Cumhuriyet’in 100. Yılında Sağlık: Nereden Nereye?

Cumhuriyet’in 100. Yılında Sağlık: Nereden Nereye?

Doç. Dr. Cavit Işık Yavuz’un Cumhuriyet’in 100. Yılı nedeniyle kaleme aldığı yazı. TTB-Tıp Dünyası, 17 Ekim 2023

Sağlığa bütüncül bakmadığımız, stabil bir ekosistem, sosyal adalet, eşitlik gibi koşulların gerçekleşeceği bir toplumsal yapı oluşturmadığımız sürece eşitsizliklerle yaşamaya devam edeceğiz.

Cumhuriyet’in 100. yılında Türkiye’de sağlığın nereden nereye geldiğini ve nereye doğru seyir halinde olduğunu değerlendirirken nasıl bir çerçeve çizmeli? Konuyu hangi kapsamda nereden ele almalı? Ülkenin sağlık durumunu belirli bir çerçevede değerlendirmek ve sağlık hizmetlerinin gelişimini ve değişimini ele almak belki belli ölçüde bir değerlendirme yapmak için başlangıç olabilir. Ancak teknik parametrelerin ve değerlendirmelerin ötesinde; sağlık kavramını ve sağlık hizmetlerini belirli ölçülerde sağlık politikalarıyla, ancak genel çerçevede de sistem bağlamında ele alarak yapmalı bu değerlendirmeyi.

Cumhuriyet’e giden bağımsızlık sürecinde öncesinde İçişleri Bakanlığı’na bağlı bir genel müdürlük olan Sağlık Bakanlığı, 1920’de TBMM’nin açılışından kısa bir süre sonra mayıs ayının başında ayrı bir bakanlık olarak Sıhhat ve İçtima-i Muavenet Vekâleti (Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı) adıyla kuruldu. Bu ad uzun bir süre değişmedi ve “sosyal yardım” Sağlık Bakanlığı’nın bir parçası olarak varlığını sürdürdü. Seksenli yıllardan sonra kısmen, 1988 yılında ise sosyal yardım Sağlık Bakanlığı’ndan tamamen ayrıldı. Bu ayrılış, teknik bir ayırımın ötesinde, sağlığın bütüncül kavranışının parçalanmaya başladığını göstermesi açısından da önemliydi.

Cumhuriyet ilan edildiğinde ülkede 554 hekim vardı

Kurulduğu ilk yıllarda Sağlık Bakanlığı’nın ve bağımsızlık mücadelesi veren kadroların önünde savaş koşulları bir yana, ağır sorunlar ve olanaksızlıklar da duruyordu. Savaş sadece emperyalistlere karşı verilmiyordu, sıtma ülkeyi kırıp geçiriyor, trahom, verem, lepra, frengiyle de savaşılması gerekiyordu. Cumhuriyet ilan edildiğinde ülkede 554 hekim vardı ve yaklaşık 20 bin kişiye bir hekim düşüyordu, ebe sayısı 136’ydı, 1930 yılına gelindiğinde ise hemşire sayısı sadece 202 olmuştu (1). Sağlık Bakanlığı verilerine göre 1923 yılında Cumhuriyet’in elinde 3 devlet hastanesi, 6 belediye hastanesi, 45 özel idare hastanesi, 32 özel, yabancı ve azınlık hastanesi vardı, toplam yatak sayısı 6 bin 437 idi. Bu zorlu koşullara karşın sağlık alanında büyük bir seferberlik vardı. 1920 yılında çiçek, kolera, veba, tifo ve kuduz aşıları üretiyorduk (2).

Cumhuriyet sağlık alanında ilk iş olarak sağlık hizmetlerinde örgütlenmeyi yaygınlaştırmayı, insan gücü yetiştirmeyi, bulaşıcı hastalıklarla mücadeleyi önceledi. Bu dönemde sağlık politikalarına damgasını vuran Dr. Refik Saydam; “tıp öğrenci yurtları” açarak burada tıp eğitimi alacakların neredeyse tüm giderlerinin karşılanmasını sağladı, hekim dışı sağlık personeli ihtiyacının karşılanması için kapsamlı düzenlemeler getirdi, sağlık hizmetlerinin koruyuculuğa odaklanması ve devletin bu konuda sorumluluk üstelenerek hizmeti yaygınlaştırması için sağlık örgütleri kurdu, tedavi edici hizmetleri ve hastaneleri yerel yönetimlere bıraktı ve onlara hastane yönetimi konusunda örnek olması için ülkenin farklı bölgelerinde numune hastaneleri açtı, bulaşıcı hastalıklarla mücadeleyi önceledi, trahom, sıtma, lepra ve frengi hastalıklarına yönelik özel bir yapı kurdu. 1942 yılında ölümünden sonra adının verileceği ve Sağlıkta Dönüşüm Programı döneminde kapatılan Hıfzıssıhha Enstitüsü’nü ve Hıfzıssıhha Okulu’nu kurdu.

40’lı Yıllar: Bulaşıcı Hastalıklarla mücadelede sağlanan başarı

Kırklı yıllar yeni bir büyük savaşın etkilerinin görüldüğü, bu arada da önemli gelişmelerin olduğu yıllardı. İşçi Sigortaları Kurumu’nun kurulması, verem savaş dispanserlerinin yaygınlaşması, bulaşıcı hastalıklarla mücadelede sağlanan başarı, ülke genelinde sağlık merkezlerinin kurulması, Sağlık Bakanlığı’nın tedavi hizmetlerinde de rolünü etkinleştirmeye başlayarak hastaneleri de kendine bağlaması ve yeni hastaneler açması bu dönemin öne çıkan gelişmeleriydi. Dünyada da savaş sonrası Dünya Sağlık Örgütü kurulmuş, sağlık alanındaki eşitsizlikler ön plana çıkmış, özellikle İngiltere’de devletin sağlık alanındaki rolünün eşitsizlikleri gidermede en kritik faktör olduğu vurgusuyla vergilerle finanse edilen bir ulusal sağlık sistemi kurulmuştu. Kapitalizmin ilk ve ikinci büyük krizinden çıkış stratejisinde sağlık, emeğin ertesi gün iş yapabilmesi için kritik bir faktör olarak görülmüş ve devletin rolü sağlık, eğitim, sosyal hizmet alanlarında önemsenmiş, “sosyal devlet” sahnedeki yerini almıştı. İkinci büyük savaş sonrasındaki kapitalizmin bu dönemi, yetmişlere kadar “altın çağ” olarak adlandırılacaktı.

60’lı Yıllar ‘Sosyalizasyon’

Altmışlı yıllara bir askeri darbe ile giren Cumhuriyet için sağlık açısından yeni bir dönemin kapısı açılıyordu: “Sosyalizasyon”. Dönemin Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr. Nusret Fişek’in kurduğu bu yeni ve kapsamlı sağlık hizmeti modeli, dünyadaki sağlık sistemleri hastanelere odaklanmışken dönemini aşan bir örgütlenme modeli getiriyor ve birinci basamak sağlık hizmetlerine ve koruyucu hekimliğe yöneliyordu. Bu model sağlık hizmetlerinin “sosyalleştirilmesini” öngörüyordu. Modelin ilkelerinden bazıları şunlardı: Eşit ve sürekli hizmet, entegre hizmet, kademeli hizmet, katılımlı hizmet (hizmete toplum katılımı), nüfusa göre hizmet, ekip hizmeti, basamaklı hizmet ve sevk sistemi, sürekli eğitim, alt yapı temini, planlama ve değerlendirme üst kurulları. (3,4)

Bu model ile Türkiye, Sağlıkta Dönüşüm Programı ile kapatılsa da hâlâ adı anılan sağlık ocakları ile tanıştı. Model, bir bölgenin sosyalleştirilebilmesi için tüm altyapının tamamlanmasını, diğer bir deyişle sosyalleştirmenin öncelik taşıması gerektiğini, bir bölgede bina, lojman, donanım ve personel temin edilmedikçe o bölgeye sağlık ocağı açılmamasını öngörüyordu. Sosyalizasyon, sağlığı sadece tedavi boyutuyla ele alan anlayışın çok çok ötesinde bir bütünlük içinde ele alıyor ve sadece tıbbi boyuta indirgemiyordu. İlk döneminde kırsal alanda o kadar çok benimsendi ki, gazetelerde sağlık ocağı bölgelerinde yaşayan bir halk ozanı ile yapılan bir söyleşide yer alan “Gökte Allah, yerde sosyalizon” deyimi sosyalizasyonun halktaki karşılığını anlatan bir niteleme oldu.(5) Siyasetçiler “sosyalizasyon” teriminden hiç hoşlanmadılar çağrıştırdıkları nedeniyle, oysaki sosyalizasyon, sosyal devletin ta kendisiydi. Aradan geçen yıllarda sosyalizasyon hükümetler tarafından gerektiği gibi benimsenmedi ve uygulanmadı, yaygınlaştırılması gecikti, altyapı desteklenmeden tüm Türkiye 1 Ocak 1984’te sağlık ocağı sistemine geçti. Aradan geçen yıllarda göç dinamikleri kentleri değiştirmiş, başkalaştırmış, yeni gereksinimler ortaya çıkarmıştı. Öte yandan sağlık hizmetleri, ana politik dinamiklerden etkilenen bir sürece giriyordu seksenli yıllarla birlikte.

80’li Yıllar: Yeni Liberal Politikalar

Seksenli yıllarda sağlık sistemleri alanının yeni bir yönetmeni vardı: Yetmişlerin sonunda başlayan yeni liberal politikalar. Kapitalizmin yetmişli yıllarda başlayan yapısal sorunları, bu sorunların aşılması için sağlık alanı başta olmak üzere devletin mal ve hizmet üretimindeki rolünün gözden geçirilmesi gerektiğini ifade eden bir anlayışı getirdi. Piyasaya yeni alanlar açılması gerekiyordu ve sosyal devlet bu yönde “ıslah” edilmeliydi. Bu anlayışa göre sağlık alanında özel sektör teşvik edilmeli, kamunun sağlık alanındaki rolü değiştirilmeli, kamu sağlık kurumları “piyasada rekabet edebilir” hale getirilmeliydi. Düzenlemelerin üç ana ekseni, kuralsızlaştırma, serbestleştirme ve esnekleştirmeydi. Türkiye de 24 Ocak kararlarıyla kapı ve pencerelerini bu politikalara açmıştı ve sağlık da esen yeni liberal rüzgârlarla bir neoliberal cereyanda kaldı. Bu süreç “sağlık reformu” olarak adlandırıldı.

Sağlıkta ‘Proje’ Dönemi

Seksenli yıllara Türkiye yine bir askeri darbe ile girdi. Darbeden bir yıl sonra hekimlere, kısa kesintilerle ara verilse de hala devam eden mecburi hizmet getirildi. 1987’de çıkartılan ve sağlık alanında önemli bir yasa olan düzenleme ile “kamu kurum ve kuruluşlarına ait sağlık kuruluşlarının kamu tüzelkişiliğini haiz sağlık işletmesine dönüştürülebilmesi” sağlandı (6). Dünya Bankası sağlık alanının artık önemli bir aktörüydü ve Türkiye, Dünya Bankası’ndan 1989-1997 yılları arasında “sağlık, beslenme ve nüfus” konularında projeler yapmak için toplam 239,5 milyon dolar tutarında üç kredi aldı (7). Sağlıkta “proje” dönemi başlamıştı. Hızla uygulanacak değişikliklerin tartışıldığı “Ulusal Sağlık Kongreleri” düzenlendi. Bu kongrelerde “katılımcılık” esas alınıyor gibi görünse de dile getirilen görüşlerin toplantıların sonunda yazılan dokümanlara yansımadığı itirazları yükseliyor ve toplantıda bugün aşina olduğumuz üç ana düzenleme öne çıkıyordu: “Aile hekimliği, genel sağlık sigortası ve özelleştirme” (8,9).

1993 yılında Sağlık Bakanlığı tarafından yayımlanan Ulusal Sağlık Politikası dokümanında yol haritası net idi:(10) Sağlık Bakanlığı “merkezi, operasyonel sorumluluklarını” oluşturulacak bölge yönetimlerine devredecek, kendi “asli görevlerine” dönecekti. Bu asli görevler “sektörü tek elden planlayan politikalar üreten ve denetleyen bir kurum” olarak tanımlamıştı. Yıllar sonra Sağlıkta Dönüşüm Programı uygulamaya geçtiğinde dönemin Sağlık Bakanı bu rolü “Kürek çeken değil dümen tutan bir Sağlık Bakanlığı” biçiminde tanımlayacaktı (11). Kamu hastanelerinin “özerkleşmesi sağlanacak”, “kendi kaynakları hakkında karar veren ve bu kaynakları kullanan işletmeler” haline getirilecek, hastane çalışanları, bu işletmelere “katkıları” oranında ücretlendirileceklerdi. Genel Sağlık Sigortası kurulacak, aile hekimliği sistemine geçilecekti. Yol haritası 2000 yılına kadar reformun tamamlanmasını öngörüyordu.

Sonraki yıllarda hükümetler değişse de sağlıkta reform hazırlıkları değişmiyor, yasa taslakları ardı ardına hazırlanıyor, iktidara gelen partilerden bağımsız olarak süreç devam ediyordu. Bu dönemde hazırlık aşamasında kalan süreç, 2002 sonunda AKP’nin iktidara gelmesiyle uygulama dönemine girdi. 2002’nin son aylarında kurulan AKP Hükümeti’nin Acil Eylem Planı’nda sağlık alanına ilişkin yapılacaklar dikkat çekiyordu: “Etkin ve kaliteli bir sağlık sistemi oluşturma, herkesin temel sağlık ihtiyacını özel sektörle iş birliği yaparak yerine getirme, ülkemizde sağlık hizmetlerinin yurt düzeyinde dağılımını dengeli hale getirme” hedefleri çerçevesinde, bir yıl içinde:

“- Devlet hastanesi, sigorta hastanesi, kurum hastanesi ayırımını kaldırmaya dönük çalışmalar başlatılacak,

  • Hastanelerin idari ve mali yönden özerkliğinin sağlanması çalışmaları başlatılacak,
  • Genel Sağlık Sigortası Sistemi kurulacak,
  • Aile hekimliği uygulamasına geçilecek ve sağlam bir sevk zinciri oluşturulacak,
  • Koruyucu hekimlik yaygınlaştırılacak,
  • Özel sektörün sağlık alanına yatırım yapması özendirilecektir.”

Bu plandan kısa bir süre sonra da Sağlık Reformu sürecinin yeni yol haritasını açıkladı Sağlık Bakanlığı: “Sağlıkta Dönüşüm Programı (SDP)”. SDP’de sekiz bileşen vardı:(12)

1- Planlayıcı ve denetleyici bir Sağlık Bakanlığı

2- Herkesi tek çatı altında toplayan Genel Sağlık Sigortası

3- Yaygın, erişimi kolay ve güler yüzlü sağlık hizmet sistemi

3.1- Güçlendirilmiş temel sağlık hizmetleri ve aile hekimliği

3.2- Etkili, kademeli sevk zinciri

3.3- İdari ve mali özerkliğe sahip sağlık işletmeleri

4- Bilgi ve beceri ile donanmış, yüksek motivasyonla çalışan sağlık insan gücü

5- Sistemi destekleyecek eğitim ve bilim kurulları

6- Nitelikli ve etkili sağlık hizmetleri için kalite ve akreditasyon

7- Akılcı İlaç ve Malzeme Yönetiminde Kurumsal Yapılanma

7.1- Ulusal ilaç kurumu

7.2- Tıbbi cihaz kurumu

8- Karar Sürecinde etkili bilgiye erişim: Sağlık Bilgi Sistemi”

SDP, bu çerçeve ile öncesindeki hazırlıkları sahipleniyor ve “uygulama” dönemi başlıyordu. Hastanelerde, birinci basamak ve genel sağlık sigortası ile ilgili değişikliklerin artık hayata geçme zamanıydı; sağlık hizmetlerinin piyasalaştırılmasına giden yol haritası çizilmişti. Bu yol haritası da daha önceki “proje” döneminde de olduğu gibi hekim meslek örgütü Türk Tabipler Birliği’nin (TTB) itirazları ve karşı duruşuyla karşılandı. Hükümetin kurulmasından bir yıl, SDP’nin kamuoyuna ilanından aylar sonra 5 Kasım 2003’te TTB G(ö)rev etkinliği ile hekimler ve Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası’nın (SES) desteği ile sağlık çalışanları iş bıraktı, sonra 24 Aralık 2003 ve sonra 10-11 Mart 2004’te. G(ö)rev eylemlerinde sağlık çalışanları SDP çerçevesinde atılan her adımın kazanılmış bir özlük hakkının geri kaybedilmesi ile sonuçlandığını, çalışma biçimlerinin değişimi ile iş güvencesi ve mesleki bağımsızlığın, performansa dayalı ücretlendirme ile de sağlık hizmetlerinde ekip ruhunun zedelendiğini ve çalışma huzurunun bozulduğunu, hastaların müşteri olarak görüldüğünü, “rekabet” ve “kâr” yönelimli bir sağlık sistemi oluşturulduğunu belirtiyorlardı.(13) SDP’nin etkileriyle piyasalaşmadan yana düzenlemelere sonrasındaki yirmi yıl süresince sağlıkçılar itirazlarını sürdürecek, sokak ve meydanlarda olacaklardı.

Neoliberal Kamu Sigortacılığı

Sağlık reformunun uygulama döneminde, sağlık ocakları kapatıldı, hastaneler ve sosyal güvenlik sistemi tek çatı altında toplandı, Genel Sağlık Sigorta sistemi kuruldu ve böylece “neoliberal kamu sigortacılığı” modeline geçildi.(14) Hastanelerin “idari ve mali yönden özerkleştirilmesi” için kamu hastanelerinin “Kamu Hastane Birlikleri” haline getirilerek bir Yönetim Kurulu ve Genel Sekreterlik tarafından yönetilebilmesi için yasa tasarısı hazırlandı (Tasarıya göre Yönetim Kurulu’nun üyeleri şöyleydi: İl Genel Meclisi tarafından belirlenen hukuk öğrenimi görmüş bir üye, İl Genel Meclisi tarafından belirlenen yeminli mali müşavir veya serbest muhasebeci mali müşavir bir üye, Vali tarafından belirlenen işletme, iktisat veya maliye alanında en az dört yıllık yükseköğrenim görmüş bir üye, Sağlık Bakanlığı tarafından belirlenen tıp öğrenimi görmüş bir üye, Sağlık Bakanlığı tarafından belirlenen sağlık sektöründe tecrübe sahibi ve alanında en az dört yıllık yükseköğrenim görmüş bir üye, Ticaret ve sanayi odası veya bunların ayrı kurulmuş olması halinde ticaret odası tarafından belirlenen, en az dört yıllık yükseköğrenim görmüş bir üye, İl sağlık müdürü veya aynı ilde birden fazla birlik bulunması halinde Sağlık Bakanlığı tarafından belirlenecek il sağlık müdür yardımcılarından birisi).(15) Bu hazırlık kamu hastanelerini bir şirket yönetim kurulu ve CEO yönetim yapısına dönüştürmeyi amaçlıyor ve yasa tasarısında “Hastane hizmetleri sunumunda karar verme, gelir elde etme ve harcama yapma yetki ve sorumluluklarının idari ve mali açıdan özerk kamu hastanelerine aktarılmasının zamanının geldiği” vurgusu yapılıyordu. Kamu hastanelerini “kamusal şirket” biçiminde dönüştürmeyi amaçlayan ve Meclis’e sunulan tasarı, değişikliklerle de olsa 2011 yılında bir KHK ile yürürlüğe girdi.

Hastaneler bu dönemin özel olarak eğildiği bir alandı. Hastanelerde yaşanan değişime ilişkin Dünya Bankası ve OECD’nin birlikte yazdıkları “OECD Sağlık Sistemi İncelemeleri Türkiye” başlıklı kitapta Kamu Hastane Birlikleri’ne ilişkin olarak yer verilen ifadeler değişimin yönünü ortaya koyuyor: “Pilot hastane birlikleri, sağlık personeli işe alımı ve kaynak tahsisi kararları konusunda daha fazla özerkliğe ve esnekliğe sahip olacaktır. Hastane çalışanları, artık kamu çalışanı sınıfında olmayacak ve artık sağlık sektöründe ömür boyu istihdam hakkına sahip olmayacaklardır. SB, hizmet kalitesini garanti etmekten ve hastane birliklerinin SB standartlarına uymalarını sağlamaktan sorumlu olacaktır.”(16) Bu ifadeler, değişim ile kamu hastanelerinin yönetim yapısının dönüştürerek rekabete açık sağlık işletmeleri oluşturulmasının yanında, kamudaki emek gücünün de esnekleştirileceğine, hastanelerde çalışan sağlık çalışanlarının kamu çalışanı statülerini kaybedeceklerine ve kamuda çalışma biçimlerinin de değişeceğine işaret ediyordu.

Şehir Hastaneleri

Bütün bunlarla birlikte, SDP’de sözü edilmese de şehir hastaneleri, özel sektöre kaynak aktarma mekanizması olarak 2005 yılından itibaren yerleştirilen bir başlık oldu. 2023 yılı itibarıyla sayısı 14 olan ve Sağlık Bakanlığı’na bağlı hastane yataklarının yüzde 14’ünü oluşturan şehir hastanelerine Sağlık Bakanlığı 2023 bütçesinin yüzde 15,9’unun ayrılması planlanıyor ve bu rakam bir önceki yılın neredeyse iki katı. “Kamu Özel Ortaklığı” modeliyle özel sektör konsorsiyumu tarafından yapılan ve 25 yıllığına Bakanlık tarafından “kiralanan”, çekirdek tıbbi hizmetler dışındaki tüm hizmetlerin bu özel sektör konsorsiyumuna devredildiği bu hastanelere 2023 yılı için kira bedeli olarak yaklaşık 28 milyar, hizmet alımı için de yaklaşık 19 milyar TL ödenmesi öngörülüyor.(17) Bu projelerle kamu özel ortaklığı ile yapılan şehir hastanelerinin özel sektör ortaklarının 25 yılı, her türlü mali kolaylık ile devlet garantisine alınmış oluyor.(18)

SDP’de hazırlıklar hızlı başlasa da uygulama “serbest” ilerledi. 2007 yılında “Etkili, Kademeli Sevk Zinciri” söylemi tarihe karıştı ve sevk zorunluluğu kaldırıldı, SGK’lilerin özel hastanelere de doğrudan başvurabilmesine olanak tanındı, artan sağlık ve ilaç harcamalarını frenlemek için düzenlemeler getirildi, 2011’de hastaneleri “özerkleştiren” Kamu Hastane Birlikleri 2017 yılında “çok başlılık” getirdiği gerekçesiyle kaldırıldı. Sağlık personeline “performansa dayalı ek ödeme sistemi” getirildi ve bu ek ödemeler için hastanelerin döner sermayeleri adres gösterildi. AKP Hükümeti’nin getirdiği bu düzenlemeyi, 2022 yılında AKP Genel Başkanı tarafından kurulan Hükümet’in Bakanı şöyle diyerek değiştirecekti: “Bir süredir bitkisel hayatta olan Performans Sistemi’nin fişi çekildi.”(19)

Sağlığa Bütüncül ve Kamucu bakan Sağlık Sistemine ihtiyaç var

100 yılda sağlık alanında değişen nüfus, toplumsal yapı, kentler, teknoloji, ulaşım, eğitim, ekonomi, çevre, sağlık insan gücü ve daha birçok etkiyle farklı bir yerdeyiz. Baş ettiğimiz, bertaraf ettiğimiz birçok tehdit var, başarılarımız az değil, çokça tehdit de önümüzde ve kapımızda. Sağlıkta eşitsizlikleri ele aldığımızda, mevcut kapasitemiz ve olanaklarımızla çok iyi sağlık göstergelerine sahip olabiliriz. Bunun için önceliklerimize bakmamız gerekiyor. Sağlıktan ilacı ve hastaneyi anladığımız sürece, sağlığa bütüncül bakmadığımız, sağlık için barış, barınma, eğitim, beslenme, gelir, stabil bir ekosistem, sürdürülebilir kaynaklar, sosyal adalet ve eşitlik gibi koşulların gerçekleştirilebileceği bir toplumsal yapı oluşturmadığımız sürece bu eşitsizliklerle yaşamaya devam edeceğiz. Cumhuriyet’in yüz yıllık geçmişinin ikinci yarısında sağlık, sosyal devletten uzaklaşan, sağlık hizmetlerinde küresel kapitalizmin çizdiği bir yolu tercih eden bir hatta ilerliyor. Bu yol kamu sağlık hizmetlerini piyasa dinamikleriyle ıslah etmeyi, sağlık kavramını da bu yönde şekillendirmeyi amaçlıyor. Cumhuriyet’in yüzüncü yılında sağlık alanında devletin rolü özel sektörü koruma ve kollamayla şekilleniyor, tıpkı çevre ve eğitim gibi alanlarda olduğu gibi.

Önümüzde sağlık alanında eşitsizliklerin arttığı, çevre sorunlarının ve ekolojik tahribatın yoğunlaştığı, küreselleşen sağlık tehditlerinin sıklaştığı, iklim değişikliğinin sağlığın neredeyse tüm bileşenlerini olumsuz etkilediği bir dönem olduğu düşünüldüğünde, sağlığa bütüncül ve kamucu bakan bir sağlık sistemi ihtiyacı gün be gün artıyor.

Doç. Dr. Cavit Işık Yavuz, Halk Sağlığı ve Çevre Sağlığı Uzm. TTB-Tıp Dünyası, 17 Ekim 2023

Kaynakça

(1) Öztek Z. Halk Sağlığı Kuramlar ve Uygulamalar, SSYV yayını, 2020.

(2) Sağlık Bakanlığı Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlüğü. 80. Yılda Tedavi Hizmetleri, (1923-2003) Ankara 2004.

(3) https://www.ttb.org.tr/STED/sted0301/9.html

(4) Öztek Z. Halk Sağlığı Kuramlar ve Uygulamalar, SSYV yayını, 2020.

(5) TTB. Füsun Sayek TTB Raporları/Kitapları-2011. Türkiye’de Sosyalleştirmenin 50 Yılı

(6) 3359 Sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu. Resmî Gazete Tarihi: 15.05.1987 Resmî Gazete Sayısı: 19461

(7) Soyer A. Dünya Sağlık Örgütü, Alma Ata Bildirgesi, İdeoloji vb Üzerine. Toplum ve Hekim. 2002; 17(2):111-116.

(8) Türk Tabipleri Birliği Halk Sağlığı Kolu Yürütme Kurulu. “Ulusal Sağlık Politikası Taslak Dokümanı” Hakkındaki Görüşlerimiz (Temel Noktalar). Toplum ve Hekim. 1992; 7(51): 17-18.

(9) Genel Sağlık İş Sendikası Yönetim Kurulu. I. Ulusal Sağlık Kongresinden II. sine, Türkiye Sağlıkta Üçüncü Bin Yıla Nasıl Hazırlanıyor? Toplum ve Hekim. 1993; 8(54): 40-43.

(10) T.C. Sağlık Bakanlığı Sağlık Projesi Genel Koordinatörlüğü. ULUSAL SAĞLIK POLİTİKASI Mart 1993 Ankara

(11) Öztürk O, Karcıoğlu Ö. COVID-19 Pandemisi Sürecinde Kamu Hastaneleri

(12) Öztürk O. Sağlık “Reformu”: Kazananlar Kaybedenler. Toplum ve Hekim. 2023; 38(4): 268-276.

(13) https://www.ttb.org.tr/TD/TD116/1.php

(14) Hamzaoğlu O. AKP’lİ Yıllarda Sağlık Hizmetlerinin Finansmanı: Neoliberal Kamu Sağlık Sigortası Modeli. Toplum ve Hekim. 2023; 38(3): 174-184

(15) Yavuz CI. Kamu Hastane Birlikleri Ve Hastanelerde Yapısal Dönüşüm. Toplum ve Hekim. 2015;30(1): 3-12.

(16) OECD, WB. OECD Sağlık Sistemi İncelemeleri Türkiye.

(17) Sağlık ve Soysal Hizmet Sendikası. 2023 Sağlık Bakanlığı Bütçe Teklifi Koruyucu Sağlık Hizmetlerini, İşkolu Emekçilerini Görmeyen, Halkın Sağlık Hakkını Öteleyen, Sermayeyi Esas Alan Bir Seçim Bütçesidir.

(18) Erbaş Ö. Rızayla veya zorla: Şehir Hastaneleri. Toplum ve Hekim 2017;32(6):427-431.

(19)  https://twitter.com/drfahrettinkoca/status/1558181831836663809 

Bu yazı ilk olarak Gazete Duvar’da yayımlanmıştır.

Share This
COMMENTS

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir