
Cumhuriyet’in İlanı Öncesi Yaşananlar!..
(Editör Notu: Yazarımız Av. Önder Limoncuoğlu’nu, 27 Ocak 2022 tarihinde kaybettik. Mekânı Cennet olsun. Cumhuriyetin 100. Yılını görmek ve yaşamak isterdi. Ancak, Cumhuriyetin 97. Yılında kaleme aldığı yazıda Cumhuriyet’in ilanı öncesi yaşananları ve Cumhuriyet’in ilanını kaleme almıştı. Zevkle, heyecanla okuyacağınız bir yazı…)

29 Ekim 2020 tarihinde Cumhuriyetin ilanının 97. Yılını kutlayacağız Dilerim sonsuza kadar kutlanır. KUTLU VE DAİM OLSUN….
Şu Cumhuriyet kavramıyla, Osmanlı Türk çocukları nasıl tanıştı? Size iki anekdot, unutulmasını istemiyorum. Anlatın… Yazın….
Devir II. MAHMUT devri, 1813-1838.
Askeri, İdari, hukuki, Eğitim de ve günlük yaşayışta devrim niteliğinde değişiklikler… Yeniçerilerin kaldırılışı… 5 kişiden oluşan ilk kabine…. Tapu sistemi… Danıştay ve Yargıtay’ ın kuruluşu… Müslüman çocukları için orta öğrenim okulları ve Yüksek okullar… Giysi devrimi, ceket.. fes…
Bu devrimler hep Fransa’dan alıntı… Sormuşumdur, neden diye? Yanıtım: 1789 Fransız Devrimi henüz yeni… İlk millet kavramı… Belki, II. Murat’ın ana dilinin Fransızca oluşu da… Annesi Fransız…
1827 Askeri Tıbbiye Fakültesinin açılışı. Olduğu gibi Fransız Tıp Fakültesi getirilmiş. Hocalarıyla, öğrenimiyle, kitaplarıyla ve dil Fransızca… Fransa’dan getirilen hocalar mektepte kalıyor. Anekdot:
“Uyuyamamıştım. Kütüphaneye gittim, bir kitap alıp, okuyayım diye… Bir öğrenci kandil ışığında kitap okuyor… Ayağa kalktı, kitabı uzatarak “Hocam, uyuyamadım da…”.
Okuduğu kitap,” Fransız ihtilali ve Fransız Cumhuriyeti” idi. Fransa da yayınlanmış ve fakat dikkatimden kaçmış bir kitap…
Neden, unutulmasın istiyorum? Sosyal gelişmelerde de Orijinallik yok. Fransız devrimi ile ortaya çıkan Laik Eğitim ve Milliyetçilik kavramı işte Jön Türkleri oluşturuyor. Yalnız Tıbbiye Mektebinde değil, Harbiye, Tapu/Kadastro Mektebi, Mülkiye Mektebi, kurulan İdadiler yani Liseler ve laik ve kişilikli eğitim sistemi ve okunan kitaplar…. İşte, “Cumhuriyet sözcüğü” son ümit olarak eğitilen Türkmen gençlerin farkında olduğu sözcük!
O dönemi ve eğitiminin düzeyini anlatan bir anekdot daha:
Tıbbiye Mektebi açılmış… Mollalar Başbakan diyeceğimiz Katib-i Zadeye şikâyete gelirler…
-Açtığınız Tıbbiye Mektebinde, talebeler “Allah’ı inkâr ediyorlar, her şeyi yapan tabiatmış” diyorlar…
Şikâyete aldıkları yanıt:
-Demek onlar, Allah’a Tabiat diyorlar.
Elbette, Osmanlının son ümit olarak, yeni eğitim sistemiyle yetiştirilen bu Türk/Müslüman çocukların hepsinin, okuduklarını devrimci anlayışla kavradıkları söz konusu olamaz, ne diyor Mevlana: “Anlatabildiğim, karşımdakinin anlayabildiği kadardır ”. İşte;
– Refet (Bele) Paşa’nın, Ankara Etlik’teki Kalaba’da bulunan bağ evine Mustafa Kemal yemeğe davet edilir!.. Gider!.. Yemektekiler, en yakın silah arkadaşlarıdır!.. İlk sözü Başbakan Rauf Bey alır;
– Kemal, yemek için toplandık ama, bizim seninle konuşacak bir başka konumuz var. Şimdi onu konuşacağız. Bak kardeşim, bu Meclis senden korkuyor. O yüzden, tartıştıkları konular sana kadar gelmiyor ama ben Başbakanım. Şikâyetler de bana geliyor.
– Benim neyimden korkuyorlarmış?…
– Senin bir gün, bir fırsatını yakalarsan Cumhuriyet kuracağından korkuyorlar. Dedikodular o kadar abartılıyor ki, içlerinden kimileri bir gün senin padişahı bile bu ülkeden kovacağın kaygısını taşıyor…
Bu böyle gitmez. Çık kardeşim yarın kürsüye, bunları yapmayacağına milletin önünde söz ver!..
– Peki Rauf, senin Sultan Vahdettin ile ilgili görüşün nedir?
– Benim babam, padişahın baş mabeyinliğini yaptı. Boğazında, padişahın ekmeği var. O nimet şimdi benim boğazımda. Ben, yediğim ekmeğe ihanet etmem kardeşim. Ayrıca aldığım İslam terbiyesi nedeniyle de, o bir halife olduğu için, padişaha o yönden de bağlıyım. O gibi makamlar ulvi makamlardır, senin, benim gibi kişilerin aday olabilecekleri makamlar değillerdir. Bana göre; bizim görevimiz bitmiştir. Hepimize önderlik yaptın, vatanı kurtardın, biz de senin emrinde çalıştık ama, bize göre bizim görevimiz sona ermiştir, şimdi emanetin sahibine iadesi gerekir…
– Rafet, senin görüşün ne?
– Aynen, Rauf Bey gibi düşünüyorum, Paşam”
– Ya, sen Ali Fuat?
– Biliyorsunuz, Moskova’dan henüz döndüm Paşam. Durumu pek bilmiyorum, bana birkaç gün izin verin, yanıtımı daha sonra vereyim…
Gazi, çok üzüldü!.. Yaşamında apayrı yeri olan Salacaklı Fuat bile “Ben senin yanındayım” diyememişti!..
– Benden ne yapmamı istiyorsunuz?
– Çık yarın Meclis kürsüsüne, bunları yapmayacağına söz ver…
– Verin bana bir kâğıt!..
Bağ evinde kâğıt bulamadılar. Gazi, sigara paketinin kapağını yırttı ve arkasına şunları yazdı: “Günü geldiğinde padişahla ilgili kararı, en yüce icrai organ olan TBMM verecektir!..
– Yarın Meclis’te bu metni okursam, size göre Meclis teskin olur mu? Bu endişeleriniz giderilmiş olur mu?
– Evet, çık bu metni oku.
Ertesi gün kürsüye çıktı ve bu metni okudu!..
Kurtuluşu sağladığı arkadaşlarıyla ve bu Birinci Meclis’le Cumhuriyete gidemeyeceğini anlamıştı!..
Ertesi gün, Gazi’nin 128 arkadaşı, yeni seçimlere gidilmesi için Meclis Başkanlığına önerge sunuyorlardı..
O günkü Anayasaya göre; her iki yılda bir seçim yapılıyordu. Meclis dönemini doldurmuştu.
Seçimler sonucunda gelecek olan 2. Meclis’in ne ölçüde Cumhuriyetten yana bir tavır sergileyeceğinin bir garantisi yoktu. Ama, başka çaresi de yoktu ve bu seçimlerin yapılması zorunluluğu ayrıca bir Anayasa emriydi.
Muhalif kanat ve komutanlar, bu seçimler yüzünden Mustafa Kemal’i ellerinden kaçırdıklarını anlamakta gecikmediler, “Ya gelecek Meclis, Kemalist olursa” o zaman Cumhuriyetin önüne geçilmesi katiyen mümkün olamazdı. Bunun verdiği panikle, inanılmaz bir planı uygulamaya koydular:
“Mustafa Kemal’i Meclis’e sokmayalım!”
“-Bu nasıl olabilir ki?”
“-Seçim kanununu değiştirerek”
Muhalif kanadın üç milletvekili, Samsun’dan Emin Bey, Erzurum’dan Necati Bey, Mersin’den Çolak Selahattin Bey oturdular bir “Seçim Kanunu değişiklik önergesi” hazırladılar. Şöyle ki;
1. Bundan böyle milletvekili adayı, adaylığını koyduğu yerde en az beş seneden beri oturuyor olmalıdır!..
2. Milletvekili adayının doğum yeri, Misak-ı Milli’ nin sınırları içinde olmalıdır!..
Mustafa Kemal yaşamı boyunca o cephe, bu cephe koşturmaktan, hiçbir yerde değil beş yıl, beş ay bile sürekli oturamamıştı. Selanik de Misak-ı Milli sınırları dışında kalmıştı!..
Bu önerge, TBMM Başkanlık Divanı’na verildi. Oturumu Halide Edip Adıvar’ın eşi Dr. Adnan Adıvar yönetiyordu. O da muhalefet yapan İttihatçı kanadın liderlerindendi.
– Bir önerge verilmiştir. İncelenmek üzere ilgili ihtisas komisyonuna havale ediyorum!..
– Bu önerge şahsımla ilgilidir. Ben TBMM’nin başkanıyım. Benimle ilgili bir önergeyi millet bilmek ister;
“…Bugüne kadar ne yaptıysam, Türklük adına, İslâm adına yaptığıma ve iyi şeyler yaptığıma inanıyordum… Kendi kurduğum meclisten, sayıları üç-beş de olsa milletvekilinin çıkıp da beni en doğal yurttaşlık haklarımdan, seçme-seçilme haklarımdan mahrum etmeye çalışacağını, cephelerde gırtlak gırtlağa savaştığım düşmanlarımdan bile beklemezdim…Ne yazık ki doğum yerim, bugünkü sınırlar dışında kalmış bulunuyor; ayrıca herhangi bir seçim bölgesinde de beş yıl oturmuş değilim…Ancak bilmelisiniz ki, Selanik tek kurşun atılmadan Yunan’a teslim edildiğinde ben bir başka yurt köşesini savunmak üzere Derne’de, Bingazi’de Trablusgarp cephesinde savaşıyordum… Eğer bu efendilerin dediği gibi, bir yerde beş yıl oturuyor olsaydım, o zaman Bitlis’i, Muş’u alarak Diyarbakır’a dayanan Rus’un karşısına geçip bu şehirlerimizi kurtaramazdım… O zaman Çanakkale’de, Anafartalar’da, Arıburnu’ nda olmamaklığım gerekirdi. O zaman Filistin’de, Halep’te, Suriye’de olamaz, bugünkü Suriye sınırımızı eylemli olarak çizemezdim. O zaman Sakarya’da, Afyon’da, Dumlupınar’da olamazdım. Ama eğer ben oralarda olamasaydım, korkarım bu efendilerin de doğum yerleri Misak-ı Milli’nin sınırları dışında kalırdı… Şimdi bu efendilere soruyorum: Bu efendiler seçim bölgelerindeki halkın ciddî olarak düşünce ve duygularını mı dile getiriyorlar? Yani, millet bu efendilerle aynı düşüncede midir?
Efendiler! Beni yurttaşlık haklarından yoksun kılma yetkisi, bu efendilere nereden verilmiştir? Bu kürsüden resmî olarak size ve bu efendilerin seçim bölgelerindeki halka ve bütün millete soruyorum ve cevap istiyorum.” (Bak. Nutuk, sayfa 657)
Gazi, hışımla kürsüden inmişti. Sonradan ne olduğunu ise Ord. Prof. Dr. Hıfzı Velded Velidedeoğlu, “Üç Devir” adlı kitabında çok canlı olarak anlatacaktır.
O günlerde Hukuk Fakültesi’nde öğrenci ve aynı zamanda Meclis’te Zabıt Kâtibi olarak çalışan Velidedeoğlu’nun anlatımıyla, tüm Türkiye Mustafa Kemal’ine sahip çıkmış, çuvallar dolusu çektikleri telgraflarla, onu paylaşamamışlardır.
Öneri, kabul görmemiş ve Gazi, Ankara’nın Bala ilçesinden milletvekili seçilerek, Meclis’e girmiştir.
Yıl 1923!.. Aylardan Temmuz!..
Lozan Antlaşması imzalanmış, sabah erken Başbakan Hüseyin Rauf Orbay, yanında
Meclis İkinci Başkanı Fuat Paşa (Ali Fuat Cebesoy) Çankaya Köşkündeler!..
– Hayrola Rauf! Nedir bu telaş? Hayırdır inşallah!
– Hayırdır, Paşam, hayır!
Ani bir hareketle de Gazi’nin elini öpüverdi;
– Paşam! Sivas Kongresi esnasında sana söylemiştim. Zafere kavuşalım, ülke kurtulsun, o gün ellerini öpecektim. İşte, o gün, bugün. Lozan imzalandı!”
Kahvelerini bitirdiler!.. Ayrılma zamanı gelmişti!.. Rauf Bey;
– Paşam, izninizle Sivas’a gitmek istiyorum. Biliyorsunuz benim seçim bölgem Sivas. Seçmenlerimi ziyaret etmek istiyorum.
– İyi ama, İsmet geliyor. Onu karşılayalım, şu zaferi doya, doya bir kutlayalım, sonra gene gidersin.
– Asıl sorun da zaten o, paşam. Ben artık bundan böyle İsmet’le aynı masada oturamam.
– Nedenmiş o?
– Paşam biliyorsunuz, Lozan görüşmeleri esnasında hükümet İsmet Bey’le pek uyum içinde çalışmadı. Hatta çoğu kez İsmet, müzakereleri sizinle yürüttü, hükümeti atladı. O nedenle ben, bundan böyle İsmet’le aynı ortamda olamam. Hele karşılayıcılar arasında hiç olamam…
İsmet, Dışişleri Bakanı, O’nun elini bile sıkmak istemeyen ise, Başbakandı!..
– Ama, o zaman istifa etmen gerekir.
– İstifa ettim bile Paşam!…
Elini ceketinin yan cebine soktu, daha önce hazırlayıp imzaladığı istifa mektubunu usulca Gazi’ye uzattı.
Sürpriz istifalar bununla da kalmadı. Meclis İkinci Başkanı ve bu Çankaya ziyaretinin ikinci konuğu Ali Fuat Cebesoy Paşa da istifa etti.
Mustafa Kemal Paşa’nın Harp Okulu’nun birinci sınıfından itibaren sınıf ve sıra arkadaşı olan “Salacaklı Fuat”’ın istifası, Gazi’yi çok üzmüştü. Nasıl, üzmesin ki? Aralarındaki hukuk diğerlerinden farklıydı.
Fuat, St. Joseph Lisesi mezunuydu. O nedenle Fransızcası çok iyiydi. Sivil liseden geliyor olduğu için de Harbiye’ye biraz geç katılmıştı.
Okul Müdürü Mustafa Kemal’i odasına çağırmış ve iki genci birbirine tanıştırmıştı: “Selanikli Mustafa Kemal Efendi, Salacaklı Fuat Efendi!..”
Salacaklı Fuat, Selanikli Mustafa Kemal’e emanet edilmişti. Aynı sırada oturdular. Mustafa Kemal sınıf çavuşuydu. Fransızcasını ilerletmesinde Fuat ona yardımcı oluyordu.
Ayrıca, Mustafa Kemal tüm Harbiye yılları boyunca, hafta sonlarını Fuat’ın Salacak’taki köşkünde “Evci” geçirmişti. O yüzden de diğerlerine nazaran Fuat’la çok daha yakın arkadaştılar.
Ali Fuat Paşa, Gazi’ye istifasını verirken, “Bu siyaset bize göre değilmiş Paşam, ben orduya dönmek istiyorum!” demişti.
Gitmek istediği yeri de kendisi seçmiş ve Konya’ya “2. Ordu Müfettişi” olarak gitmek istediğini bildirmişti. (24 Ekim 1923).
Oysa, rütbesi bunun için yeterli değildi. Kendisi “Mirliva” (tuğgeneral) idi. Oysa, gitmek istediği orduda “Ferik” yani daha üst rütbede komutanlar vardı. Gazi, bu arkadaşının geçmişteki hizmetlerini değerlendirerek ferik rütbesine geçmesini ve Konya’ya gitmesini sağladı
Ne var ki; Rauf Bey’le birlikte arka arkaya gelen istifalar anlamlıydı ve Mustafa Kemal’in
dikkatinden kaçmadı. Nasıl kaçsın ki! Kazım Karabekir Paşa’nın da bir süre önce istifa edip 1. Ordu Müfettişliğine gitmiş olduğu dikkate alınınca, bu istifaların planlı olduğu anlaşılıyordu.
Şimdi, 1. Ordu’nun başında Kâzım Karabekir Paşa, 2. Ordu’nun da başında Ali Fuat Cebesoy Paşa bulunuyorlardı. Bu paşalar, Başbakanlık’tan istifa eden Rauf Bey’le birlikte,
Mustafa Kemal’e muhalefet yapan kanatta yerlerini almışlardı.
Ama, bu kişiler Ankara’dan uzaklaştıklarını ve Meclis’ten ayrıldıklarını fark edemiyorlardı!..
KRİZDEN CUMHURİYET DOĞUYOR
Daha üç ay önce bağımsızlığını ilan edip, devlet kurduklarını iddia eden Türkler, şimdi bir hükümet kuramamaktadırlar. Bütün dünya dikkat kesilmiş, Ankara’yı izlemektedir.
Hükümetin toptan istifasıyla şimdi kriz daha da büyümüş, Gazi adeta yangına körükle gitmiştir. Bunun ince bir hesap olduğunu henüz kimse fark edememiştir.
Tüm yaşamı sorunları çözmekle geçmiş olan Gazi, belli ki beklediği anın geldiğine emin olmuş ve düğmeye basmıştır: Şimdi bir plan adım, adım uygulanacaktır.
Gazi Mustafa Kemal, istifa eden Başbakan Rauf Bey’in yerine, bu göreve Ali Fethi Okyar’ın seçilmesini sağlar!..
Ne var ki, Meclis’te giderek yoğunlaşan bir muhalefet yaşanır!…
26 Ekim 1923!.. Gazi, Başbakan Fethi (Okyar) Bey’i ve hükümet üyelerini Çankaya’ya
yemeğe davet eder ve bu yemekte, Başbakan Fethi Bey’den istifa etmesini ister.
” Çok yoruldun Fethi Bey, sürekli eleştiriliyorsun, lütfen çekilin. Bırakalım Meclis, istediği gibi bir hükümet kursun. Buna hiç müdahale etmeyelim. Hatta yardımcı olalım. Mademki bu hükümeti bu kadar eleştiriyorlar, o halde bakan olan arkadaşlarımız, yeni kurulacak hükümette de kendilerine görev verilirse, bu görevi kabul etmesinler. Bırakalım Meclis, bu sürekli eleştirdiği hükümetin tamamen dışından bir hükümet çıkarsın. Yalnız Fevzi Paşa bunun dışında kalsın. Eğer, O’na Genel Kurmay Başkanlığı önerilirse kabul etsin. Zira o kritik görevde değişiklik olmaz.”
Bu talimat yerine getirilir ve Fethi Bey hükümeti çekilir.
Şimdi, Meclis daha büyük bir sorunla karşı, karşıyadır. Bir bakanlık için tek bir isimde buluşamayan TBMM, şimdi 12 Bakanlık için uğraş vermektedir!.. Ama aradan üç gün geçmesine rağmen sonuç alınamamaktadır.
28 Ekim 1923!..
Gazi, Meclisten ayrılırken Kemalettin Sami ve Halil Paşa’yı akşam yemeğine köşke davet etti ve beraberinde İsmet İnönü, Meclis Başkanı Kâzım (Özalp) Paşa, Ali Fethi Okyar olmak üzere Çankaya’ya çıktı.
Köşke geldiğinde, diğer arkadaşları Ruşen Eşref Ünaydın ve Fuat Bulca’yı bir konuyu görüşmek üzere kendisini bekler durumda buldu ve onları da yemeğe alıkoydu.
Akşam yemeğine işte bu konuklarla oturdu ve yemek henüz başlamıştı ki, kısa bir süre sonra, kesin bir ifadeyle: “Arkadaşlar! Cumhuriyeti yarın ilan edeceğiz” dedi. Masadaki coşku anlatılmazdı. Kafasındaki planı tüm ayrıntısıyla açıkladı:
“Yarın Grup toplanınca, gene bir sonuç alamamış olacaklar. O zaman, Kemalettin Paşa, sen söz al, kürsüye çık ve ‘Günlerdir bir buhran içinde bocalayıp duruyoruz, bir hükümet üzerinde anlaşamıyoruz. Bütün bir dünya da bizi gözlüyor. Bu durum, ilelebet böyle gidemez. Bu grubun bir partisi, bu Meclis’in bir başkanı var. Her ikisinin de başkanı Mustafa Kemal. Çankaya’da oturuyor. O’na başvuralım, gelsin o bu sorunu çözsün!’ de, yerine otur. Ben bu davet üzerine Meclis’e gelir, çözüm önerimi sunarım”.
Neden hükümet kurulamıyordu? Çünkü mevcut sisteme göre, her bakan ayrı, ayrı oylanıyordu. Meclis’te pek çok grup vardı. O yüzden aynı isim üzerinde mutabakat sağlanamıyordu.!.. O halde Anayasa’da değişiklik yaparak bu zafiyetten kurtulup, tüm uygar dünyanın kabul ettiği evrensel seçim sistemlerine gitmek gerekirdi!..
Böyle bir rejim değişikliğini onaylamayacak ve buna muhalefet yapacak tüm lider karakterdeki kişiler, Ankara dışındaydılar. Gazi bu fırsatı çok iyi değerlendirdi!..
Sofra erken dağılır!.. Gazi sadece İsmet Paşa’yı alıkoyar. Onlar bütün gece, gerekli Anayasa değişiklik maddelerini kaleme almakla uğraşırlar.
Rejimin adının Cumhuriyet olduğuna ilişkin madde değişiklikleri yapılır, hükümetin nasıl teşkil edileceğine ilişkin maddelerde ve Cumhurbaşkanının seçimine ilişkin maddelerde gereken düzenlemeler yapılır.
Bu plan, ertesi gün aynen uygulanır.
Gazi, davet üzerine Meclis’e gelir, kürsüye çıkar ve çözüm önerisini sunmak üzere birkaç saat izin ister. Odasına geçer, Meclis’teki sözü geçen birkaç milletvekili arkadaşıyla konuşur ve nihayet kürsüye yeniden döner.
Krizin kaynağını bulduğunu ifade eder, bunun seçim sistemimizdeki aksaklıktan kaynaklandığını anlatır. Oysa, çağdaş devletlerde bu işlerin çok kolay yürüdüğünü, çünkü o ülkelerde, her bakanın tek, tek ve ayrı, ayrı oylanmadığını, tüm hükümetin tek liste halinde oylandığını, Meclis bu listeye güven göstermediği takdirde bir başka listenin hazırlanması gerekeceğini, gene seçimi yapacak olanın Meclis olduğunu anlatır. Örnekler verir ve bütün bunların olabilmesi için ise, seçim usulünü değiştirmek üzere Anayasada değişiklik yapılması gerektiğini ifade ederek, önerisini de tartışılmak üzere komisyona verip, kürsüden iner.
Böylece, konu, bir Anayasa meselesi haline dönüşmüştür! Lehinde, aleyhinde konuşmalar olur ve sonunda gereken Anayasa değişikliklerinin yapılmasına karar verilir ki, aslında bu da “Cumhuriyet” demektir. Artık, yeni Türkiye de bir Cumhurun Başkanı olacak, o Başbakanı seçecek ve hükümet listesini Başbakan hazırlayarak Cumhurbaşkanına, o da Meclis’e sunacak!.. Meclis kabul ederse de hükümet kurulacak!.. Güven oyu alamazsa, hükümet kurulmayacak!.. Ama, Bakanlar liste halinde tümüyle oylandığı için; eski sisteme göre daha kolay sonuç alınabilecek!..
İlgili komisyon gereken madde değişikliklerini ivedi olarak görüşme kararı alır ve Gazi’nin bir gece önce İsmet Paşa’ya dikte ettirdiği Anayasa maddelerini tartışır, oylar ve kabul eder.
Kısa bir aradan sonra Cumhurbaşkanı seçimine geçilir. Tek ve doğal aday olarak Gazi Mustafa Kemal, salonda bulunan 158 milletvekilinin oybirliğiyle Cumhurbaşkanı seçilir.
Tarih; 29 Ekim 1923’tür!..
Pare, pare atılan toplar Cumhuriyeti müjdeliyordu… Herkes ümit dolu ve coşkuluydu…
Halktan biri Sabit Bey’in de içi, içine sığmıyordu, yüreği ağzından fırlayacak gibiydi!
(Babam olur)
Türk Ocağı Toplantıları gözünün önüne geldi! Mırıldandı, “Egemenliğin Halk da olduğu bir Türk Cumhuriyeti ha… Sen gerçekten büyüksün…”
Bayramınız kutlu olsun!..
Yazar Av. Önder Limoncuoğlu, İzmir, 27-28-29 Ekim 2020
Not: Yazarımız Av. Önder Limoncuoğlu’ nu, 27 Ocak 2022 tarihinde kaybettik. Kendisine Allah’tan rahmet diliyoruz. Mekânı Cennet olsun. Yazılarını dikkatli, titiz ve akıcı bir üslupla yazardı. (Editör)