki çatışmalardan kendini uzak tutmaya çalışıyor. Türkler kuzey ve kuzeybatı komşuları tarafından hiçbir zaman samimi şekilde Avrupalı olarak görülmediler. Eğer Türkiye gerçekten Avrupalıysa, o zaman Avrupa’nın sınırları geniş Anadolu Ovası’nın uzak kısmında, yani Suriye, Irak ve İran sınırında bitiyor demektir.

Bu, çok az insanın kabul ettiği bir görüş. Eğer Türkiye Avrupa’nın bir parçası değilse, o zaman nereye dâhil? Ülkenin en büyük şehri olan İstanbul, 2010 Avrupa Kültür Başkent’iydi; Eurovision Şarkı Yarışması’na ve UEFA Avrupa Şampiyonası’na da katılan Türkiye, şu anki adı Avrupa Birliği olan oluşuma 1970’lerde katılım başvurusu yaptı ama topraklarının %5’i bile Avrupa kıtasına dahil değil. Birçok coğrafyacı, İstanbul Boğazı’nın batısında kalan Türkiye topraklarını Avrupa’nın parçası kabul ediyor, ülkenin kalanını ise (en geniş anlamıyla) Orta Doğu’ya dâhil ediyor.

*1920’lerde, en azından bir adam için, tek bir tercih vardı. Bu adamın adı Mustafa Kemal’di ve o, Birinci Dünya Savaşı’ndan ününü artırarak çıkan tek Türk generaliydi. Savaşı kazanan güçler Osmanlı Devleti’ni aralarında paylaşırken, Mustafa Kemal direniş güçlerinin başına geçti ve İtilaf Devletleri tarafından sunulan şartlara karşı geldi, yeni kurulan Türkiye’nin lideri olduğunda da ülkeyi modernleştirdi ve Avrupa’nın bir parçası haline getirdi. Batı’nın medeni kanunları ve Gregoryen takvim kullanılmaya başladı; İslami kamu kurumları yasaklandı. Fes giyilmesi yasaklandı, Arap yazısının yerini Latin alfabesi aldı ve hatta, Atatürk bir de kadınlara oy kullanma hakkı tanıdı (İspanya’dan iki, Fransa’dan on beş yıl önce). 1934’te soyadı kanunu çıkarıldığında, Mustafa Kemal’e “Türklerin atası”’ anlamındaki ‘Atatürk’ soyadı verildi.

*Dindar biri olan Cumhurbaşkanı Turgut Özal, 1989’da ülkenin başına geldi ve değişimi başlattı. Türkiye’yi Avrupa, Asya ve Orta Doğu arasındaki büyük bir köprü, üç bölgede de büyük nüfuz sahibi olabilecek bir güç olarak tekrar görebilmeleri için Türkleri cesaretlendirdi. Görevdeki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da benzer hedeflere sahip, hatta belki daha fazlasına, ama bunlara ulaşmak için uğraşırken onun da karşısına benzer engeller çıkıyor. Bu engeller kısmen coğrafi.

Siyaseten, Arap ülkeleri Erdoğan’ın ekonomik olarak Osmanlı İmparatorluğu’nu yeniden yaratmak istediğinden şüpheleniyorlar ve yakın bağlar kurmaktan kaçınıyorlar. İranlılar Türkiye’yi arka bahçelerindeki en önemli askeri ve ekonomik rakipleri olarak görüyorlar. İki ülke arasında asla sıcak olmayan ilişkiler, Suriye iç savaşında iki ülkenin farklı güçleri desteklemesinden dolayı daha da soğudu. Türkiye’nin Mısır’daki Müslüman Kardeşler hükümetine verdiği güçlü destek, Mısır ordusunun düzenlediği ikinci darbeyle ters tepti. Kahire’yle Ankara arasındaki ilişkiler şimdi buz gibi.

* Türkiye, akış bazen çok zararlı olabilse de tarih yazılırken önemli aktörlerden biri olmaya kararlı. Ancak, kısa ila orta vadede bu pek olası değil. Birkaç yıl öncesine dek, Türkiye de tıpkı İsrail gibi, Orta Doğu ülkelerinin demokrasiyle yönetilebileceğine kanıt olarak gösteriliyordu. Ancak, süregelen Kürt sorunu, bazı ufak Hristiyan topluluklarının yaşadığı zorluklar ve Suriye hükümetine karşı savaşan İslamcı gruplara verilen destekler, bu yoruma büyük darbeler vurdu. 2016’daki başarısız darbe girişimi, Erdoğan hükümetinin tüm muhalefet üzerinde baskı kurmasının önünü açtı. O tarihten beri 50.000’den fazla kişi tutuklandı ve yaklaşık 150.000 kişi işini kaybetti. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Yahudiler, ırk ve cinsiyet eşitliği konularındaki yorumları, Türkiye’nin giderek daha da İslamcılaşmasıyla birlikte ele alındığında, endişeleri daha da artırıyor. Ancak, Arap ülkelerinin çoğuyla kıyaslandığında, Türkiye çok daha gelişmiş bir ülke ve bir demokrasi olarak tanımlanabilir halde. Erdoğan Atatürk’ün yaptıklarının bir kısmını yıkıyor olabilir ama Türklerin Atası’nın torunları, Arapların Orta Doğu’sundaki herkesten daha özgürce yaşıyor.

* İslam, kriket, istihbarat servisleri, ordu ve Hint korkusu, Pakistan’ı bir arada tutan faktörler. Ancak bunların hiçbiri, ayrılıkçı duygular güçlendiğinde ülkenin bölünmesini engellemeyecek. Afganistan’daki ABD/NATO operasyonu ve Pakistan’ın sınır ötesi operasyonları, El-Kaide’nin Arap, Çeçen ve diğer yabancı savaşçılarını dünyanın dört bir yanına gönderdi; liderleriyse yakalanıp öldürüldü. Ama Taliban’ın kaçabilecek bir yeri yoktu -onlar Afgan ve Pakistanlılardan oluşuyorlardı-, kendilerinden teknolojik olarak ileri Amerikalılarla Avrupalılara söyledikleri doğruydu: “Kol saatleri sizde olabilir ama zaman bizde.” Üzerlerine nasıl mermiler atılırsa atılsın, yabancıların gidişini gözleyeceklerdi ve bunu yaparken Pakistan’ın içindeki unsurlardan yardım da alacaklardı. Birkaç yıl içinde manzara netleşti: Taliban mağlup edilememişti, geldikleri yer olan Peştun halkının içine geri karışmışlardı ve artık istedikleri zamanda, istedikleri yerde tekrar ortaya çıkıyorlardı.

*Kuzey Kore güçlü deli rolünü etkili biçimde oynuyor. Ülkenin dış siyaseti, genellikle Çin hariç herkesten şüphe duymak üzerine ve hatta Observatory of Economic Complexity adlı uluslararası ticaret veri tabanı web sitesine göre, Kuzey Kore ithalatının % 84,12’sini, ihracatının % 84,48’ini karşılayan Pekin bile tam güvenilir sayılmıyor. Aleyhinde birleşilmesini önlemek için, Kuzey Kore tüm dış güçleri birbirine düşürmek için çok çaba harcıyor.

Kuzey Kore yönetimi, tutsak ettiği halkına, çok güçlü, cömert ve harika bir devlet olduğunu, çok zor şartlarda ve dışarıdan gelen tüm müdahalelere rağmen ayakta kaldığını söylüyor ve kendine Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti (KDHC) diyor. Juche adlı özgün siyasi ideolojide aşırı milliyetçilik, komünizm ve ulusun kendi kendine yeterliliği temel alınıyor. Ama gerçekte, KDHC dünyanın en az demokratik ülkesi: Halk için yönetilmiyor ve bir cumhuriyet değil; tek aile ve tek parti tarafından yönetilen bir saltanat. Ayrıca diktatorya testinin tüm şartlarını da yerine getiriyor: keyfi tutuklamalar, işkenceler, göstermelik duruşmalar, çalışma kampları, sansür, terör, yozlaşma ve yirmi birinci yüzyılda başka örneği görülmeyen daha bir sürü dehşet unsuru. Uydu görüntüleri ve tanık ifadelerine göre, ülkede en az 150.000 siyasi mahkûm, devasa çalışma ve ‘yeniden eğitim’ kamplarında tutuluyor. Kuzey Kore, dünyanın vicdanında bir leke ve burada yaşanan korkulardan çok az insanın haberi var.

Pynogyang’da büyükelçilik yapmış birinden şunu duydum: “Sanki bir camın arkasından, öteyi görebilmek için camı hafifçe aralamaya çalışıyorsun ama tutabileceğin bir yeri yok:”

* Kuzey Kutup Bölgesi’nde Kanada, Finlandiya, Grönland, İzlanda, Norveç, Rusya, İsveç ve ABD (Alaska)’nın da kara parçaları var. Burası aşırı uçların yeri: Yaz mevsimlerinde bazı bölgeler 26 °C’ye kadar çıkıyor ama kışın uzun periyotlar boyunca -45 °C’nin altına iniyor.

Kargo gemileri Kuzeybatı Geçidi’nden her yıl yazın birkaç haftasında yolculuk yapabiliyor ve böylece Avrupa-Çin süresi en az bir hafta kısalıyor. Yanında buz kırıcı olmayan ilk kargo gemisi 2014’te geçiş yaptı. Nuavik adlı bu gemi, Kanada’dan Çin’e 23.000 ton nikel madeni taşıdı. Kutup rotası %40 kısaldı ve Panama Kanalı’ndan daha derin sular kullanılmış oldu. Bu da gemilerin daha fazla yük taşımasını sağladı, onları binlerce dolarlık yakıt masrafından kurtardı, sera gazı emisyonunu 1.300 ton düşürdü. 2040’ta bu rotanın her yıl iki ay boyunca açık olması, Arktik’teki ticaret bağlantılarını dönüştürmesi bekleniyor. Bu durum, Süveyş ve Panama kanallarının gelirlerini bile etkileyecektir.

* İskandinav ve İngiliz lider, Kral Knud on birinci yüzyılda deniz dalgalarına çekilmelerini emrederken, dalkavuklarına işte bu mesajı vermişti: Doğa-veya Tanrı- her insana üstündür.

İklim değişikliği gibi yeni coğrafi gerçekler, yeni fırsatlar ve zorluklar doğuruyor. Küresel ısınma, toplu göçlere neden olabilir. Maldivler ve diğer birçok ada, gerçekten de dalgalar altında kalacaksa, bu yalnızca oradan kaçanları değil, aynı zamanda iltica edilmek istenen ülkeleri de etkileyecek.

*Su savaşları da başka bir potansiyel sorun. Orta Doğu önümüzdeki yıllarda istikrarlı demokrasilere ev sahipliği yapsa bile, kaynağı Türkiye’de olan ve daha sonra Fırat’a dökülen Murat Nehri’nin suları büyük ölçüde yok olduğunda, Türkiye’nin kendi hayat kaynağını korumak için inşa edeceği barajlar yüzünden su akışı kesilen Suriye ve Irak’la aralarında savaş çıkması ihtimaller dâhilindedir.

*196l’de stratosferin en üst tabakasını delen yirmi yedi yaşındaki Sovyet kozmonot Yuri Gagarin, Vostok 1 adlı gemiyle uzaya çıktı. Ne yazık ki; Gagarin’le aynı vatanın insanı olan Kalasnikof’un ismine daha çok insan aşina.

*Yıldızlara uzandığımızda, önümüze öyle engeller çıkacak ki belki de birlikte hareket etmeden başarılı olamayacağız Evrende Rus, Amerikalı, Çinli olarak değil, insanlığın temsilcileri olarak gezmek zorunda olacağız. Ama yerçekiminin prangalarını kırmış olsak da, hâlâ kendi zihinlerimizin içine hapsolmuş, ‘öteki’ dediğimizden duyduğumuz şüphelerle ve dolayısıyla kaynakların kullanımı için duyduğumuz ilkel rekabet dürtümüzle kuşatılmış durumdayız. Hâlâ çok yolumuz var…

Derleyen ve Yazan Halit Yıldırım, (Antalya, 29.6.2020)

Share This
COMMENTS

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir