Devlet Baba!

Devlet Baba!

Üniversite yıllarımda birçok siyasi ile tanışma fırsatım olmuştu. Zaman zaman Ulus’taki Ulus gazetesinin bulunduğu binaya giderdim. Mahalleden tanıdığım, bu gün rahmetle andığım Orhan Araslı ile konuşur sohbet ederdim. Binanın üst katında ise Cumhuriyet Halk Partisinin merkezi vardı. Ali İhsan Göğüş ve Orhan Birgit’i de ULUS gazetesinde tanımıştım. Daha sonraları Muammer  Erten ve Hüdai Oral’ı da bir başka vesile ile tanıdım. 1960 lı senelerde siyaset meydanında birçok isimler vardı. Hafızamda iz bırakanlar Süleyman Demirel, Erdal İnönü,  Bülent Ecevit ve Necmettin Erbakan. Erdal İnönü’nün siyasete itildiğini hatırlarım. Üniversite de rektörlük yaptı. Hatta bize Quantum Fizik dersine geldiğini biliyorum.

Rahmetli İsmet İnönü, Heybeliada ASAF plajındaki tramplen platformundan denize meşhur çivileme ile atlamasında, Erdal Bey orada hiç olmazdı. Zaman zaman Ömer İnönü teknesiyle gelir, REFAH Şehitleri caddesindeki evlerinde, babasını ziyaret ederdi. Saygı ile andığım İsmet İnönü’nün evi, dünürü rahmetli Ali Sohtorik’in hemen yanında idi. Kimi zaman onların sohbetlerini dinlerdik. Refah Şehitleri caddesinin ilerisinde, Halki Palas otelinin verev karşısında  Hüseyin Necati Çiller’in kiraladığı evde, yaz ayları ÇİLLER ailesi de Heybeli Ada da kalırlardı. Ne kadar küçük bir dünyada yaşamaktayız.

Üniversite yıllarımda rahmetli Süleyman Demirel, üniversite öğrencilerinin Necati Bey caddesinde, eğitimdeki çarpıklık için, protesto yürüyüşlerine duyarsız kalmış, ‘Yollar yürümekle aşınmaz’ diye gazetecilere beyanat vermişti. Ama öğrenciler bulvar üzerine topluca yürümelerine, polis kuvvetleri karşı koymuştu. Fruko diye adlandırılan beyaz kasklı, haki elbiseli polis güçleri, ellerinde  uzun copları ile protesto eden öğrencilere acımadan saldırırlardı. Kimi zaman bu sathı müdafaa da coplandığımız olurdu. Kolumuzun, bacağımızın morardığı olmuştur.

O günlerden bu yana iktidar da bulunan hükümetlerin emrinde bulunan polis güçleri, halkın protesto gösterileri karşısında başvurdukları şiddet, bu gün daha  da şiddetlenmiş, totaliter rejimlerde olduğu gibi halkı sindirmeye yönelik hale geldiğini izlemekteyiz. Son 20 senede 22 defa değişen eğitim sistemini protesto etmek için çıkın sokağa, cop ve kalkanlara hedef olursunuz. Hayat pahalılığı konusunda, işsizlik konusunda, sağlık emekçilerinin çalışma koşullarında iyileştirme yapılmaması konusunda, temel ihtiyaçlardaki aşırı fiyat artışını ve senelerce aldatılan çalışanlara verilmeyen 3600 ek gösterge ile ‘EYT’ lilerin verilmeyen hakları için protesto yapmak, bir vatandaş hakkı değil mi?

Temel hak ve hürriyetler konusunda Anayasa ile kazanılmış protesto etme hürriyetini kim kısıtlayabilir ki? Veya hangi ülkelerde bu kısıtlama mevcut diyebiliriz? Totaliter rejimlerde hükümeti ve icraatını protesto etmeniz mümkün değildir. Anayasamızın 34 üncü maddesi açık bir şekilde ifade etmekte.

Madde 34 birinci fıkrası: ’ Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.’ 

Açık bir şekilde ifade edilen Anayasa hakkı çerçevesinde, akaryakıta bağlı olarak gıda ürünlerinde meydana gelen aşırı fiyat artışları karşısında, İzmirli ev kadınları, evdeki boş tava ve tencere ile Tek Kişilik Hükümeti protesto etmeye sokağa indiler. Ellerindeki boş tencere ve tavaların silah olabilir gerekçesi ile karga tulumba polisler tarafından engellendiler. Anlaşılan Tek Kişilik Hükümet sistemi bütün eleştirilere verdiği tepki paralelinde, pahalılık için yapılan protestoyu da sindirmek istediler.

Birkaç gün evvel bir toplantı sonrası gazetecilerin zamlarla ilgili sorularına, Cumhur’un ekranlara hitaben prompter olmadan cevap verirken, takılıp kalması, enteresan bir cümleye dönüştü. ‘ Avrupa’da, Almanya’da elektrik fiyatları kaç? Yapılan zamlar makul seviyelerde oluşmaktadır.’ Hemen araştırdım. Almanya da halk kilowattı 0.318 euro cent’ten, sanayi ise  0.225 euro cent’ten elektrik kullanmakta. Bu ülkede işsizlik fonu bulunmakta, kişi başına düşen GS milli geliri ise 55.000 dolar, Avusturya 59.000 dolar, İsviçre 76.000 dolar.  Türkiye’de ise 8.500 dolara, 12.500 dolardan son üç senede düştü. Ülkenin 75 senede kazandığı 278 adet Kamu İktisadi Kurum son 20 senede  birer birer satıldı. Elde satılacak bir şey kalmadı. Şeker fabrikaları, Eti Holding, Türk Telekom, Seka, Paşabahçe, Ereğli Demir Çelik, İskenderun Demir Çelik, Aselsan hisseleri, Petkim, Tüpraş, Türkiye Gübre Sanayi, Merinos, Sümer Holding, velhasıl elde satılacak ne varsa satıp Köprüye, Tünellere, Hava Alanlarına, ‘Uçan – Yüzen – Kışlık – Yazlık’ Saraylara  bu gelirleri harcadık. Bunlar yetmedi, Merkez bankasındaki ihtiyat akçeleri, Merkez Bankası Rezervleri,  Deprem Fonu ve İşsizlik fonunda biriken paralar, sizin anlayacağınız aklınıza gelebilecek bütün kaynaklar tüketildi.

Devlete güvenmek esastır ancak,  yine bir zamanlar‘ SÜPER EMEKLİLİK’ diye 62,500 emeklinin her birinden 4.250.000.- T.L. aldılar. Sonra ne oldu biliyor musunuz? Devlet 62,500 emekliyi dolandırdı. Paralar, amiyane tabirle, deve oldu kervanla gitti.

Şimdi soracaksınız enflasyon artışı neden engellenemiyor? Ekonomi bilimsel yönetilmezse sonucuna katlanırsınız. Aslında burada kurban edilen garip halkın kendisidir. Şimdi sıra yurdum insanının göz nuru, alın teri ile biriktirdiği ve zor günleri için bir kenara koydukları altınlara diktiler gözlerini. Saraydaki tek adam ‘Altınlarınızı bize getirin, sertifika ile teslim edin’ demekte. Hani benim yerime beşli çete ihtiyat akçelerini götürüp, Devlete teslim etsinler, benim altınıma neden göz dikersin hazret, diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.

Yazar Metin Atamer, Ankara, 14.2.2022

Share This
COMMENTS

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir