Diyet!
İlk okulda kitap okumayı, bilhassa hikâye kitapları okumayı çok severdim. En favorilerim içinde Ömer Seyfettin’in hikayeleri vardı. Hatta büyük zevkle okumuştum bütün hikayelerini. Bana en çok etki eden hikayelerden biri TOPUZ’ u hiç unutmam. Bir hikayesi ise bana çok dokunmuştu, DİYET. Okurken çok duygulanmıştım. Koca Ali, çeliğe çifte su veren ender bulunan bir kılıç ustası. Elleri onun için çok önemli uzuvları idi. Tek başına dükkanında yaşayan bir çelik ustası. Ömer Seyfettin’in bu hikâyeyi anlatış şekli itibari ile o kadar akıcı bir üslubu vardı ki, kendimizi hikâyenin içinde bulurduk. Bir bakıma hikâyeyi yaşarsınız okurken. İşlemediği bir suçtan dolayı kolunun kesilmesine karar veren hâkimin bu kararına zengin bir adamın diyeti ödemesi ile kolu kurtulur. Koca Ali’nin kolu kurtulur ama diyeti ödeyen zengin adama kul olur Ali Usta. Her defasında başına kakar zengin ihtiyar, Koca Ali’ ye ‘Kolunu ben kurtardım, ne istersem yapacaksın’ der. Ancak Koca Ali böyle bir davranışa bir zaman katlansa da onuruna yediremez. Bu hikâyenin sonucunda, Koca Ali kendi diyetini kendi kolunu keserek öder.
Aslında Ömer Seyfettin hayatının bir bölümünü, diğer şair, hikâye yazarları ve bestekarlar gibi Heybeliada da geçirdiğini bilirim. Hatta Yahya Kemal Beyatlı, Nazım Hikmet, Oktay Rıfat, Mustafa (Yesari) Asım Arsoy, Orhan Veli Kanık, Sait Faik gibi değerler, bu adalarda en güzel eserlerini verdiklerini biliriz. Yesari Asım Arsoy, sinema oyuncusu Göksel Arsoy’un da amcasıdır. Yeni nesil YESARİ kelimesine, genelde, yabancı olabilir, ancak bu kelime SOLAK anlamına gelir. Heybeliada, Ömer Seyfettin gibi Hüseyin Rahmi Gürpınar’ında, Heybeliada da yaşayıp, bazı eserlerini burada yazdığını biliriz. Ödüllü edebiyatçı Orhan Pamuk ta bu adada oturur.
Yahya Kemal Beyatlı ise Heybeliada da Deniz Harp Okulunda, Nazım Hikmet’in edebiyat hocasıdır. Hatta Nazım Hikmet’in güzeller güzeli annesi Celile hanıma da aşıktır. Nazım Hikmet ve kuzeni Oktay Rıfat’a edebiyat dersi vermek bahanesi ile Celile hanımın evine sıklıkla gider. Yahya Kemal Beyatlı aslen Makedonya Skopja’lı, yani Üsküplüdür. Cumhuriyetimizin kuruluş yıllarında gerek İstanbul’da gerekse Ankara’da çeşitli görevlerde bulunmuş, ancak evlenmekten korkan bir karakter olarak bilinir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında Yahya Kemal’in aktif rol oynadığını bilmekteyiz. İlk diplomatik faaliyeti LOZAN görüşmelerine katılması ile başlar. Daha sonra Suriye sınır çalışmalarında görev alır. Daha sonraları Polonya’ya orta elçi olarak tayin edilmiştir. Unutulmayan bir şiir olan ZİL ŞAL VE GÜL‘ün yazarı Yahya Kemal Beyatlı, İspanya’da büyükelçi olarak görev yapmış değerli bir edebiyatçımızdır.
Biz hep Sessiz Gemi adlı şiirinde Yahya Kemal Beyatlı’nın ölümü anlattığını düşünürüz. Ancak bu şiir, Heybeliada’da Parlak Mehmet’in meyhanesinde, Yahya Kemal Beyatlı’nın, CELİLE hanımın dedesinin hazırladığı baloya gitmek için adadan vapurla ayrılışını konu eder. Celile hanıma gitmemesi için yalvarır Yahya Kemal, ancak Celile Hanım bu davet için adadan akşam üstü vapurla ayrılır. Bu hikâyenin sonrası daha da ilginçtir.
Zaman içinde ada da yaşayan bazı değerli futbol yıldızları ile tanıştım. Büyükada da Lefter Küçükandonyadis yaşardı, Burgaz ada ise Kadri Aytaç otururdu. Çocukken stadyumlarda futbol maçlarını izledikten sonra, benimde orta okul çağımda spor yapmaya çok merakım oldu. Bilhassa futbol oynamayı, orta okulda çok severdim. Okulun takımında oynar, lise takımları ile karşılaşırdık. Kanımca takım olarak hepimizin genç irisi bir yapımız vardı. Kayseri’de Ticaret Lisesi, Sanat Okulu, Hava Gücü gibi takımlarla futbol oynardık. Ankara da üniversite yıllarımın başlarında futbol oynama merakım devam etti ancak, bireysel sporlara da merakım gelişti. Kürek ve bisiklet sporlarının, okuduğum üniversitede başlamasına vesile olduğum için gururluyum. Bütün bu faaliyetlerim, evlilikle son bulmasına çok üzülmüştüm. Fakat son on dört sene içinde yeniden bu sefer usta yüzücüler liginde yapılan yüzme müsabakalarına katılmak, bana yeniden, hem yaşama tutunma gücü ve de sağlığımı pekiştirme imkânı verdi. Sporu sadece bir bedenin eğitimi olarak yapmak, güzel insan, ülkemizin Banisi, kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi ‘Ben sporcunun zeki, çevik ve aynı zamanda ahlaklısını severim’ anlayışına uyan bir yaklaşımım vardır. Spor, zaten hem takım oyununda hem de bireysel yarışmalarda spor olarak yapılan bir rekabettir. Birisine ödün veya diyet olarak yapılmaz.
SUUD diye adlandırdığımız ırk ikiye ayrılır. Arab-ı Baide ve Arab-ı Bakiye. Arab-ı Baide İslamiyet’ten önce Arabistan da yaşayan ve nesli tükenmiş bir ırktır. Arab-ı Bakiye ise Osmanlı döneminde, kapı kulu olarak görev bile verilmeyen, Sadece ‘Kavmi Necip’ olarak tanınan bir çöl bedevileri idi. Atatürk ortaya çıkıp ilk defa Büyük Türk Milletinin karakteri yüksektir ve Ne Mutlu Türküm Diyene, cümlelerini söyleyince, İslam’da kavmiyetçilik yoktur, diyen Araplar, bu söyleme karşı çıktılar. Ülkemin Merkez Bankasında Arapların ‘SEVAP’ fonunda külliyetli miktar para olunca, Ömer Seyfettin’in Diyet hikayesinde olduğu gibi, Türkiye’ye her istediklerini yaptıracaklarını düşündüler. Bu nedenle 2 güzide takımı Galatasaray ve Fenerbahçe takımlarının Süper Kupa final müsabakasını, SUUD-İ Arabistan’da ‘SEVAP‘ diyeti olarak oynamasına, ülkemin futbol federasyonu, dolaylı olarak ikna edildiğine inanmaktayım. Ancak sporcuların ATATÜRK resimli T-shirtleri ile idman yapmalarına ve Atatürk’ün iki önemli sözünün pankart olarak asılmasına olumsuz tepki veren SUUD-İ yetkililerin, ülkemin spor dünyasında KOCA ALİlerinin var olduğunu ve bu diyeti, KOCA ALİler kendi kolunu keserek ödeyeceklerine inanan 85 milyon halkın onların arkasında olduğunu unutmuşlar, diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.
Yazar Metin Atamer, Ankara, 2 Ocak 2023