Düşünce Tarihi – 10 (Tek’lik / Bir’lik” anlayışı; Hermes-İdris Peygamber; Kabala; Simya İlmi; Newton; Gnostisizm)

Düşünce Tarihi – 10 (Tek’lik / Bir’lik” anlayışı; Hermes-İdris Peygamber; Kabala; Simya İlmi; Newton; Gnostisizm)

Batı’da da “Ezoterik öğreti” dediğimiz “Tek’lik=Bir’lik” anlayışının etkin olduğu oluşumlar vardır. Hadi, şimdi İlkçağ’dan başlayarak Batı’nın da “Ezoterik öğreti” dediği “Tek’lik=Bir’lik” görüşünü savunan düşünürleri kısaca görelim!.

Hermes = İdris Peygamber

İnsanlar Ölümlü Tanrılar, Tanrılar Ölümsüz İnsanlardır. M.Ö. 3000 yıllarında Eski Mısır döneminde bir başrahip vardır! Adı Hermes! Eski Yunanlılar kitaplarında, bu kişiden “Üç Kere Büyük Hermes” anlamında “Hermes Trismegistus” olarak söz ederler.

Hermes’ten, Tevrat‘ta da ve Kuran’da da söz edildiğini görüyoruz,  Tevrat’ta Enoch adında gizemli bir peygamber olarak zikredilen, Kuran-ı Kerim’de İdris Peygamber olarak anılan, Bahaî metinlerinde Hermesi Elvah olarak belirtilen, kadim Mısır bilgilerinde Toth diye bahsedilen, Eski Yunanda Hermes Trismegistus olarak belirtilen kişinin aynı kişi olduğu yaygın olarak kabul edilir.

İşte, bu rahip Hermetika adlı kitabında ilk defa “Tek Tanrı’dan” söz eder ve “Tüm evrenin Tanrı’nın görüntüsü ve her şeyin ondan bir parça olduğunu” söyler!..

İslam anlatılarında, ilk göğe çekilen peygamber olarak İdris Peygamber kabul edilir. ”Göğe çekilme; Tanrıyla bütünleşmek ve fiziki olarak da, orada ve yerde var olmak” anlamındadır.

İdris Peygamber; “İnsanlar ölümlü Tanrılardır, Tanrılar ölümsüz insanlardır” deyişiyle de ünlüdür! İdris Peygamberin kitabı olan Hermetika da ki dizelerden birkaçı şunlardır;

“Haydi dinleyin çamurdan insanlar!

Bir an düşün, nasıl oluştuğunu ana rahminde.

Aklına getir o usta işçiliği ve ara o sanatçıyı, böyle güzel bir görüntüye şekil veren.

Kim çizdi göz yuvalarını?

Kim açtı burun deliklerini, kulaklarını ve ağzını?

Kim uzattı sinirlerini ve sıkıca bağladı?

Kim yaptı kemiklerini ve etini deriyle örttü?

Kim ayırdı parmaklarını ve düzleştirdi tabanlarını?

Kim hazırladı kalbini ve boşluklar bıraktı ciğerlerinde?

Kim görünür kıldı güzelliğini ve sakladı bağırsaklarını içeride?

Kaç çeşit beceri kullanıldı ve kaç tane sanat eseri yaratıldı oluşturmak için bir insanı?

Gözlerinle görmek için O’nu, mükemmel düzenine bak!

Eski Yunan yazarlarına göre, Hermes’in bu görüşü, Eski Mısır’ın Teb ve Memphis şehirlerinde ki tapınaklarında öğretiliyordu.

Bu tapınaklara kabul edilenler, “İnisiyasyon” denilen ayinlerde, geçmiş yaşamda edindikleri şartlandırılmalardan arındırılıp, bu yeni anlayışın içinde yeni bir yaşama başlıyorlardı!

(İnisiyasyon, adayın geçmiş yaşamını terk edip, ezoterik anlayış içinde, toplulukta yeniden yaşama başlamasıdır.)

Hermetik düşünce, sadece Mısır ve Mısır dinini değil, bütün insanlığı etkilemiştir!  Kabalist anlayış, Simya geleneği, Yeni Plâtonculuk, Rönesans, Hıristiyan Gnostizm’i, Reform hareketleri ve İslam’daki mistisizm, Tasavvufi anlayış, Rafizilik, Mutezile, İsmaililik gibi tasavvuf düşüncesinin temelleri ve Pagan rahiplerin mistisizmi Hermetik metinlere dayanır.

İlmi Nücün (astroloji), İlmi Simya ve İhvan-ı Safa risalelerinin çoğunluğu Hermetik metinlerle doludur.  İhvan-ı safa için, 12. yüzyılda yazılmış Arapça el yazması risaleler kitabı

***

Kabalist Anlayış

Kabala, Tevrat’ın ortaya çıkışından çok daha eski bir tarihte oluşturulmuş bir anlayıştır. Kabala için, “Eski Mısır’dan Yahudiliğe devrolan öğreti” de derler.  Bir başkaları ise Kabala’yı; “Kötülüklerle ilgilenmenin yolu ve semboller yoluyla psikolojik dünya üzerinde güç kazanmanın tehlikeli bir sanatı ve büyüye dayalı bir formudur” diye de tanımlar.

Kabala’nın en önemli bölümü, “Evren’in Oluşumuna” ilişkin kuramıdır. Bu kuram, tek tanrılı dinlerde benimsenen yaratılıştan pek farklıdır.

Kabala’ya göre; yaratılışın başlangıcında, “Daireler” ya da “Yörüngeler” anlamına gelen ve “SEFİROT” olarak anılan, hem özdeksel (maddî) hem de tinsel (manevî) nitelikli oluşumlar meydana gelmiştir. Bunların toplam sayısı 32’dir; ilk 10 Güneş Sistemi’ni, diğerleri ise uzaydaki öteki yıldız kümelerini temsil ederler. İşte, Kabala’nın bu savı, eski astrolojik inanç sistemleriyle yakın bir bağlantısının bulunduğunu ortaya koyar… Böylece Kabala, Yahudi dininden bir haylice uzaklaşır; Doğu’nun eski gizemci inanç sistemleriyle çok daha bağdaşır.

Bu etkilenmeyi de doğal karşılamak gerekir. Çünkü Yahudiler çok uzun bir süre Eski Mısır’da, hem de Firavunların baskısı altında, köle gibi yaşamışlardır. (Kutsal Kitaplara göre)

Yahudilerin o dönem yaşantılarını ve İsrailoğulları’nın Hz. Musa önderliğinde Eski Mısır’dan çıkarak, Firavun zulmünden kurtulmaları Kuran’da ayrıntılı anlatılır. Hatta Kuran’ın bir önemli bölümünü Yahudi Tarihi oluşturur.  Bir Alıntı:

“İsrailoğulları’nı denizden geçirdik. Putları önünde bel büküp eğilmekte olan bir topluluğa rastladılar. Musa’ya dediler ki: “Ey Musa, onların ilahları gibi, sen de bize bir ilah yap.” O: “Siz gerçekten cahillik etmekte olan bir kavimsiniz” dedi. Onların içinde bulundukları şey (din) mahvolucudur ve yapmakta oldukları şeyler de geçersizdir. (Araf Suresi, 138-139)” “Bunun üzerine Musa, kavmine oldukça kızgın, üzgün olarak döndü. Dedi ki: “Ey kavmim, Rabbiniz size güzel bir vaad de bulunmadı mı? Size (verilen) söz (ya da süre) pek uzun mu geldi? Yoksa Rabbinizden üzerinize kaçınılmaz bir gazabın inmesini mi istediniz de bana verdiğiniz sözden caydınız?”

Dediler ki: “Biz sana verdiğimiz sözden kendiliğimizden dönmedik, ancak o kavmin (Mısır halkının) süs eşyalarından bir takım yükler yüklenmiştik, onları (ateşe) attık, böylece Samiri de attı. Ve ateşten onlara böğüren bir buzağı heykeli döküp çıkardı, “İşte, sizin ilahınız ve Musa’nın ilahı budur; fakat (Musa) unuttu” dedi. (Taha Suresi, 86-88)”

“Ey Musa, biz Allah’ı apaçık görünceye kadar sana inanmayız” dediler. (Bakara Suresi, 55)

Kuşkusuz, tüm Yahudiler için aynı şey söylenemez, ama aralarından bazıları Mısır’ın putperest kültürünü yaşatmış, dahası bu kültürün temelini oluşturan Mısır rahiplerinin (Firavun büyücülerinin) öğretilerini sürdürmüş, bu öğretileri Yahudiliğin içine sokarak onu tahrif etmişlerdir. Eski Mısır’ın materyalist, büyüye dayalı ezoterik öğretilerini devralan Yahudiler, Tevrat’ın bu konudaki yasaklamalarını tamamen göz ardı ederek, diğer putperest kavimlerin büyü ritüellerini de benimsemişler ve böylece Kabala, Yahudiliğin içinde ama Tevrat’a göre farklı bir mistik öğreti olarak gelişmiştir.”

İngiliz yazar Nesta H. Webster “Ancient Secret Tradition” (Antik Gizli Gelenek) adlı makalesinde, bu konuyu şöyle açıklar:

“Büyücülük, bildiğimiz kadarıyla, Filistin’in İsrailoğulları tarafından işgal edilmesinden önce, Kenanlılar tarafından uygulanıyordu. Mısır, Hindistan ve Yunanistan da kendi kâhinlerine ve büyücülerine sahipti.

Musa Yasası’nda (Tevrat’ta) büyücülük aleyhinde yapılmış lanetlemelere karşı, Yahudiler, bu uyarıları göz ardı ederek, bu öğretiye kendilerini bulaştırdılar ve sahip oldukları kutsal geleneği, diğer ırklardan aldıkları büyüsel düşüncelerle karıştırdılar. Aynı zamanda Yahudi Kabalasının spekülatif yönü, Perslerin büyücülüğünden, Neo-Plâtonizm’den ve Yeni Pisagorculuk’ tan etkilendi. Dolayısıyla, Kabala karşıtlarının, Kabala’nın saf bir Yahudi kökenden gelmediği şeklindeki itirazlarının haklı temeli vardır.

Kuran’da bu konuya işaret eden bir ayet bulunmaktadır.  “Ve onlar, Süleyman’ın mülkü (nübüvveti) hakkında şeytanların anlattıklarına uydular. Süleyman inkâr etmedi, ancak şeytanlar inkâr etti. Onlar, insanlara sihri ve Babil’deki iki meleğe Harut’a ve Marut’a indirileni öğretiyorlardı. Oysa o ikisi: “Biz, yalnızca bir fitneyiz, sakın inkâr etme” demedikçe hiç kimseye öğretmezlerdi. Fakat onlardan erkekle karısının arasını açan şeyi öğreniyorlardı. Oysa onunla Allah’ın izni olmadıkça hiç kimseye zarar veremezlerdi. Buna rağmen kendilerine zarar verecek ve yarar sağlamayacak şeyi öğreniyorlardı. Ant olsun onlar, bunu satın alanın, ahretten hiçbir payı olmadığını bildiler; kendi nefislerini karşılığında sattıkları şey ne kötü; bir bilselerdi. (Bakara Suresi, 102)”

Kabalizmde her şey gizli semboller ve işaretlerle anlatılır. Aşağıdaki tablolar gizemli anlatımın birer örneğidir.

***

Simya İlmi veya Simyacılık

Eski yıllar da; “Değersiz maddeleri altına çevirme, bütün hastalıkları iyileştirme ve hayatı sonsuz biçimde uzatacak ölümsüzlük iksirini bulma” uğraşlarına Simya, bu işle uğraşanlara Simyager ya da Simyacı denirdi.

Simyacılığın bilinen geçmişi; M.Ö. 2500 yıllarına gider. Mezopotamya’da, Eski Mısır’da, İran’da, Hindistan ve Çin’de ve Klasik Yunan döneminde Yunanistan’da, Roma İmparatorluğu’ nun hüküm sürdüğü coğrafyada, önemli İslam başkentlerinde Simya mesleği ağırlık kazanır!..

Bu mesleğin özüne baktığımızda, ünlü bir Simyacı da olan Hermes Trismegistus’un bir felsefi/Spiritüel sistemi olan Hermetizm ile Simya’ nın yakından bağlantılı olduğunu da görürüz!.. Hatta, 17. yüzyılda bile Simya ve Hermetizm, o yüzyılın önemli bir Ezoterik ekolü olan “Gül-haçlıların” doğuşunda etkili olmuştur.

Bazı yazarlar Simya’ ya, doğanın araştırılması da derler.  Halk, Simyacıları kimi zaman kaçık, ya da şarlatan olarak, zaman zaman da büyücü olarak nitelemiştir.

O yıllar için; “Kurşunu altına çevirmeye çalışmaları, Evrenin dört elementten (toprak, hava, su ve ateş) oluştuğuna inanmaları ve zamanlarının büyük çoğunluğunu mucize ilaçlar, zehirler ve sihirli iksirler hazırlamaya çalışmaları” sebebiyle, insanların bu yargıya varmaları doğaldır.

Ancak, Simyacı olarak bilinen, önemli bilim adamları da vardır. Örneğin, Newton ve Robert Boyle’nin Simyacı olduğu bilinmektedir.

Sonuç olarak; “Simyacılar, madenleri altına çevirecek olan, hem de ölümsüzlük iksiri yaratılmasında kullanılacak efsanevî bir madde olan “Felsefe Taşını (philosopher’s stone)” bulamadılar ama onu ararken; “Barutu keşfettiler, madenleri test ve rafine ettiler, metaller üzerinde çalışmalar yaptılar ve mürekkep, kozmetik, boya üretimi, deri boyanması, seramik ve cam üretimi, likör ve esans üretimi ve benzerlerini keşfettiler!”

Ne var ki; Simyacıların işleri ve hedefleri “Maddenin fiziksel (kimyasal) boyutları” iken, bu kişiler elde ettikleri sonuçları metafizik yorumlarla ortaya koymuşlardır!

Gizlilik duygusu içinde, Hıristiyan ve pagan mitolojisi, astroloji, Kabala ile diğer Mistik ve Ezoterik sembolleri kullanmışlardır. Kısaca; “Hermes Trismegistus’a dayanan ezoterik sembolleri anlayabilmek için, o sembolleri anlayabilecek inisiyatik eğitimden geçmiş olmak gerekir” savı, burada da ön plana çıkmıştır.

***

Newton

Cisimlerin kütleleri ne olursa olsun, birbirlerini eşit şiddette ve ters yönde çekerler.” “Tanrı eserleri aracılığıyla bilinir” deyişi Newton’dan! Bu onun “İlahiyat” yanı!.. O “Simyacılardan da” biri. Hani, şu “Bakırı/Altın” yapmağa, “Felsefe Taşını=Ölümsüzlüğü” yakalamaya çalışanlardan!

24 Aralık 1642 de, İngiltere’nin Grantham şehrinin yakınlarındaki Woolsthorpe’da bir erken doğum sonucu dünyaya geldi. Newton oldukça zayıf bir çocuktu ve hatta ilk günlerinde hayatta kalacağı beklenmiyordu. 12 yaşında Grantham’da King’s School’da (Kralın Okulu) eğitime başladı ve 1661’de bitirdi ve1661 yılında Cambridge’de Trinity College’e girdi. Hem okulda çalışıyor, hem de okuyordu.

O tarihte, Cambridge’de, “Copernicus ve Kepler’in teorileri göz ardı ediliyor, Galileo’nun çalışmaları tanınmıyordu ve Aristoteles felsefesi” hâkimdi. Latince ve Antik Yunanca’yı Cambridg de öğrendi.  Bu dönemde Galileo ve Kepler’in eserleri ile tanıştı ve oldukça etkilendi.  Ayrıca, Descartes, Gassendi, Hobbes ve özellikle Boyle’ın felsefi çalışmalarını okudu. Fikirlerini yazdığı; “Quaestiones Quaedam Philosophicae (Bazı Felsefi Sorular) adlı defterinin başına Latince şu notu düşmüştür:

“Platon arkadaşım, Aristoteles arkadaşım, ama en iyi arkadaşım gerçek.” 1665 Ağustos’ta, Londra’da başlayan veba salgını nedeniyle Cambridge kapatıldı ve Newton, 1667 Mart’a kadar Woolsthorpe’taki çiftlikte kaldı  Çiftlikte geçirdiği bu iki sene oldukça verimliydi ve bu dönemde kütle çekimi üzerinde düşünmeye başlamıştı. Çiftlikteki çalışmalarında diferansiyel ve integral hesaplamalarının temelini attı.

Newton’a ilham kaynağı olan elmanın düştüğü ağaç, geçmişte alan, yay uzunluğu, tanjant bulma gibi eskiden kullanılan yöntemleri diferansiyel hesaplamayı temel alarak birleştirdi.

Çiftlikte karanlık bir odada; “Güneş ışığını bir prizmaya tutarak ışık tayfı oluşturmuş ve beyaz ışığın tek başına bir birim olmadığını” fark etmiştir. 1667’de Newton Üniversitesi tekrar açılınca Cambridge’e geri döndü ve iki yıl sonra Matematik Profesörü oldu. Newton, yaklaşık 30 yıl Cambridge’de kaldı ve mektuplar yoluyla diğer bilim insanları ile konuşarak tek başına çalışmalarına devam etti.

Bu yıllar boyunca en büyük eseri olan Principia kitabını hazırladı ve tamamladı. Işık ile ilgili çiftlikte yaptığı deneyler sonucu mercekli teleskopların kusurlar yarattığını fark etti ve kendisi bir yansıtmalı teleskop geliştirdi. 1668’de bu teleskop ile bilim dünyasının ilgisini çekti ve 1672’de Royal Society’nin üyesi oldu.

Principia’nın ilk basımı (1687) Newton tarihin en önemli bilim eserlerinden biri olan; “Philosophiæ Naturalis Principia Mathematica (Doğa Felsefesinin Matematiksel İlkeleri)” kitabını Latince yayınladı. Kitapta; ispatlar geometri ile yapılmış, “Evrensel kütle çekimi açıklanmış ve cisimlerin kütleleri ile doğru orantılı, mesafeleri ile ters orantılı birbirlerini çektiklerini” açıklamıştır. Kitap, Newton tarafından üç ana bölüme ayrılmıştır;

Birinci bölümde; “Galileo’nun deneylerinden övgü ile söz eder ve Kepler kanunlarını matematiksel olarak ispatlar. Bu bölümde kendi ismi ile anılan Newton Hareket Yasalarını açıkladı.”

İkinci bölümde; “Akışkan içindeki hareketleri incelemiştir ve en iyi gemi tasarımı için öneriler koymuştur. Bu bölümde dalga hareketlerini matematiksel incelemesi ilgi çekmiştir.”

1696’da, Newton’a Kraliyet darphanesinin müdürlüğü teklif edildi ve Newton kabul ederek Londra’ya yerleşti. Londra’daki yaşamı sevmişti ve artık akademik çalışmalar ile çok ilgilenmek istemiyordu 1703’te Royal Society’nin başına getirildi ve 1705’te “Şövalyelik” unvanı aldı. Newton 31 Mart1727’de hayatını kaybetti ve Westminister Manastırı’na gömüldü. O bir Bilgin!!! Ama, “İlâhiyat” yanı da var! “Descartes” gibi!!!

Niçin, sol elimle sağ elim pençeleşir,

Yollarda, neden ayaklarım çelmeleşir?

Bölmüş beni böyle hangi şeytan ikiye,

Kalbimle, kafam neden uyuşmaz, çelişir?

***

Gnostisizm

Bir Gnostik taşındaki aslan yüzlü ilah Gnostisizm; “Antik Mısır Ezoterizmini, Eski Yunan Ezoterizmini (Pisagor), İbrani Tradisyonlarını, Zerdüştçülüğü, bazı Doğu Geleneklerini ve Dinlerini, Hıristiyanlığı eklektik bir tutumla sentezleyen, birçok tarikatın benimsediği Mistik Felsefeye verilen” genel addır.

Terim, Eski Yunancadaki “Sezgi veya tefekkür yoluyla edinilebilen bilgi” anlamındaki “Gnosis” sözcüğünden türetilmiştir. Gnosis üç bilgi türünden biridir ve sezgi yoluyla öğrenilebilecek bilgiye “Gnosis” denir. Diğerleri, öğrenimle öğrenilebilir bilgiye “Mathesis,” ve eziyet çekerek öğrenilebilen bilgiye “Pathesis” denir.

Eski Yunan Ezoterizmine göre; nasıl “Eziyet çekilerek ulaşılabilecek bilgiye” öğrenim ve sezgi yoluyla ulaşılamazsa, “Sezgi” yoluyla öğrenilebilecek bilgiye” de ne eziyet çekilerek, ne öğrenim yoluyla ulaşılabilir.  Bu yüzden, Gnostisizm “‘Sezgi’ yoluyla alınan bilgiyle kazanılan kurtuluş öğretisi” olarak tanımlanır.

Gnostisizm’in bilgi kaynağı, bu felsefenin oluşumunda muhtemelen büyük rol oynamış değerli el yazmalarının bulunduğu, antik çağın en büyük kütüphanesine sahip olan İskenderiye kentidir. Buradaki okullarda M.S. 1 ve 2. yüzyıllarda okutulan Gnostisizm felsefesini, Kilise hep sapkın bir yol olarak görmüş ve göstermiştir.  Bu doğaldır, çünkü Gnostisizm Hıristiyan dogmatizmini akla vurmaktır!..  Örneğin;

  • Gnostikler İsa Peygamber’in Tanrı’nın oğlu olmadığını savunmuşlardır.
  • Ayrıca, İsa Peygamber’in çarmıha çakılmadığını ileri sürmüşlerdir.

Gnostiklere ait el yazmaların Kilise tarafından yönlendirilen yıkımlarla (İskenderiye kütüphanesinin yıkımı vs.) yok olmuştur!.. Gnostikler hakkında 20. yüzyıla dek pek fazla bilgi edinilememişse de, 1902 ile 1948 yılları arasında Gnostiklere ait çok sayıda el yazması keşfedilmiş ve bunlar sayesinde Gnostisizmin ilkeleri daha iyi anlaşılmıştır!..Bunlara dayanarak Gnostisizmin ilkeleri şöyledir;

1- Hakikatlere ulaşabilmede dinler yetersizdir.

2- Hakiki bilgiler, yani hakikate ait ya da hakikate yakın bilgiler ancak ruhsal ve psişik gelişim yoluyla edinilebilir.

3- Ruh ölümsüzdür. Ruh dünya yaşamında bir tür hapishane yaşamı geçirmektedir.

4- Gerçek olan, fiziksel dünya yaşamı değil, ruhsal yaşamdır.

5- Dünya düalite ilkesinin geçerli olduğu bir gelişim ortamıdır.

6- Ruhsal gelişim yolunda en önemli bilgi kaynaklarından biri ruhsal âlemden ruhsal irtibatlarla alınabilecek yüksek bilgiler içeren tebliğlerdir ki, bunlar ruhsal bakımdan seçkin insanlara verilir.

Gnostik bilgelerin hemen, hemen hepsi, reenkarnasyonu=ruh göçünü kabul eder.

1945 yılından önce, Gnostisizm hakkında bilinenler, hacimli bir Gnostik metin olan Pistis Sophia ve ilk yüzyılda Kilise babalarının Gnostisizme karşı söylediklerinden ibaretti, 1945 yılında Nag Hammadi mağarasında pek çok antik Gnostik metin bulundu ve Gnostisizme bakış açısı önemli oranda değişti. Elaine Pagels gibi bazı bilim adamları ve Peter Gandy gibi gizem tarihi araştırmacıları: “Literalist Roma Kilisesi Kristolojisinin, Gnostisizm’den türediğini” söylemiştir.  En önemli Gnostik metinleri; Tomas İncili, Yuhanna’nın Gizli Kitabı, Filip İncili ve Pistis Sofya’dır.

Yazar Önder Limoncuoğlu, İzmir, 20 Temmuz 2021

Share This
COMMENTS

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir