Cumhuriyet ve Sağlık Üstüne Birkaç Söz
Dün 29 Ekim idi; Cumhuriyetimizin ilanının 97. Yıldönümü. Sloganlar arkasında kaybolup giden bir milletin bir ferdi olarak, yine bol bol hamaset, herkesin kendi meşrebince yazılmış yazılar, bolca sosyal medya tebrik ve paylaşımlarıyla geçti, gitti. Oysa neredeyse 100 yıla yaklaşan Cumhuriyeti gerçek getirileriyle değerlendiren belki bir avuç yazı veya paylaşım geldi önüme. Gerçekten de bu kısır tartışmalarla ne kadar çok zaman kaybettiğimizi ve daha ne kadar çok zaman kaybedeceğimizi göremiyor mu kimse? Hele siyasetçiler? Ahh, siz de haklısınız; bu hale gelme sebebimiz tam da bu siyasetçiler ve onların şekillendirdiği bir Cumhuriyet düşmanlığı, öyle değil mi?
Her neyse, bize düşen bildiklerimizi, doğruları, tarihsel gerçekleri son nefesimize kadar söylemek, bu topluma aldıklarımızı geri verebilmek yolunda yılmadan mücadele etmek. Öyleyse tam da bugünlerin gündemi üzerinden biraz tarihe dönelim, ne dersiniz?
Bir pandemi kâbusunun içerisinde debelenip duruyor tüm Dünya. Bu hastalık korkusu ve etrafında şekillenen yeni sosyal yaşam da herkesi farklı etkiliyor. Ancak, ne olursa olsun en büyük yük elbette sağlık çalışanlarının, meslektaşlarımın sırtında. Bu yoğun çalışma temposu içinde hem moralleri hem de fiziksel güçleri bitmiş, tükenmiş durumda. Yine de aksiyon filmlerinin düşüp düşüp yeniden kalkan başrol kahramanları gibi, azimle her sabah yeniden başlıyorlar aynı sahneyi yaşamaya. Aylardır…
Bu hay-huy içerisinde herkesin aklında bir soru, “grip ve zatürre aşısı olalım mı?”. Olun tabii de bulabilirseniz. Neyse ki bu yıl geçen yıl ithal edilenden bir hayli fazla aşı ithal edilmiş ama dağıtımına Sağlık Bakanlığı el koymuş durumda. Öncelikli gruplar belirlenip, reçete karşılığı aşı dağıtımı yapılıyor bu yıl. İşin trajikomik yanı da bu aşıların son günlerdeki anti-İslami söylemler nedeniyle mallarına boykot çağrısı yapılan Fransa’dan gelmiş olması. Her neyse, bu ambargo çağrılarına hep gülmüş geçmişimdir de Devlet yöneticileri bu gülünç durumun kendilerini de komik düşürdüğünün farkındalar mı acaba?
Evet, sayın büyüklerimiz, eğer bir zamanların mucizevi ve Dünya çapındaki kurumunu önce işlevsiz hale getirip, sonra da yok etmeseydiniz hiç de bu hallere düşmezdiniz. Belki de şu anda tüm Dünya’nın arayıp bulmaya çalıştığı SARS Cov2 aşısını bulmuş ve tüm Dünya’ya dağıtıyor olurduk.
Haklısınız, Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü’nden bahsediyorum. Cumhuriyetin kuruluşunda tüm Anadolu’yu kasıp kavuran sağlık sorunlarının, salgın hastalıkların eradikasyonu (yok edilmesi) için başlatılan topyekûn sağlık seferberliğinin en önemli parçalarından biri olan o müthiş ulusal laboratuvar. Mimarisi bile çok özel olan, erken dönem Cumhuriyet Ankara’sı planlanırken görev alan yabancı mimarlardan Theodor Jost ve Robert Oerley’in eserleri, nefis bir kampüs.
Genç Türkiye Cumhuriyeti’ni kasıp kavuran Tifüs, Trahom, Sıtma, Verem başta olmak üzere pek çok hastalık eğer yok edilebilmişse, bunda Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü’nün rolünü yadsımak mümkün değil. Dünya çapında işlere imza atmış bir kurumdan bahsediyoruz. Sınırlı imkânlara sahip genç ve fakir Cumhuriyet’in yüz güldüren, mucize sağlık kuruluşu.
Neler yapmış bu kurum, bir bakalım mı? Vikipedia’dan* aynen alıntılıyorum:
• 1931: Ağız yoluyla uygulanan BCG Aşısı üretimi.
• 1932: Serum üretiminin ülke ihtiyacını karşılayacak düzeye gelmesi sonucu, dışarıdan serum ithali durduruldu.
• 1933: Simple Metodu ile kuduz aşısı üretimi.
• 1934: İstanbul Aşıhanesi’nin Enstitü bünyesine nakli ve çiçek aşısı üretimi ülke ihtiyacını karşılayacak düzeye gelmesi.
• 1942: Tifüs aşısı ve akrep serumu üretimi.
• 1948: Boğmaca aşısı üretimi. İnfluenza virüsü, New-Castle virüsü ve tavuk vebası üzerine araştırmaların başlaması.
• 1950: İnfluenza Laboratuvarı’nın Dünya Sağlık Örgütü tarafından Uluslararası Bölgesel İnfluenza Merkezi olarak tanınması, influenza aşısı üretimi.
• 1958: Frenginin modern yöntemlerle teşhisi.
• 1965: Kuru çiçek aşısı üretimi.
• 1970: Fibrinojen, albumin ve gamma globulin üretimi.
• 1983: Kuru BCG aşısı üretimi.
• 1987: AIDS Araştırma ve Doğrulama Merkezi’nin açılması.
• 1992: Kan ürünlerinin viral inaktivasyonu.
Gördüğünüz gibi, bugün ithal etmeye muhtaç olduğumuz, verdikleri kadarını nasıl dağıtacağımızı tartıştığımız grip (influenza) aşısını üretebilen bir kurumun yerinde bugün maalesef yeller esiyor. Tıpkı Sıtma Savaş ve Verem Savaş kurumlarımızın da artık bir kenara atılmış, fonksiyonu köreltilmiş olması gibi. Her şeyi “biz üretmesek de olur, satın alırız” mantığı ne acıdır ki, işte böyle muhtaç olduğunuzda sizi ele-güne el açar vaziyete getirebiliyor. “Yerli ve milli” lafını ağızlarına sakız edenlerin maalesef zikrettikleri ile icra ettikleri arasında ilişki kurmak mümkün değil.
Söylenecek söz çok ama arif olan anladı. Art niyetlilere de ne söylesen çare yok.
Cumhuriyet bir topyekûn kalkınma ve gelişme projesiydi ve çok kısa zamanda çok hızla yol alınabilmişti. Elbette kurucu iradenin büyük dirayetiyle ama tüm Türk halkının da sarsılmaz inancı ve bu yoldaki desteğiyle. Birinci ve İkinci Dünya savaş arasındaki büyük istikrarsızlık ve 1929 ekonomik krizinin gölgesinde, bir yandan Osmanlı İmparatorluğu borçlarının yükü altında ezilen, eğitimi, sermayesi, teknolojisi olmayan ve sağlık sorunları içinde darmadağın Türkiye Cumhuriyeti’nin büyük başarısı. Anlamak istemeyene anlatmak zor. Veya o günün koşullarında ne kadar da zor işler olduğuna bugünün modern Dünya’sından, baş döndürücü teknoloji ortamından bakınca burun kıvrılan bu değişim ve gelişimi (bana göre devrimi) borçlu olduğumuz nice insanı şükran duygularıyla yâd ediyorum. Hepsi de bu Dünya’daki görevlerini tamamlamış, isimleri unutulmayacaklar arasına girmiş mümtaz şahsiyetler; Nur içinde yatsınlar. Başta o büyük insanı, Mustafa Kemal Atatürk’ü, o büyük vizyoneri de saygıyla anıyorum. Tüm bu kalkınma hamlesinin merkezine de müspet ilimi ve aklı koyan o vizyon, bugün hala yıkılamayan temellerin kaynağıdır.
İyi ki Cumhuriyet var, iyi ki ona inanan ve güvenen milyonlar var bu ülkede.
Yazar Dr. Önder Cem Sezgin, Ankara, 30 Ekim 2020, Güncelleme: 30 Ekim 2022
Kaynakça: Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü – Wikipedia.org