Düşünce Tarihi – 12 (Anadolu Tasavvufçuları: Plotinus, Mevlana, Yunus Emre)

Düşünce Tarihi – 12 (Anadolu Tasavvufçuları: Plotinus, Mevlana, Yunus Emre)

Anadolu Tasavvufcuları 

Plotinus (205 – 270) Neoplatonizmin kurucusu antik filozof.

Plotinus (205 – 270) Neoplatonizmin kurucusu antik filozof. Plotinus hakkındaki bilgilerimizin çoğu, kendisi de filozof olan Porphyry’nin, Plotinus’un baş eseri “Enneadlar’a” yazdığı önsözden gelmektedir!

Plotinus’un mistik felsefesi, Yahudi, Hıristiyan, Gnostik ve Müslüman filozoflara ve mistiklere yüzyıllar boyunca esin kaynağı olmaya devam etmiştir! Plotinus, maddî varlığı daha yüksek seviyesindeki bir şeyin, zayıf bir imajı veya parçası olarak gördüğünden, maddî varlığı önemsemez ve kendi bedenini de, bu varlığa dâhil olduğu için önemsememiştir! Muhtemelen bu sebeple, Porphyry’in aktardığına göre, kendi portresinin yapılmasını reddetmiş, çocukluğu, ailesi veya doğum yeri ve tarihi hakkında bilgi vermekten kaçınmıştır.

Yine de, Eunapius onun Mısır’da Deltaya bağlı Lycopolis’de doğduğunu haber vermektedir. Geçmişi hakkındaki bu belirsizliğe karşın, öğrencilerinin aktardığı tüm detaylar, felsefesini en yüksek düzeyde yaşamına aktardığını göstermektedir.

Plotinus, yirmi yedi yaşında, yaklaşık 232 yıllarında, felsefe tahsili yapmak arzusuyla İskenderiye’ye gitmiştir!

Orada, daha sonra hocası olacak Ammonius Saccas (Amon-ius Saccas- Güneş Kalkanı Hamal diye çevrilebilir diye  ile karşılaşıncaya kadar, hiçbir öğretmenden hoşnut olmamıştır!..

Amonius Saccas, hamallık yaparak yaşayacak kadar alçak gönüllüğüyle, Plotinus’u çok etkilemiştir! Öyle ki; Plotinus’un, Ammonius Saccas’ın konuşmasını dinleyince, arkadaşına “Aradığım adam buydu” dediği söylenir! Ammonius’un dışında, Plotinus, Afrodisyaslı İskender ve Numenius’in eserlerinden de etkilenmiştir!

Plotinus İskenderiye’de on bir yıl geçirmiş ve 38 yaşında Perslilerin ve Hintlilerin felsefî öğretilerini araştırmaya karar veren ve Persler üzerine yürüyen III. Gordian’ın ordusuna katılmıştır! Sefer, Gordian’ın ölümüyle, başarısızlıkla son bulunca, Plotinus Antakya’ya dönmek zorunda kalmıştır!

Kırk yaşında, Arap Philip’in hâkimiyeti altındaki Roma ‘ya dönmüş ve hayatının geri kalanını, çok sayıda öğrenci edindiği Roma’da geçirmiştir! Öğrencileri arasında filozoflar, Roma Senatosu üyeleri, doktorlar, Roma’da evinde kaldığı Gemina ve Iamblichus’un oğlu Ariston’un karısı Amphiclea gibi kadınlar da vardı.

Plotinus, 253 yılından başlayarak ölümüne kadar geçecek on yedi yıl içinde, daha sonra adı “Enneadlar” olacak, denemelerini kaleme almıştır!

Porphyry, ”Enneadlar’ı” kendisi derlemeden önce, Plotinus’un konuşmalarında kullandığı deneme ve notlar külliyatı olduğunu ifade etmiştir.

Plotinus’da, “Tek bir varlık anlayışı” bulunur. Onun felsefesinin ontolojik hiyerarşisinin ilkesi, hem Varlık, hem İyilik ve de Ululuk olan, Bir’dir!  O’na göre; “Her şey, “Bir’den” oluşur. İlk olarak Ruh, idealar dünyasında sudur eder!.. Sonra, tin, nefis ortaya çıkar. Ancak, bu nefis tek, tek  fertlerin değil, dünyanın nefsidir ve bireysel nefisleri olduğu gibi, tüm dünyayı da canlandırır! Ortaya çıkan nefisler, biçim aldıkları bedenin arasındaki bir konumda bulunurlar! Bir’den en son sudur eden şey maddedir ve madde Varlığın en düşük düzeyidir!”

Plotinus’un felsefesinde; “Yüce, tamamen aşkın (transcenden) olan “Bir”de, ne ayırım, ne çokluk, ne farklılaşma vardır! O, varlık ve var olmama şeklindeki tüm kategorilerin ötesindedir. Bizler, “Varlık” kavramını kendi tecrübemizin objelerinden çıkarmaktayız ve “Varlık” bu nesnelerin kendisine izafe edildiği şeydir! Fakat sonsuz ve aşkın olan “Bir”, tüm bu nesnelerin ötesindedir ve bu yüzden tüm kavramların ötesindedir!

“Bir, herhangi bir şey olamaz” ve ayrıca tüm şeylerin toplamı da olamaz, çünkü O, tüm mevcudattan öncedir! Bu sebeple, Bir’e hiçbir sıfat yüklenemez!.. Düşünce de, “Bir’e”  izafe edilemez, çünkü düşünce, düşünen ve düşünce nesnesi şeklindeki bir ayırımın varlığını zımnen içinde barındırmaktadır.

Aynı şekilde, her ne kadar O’ndan ileri gelse de, irade de Bir’e yüklenemez. Çünkü irade de, irade edilen bir şeyin mevcudiyetini gerektirir ve bu anlamda Bir’e değil, ama ondan sudur eden İlk’e izafe edilebilir.”

Anadolu Tasavvufçuları

Batı’nın Skolâstik düşüncesinden söz ederken, Platon’dan gelen; “Tüm Evreni, sadece Düaliteler yolu ile algılamaya ve kavramaya çalışmak” anlayışının, Avrupa’da yaşayan insanların ruhuna sindiğinden söz etmiştik!.. Gene, bu “Düalist” anlayışa karşı, Ortadoğu ve İslam dünyasını etkilemiş olan Yeni Plâtonculuk felsefesinin “Tek’lik veya Bir’ lik” anlayışını görmüştük. İşte, Anadolu tasavvufçularının felsefesinde de; “Tek varlık” anlayışı temeldir. Onlar bunu, “Vahdet-i Vücut” sözcüğü ile ifade ederler. Tekrar olacak ama bu anlayış önemlidir. Bu anlayışta; “Var olan her şey ve insan; Tanrı’nın bir görüntüsü kabul edilerek yüceltilmekte, kutsallaştırılmaktadır.” Böyle kabul ettiniz mi de, “Var olan her şeye, doğal olarak insana da yapılan her kötü davranışın, gerçekte Tanrı’ya yapıldığına insanları inandırarak, kötülüğün önüne geçmek ve dünyaya insan ve doğa sevgisinin egemen kılmak” hedeflenmiştir.

Anadolu tasavvufçuları olarak; “Mevlânâ Celaleddin-i Rûmî, Hacı Bektaş-ı Velî, Yunus Emre, Ahî Evrân-ı Velî, Ahmed Fakih” adlı düşünürleri sayabiliriz.

Bu felsefe için Atatürk; “Müslümanlığı Türk ruhuna uygun hale getiren reformcu bir anlayıştır. Sıcak iklimde yaşayan, suyu nadiren bulan ve kullanan, iklim şartları sebebiyle genelde uyuşukluk içinde olan Araplara, günde 5 defa abdest aldırarak, beş defa namaz kıldırmak büyük olaydır!…

Ancak, Şamanî dinindeyken dans eden, türküler söyleyen, kopuzlar çalan, sarp dağlarda at oynatan ve kar suyunda yıkanan Türkler için, “Beş defa namaz kılmak” hareket olamazdı!

İşte, Türk – İslam birliğini hedefleyen bu filozoflar; İslam Dini’ne Türk hayat tarzında yer alan dansı, müziği, raksı ve şarkıyı sokarak, Türk–İslam birliğini sağlamışlardır. Bir yönüyle bu, İslam dininde bir Reform’dur” demiştir!

Hadi, şimdi Anadolu Tasavvufcularını kısaca işleyelim Mevlânâ Celaleddin-i Rûmî,

Bir yandan Cismani Otorite ve diğer yandan Ruhani Otorite dini kullanarak silindir gibi eziyorlar bireyi!!! Korku!!!  Sevgisizlik!!! Acımasızlık!!!

Hadi gel;

*       “İnsan Tanrı’nın tecellisidir” diyelim.
*       “Bireye bakınca Allah görünüyor. Gel de bireyi sevme” diyelim.

Tanrı olunca birey; “Korkunun yerini SEVGİ, Katılığın yerini HOŞGÖRÜ alır mı?  Ben demiyorum mesaj onlardan.

Mevlana Seslenişi (1207–1273)

“Allah var olandır, yaratan değil! Her şey ve insan da onun yansımasıdır ve insana yapılan kötülük, bu sebeple Allah’a yapılan bir kötülüktür! Halk’ta Allah ve Allah’ta Halk görünüyor, gel de Halkı sevme!

“Asıl konu “İnsan” dır. Din, Devlet, Felsefe, Ahlak, insanı daha mutlu etme yolunda gelişen
araçlardır.”

Gel, gel, ne olursan ol yine gel,
İster kâfir, ister Mecusi, ister puta tapan ol, yine gel,
Bizim dergâhımız, ümitsizlik dergâhı değildir,
Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da, yine gel…

Yunus Emre (M.S. 1300’lü yıllar)

Tasavvuf=Ezoterik öğretiyi hap yapmış, sesleniyor Allah’a:

Ete kemiğe büründün,
Yunus diye göründün.

Bir felsefeyi, bundan daha öz ve yalın anlatabilir misiniz?

Mevlana’nın Yunus için; “Bu Türkmen uşağını daha önce okusaydım, ciltler dolusu Mesneviyi yazmazdım” dediği, söylenir!

Evet, tek Tanrı’ya varmak bir “Devrim” Elbette, her bireyin ve her sosyal topluluğun kendine özge Tanrılarından, herkesin Bir ve Tek Tanrısına varmak büyük gelişim! Ve onun önünde herkes ayni tesviyede ve eşit…

Ama, Kutsal kitapları okuyunca; Tanrı’nın insanlar gibi hem “Sevgi yanı,”, hem “Korku yanı” olduğunu görmekteyiz.

Keşke, Tanrı’nın yalnız “Sevgi yanı” olsaydı, “Korku yanı” ona yakışmıyor…

Mal Sahibi, mülk sahibi,
Hani bunun ilk sahibi,
Mal da yalan, mülk de yalan,
Var biraz da sen oyalan.

Ben hep korkmuşumdur, “Çok yazarsam, yazımda vermek istediğim mesajlarımı ve amacımı örterim” diye! O sebeple, Yunus’un da, Mevlana’nın da yaşam öykülerini Ansiklopedilere bırakıyorum.

Ama iyi bakın, verdikleri KAVGA; “İktidar gücünü elinde tutan ve insanı kullanan, egemen insana karşıdır.

Bilir misiniz, Yunus da, Mevlana da İran’da yasaklıdır?! Kitapları satılmaz. Yeri gelmişken, alın size bir “Öykü”.

Tanrı’dan Mektup!

Hayatın gerçekte ne güzel olabileceğini hatırlatan küçük, sevgi dolu bir öykü! Kimin cevapladığı bilinmiyor ama, Amerikan Posta servisinin ölü mektup ofisinde, güzel bir ruh çalışıyor.

14 yaşındaki köpeğimiz Abbey geçen ay öldü. O öldükten bir gün sonra, “4 yaşındaki kızım Meredith ağlıyor ve Abbey’i ne kadar çok özlediğini” anlatıyordu.

Bana, “Cennete gittiğinde, O’nu tanıyabilmesi için Tanrı’ya mektup yazıp yazamayacağımızı” sordu. Kızıma bunu yapabileceğimizi söyledim ve O bana şu cümleleri yazdırdı:

“Sevgili Tanrım,

Lütfen köpeğime iyi bakar mısın? O dün öldü ve şimdi cennette seninle. O’nu çok özlüyorum.

Hasta olduysa da, O’nun benim köpeğim olmasına izin verdiğin için teşekkür ederim.

Umarım O’nunla oynarsın. O yüzmeyi ve toplarla oynamayı çok sever.

Sana O’nun bir resmini yolluyorum, böylece benim köpeğim olduğunu anlayabilirsin. O’nu gerçekten çok özlüyorum. Sevgiler,

Meredith”

Mektubu Meredith ile Abbey’in bir fotoğrafıyla birlikte bir zarfa koyup Tanrı/Cennet adresine gönderdik.

Kendi adresimizi de gönderen/cevap adresi olarak yazdık. Sonra, Meredith zarfın ön yüzüne pek çok pul yapıştırdı çünkü cennete kadar gitmesi için çok fazla pul gerekeceğini söyledi.

O gün öğleden sonra, mektubumuzu postanedeki posta kutusuna attı. Birkaç gün sonra; “Tanrı, acaba mektubu almış mıdır” diye sordu. “Sanırım almıştır” diye cevapladım. Dün, ön verandamızda altın rengi kağıda sarılı Meredith’e gönderilmiş, hiç tanımadığımız bir elden bir paket bulduk. Meredith onu açtı. İçinden, Fred Rogers’ın “Bir evcil hayvan öldüğünde…” isimli kitabı ve kapağın içine bantlanmış bizim açılıp okunmuş mektubumuz çıktı. Karşı sayfasında da, Abbey ile Meredith’in fotoğrafı ve iliştirilmiş şu not vardı:

“Sevgili Meredith,

Abbey cennete ulaştı ve güvende. Resim göndermen çok yardımcı oldu. Abbey’i hemen tanıdım. Abbey artık, hasta değil. O’nun ruhu benimle, aynı şimdi senin kalbinde olduğu gibi.

Abbey senin köpeğin olduğu için çok mutlu. Cennette bedenlerimize ihtiyacımız olmadığı için senin resmini saklayacak bir cebim yok. O yüzden O’nu küçük bir kitapla birlikte Abbey’den sana bir şey kalması ve hatırlaman için geri gönderdim.

Güzel mektubuna ve onu bana yazıp göndermene yardım eden annene teşekkür ederim. Ne harika bir annen var. O’nu senin için özel seçtim.

Seni her gün kutsuyorum ve unutma, seni çok seviyorum. Bu arada, beni bulman çok kolay.  Sevgi nerdeyse ben ordayım. Sevgiler,

Tanrı”

Yazar Önder Limoncuoğlu, İzmir, 29 Temmuz 2021

Share This
COMMENTS

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir