Devlet ve Sağlık Hakkı…

Devlet ve Sağlık Hakkı…

İnsanı yaşat ki Devlet yaşasın. Şeyh Edebali

Toplumdaki kişilerden bazıları sağlık yönünden daha fazla risk altındadırlar ve daha sık hastalanıp, sağlık hizmetlerine daha fazla gereksinim duyarlar. O nedenle, risk altındaki kişilerin sağlık hizmetlerini daha fazla kullanmaları doğaldır. Bu yaklaşım “herkese biraz, gereksinmesi olana (risk altındakine) daha fazla sağlık hizmeti” biçiminde ifade edilmektedir ve “risk yaklaşımı” olarak tanımlanmaktadır.

Sağlık yalnızca bireylerin konusu ve sorunu değil, toplumların ve devletlerin de sorunudur. Bir kişinin hastalığı çevresindeki kişileri de olumsuz etkileyebilir. O nedenle, bir kişinin sağlık hizmetlerine erişememesi, tedavisini yapmaması ya da kendisini hastalıklardan korumaması yalnızca onun sorunu olarak kabul edilip geçiştirilemez. Bunun tipik örneği bulaşıcı hastalıklardır. Öte yandan, bir toplumda hasta olanların çokluğu toplumsal kalkınmayı, refahı, üretkenliği de etkiler; tedavi giderlerinin artmasına, hasta kişilerin üretime katılamamaları sonucunda üretim gelirlerinin düşmesine yol açar. Yani, hastalar toplumun tamamını etkilerler; bu nedenle toplum hastalara kayıtsız kalamaz. Bir toplumun sağlık düzeyini yükseltebilmek için, aynı toplumda yaşayan kişiler müşterek sorumluluk ve dayanışma duygusu içinde birbirlerini desteklemelidirler. Ünlü Alman hekim Johann Peter Frank 1817’de tamamladığı “Sağlık Polis Hizmetleri Sistemi” adlı eserinde “kralın en büyük hazinesi halktır” diye yazıyor. Yani, devletin varlık nedeni halktır, akıllı krallar sağlıklı ve üretken bir halka sahip olmanın önemini bilirler. Sağlıklı insan üretim yapabilir. René DuBos sağlığı “işlevsel olma yeteneği” olarak tanımlamaktadır. Yani, kişi toplumsal işlevlerini yerine getirebiliyorsa ve istediği şeyi yapabiliyorsa sağlıklıdır.

1978 yılında yayınlanan Temel Sağlık Hizmetleri Bildirisinde (Alma-Ata Bildirisi), sağlık hizmetlerinin kalkınma içindeki önemi vurgulanmıştır. Bildiride, her ülkenin kalkınma planlarında temel sağlık hizmetlerinin, ulusal kalkınma ile uyumlu bir biçimde ele alınarak geliştirilmesi önerilmiştir. Bildirinin gerekçelerinin açıklandığı bölümde, ekonomik kalkınma ile sağlık düzeyi arasında çift yönlü bir ilişkinin olduğu belirtilmiştir. Yani, kalkınmışlık, toplunun sağlık düzeyinin yükselmesine yol açacağı gibi, sağlıklı bir toplum da kalkınmaya olumlu etki yapar. Disraeli’nin dediği gibi, ‘bir ülkenin ekonomisinin sağlıklı oluşu, önce halkının sağlıklı oluşuna bağlıdır’. Halkımız adaletin mülkün temeli olduğunu bilir, fakat “sağlığın da mülkün temeli olduğu” gerçeği nedense toplumda yaygın olarak ifade edilen bir kavram değildir.

Yeterli kaynak ayırmayarak insan sağlığına gereken önemi vermeyen devletler, yaşamın temel anlamını ve kalkınmanın gerçek amacını gözden kaçırmaktadırlar, O da şudur; Dünyada her şey insan içindir. Üretim de, kalkınma da insanların daha mutlu yaşamalarını sağlamak içindir. Eğer bunlar, insanı daha rahat, daha mutlu yaşatmayacak olsa, ne üretime ne de kalkınmaya gerek olmazdı. Devlet vatandaşı için vardır. Her vatandaş devletin özenli koruması ve kollaması altındadır.

Bilinmesi gereken diğer bir husus sağlık hizmetleri ile tıbbi hizmetler arasındaki ayırımdır. Sağlık hizmetlerinin hastalara verilen tıbbi hizmetlerden çok daha geniş bir kavram olduğunun ne yazık ki, ne sağlık çalışanları ve yöneticileri ne de toplum tarafından net ve aynı şekilde anlaşıldığı söylenemez. Bunun temel nedeni, sağlık hizmetlerine halâ dar ve geleneksel biyo-medikal anlayışla yaklaşılması olabilir. Oysa hastalıkların nedenlerinin yalnızca biyolojik değil, fiziksel ve sosyal etmenler olduğu, sağlık hizmetlerinin asıl hedefinin kişilerin hastalıklardan korunmaları ve toplumun sağlık düzeyinin geliştirilmesi olduğu ve bu işlerin yalnızca sağlıkçıların değil devletin işi olması gerektiği 1800’lü yıllardan buyana bilinmektedir. Örneğin, sağlıklı davranışlar konusunda eğitim yapan öğretmen, hijyenik gıda maddesi için çabalayan veteriner, temizlik imandan gelir diyen imam, tütün kontrolü yasasını çıkartan parlamento, yaşanılabilir bir çevre oluşturmanın peşinde koşan belediye başkanı sağlığa katkı yapmaktadır. Özetle, tarımdan sanayiye, eğitimden sivil toplum kuruluşlarına kadar her sektörün sağlıkla ilgili rolleri ve sorumlulukları vardır. Verem hastalığının kontrolü yalnızca aşı ve ilaç ile olamaz; verem hastalığı yetersiz beslenenlerde, sağlıksız çevrede yaşayanlarda ortaya çıktığına göre, bu etmenler çözülmeden bir ülkede verem kontrol altına alınamaz; sağlıkta eşitsizliğin temel etmeni olan yoksulluk giderilmez, gelir dağılımdaki denge sağlanamazsa eşitsizlik ortadan kaldırılamaz. O nedenle, sağlık bir devletin topyekûn işidir, sağlık hizmeti ve sağlık politikaları denildiğinde bu kavramı Sağlık Bakanlığı ile sınırlı görmek büyük bir yanılgıdır.

Kaynak:

Prof. Dr. Zafer Öztek, Halk Sağlığı Kuramlar ve Uygulamalar Kitabı, Ankara, Sağlık ve Sosyal yardım Vakfı Yayını, 2020, S. 120-121

Share This
COMMENTS

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir