Düşünce Tarihi – 3

Düşünce Tarihi – 3

Güzel İnsanlar, Sevgili Dostlar,

Özetlersek; Eski Yunan da yaşamış filozofları işlerken, gruplara ayırmıştık.

Doğacı Filozoflar: Bunlar, gerçekte o zaman ki bilim adamları. Thales, Demokrit, Heraklit gibi. Peki, bunlara neden Filozof diyoruz. Çünkü bunlar; “Dünya, neden meydana
gelmiştir” sorusunu sormakla, görüşleri yanlış da olsa,  ilk defa Tanrı inancını da  sorguladıkları için filozof sayılan, düşünürlerdir.

Sofist Filozoflar: Bunlar, bizi aklımıza vardıran filozoflardır. Sokrat, Platon, Aristo gibi.
Onlara göre; “Gerçeğe, akılla varılır, sorgulayarak aklı öne çıkarmağı gençlere göstermek, öğretmek gerekir.”

Kinik Filozoflar: Bunlar, doğal yaşamı ilke edinmiş ve erdemli; “Kişinin, kendisine
yetebilmesi” olarak tanımlamış filozoflardır. Felsefelerine Kinizm denir.

Gelin, Eski Yunan Halkı tarafından benimsenmemiş ama bireyin yaşamın da büyük etkisi olmuş Stoik Felsefenin ilk gözüktüğü Kinizm Felsefesine.

Kinizmi, şöyle tanımlayabiliriz; “Kinizm, insanın doğaya karşı geliştirdiği toplumsallığın, büyük ölçüde gereksiz ve yozlaştırıcı nitelikler arz ettiğini, mutluluğa ancak erdemle ulaşılacağını ve bu erdemin de dünyevî hazları reddederek mümkün olabileceğini” savunan bir anlayıştır. Bu sebeple; “Mülkiyet, aile, din v.b. değer ve yargıları reddeder.”

Bu anlayış, Eski Yunan da pek benimsenmemiştir. Oysaki bu anlayış, iyi bakarsanız “İnsan Haklarının” temeli olmuştur da!

Şöyle ki; Eski Yunan’da Stoacılar diye isimlendirdiğimiz Diyojen, Zenon gibi filozoflar insanın amacının, “Doğaya uygun ama, özgür ve bağımsız olarak yaşamak” olduğunu savunuyordu!

İşte, bunu söylemek ve yaşamlarına bunu uygulamakla; ilk defa bunlar; “İnsanın doğuştan bir takım hakları olduğunu” söylemeye çalışmaktaydı! Ne var ki, bu görüş Eski Yunan toplumunu etkilemedi ve bunun sonucu yasalarında da yer alamadı.

Eski Yunan’ı etkileyen Sokrat, Platon, Aristo gibi felsefeciler ise “Devletçiydi, Toplumcuydu, Kuralcıydı!” Onlara göre; “Site/Devlette yaşayan özgür insan, insandı. Diğerler… Ha köpeği, ha kölesi…

Ancak, yıllar sonra, Eski Roma döneminde “Stoik Felsefenin” tekrar işlendiğini görüyoruz! Hem de tam anlamıyla ve Roma Kanunlarında yer alarak. Biz, bu insanlara; “Stoik Okul Felsefecileri” diyoruz. Peki, nedir bu Stoik Felsefe?

Stoiklere göre; “İnsanın, toplumun örf ve adetlerinden ve yazılı kanunlarından önce gelen doğal hakları vardır. Örneğin; Yaşama Hakkı…., Barınma Hakkı……” İşte, bu felsefe; “Halk iktidarına yani çoğunluk baskısına karşı ilk defa “Bireyin vazgeçilmez hakları olduğunu” iddia ve müdafaa etmiş ve otoriteye karşı bireyi savunmuştur!”

Böylelikle; “Her hangi bir insanı veya “İnsanı” meselesi yapmıştır. Bu da bizi; “Temel hak ve Özgürlüklere”, oradan “Sosyal hak ve özgürlüklere” götürmüştür.

Ayrıca, bu anlayış Hıristiyanlığın ve Müslümanlığın temelinde yer almış ve bu dinlerin yığınlar tarafından benimsenmesinde etkin olmuştur!.. Nasıl mı?

“Her iki dinin dayandığı temel esasların üç tanesini şöyle sıralayabiliriz;

1- Bireye can veren Allah’tır!.. Bu borçtur ve ancak o alabilir!.. Bireyin kendisi bile yaşamına son veremez! Verirse cehennemlik olur! Böylece, her bireyin yaşamı kutsallaştırılmış ve dokunulmaz olmuştur!.. İşte, size Yaşama hakkı!..

2- Herkesi Allah yaratmıştır ve Allah indinde herkes eşittir! İşte, size kralı ve köleyi eşitleyen,  bir yapan Eşitlik ilkesi!..

3- Bütün topraklar Allah’a aittir!..  Bir anda, o gün otorite olan cismani iktidarı topraksız bırakıyorsunuz ve insanlarda; “İşlediğim toprak Tanrı’nın, ben ona ibadetimi yapıyorum, neden ürünümün büyük bir bölümünü derebeyine vereyim” bilincini ortaya çıkarıyorsunuz!.. İşte size Bağımsızlık!..

Ancak, din iman istiyor!.. Dogmaları var! Bunun sonucu her din anlayışında tutuculuk kaçınılmaz!..  Sonucunda da, onun doğmalarını tartıştınız mı, sizi dinsiz sayarlar!..

İnsan yapısı da biraz tembel, düşünmemeye yatkın galiba!.. Buna, bir de mahalle baskısını ve bundan geçinenleri eklerseniz!..

Yineliyorum; Tarihin sayfaları, “Bilimi savunmanın bedelini yaşamını yitirerek ödeyenlerle ve bunların karşısında dogmayı savunup, onların ölümüne karar verenlerle” doludur!..

Kinik Filozoflar

Diyojen (M.Ö. 412 – 320)

Fenerle ne yaptığını soranlara, “Dürüst bir adam aradığını” söyler!!!

Sinop’ta yasamis “Golge etme baska ihsan istemem” sozuyle taninan unlu filozof Diyojen’in heykeli

Sinop’taki Heykeli

Diyojen (Diogenes), M.Ö. 412-320 yılları arasında yaşamış, “Kendine yetme ve sadelik” ilkelerine dayanan, Kinik yaşam biçiminin öncülerinden Sinoplu çileci düşünürdür.

Atina’da gelenekçiliğe karşı tavır almış, toplumdaki yapaylıklara ve uzlaşmacı değerlere meydan okumuş ve her tür yerleşik kuralın insanın doğallığına aykırı düştüğüne inandığı için, toplumun tüm yerleşik kurallarına karşı çıkmayı, uzlaşmacı ölçü ve inanışların çoğunun boş
olduğunu göstermeyi ve insanları, yalın ve doğal bir yaşam biçimine çağırmayı amaçlamıştır.

Fenerle ne yaptığını soranlara, “Dürüst bir adam aradığını” söyleyen Diyojen; “Doğaya aykırı bir kurum olan ailenin yerini, kadınların ve erkeklerin tek bir eşe bağlı olmadığı, çocukların ise bütün toplumun sorumluluğunda bulunduğu doğal bir durumun olması gerektiğini” savunmuştur!..
Çeşmeden avucu ile su içen bir çocuk görünce; “Bu çocuk bana fazladan eşyam olduğunu öğretti” diye haykırıp, su çanağını kırmakla da ünlüdür.

Büyük İskender, Korinthos’ta; “Bir dileğin var mı?” diye sorunca, “Var, gölge etme başka ihsan istemem” deyişi de ünlüdür.

Fark edin, bu olay, Otoriteye karşı duruştur. O nedenle; “Stuacı” diyoruz ya.

Otorite, ister Ruhani, ister Cismani bireyi hep ezmiş ve kullanmıştır… Temel haklar teorisinin ortaya atılışı da, bu sebeple değil midir. Temel Haklar, var mıdır, yok mudur? İster olsun, ister olmasın, var kabul ettiniz mi, artık “Otorite, insan içindir” e varırsınız. Yani, amaç insan
olur, Otorite araç!

Bunu, Temel haklar da irdeleyeceğiz. Burada, bu, “Gölge etme, başka ihsan istemem” yanıtında bireyin, “İktidar gücünü elin de tutan ve onu kullanan insana karşı” bir duruş var.

Ne bunu Eski Yunan halkı fark edebildi. Ne önceki saydığım ünlü Eski Yunan filozofları! Diyojen’in tek amacı, “Kişinin en kısıtlı yaşam koşullarında bile, mutlu ve bağımsız olabileceğini göstermek” olmuştur. Bunun kaynağının “Bilgelik” olduğunu söyler!..

İnsanı erdemli yapmaya yaradığı için yalnızca “Bilgeliğe” değer verir, öteki
uygarlık değerlerini ise saçma, gereksiz ve anlamsız bularak, reddeder!..

***

Zenon (M.Ö. 335-263)

“Aşil ne kadar hızlı olursa olsun kaplumbağayı geçemeyecektir!..

Kıbrıslı Zenon. M.Ö. 335-263 yılları arasında yaşamış olan, Stoa Okulunun kurucusudur.

Okulunu, Atina’da Stoa Poikile (Direkleri olan galeria) denilen yerde kurmuştur. Kelime anlamı olarak Stoa Poikile resimlerle süslenmiş direklerden meydana gelen bir galeri görünümündedir. Okulun bu adla anılmasının sebebi budur.

Zenon, evrende hareketin olmadığını, maddenin pasif olduğunu anlatmak için; “Aşil ne kadar hızlı olursa olsun kaplumbağayı geçemeyecektir!

Şöyleki; Aşil koşmakla her adımda bir noktadan bir noktaya gitmektedir. Acaba mesafe
almış mıdır? Her alınan mesafeye (X) diyelim, 2 saniyede (2X) ve sonsuz saniyede (sonsuz X) yol alacaktır.

Dönelim kaplumbağaya, aldığı mesafeye (Y) diyelim, kaplumbağa da 2 saniyede (2Y), sonsuz saniyede (sonsuz Y) yol alacaktır.

Görüldüğü gibi; (X = sonsuz) ve (Y = sonsuz) yani her ikisinde de alınan mesafe sonsuz kıymettedir. O halde hareket yoktur” savını ileri sürüyordu.

Zenon’a göre; “Gerçek olan her şey maddîdir. Ancak, evrendeki pasif maddeden başka,
doğadaki düzenleyici, aktif öğeyi temsil eden bir güç daha vardır. Bu aktif güç, maddeden farklı değildir, ancak maddenin değişik bir görünümüdür. Buna ateş diyebiliriz.   Bu ateş, evrendeki en yüksek varlık türüdür. Yani, Tanrısaldır.

Zaten, Tanrı bireyleri birbirleriyle birleştiren ateş ya da sıcak nefestir. O, doğanın içindeki akıl ya da rasyonel güçtür. Tanrı’nın ateş ya da rasyonel bir güç olduğunu söylemek, doğaya aklın ve akıl ilkesinin egemen olduğunu söylemekten başka bir şey değildir.

Madde kendisinde bulunan bu akıl ilkesine göre davranır.  İnsan bir yandan akla ve bilgiye, bir yandan da doğal düzene boyun eğmelidir.” İşte, Kıbrıslı Zenon, “İnsan doğal düzene boyun eğmelidir” derken, bu ifadesinde Kinik Felsefenin etkisini görürüz.

Ancak, Kiniklerin ahlâk öğretilerinden farklı olarak, “Gerçek ahlâk, her tür uygarlık değerinin reddedilmesiyle değil de, yüksek ve tam bir doğallığa ulaşarak gerçekleştirilebilir” görüşünü savunur!

***

Şüphecilik

“Her yeni düşünce dogmatikliğe, her dogmatikleşen görüş de şüpheciliğe gebedir.” dedik ya!
İşte, “Sofistler” dediğimiz filozofları, “Şüpheciler” dediğimiz, başını fanatik bir kişi olan Pyrron’un çektiği felsefeciler izler!

Şüphecilik veya Kuşkuculuk olarak da adlandırılan bu görüş; “Her tür bilgi savını kuşkuyla karşılayan, bunların temellerini, etkilerini ve kesinliklerini irdeleyen, ayrıca aklın kesin bir bilgi elde edemeyeceğini, hakikate erişilse dahi sürekli ve tam bir şüphe içinde kalınacağını, gerçeğe ulaşmanın mümkün olmadığını” savunan felsefî görüştür!

Şüphecilik felsefe tarihi açısından çok önemli bir yere sahiptir, zira felsefe tarihi boyunca yerleşik kanılar ve inançları o sarsmış, felsefe, bilim ve özellikle din konusunda birçok anlayışın değişmesine ortam hazırlamıştır. Şüphecilik dogmatizmin karşıtıdır! İnsan hayatındaki önemine dayanarak, kısaca şüpheciliğin kısa bir tarihçesine değineceğim.

***

İnsan için hakikat yoktur. Bir takım gelip geçen haller vardır ki bunlardan her zaman şüphe edilmelidir.

Pyrrhon veya Firon (MÖ 365-275) yılları arasında yaşamış olan kuşkuculuğun kurucusu ünlü Yunan düşünür. Pyrrhon ile birlikte şüphecilik görüşü okullaşmıştır. Pyrrhon, İskender devrinde yaşamış, zengin bir kişi iken iflas etmiş, İskender’le Hindistan’a kadar gitmiş biridir.

Zenginken yoksul hale düşmesi onu çok üzmüş ve etkilemiştir. Hele, Hindistan’da ateş üzerinde yürüyen, çiviler üzerinde yatan Hint fakirlerini görünce şöyle der;

“Zenginken yoksul oldum, yakan ateş insanı yakmadı, çivi batıp kanatırken kanatmadı, o halde yeryüzünde hiç bir şey kesin değildir. Hiç bir şeye inanmamalıyız!..”

Böyle bir akıl yürütme tamamen yanlış da olabilir!.. Burada, doğru veya yanlış önemli değildir!.. Önemli olan bu felsefe ile “İnsan zihnini bir noktada durduran dogmatik düşüncenin bir kere daha yıkılmış olmasıdır.”

Şüpheciler şöyle derler;

Hakikat ölçüsünü nereden alıyorsunuz? Akıldan.
Peki, akıl bu ölçüyü nerede kullanacak? Hakikat için.
Demek hakikati akıl yapıyor.

Hâlbuki hakikatin mutlak ve değişmez olması gerekir. Eğer, akıl hakikatin kendisi ise, neden  kendi hakikatlerini kendisiyle ispatlamaya muhtaçtır?

Sonuç olarak; İnsan için hakikat yoktur. Bir takım gelip geçen haller vardır ki, bunlardan her zaman şüphe edilmelidir!” İşte, şüpheciler; gerçeği eleştirerek tam bir şüpheciliğe varmışlardır. Şüpheciliğin etkisi Hıristiyanlığa kadar devam eder! Hatta, Hıristiyanlığın başlangıç yıllarında bile etkilidir! Nitekim, o devirde Yunanlı bir esir olan Següstüs Ampriyos; “Pyrron’un Şüpheleri” adlı bir kitap yazar. O kitabın da haykırmaktadır; “İlme dayanan deliller, yeni bir dünyanın müjdecisidir” diye!

Lükretius (M.Ö. 99 – M.S. 55)

Şüphecilik’ten etkilenmiş bir Romalı şairdir, Lükretius. “De Rerum Natura (Varlıkların Mahiyeti Hakkında)” adlı şiirinde;

“Tutuculuğa, bir tutucunun hıncıyla saldırır, tutuculuğun insanlara yaptırdığı cinayetleri anlatır, ilme dayanan delilleri, yeni bir dünyanın müjdecisi olarak gösterir!” Kısaca, “Aklın zaferini haykırır.”

Eski Yunan felsefesini, Tevfik Fikret’ den bir şiirle kapatıyorum.

Şüphe, şüphe!..
İşte suçum, ne zarar!..
Şüphe bir nura doğru koşmaktır.
Hakkı aydınlatma, Akıl için haktır.
Belki öteki dünya var!..
Belki cennet, cehennem de var!..
Yaradan’ın eseri olan insan,
Aklını kullanarak doğruyu aramak varken,
Neden esiri olsun dogmaların!..

Tevfik Fikret

ilerim, anlaşılır bir özet olmuştur. (Devamı gelecek)

Av. Önder Limoncuoğlu, İzmir 15 Mayıs 2021

Share This
COMMENTS

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir