Durdurulamayan İnsanlık-Dünyanın Hakimiyetini Nasıl Ele Geçirdik?

Durdurulamayan İnsanlık-Dünyanın Hakimiyetini Nasıl Ele Geçirdik?

* “Geçmiş olayları hatırlayabilen ve dostu düşmandan ayırmayı öğrenen birçok hayvan olmasına rağmen, geçmiş, şu an ve geleceği birbirine bağlayan bir ip üzerinde kolaylıkla gezinebilen tek hayvan BİZİZ.” Leonard SHLAIN- 2020

* “Hayatın anlamı pimi çekilmiş bir el bombası gibidir. Elden ele geçirmeyi başarırsanız paçayı sıyırırsınız!” Yuval Noah Harari

Hayatın en önemli kurallarından biri şudur: Kimsenin anlamadığı küçük değişiklikler zamanla birikir ve büyük değişimleri meydana getirir. Bu durum sadece evrim için geçerli değildir, doğadaki birçok olguda karşımıza çıkar. Kocaman bir kayanın üzerine damlayan su damlasını izlediğimizde, kayanın o küçücük damladan çok daha güçlü olduğunu düşünürüz. Su hiçbir değişikliğe yol açmadan kayanın üzerine damlar durur. Ancak aynı yere binlerce yıl sonra baktığımızda, suyun kayanın üzerinde kocaman bir delik açtığını görürüz. Her bir damla çok küçük bir fark yaratır ama milyonlarca damladan sonra, sabırla damlayan suyun kayadan çok daha güçlü olduğu ortaya çıkar. Nitekim bununla ilgili bir özdeyiş iyi bilinir: “Taşı delen suyun gücü değil, devamlılığıdır…”

İşte değişim ve devamlılık bağlamında kısa bir yakıştırmanın sırası…1940’ların kara filmlerinden “Üçüncü Adam” da Orson Welles’in meşhur bir repliği vardır: İtalya’da Borgiaların yönetiminde otuz yıl boyunca savaş, terör, cinayet, kan deryası yaşandı ama Michelangelo, Leonardo da Vinci ve Rönesans’ı yarattılar. İsviçre’de kardeş sevgisi vardı, beş yüzyıl demokrasi ve barış yaşandı, çıkara çıkara ne çıkardılar? Guguklu saat.” [1] Bu repliği Welles’in kendisinin yazdığı anlatılır. İsviçre hükûmeti söylendiğine göre, ona “Biz guguklu saat üretmiyoruz,” diye öfkeli bir mektup göndermiştir.

Bilim insanları bizim türümüzün ismini belirlerken, tabii ki son derece saygın bir Latince kelime seçtiler: Homo sapiens. Peki bu sözcükler ne anlama geliyor? Latincede “Sapiens” kelimesi “bilge” ya da “akıllı” anlamında kullanılır. Yani “Homo sapiens”, “bilge insan” demektir. Kendimize “bilge insan” demeye karar vermişiz ki bu pek de alçakgönüllü bir tercih sayılmaz. Özellikle de biz Sapienslerin diğer insan türlerinden daha akıllı olduğu kanıtlanamamışken! Ne denir ki?

İki gezegen evrende karşılaşmışlar.

İlki “Neyin var Kardeş, çok kötü görünüyorsun. Hasta mısın yoksa!” diye sormuş.

“Sorma” demiş diğeri, “Homo Sapiens’im var

“Amaaan. Üzülme!” diye teselli etmiş ilki:

“Bende de vardı. Merak etme çok çabuk geçiyorlar!”

Doğrusu, insanlar o kadar güçlü ki, tüm diğer hayvanların kaderi bizim elimizde. Aslanlar, yunuslar ve kartallar hâlâ hayatta, çünkü yaşamalarına izin veriyoruz. Dünyadaki tüm aslan, yunus ve kartallardan kurtulmak isteseydik, bunu bir sene içinde başarabilirdik. Biz insanlar aslanlar gibi kuvvetli değiliz, yunuslar gibi yüzemeyiz ve kuşkusuz kanatlarımız da yok! Öyleyse nasıl gezegenin hâkimi olabildik? Bu sorunun yanıtı, hayatınızda duyacağınız en garip hikayelerden biridir. Üstelik gerçek bir hikâye.

  • Biz kimiz?
  • Bugünlere nasıl geldik?
  • Ve karşımıza çıkan tüm engelleri aşmamızı sağlayan şey nedir?
  • Afrika savanlarından Grönland buzullarına kadar tüm dünyaya hükmeden biz insanlar, bu büyük ve gizemli gücü nasıl elde etti?

…Gibi anlamlı soruları yanıtlamaya çalışan, tüm dünyada satış rekorları kıran Sapiens kitabının yazarı Yuval Noah Harari, genç okurlar için kaleme aldığı ve ülkemizde Ekim 2022 sonunda yayınlanan “Durdurulamayan İnsanlık – Dünyanın Hakimiyetini Nasıl Ele Geçirdik? Unstoppable Us: How we took over the World?” adlı bu sürükleyici ve renkli kitabında, kendine özgü tarzını yepyeni bir kitleyle buluşturuyor.

* İlgi sahasına girenlerin kesinlikle okuduğunu zannettiğim Harari’nin halihazırda üç kitabı var.

Bunlardan ilki: Homo Sapiensde, insanın önemsiz bir maymundan nasıl dünyanın efendisine dönüştüğünü mercek altına almıştı.

İkinci kitabı “Homo Deus” da, hayatın uzun vadeli geleceğini sorgulayarak, insanların tanrı mertebesine yükselme olasılığını ve zekâyla bilincin nihai kaderinin ne olabileceğini, gözler önüne seriyordu.

Üçüncü kitabı “21 Yüzyıl İçin 21 Ders” de ise odağını güncel meselelere ve insan toplumlarının yakın geleceğine çevirmişti. Ör: Şimdi ne oluyor? Karşımızdaki en büyük zorluklar ve seçimler neler? Nelere dikkat etmeliyiz? Çocuklarımıza neleri öğretmeliyiz? Gelecekte seçimlerimizi özgür irademiz mi yoksa algoritmalar mı belirleyecek?

İşte bu son kitabının (Ekim 2022) tamamını hiç yerimden kalkmaksızın 2,5 saatte okudum ve öne çıkan birkaç paragrafı da aşağıya aktarıp sizlerle paylaşıyorum.

*Bir şempanzeyi, öldüğünde Şempanze Cennetine gitme ve yiyebildiği kadar muz yeme vaatleriyle muzunu size vermeye ikna edemezsiniz. Hiçbir şempanze size inanmaz, böyle hikayelere sadece Sapiens inanır. İşte bu nedenle zavallı şempanzeler hayvanat bahçelerine hapsolmuşken, biz dünyayı yönetiyoruz.

*İlk insanlar büyük mideli ama küçük beyinliydi. Ateşi bulup yiyeceklerini pişirmeye başladıklarında her değişti: Çiğnemeye ve sindirime daha az enerji harcayan insanlar, beyinlerini beslemek için daha fazla enerji bulabildi. Mideleri küçüldü, beyinleri büyüdü ve insanlar daha akıllı hale geldi. Fakat yine de bu değişimi büyütmemeliyiz. Evet, eski insanlar artık daha akıllıydı; aletler yaptılar, ateş yaktılar, hatta zaman zaman zebra ya da zürafa avladılar. Aslanlardan ve ayılardan daha iyi korunmaya başladılar.

* Sapiens Neandertallerden, hatta birçok başka hayvandan daha güçlü, hızlı veya cesur değildi. Sapiens bir kurtla, timsahla, şempanzeyle dövüşse, büyük ihtimalle kazanamazdı. Hatta yaşlı bir büyükanne şempanze bile, dünya boks şampiyonunu dövebilir. Kurtları korkutabilmemizin, şempanzeleri hayvanat bahçelerine hapsedebilmemizin tek nedeni, kalabalıklar halinde işbirliği yapmamız. Bir insan bir şempanzeyi dövemez ama bin insan şempanzelerin hayal bile edemeyeceği muhteşem şeyleri başarabilir.

*İnsanların neden dondurma ve çikolatalı pasta gibi sağlığa zararlı bir sürü şeyi yemek istediğini hiç merak ettiniz mi? Neden tüm zararlı şeylerin tadı bu kadar güzel? Çünkü bedenlerimiz hâlâ Taş Devri’nde yaşadığımızı sanıyor ve o zamanlar tatlı ve yağlı gıdaları tüketmek çok mantıklıydı. Atalarımızın ne süpermarketleri ne de buzdolapları vardı. Acıktıklarında ormanlarda, nehirlerde yiyecek bir şeyler ararlardı. Ve karşılarına asla bir dondurma ağacı ya da kola ırmağı çıkmazdı! Bulabildikleri tatlı yiyecekler sadece, olgunlaşmış meyveler ve baldı. Tatlı meyveleri bulduklarında yapabilecekleri en akıllıca şey, yiyebildikleri kadar çok meyveyi hızla yemekti. Bedenlerimizdeki DNA kullanma kılavuzlarında kalın harflerle, “Tatlı bir şeyler bulduğunda, mümkün olan en kısa sürede, mümkün olan en fazla miktarda ye!” yazıyor. Bedenimiz kullanma kılavuzunu okuyor ve “Hey, tatlı bir şeyler bulduk! Mükemmel! Haydi hızlıca, yiyebileceğimiz kadar çok yiyelim! Acele et! Oyalanırsak yan taraftaki babunlar bizden önce gelip hepsini yiyecek!” Aslında kullanma kılavuzunun tarihi geçti ama bedenimiz bunu bilmiyor. Bedenimiz vahşi savan yerine artık kasabalarda, şehirlerde yaşadığımızı bilmiyor. Buzdolabı ve çikolatalı pasta gibi şeylere sahip olduğumuzu bilmiyor. Artık etrafta hiç babun kalmadığını da bilmiyor.

*Eğer kötü bir şeye sebep olduysanız, genellikle başka birini suçlamaya çalışırsınız. Salonda top oynarken annenizin en sevdiği vazoyu kırdınız mı hiç? Tabii canım, vazoyu kedi kırdı! İşte aynı şekilde, bazı insanlar Avustralya’daki hayvanların neslinin, o bölgede yaşanan iklim değişikliği yüzünden tükendiğini iddia ettiler. Hava soğumuştu ve daha az yağmur yağıyordu, bu yüzden de hayvanlara yeterli miktarda yiyecek kalmadı ve sonuçta yok oldular. Şimdi, buna inanmak oldukça güç. 50 bin yıl önce Avusturalya’da iklim değişikliği yaşandığı doğru, ama bu büyük bir değişiklik değildi. Zaten bu dev hayvanlar, Avustralya’da milyonlarca yıldır yaşıyordu ve daha önceki iklim değişikliklerinde hayatta kalmayı başarmışlardı. Niçin, tam da insanlar oraya ayak bastığında ortadan kayboldular? Hadi, dürüst olalım: En makul açıklama, onları bu sona Sapiensin götürdüğüdür.

Peki eski Sapiensler ne yaptı da böylesi bir felakete yol açtı? Silah ve bombaları yoktu. Araba ve kamyon kullanmıyorlardı. Şehirler ve fabrikalar inşa etmemişlerdi. Ellerindeki tek şey taştan aletlerdi.

Fakat üç şeyi başarmışlardı:

  • İşbirliği yapıyorlardı,
  • Avlarını gafil avlıyorlardı ve
  • Ateşi kontrol ediyorlardı.

* Fransa çok uzun yıllar boyunca krallar tarafından yönetilmişti çünkü insanlar bulutların üzerindeki yüce bir tanrının, Fransa’nın bir kral tarafından yönetilmesi ve tüm Fransızların kralın emirlerine uyması gerektiğini söylediğine inanıyordu. Bunu gerçekten tanrı mı söylemişti? Büyük ihtimalle söylememiştir. Bu tamamen uyduruk bir hikayeydi. Ve Fransızlar bu hikâyeye inandıkları müddetçe, krallarına da itaat ettiler. Kral da bundan gerçekten çok keyif aldı. Peki günün birinde, kralın kızı başına gökyüzü yağından sürüp Fransa’nın yeni lideri olmak istediğini söyleseydi ne olurdu? Herkes kıza gülerdi. Derlerdi ki, “Sen Fransa’yı yönetemezsin çünkü bulutların üstündeki yüce tanrı kızlardan pek hoşlanmıyor. Bulutların üstündeki yüce tanrı bir erkek, bu yüzden de oğlanları kızlardan daha zeki ve cesur yapmış. Dolayısıyla bir kız Fransa krallığını yönetemez. Bunu sadece oğlanlar yapabilir.” İnsanlar bu hikâyeye inandığı için kızların yönetici olmasına izin vermediler. Fransa halkı tüm o saçmalıklara inanıp, yıllarca kralların tüm kokulu peynirleri alıp halkı berbat savaşlara göndermesine izin verdikleri için çok kızgındı. Bu yüzden kralı yakalayıp kafasını uçurdular. Fakat hiçbir tanrı bulutlardan aşağıya inip onları cezalandırmadı. Tarihçiler Fransızların krallara inanmayı bıraktığı bu zamana, “Fransız Devrimi” dedi.

* Toplayıcıların diyeti bizden daha iyiydi, bir fabrika işçisine göre çok daha çeşitli besinler tüketirlerdi, yetersiz beslenme ve hastalıklardan çok daha az etkilenirlerdi. Toplayıcıların iskeletlerini inceleyen arkeologlar, onların çok çeşitli besinleri tükettikleri için çok daha güçlü ve sağlıklı olduklarını keşfettiler. Bir gün kahvaltıda böğürtlen ve mantar; öğle yemeğinde meyve, yılan ve kaplumbağa ve akşam mönülerinde de ızgara tavşan ve yaban soğanı olurdu. Ertesi gün kahvaltıda balık, öğle yemeğinde yumurta ve bir sürü ceviz, akşam öğünündeyse koca bir ağaç dolusu incir yiyebilirlerdi. Çok farklı şeyler yedikleri için ihtiyaçları olan tüm vitamin ve mineralleri alırlardı. Bazı önemli vitaminler cevizde yoksa, mutlaka mantarlarda veya yılanda vardı.

* Bugün çoğu insan, biz insanların dünyadaki en önemli şey olduğuna inanıyor ama animistler tüm ruhların eşit olduğunu düşünürler. İnsanlar ağaçlardan, mamutlar ya da kurbağalardan daha önemli değildir. Dünyada herkesin bir yeri vardır ve hiç kimse tüm dünyayı yönetecek güce sahip değildir. Animistler büyük tanrılara fazla önem vermezler. Konuştukları, yakınlarındaki küçük ruhlardır. Tepenin üstündeki ceviz ağacından bir şey isteyecekseniz, tüm ağaçların tanrıçasıyla veya göklerdeki yüce tanrıyla değil, o ağaçla konuşmanız gerekir. Çok mantıklı. Aynı, kardeşinizden çikolatasını sizinle paylaşmasını rica ettiğinizdeki gibi; kardeşler tanrıçasıyla değil, kardeşinizle konuşmanız lazım!

* Sapiens tekne yapmayı öğrendiğinde, kıyıdan görebildikleri adalara kürek çektiler. Sonra daha uzak adalara ulaşana dek bir adadan diğerine geçtiler. An geldi uzaklarda başka ada göremez oldular. Yoksa burası dünyanın sonu muydu? Ama burada da durmadılar. Belki bazı cesur ve maceraperest insanlar, ufuk çizgisinin ardında saklanan başka adaların da olabileceğini söylediler. Sonunda Avustralya’ya vardılar. Bu, yaklaşık 50 bin yıl önceydi. Avustralya’ya ulaşan ilk insanların yolculuğu, tarihteki en önemli olaylardan biriydi. Colombus’un Amerika’yı keşfi veya Neil Armstrong ve arkadaşlarının Ay’a gidişinden bile daha önemliydi. İnsanların Avustralya kumsallarına ayak bastığı ilk an, dünyadaki en tehlikeli hayvana dönüştükleri andı; Dünya gezegeninin hâkimi olmuşlardı. O zamana dek insanlar, çevreleri üzerinde nispeten küçük bir etkiye sahipti ama o andan itibaren dünyayı tamamen değiştirmeye başladılar.

* Mamutların neslinin tükenmesi birçok hayvan ve bitki türünü etkiledi. Hayatın son derece önemli bir diğer kanunu şudur: hayvanlar ve bitkiler birbirine bağlıdır, dolayısıyla bir canlı türünün başına bir şey geldiğinde, diğerleri de etkilenir. Bu kanun sizin için de geçerlidir.

* Bin yıl önce balinalar, derme çatma ahşap tekneleri ve ahşap mızraklarıyla avlanan küçük balıkçı grupları tarafından avlanırdı. Balinalar bu teknelerden kaçabilir, hatta onları kırıp batırabilirdi. Ama modern çağda insanlar, yeni bir işbirliği yöntemi geliştirdi: Şirketler kurmaya başladılar. Bu şirketler demirden yapılmış büyük gemiler alır, onları okyanusu tarayan sonarlarla ve uzun menzilli güçlü silahlarla donatır. Balinalar onlardan kaçamaz, hiçbir yere saklanamaz ve gemileri batıramaz. Üstelik bir gemi batsa ve içindeki insanlar boğulsa bile şirket, yeni bir gemi alıp yeni tayfa toplar. Balinalar şirketleri batıramaz, çünkü şirketlerin varlığından bile haberleri yoktur. Kendinizi, görmediğiniz, duymadığınız, koklayamadığınız, sadece başka bir hayvanın hayal gücünde varolan bir şeyden nasıl koruyabilirsiniz ki? Şirketler her geçen gün daha fazla balina avladı ve daha çok para kazandı. Bundan 50 yıl önce mavi balinalar da tıpkı mamutlar gibi neredeyse yok oluyordu. Ne şanslıyız ki bazı insanlar neler olduğunu fark edip, balinaları korumak için harekete geçti. Onlar insan oldukları için paranın ne anlama geldiğini ve şirketlerin nasıl işlediğini biliyorlardı, böylece ne yapacaklarını da bildiler. Gazetelere mektuplar, politikacılara dilekçeler yazdılar ve protesto gösterileri düzenlediler. İnsanlara balina avcılığı yapan şirketlerin ürünlerini almamalarını söylediler ve hükümetlerden balina avcılığını yasaklamalarını talep ettiler. Bunları yapanların büyük bir kısmı henüz çocuktu.

O çocuklardan biri 11 yaşındaki Amerikalı, Kenneth Gormly’di. 1968’de bir gün, balina sürüsünün etrafını saran bir grup balıkçı teknesi gördü. Balinaların yerini tespit edip onları tuzağa düşürmek için çelik ağlar, dalgıçlar, hatta bir deniz uçağı kullanıyorlardı. Balina sürüsünde, yanında bebeğiyle bir anne balina da vardı. Anne balina yakalandıkları çelik ağı delip kaçmanın bir yolunu bulmuştu ama ağ vücudunu kesmişti, kan kaybediyordu. Bebek balina annesinin peşinden gidememiş, ağın içinde kalmıştı. Kenneth, anne ve bebeğinin birbirine nasıl seslendiğini duydu, balıkçıların bebeği tekneye nasıl çektiklerini gördü. Bebek balina ağladı, annesine seslendi, anneyse tekneyi takip etti ama bebeğini kurtaramadı.

Kenneth duyup gördüklerine çok üzüldü, eve döndüğünde tüm hikâyeyi yazdı ve yerel bir gazeteye gönderdi. Gazete hikayesini yayımladı, hatta sonra halka açık bir toplantıda okundu. Kenneth’in yazdıklarını duyan yetişkinler, balinaların nasıl acılar çektiğini, o an anladılar. Daha bir sürü makale, bir sürü mektup yazılması, protesto gösterileri düzenlenmesi gerekti, zaman aldı ama sonunda baskılar işe yaradı: Dünyanın tüm hükümetleri kanunlar çıkardı ve balina avcılığını yasaklayan anlaşmalar imzaladılar. Mavi balinalar, en azından bir süreliğine, kurtulmuştu. Ama bugün mavi balinalar ve daha birçok hayvan türü tehlike altında. Kendilerini koruyamazlar. Gazetelerde makaleler yazamaz, mektuplar gönderemez veya hükümetlere baskı kuramazlar. Siz yapabilirsiniz. Şirketlerin nasıl çalıştığını anlayıp, sosyal medyada etkileyici bir hikâyenin nasıl yazıldığını veya nasıl protesto gösterisi düzenlendiğini öğrenirseniz, balina ve diğer hayvanları kurtarmaya yardım edebilirsiniz. Balinaların bakış açısından, siz neredeyse bir sürü muhteşem şey yapabilen bir süper kahraman olursunuz.

Dipnot:

[1] Nick Lane -Yaşam Neden Var? The Vital Question?

Yazar Halit Yıldırım, Antalya, 3 Aralık 2022

Share This
COMMENTS

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir