Düşünce Tarihi – 4

Düşünce Tarihi – 4

Stoik=Bireyci felsefe

Eski Yunan da; Kinizm Felsefesinden söz ederken, bu görüşün bizi “Bireyci=Stoik  felsefe anlayışına da götürdüğünden söz etmiştik.

Gerçek anlamda Stoik felsefeyi Eski Roma da “Stoik Okul Felsefecilerin de” görüyoruz. Bunlar içinde iki ünlü var. Biri Seneca, diğeri İmparator Marcus Aurelius.

Bu felsefe; “Bireyin, toplumun örf ve adetlerinden ve yazılı kanunlarından önce gelen doğal hakları vardır, Yaşama hakkı gibi… Barınma hakkı gibi…” etkin bir anlayışı savunur.

Bunlar, halk iktidarına, yani çoğunluk baskısına karşı ilk defa “Bireyin vazgeçilmez hakları olduğunu” söyleyerek otoriteye karşı bireyi savunmuştur!

Önemli olanı ise; “Bu anlayışın Eski Roma toplumunca kabul görmüş ve Eski Roma yasalarını da etkilemiş” olmasıdır. Bunda; köleliğin çok yaygınlaşmış olmasının etkisi, keza yeni başlayan Hıristiyan Dininin etkisi de var, diye düşünüyorum.

Tabii bu anlayışın kanunlara geçmesin de; bu görüşü savunan ve otoriteyi temsil eden Roma İmparatoru Marcus Aurelius’un etkisi çok büyüktür. İmparatoru Marcus Aurelius, M.S. 170 yılında, bir savaştayken yazdığı (Meditasyon=Kendimi Gözleyişim)  adlı eserin de, şöyle söyler; “İnsanın, toplumun örf ve adetlerinden ve yazılı kanunlarından önce gelen doğal hakları vardır, Yaşama Hakkı…., Barınma Hakkı…… gibi” Bu, açıkça; “Bireyi, Otoriteye karşı” savunmaktır. Bu sebeple, bu eser bir başyapıttır. Gelin, bu iki Stoik Felsefeciyi görelim.

***
Lucius Annaeus Seneca (M.Ö. 4 – M.S. 65) 

“Din; sıradan insanlar için gerçek, aydınlar için yalan, iktidarlar içinse kullanışlıdır”

Lucius Annaeus Seneca (M.Ö. 4 – M.S. 65)

İspanya, Cordoba’da M.Ö. 4 yılında doğan ve M.S. 65 yılında Roma’da ölen düşünür, devlet adamı, oyun yazarıdır! Roma’ya küçük yaşta teyzesi tarafından getirilmiş ve Mısır valisinin eşi olan, bu kudretli kadının gözetiminde büyümüştür! Seneca, ailesinin varlıklı olması sayesinde ünlü felsefeciler ve söylev ustalarından (rhetor) eğitim almıştır! Daha sonra bilgelik sevdasına tutulmuş ve felsefe eğitimine ağırlık vermiştir.  Önce, Pythagorasçı Sotion’dan dersler almış ve etkilenmiş, onun gibi etyemez olmuş ve ruhun ölümsüzlüğüne inanmıştır!

Daha sonra Attalus’a bağlanıp, güzel kokulardan, şaraptan, istiridye ve mantar yemekten ve yumuşak bir yatakta uyumaktan vazgeçmiştir! Kynik Demetrius’u ve Papirius Fabianus’u da hararetle dinleyen Seneca’nın, felsefeye olan aşırı düşkünlüğü babasını telaşlandırmıştır! Çünkü İmparator Tiberius, gençliği saran bu felsefe akımlarına hiç sıcak bakmıyor, garip kılıklı ve tavırlı bu kişileri Roma’dan uzaklaştırıyordu!.. Ayrıca, Seneca’nın, yaptığı perhizlerden dolayı zaten narin olan bünyesi daha da bozulmuştu, sağlığı iyice kötüye gidiyordu!.. Babası, oğlunun sağlığını düzeltmek ve felsefeden uzaklaştırmak için onu, ilk önce Pompei’ye, sonra Mısır’a gönderdi!

M.S. 31 yılında Roma’ya dönen Seneca, kendini siyasete verdi ve quaestorluk (idam cezası vermeye yetkili hâkim unvanını) elde ederek, mahkemede avukatlık yapmaya başladı! Quaestor oldu, senato üyeliğine seçildi! Ona göre; “Filozofun görevi insanları yetiştirmek, eğitmektir! İnsanda tanrısal bir töz vardır, ölen onun görüntüsüdür. Bu nedenle insan, yaşama ara veren ve başka bir varlık ortamına geçiş olan ölüm karşısında, sarsılmamalıdır!

Gövdenin dağılması, bireyin ölümsüz kaynağına dönerek yaşamını sürdürmesini sağlamaktadır!” Ona göre, Tanrı; “Doğa olaylarının nedenleri doğaldır, ancak bunların birer belirti olabileceği de gözden uzak tutulmamalıdır! Bu da, bütün doğal nedenlerin Tanrı’dan kaynaklanması sonucuna bizi götürür! Ancak, burada Tanrı’ya bağlanan nedenler tikel değil, tümeldir! Tanrı bütün evreni, bütün varlık türlerini kapsayan evrensel bir “Doğa
yasasıdır ve her nesne, her oluş bu yasaya dayanır.”

Dini ise; “Din sıradan insanlar için gerçek, aydınlar için yalan, iktidarlar içinse kullanışlıdır” cümlesiyle özetler.

Seneca’ya göre; “Ahlâk, soyut bir bilgi dalı olmayıp, yaşamın içindedir ve insan davranışlarının, eylemlerinin kaynağıdır! Kişiye nasıl davranacağını, ne gibi bir yöntem benimseyeceğini gösteren Doğa’dır, bu nedenle ahlâklı yaşamak Doğayı izlemektir! Bunu da,
ancak erdemle donatılmış bilge kişi başarabilir! Bilgenin erdemi, özgür ve doğal yaşamasıdır!”

Derlediği söylevlerde, Stoacı ahlâk görüşleriyle tanınan Seneca; “Zamanın toplumunu, bir vahşi hayvanlar topluluğu”  olarak nitelemiş ve bilge kişiliğini de,  “Kendi kendine yeten,
hazza olduğu kadar, eleme karşı da duygusuz, korku bilmez, evrenin gerçek efendisi, erdeme özgür iradesiyle varan ve ölümden korkmayan kişi” olarak tanımlamıştır. Her ne kadar, Stoacı maddeciliği benimsemiş olsa da, Tanrı’nın aşkın olduğunu öne süren Seneca, pratik felsefeyi öne çıkarmış ve “Gerçek erdem ile değerin, dışarıda değil de, insanın içinde olduğunu”  belirtmiştir. Ayrıca, “Yaşamdaki harici iyilikler ve zenginliklerin, insana mutluluk sağlamayacağını” da söylemiştir!

Ancak, M.S. 65’te C. Calpurnius Piso’nun başı çektiği, Faenius Rufus, Plautus Lateranus ve şair Lucanus’un adının karıştığı Neron’a karşı düzenlenen bir suikast girişimine, onun da adı karıştığı için, İmparator    tarafından kendini öldürmesi emri verildi!.. Bütün yaşamı boyunca “Ölümün hiçe sayılması gerektiğini” savunmuş olan Seneca, bu emri metanetle karşıladı ve M.S. 65’te damarlarını keserek intihar etti!.

Marcus Aurelius (M.S. 121 – 180)

***
Marcus Aurelius (M.S. 121 – 180)

“İnsanın, toplum örf  ve adetlerinden ve kanunlarından önce gelen doğuştan hakları vardır. Yaşama hakkı… Barınma hakkı gibi!..” Çoğunluk iktidarına karşı ilklerden!

Marcus Aurelius, 161 yılından ölümüne kadar Roma İmparatorluğu yaptı. 96 -180 yılları arasında görev yapan Beş İyi İmparator’dan sonuncusudur ve aynı zamanda en önemli Stoacı filozoflardan biri olarak kabul edilir!

Marcus Aurelius’a ait “Kendimi Gözleyişim (Meditations)” adlı felsefi eser, 170–180 yılları arasında savaştayken yazıldı. Eser, edebî bir başyapıt olarak günümüzde bile hâlâ saygı görür ve “Mükemmel vurgusu ve sonsuz narinliği” ile övgüyü hak eder! Asıl adı Marcus Annius Catilius Severus olup, evlenince Marcus Annius Verus adını aldı. İmparator olunca kendisine Marcus Aurelius Antoninus adı verildi.
Marcus Aurelius, Domitia Lucilla ve Marcus Annius Verus’ un tek oğluydu! Doğal tek kardeşi, kendisinden 2 yaş küçük kız kardeşi Annia Cornificia Faustina’dır! Annesi Domitia Lucilla varlıklı bir aileden gelir! İspanyol kökenli olan ve praetor olarak görev yapan babası Marcus Annius Verus, Marcus Aurelius henüz üç yaşında iken ölmüştür!.. Marcus Aurelius onu “Gösterişsiz Yiğitlik” diye niteleyerek onurlandırır! Babasının ölümünün ardından Aurelius, dedesi Marcus Annius Verus tarafından evlat edinildi ve annesiyle birlikte büyütüldü! 138 yılında dedesi 90 yaşında öldü! Babasının halası Vibia Sabina, İmparatoriçe ve Roma İmparatoru Hadrian’ın karısıdır. Rupilia  Faustina (Marcus Aurelius’un babaannesi), Vibia Sabina ve Salonina Matidia (Roma İmparatoru Trajan’ın yeğeni) üvey kardeştiler. Babasının kız kardeşi Yaşlı Faustina, Roma İmparatoru Antoninus Pius’la evli bir İmparatoriçedir.

136 yılında Hadrian, halefinin kesin olarak Lucius Ceionius Commodus, yeni adıyla L. Aelius Caesar olduğunu ilan etti! Marcus, çoktan Hadrian’ın dikkatini çekmişti ve Hadrian onu Marcus’u verissimus (En dürüst) olarak adlandırdı!.. Sonradan, Commodus’un kızı Ceionia Fabia ile nişanlandı! Nişan, her nedense, Commodus’un ölümünün ardından Marcus’un Antoninus’un kızına verdiği evlilik sözü ile bozuldu! Bu sebeple, Hadrian’ın ilk evlatlığı L. Aelius Verus’un ölümü üzerine, Hadrian imparatorluk sıralaması için Antoninus’u halefi ilan etti!..  Antoninus da Marcus Aurelius’u ve Lucius Aelius’un Marcus’dan 10 yaş küçük oğlu (Lucius Aurelius Verus) olarak isimlendirildi) evlat edindi!.. Evlat edinmenin ardından da, her ikisini 25 Şubat 138’de, Marcus henüz 17 yaşındayken halef İmparator olarak gösterdi! Antoninus’un yönetimi sırasında Marcus’un hayatı, öğretmeni Fronto ile olan yazışmalarından dolayı kesintisiz olarak bilinmektedir!.. Bu mektuplara göre;

“Marcus zeki, ciddi fikirli ve çalışkan bir gençtir!.. Aynı zamanda felsefeyi çok sever!.. Yunan ve Latin retorikleri üzerine bitmek bilmeyen çalışmalar yapar! Sonra, Epictetus’un “Diatribai= Söylemler” kitabının aşığı ve Stoa Okulu’nun önemli bir ahlâkçı filozofu olacaktır. Marcus, aynı zamanda Antoninus’un yanında 140, 145 ve 161 yıllarındaki konsüllüğünde, kararlarda iş birliği yaparak artan toplumsal rollerde yer almaya başlar.

147’de Roma dışında proconsular İmperium ve ardından da imparatorluktaki ana resmî güç olan Tribunicia Potestas olur. 145 yılında Antoninus’un kızı ve aynı zamanda yeğeni olan (Annia Galeria Faustina) Genç Faustina ile evlenir.” Antoninus Pius’un (7 Mart 161) ölümü üzerine, Lucius Verus ile birlikte müşterek imparatorluk koşullarını kabul ettiler ve İmparator olarak Roma İmparatorluğunun başına geçtiler! Teoride yasal olarak eşit olmalarına rağmen, Verus hem daha genç, hem de daha az tanınmış olması sebebiyle pratikte ikinci sırada kaldı.

Marcus, öncelikle seleflerince çıkarılan birçok kanunda özellikle de sivil hukuktaki yolsuzluk ve kural dışılığa karşı reform yaptı! Bizzat, uygun ölçülerle, köleler, dullar ve azınlıkları kategorize etti; kan ilişkisini yeniden tanımladı. Ceza Hukukundaki farklı cezalandırmalardan kaynaklanan sınıf farkını honestiores ve humiliores (daha dürüstler ve daha alçak gönüllüler) olarak düzenledi!

Marcus’un yönetiminde, Hıristiyanların durumu Trajan zamanında olduğu gibi değişmedi, yasal olarak ceza verilmesi olanağına rağmen (gerçekte) nadiren eziyet edilirdi! Asya ‘da tekrar güçlenen Pers İmparatorluğu 161 ‘de iki Roma ordusunu bozguna uğrattıktan sonra, Ermenistan ve Suriye’yi işgal etmişti! Marcus Aurelius, Müşterek İmparator Verus’u Lejyonlara kumanda etmesi ve tehlikeyi önlemesi için doğuya gönderdi! Savaş 166 yılında, her ne kadar Gaius Avidius Cassius gibi, alt kademedeki generallerin liyakati ile kazanılmış olsa da, başarıyla sona erdi!

Savaştan dönüşte, “Verus triumph’la (bir tür onursal karşılama töreni)” ile ödüllendirildi! Geçit töreni oldukça sıra dışıydı, çünkü törende iki İmparator vardı ve İmparatorların oğulları ve evlenmemiş kızlarıyla birlikte oldukça büyük bir aile kutlamasıydı!.. Bu arada, fırsattan istifade, Marcus Aurelius’un beş yaşındaki oğlu Commodus ve üç yaşındaki Annius Verus’a “Sezar statüsü” verildi!

Gene, 160’ların başında, Germen kabileler ve diğer kuzeyli halklar kuzeydeki sınır boyunca (Limes Germanicus yağmalarla, Tuna nehrini geçerek Galya içlerine ulaşmıştı! Batı yönündeki bu yeni şiddet dalgası, belki de uzak doğudaki kabileler yüzündendi!  Germania Superior (yukarı Germanya eyaleti) idari bölgesi Catti’deki ilk işgal,162’de püskürtüldü!

Asıl büyük işgal, M.S. 19’dan beri Roma vatandaşı olan Bohemyalı Marcomanni kabilesinin 166’da Lombard’lar ve diğer Germen kabilelerle Tuna nehrini geçtiği zaman ortaya çıktı!

Yine, bu sıralarda Sarmatian’lar, Tuna ve Tisza nehirleri arasından saldırdı! Doğudaki durum yüzünden, buralara cezalandırıcı bir sefer ancak 167 yılında mümkün oldu! Marcus ve Verus’un her ikisi de birliklere eşlik ettiler!

Verus’un 169’da ölümünden sonra Marcus, Germenlere karşı hayatının geri kalan büyük bir kısmında kişisel olarak mücadele etti!

Romalılar, en az iki kez ciddi olarak, Alpleri geçen Quadi ve Marcomanni’lerin Oderzo’daki Opitergiumu yağmalaması ve kuzey doğu İtalya’daki ana şehir Aquileia’yı kuşatmasıyla çok zor durumda kaldılar!

Aynı anda, Karpat Dağları’ndan gelen Costoboci’ler  Moesia, Makedonya ve Yunanistan’ı işgal ettiler! Uzun bir mücadeleden sonra, Marcus Aurelius işgalcileri bu topraklardan çıkarmayı başardı! Tabii, birçok Germen kendiliklerinden cephedeki Dacia Pannonia ile Almanya ve İtalya’ya yerleştiler!

Karısı Faustina ile Marcus Aurelius 173 ‘e kadar doğu eyaletlerini hep ziyaret ettiler! Marcus Aurelius Atina’yı ziyaretinde kendisini “Filozofî’nin Hamisi” olarak ilan etti!  Takip eden yıl tekrar Tuna hududuna hareket etti! 178’deki kesin zaferin ardından, Bohemya’nın ilhak planı başarıyla hazırlansa da, Marcus Aurelius’un180’de hastalanmasıyla yarım kaldı!

Marcus Aurelius 17 Mart 180 tarihinde halefi Commodus  kendisine eşlik ederken,
Vindobona’da (günümüzde Viyana öldü!

Hemen Tanrılaştırıldı ve külleri Roma’ya gönderilerek Visigotların şehri yağmaladığı 410 yılına kadar da Hadrian Mausoleum’una (günümüzde Sant’Angelo Şatosu yerleştirildi! Germen ve Sarmatian’lara karşı mücadelesi anısına Roma ‘da Marcus Aurelius Sütunu dikildi!

***
Tek Tanrılı Dinlerde İnsan Hakları

Akhenaton Tek Tanrılı Dinin Kurucusu, Mısır uygarlığı

“Peygamber, Evliya, Filozof, Düşünür, Bilgin adını ne korsanız koyun, bunlar o tarihte birlikte yaşadığı ve otorite tarafından ezilen, mutsuz ve sıkıntıdaki birey için üzülen duygulu insanlardır!.. Bu insanlar, üzüle, düşüne sonunda çözüm olarak, kurtuluş teorilerini
ortaya koyarlar!.. Eğer bir teori;

*  Yığınların ve bunların içinde gelişen kesimlerin menfaatine geliyorsa,
*  Otoritedeki zayıflamaya bağlı olarak, toplumca benimsenir ve iktidara gelir,
*  Ne zamana kadar? Yetemeyeceği zamana kadar!..”

İyi bakın, “Peygamber, Evliya, Filozof, Düşünür, Bilgin” adını ne korsanız koyun, bunlar birer devrimcidir! Çünkü

* Yeni şeyler söylüyor ve öneriyorlar,
* Önce “Otorite” iktidarını yitireceği korkusuyla, sonra toplum bunlara tepki koyuyor!
* Kimisi mevcut dine karşı olmakla suçlanıyor! Yargılanıyorlar!.. Kimisi ülkesini terk ediyor, kimisi öldürülüyor!..  Yakılanı mı istersiniz???. Kemikleri kırılanları mı???
*  Hatırlayın, yaşarken peygamberlere yapılanları!..
*  Hz. Musa’ya, Hz. İsa’ya, Hz. Muhammed’e yapılanları!..

Yani, “Devrimcilerin” yazgıları hep ayni olmuş!.. Bu yazgı, bu gün tapındığımız “Tek Tanrılı Dinleri” önerenler için de değişmemiştir!.. Gerçekten, “Tek Tanrılı Dinler” bireyin yaşamında bir devrimdir!.. Şöyleki;

* O tarihe kadar her halkın, hatta her insanın bile ayrı, ayrı tapındıkları tanrıları varken, biri çıkıyor herkesi yaratan, herkesin tapınacağı, Evreni var eden tek tanrı “Allah’tan” söz ediyor!

* “İnsana can veren Allah’tır! Bu borç’tur ve ancak o alabilir! İnsanın kendisi bile yaşamına son veremez! Verirse cehennemlik olur” diyor! İşte size; kutsallaştırılmış ve dokunulmazlık verilmiş Yaşama hakkı!

* “Herkesi Allah yaratmıştır ve Allah indinde herkes eşittir” diyor!.. İşte size; kralı ve köleyi eşitleyen; Eşitlik ilkesi!

* “Bütün topraklar Allah’a aittir” diyor!.. Bir anda, o gün egemen olan, “Toprak benimdir” diyen derebeyini, Türkçesi “Ağa’yı” topraksız bırakıyorsunuz ve insanlarda “İşlediğim toprak Allah’ın, ben ona ibadetimi yapıyorum, neden ürünümün büyük bir bölümünü derebeyine
vereyim” bilincini ortaya çıkarıyorsunuz! İşte, size Bağımsızlık=Özgürlük!

İyi bakın, bu üç temel esas o tarih için bir devrimdir! Ve birey için ne büyük bir kazanımdır!!!
Burada aklıma gelen şu soruyu düşünmenizi isterim;

“Acaba yukarıda saydığım özellikler, tek Tanrılı dinlerin insanlarca benimsenmesinde rol oynamış mıdır? Başka deyişle, bu ilkeler bireyin menfaatine geldiği için, insan topluluklarının azı bilinçli, çoğu bilinçsiz olarak, tek tanrılı dinlere akmamışlar mıdır?”

İşte, insanoğlu var olduğundan bugüne, bu böyle olmuş ve olmaktadır!.. Eğer, mevcut düzen donmuşsa, otorite zayıflamış veya başka deyişle, topluma keyfilik ve kaba kuvvet egemen olmuşsa ve artık yığınlar mutlu değilse, “İnsanı mesele yapan ve yığınların sıkıntısını ve
mutsuzluğunu nasıl bir düzenle sonlandıra bilirime” odaklanmış hep bir güzel insan ortaya çıkmıştır!

İşte, Semavî dinlerin ortaya çıkışında da böyle olmuş ve “O güne kadar ki, insanlık tarihi ve birikimlerinden de yararlanılarak, Peygamberlerin vaaz ettikleri ve o tarihte gereksinim duyulan kurallar” bir zaman sonra, toplumun çoğunluğunca bir kurtuluş olarak kabul edilmiştir!

Ancak, her ne kadar Semavî dinlerin hareket noktası; “İnsan ve insanların hepsini bir tesviyeye getirmekse de, temeli “Şüphe etmeden İman” olduğu için, tartışılmasına izin verilmeyen, “Doğrudur” diyerek, sadece inanılan din dogmaları zaman içinde “Düşünme ve düşündüğünü söyleyebilme özgürlüğünü” yok etmiştir!.. Hele, “Ruhanî otoritenin” güç kazanmasıyla!..

Nitekim Hıristiyanlığın gelişmesi sonucu, Tanrı adına bir otorite olarak “Ruhban sınıfı” da ortaya çıkmış ve insana tasarrufa başlamıştır.

Böylelikle, Orta Çağ’da batı da insana tasarruf eden “Üç Otorite” meydana gelmiştir.

A- Din adamlarının otoritesi,
B- Derebeylerin otoritesi,
C- Kralların otoritesi.

Hazır, “Semavi Dinlere” gelmişken, biraz da onların düşünürlerine gidelim mi!  “Orta Çağ” denilen bin yılı daha iyi anlarız!

İsa doğar…  İnsanlık Milattan Öncesini sonlandırmış, Milattan Sonrasına başlamıştır.

O tarihler de, Stoik Felsefe Roma İmparatorluğunu etkilemiş, yasaların da bile, bireyi=insanı öne çıkaran düzenlemeler yapılmıştır. Peki, bu anlayış neden benimsenmiştir. Ben, İmparatorluk ta yaşayan insanların % 70 nin köle sayılmasına bağlıyorum. Nitekim, o tarihler de ortaya atılan Hıristiyan Dininin yayılmasında da, “Bireyi öne çıkarması ve Yaşama, hakkı, Barınma hakkı, Eşitlik gibi temel haklarını” kutsallaştırması yatar.  Ama, Orta Çağ dedik mi, akla ilk “İNANÇ” gelir. Oradan başlayalım, sonra,
Skolastik Felsefe, sonra Dinler ve Düşünürleri.

***
İnanç Üzerine

İnsana doğuştan egemen olan iki içgüdü var,

1- “Yaşama İçgüdüsü”! Buna, “Ölüm Korkusu” da diyebiliriz
2- “Üreme İçgüdüsü”!

* Eski Yunan ahlâkçılarından tarihçi Plutarque; “Dünyayı dolaşsanız; duvarsız, edebiyatsız, kanunsuz ve servetsiz şehirler bulacaksınız. Fakat Mabetsiz ve Mabutsuz bir şehir bulamayacaksınız”,

* Alman Filozofu ve din tarihi araştırmacısı Max Müller ise; “Tapınma ihtiyacı insanla kardeştir. Vahşi ve medeni kavimlerde, hatta mağaralarda hayvanî bir hayat yaşayan insanlarda bile bu ihtiyaç vardır. Geriye doğru ne kadar gidersek gidelim dinsiz bir milletin yaşadığını görmüyoruz. Gezdiğimiz yerlerde bir mabede veya bir mabet kalıntısına rastlanılmamasına imkân yoktur”,

* Din tarihi araştırmacılarından Bünyamin Kostand’da; “Din duygusu insan tabiatına öyle yerleştirilmiştir ki, insan deyince akla bir de din gelmemesine imkân yoktur. Bu fikrin çeşitli şekillerde tezahürü, farklı dinlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur” demişlerdir.                                                                                                                                                                                                                                                                                                                        * Kimileri ve bazı din adamları da dinler için; “Bu duygu insanda doğuştan yoktur, insan bunu daha sonraki yaşadığı olaylar neticesinde elde etmiştir” demektedir.

* Öncelikle, ilkel dinlere bir göz attığımızda başta psikanalizci Freud, Lükres ve asrımızın fizik bilginlerinden Albert Einstein olmak üzere, bazı ilim adamlarının görüşüne göre; “İnsanlardaki din duygusunun temeli; “Korku ve Ümittir.“

İşte, “Korkularımız bizi; anlayamadıklarımızı kutsallık olarak nitelemeğe ve İnanca” götürmüştür.

İlkin söz müydü var olan, yoksa su mu?
Yaşamak tutkusu mu, yoksa ölüm korkusu mu?
Çağlar boyu bunca tanrı gelmiş, geçmiş,
Bilmem, inanış düştüğümüz bir pusu mu?

Dinler Haritası

Dinlerin Nüfus Dağılım

1. Hıristiyanlık                           2.2 milyar  % 33,
2. İslam                                       1.45 milyar  % 21,
3. Ateist, Non-teistler              1.1 milyar  %16,
4. Hinduizm                                 950 milyon %14,
5- Budizm                                    400 milyon %6,
6. Çin geleneksel dini                400 milyon %6,
7. Afrika geleneksel inançları  100 milyon %1,4,
8. Sihizm                                       25 milyon %035,
9. Musevilik                                  15 milyon %02,
10. Bahailik                                   13 milyon %0018,
11. Mormonizm                            12 milyon %0017,
12. Yehova’nın Şahitleri               7 milyon %001,
13. Şinto                                          4 milyon %00057,
14. Zerdüştlük                               3 milyon %00042,
15. Diğer

Bu hesaba göre “Hak Dini” toplamı; Hıristiyan 2.2 Milyar, İslam 1.5 Milyar ve Yahudi 15 milyon toplarsak 2 Milyar 715 Milyon Kişi eder. Diğerlerine Allah acısın!!!

Bir Soru!..

Yıl 2014, Ay Kasım’ın 11’i, Yer Bükreş, Konu:   “İslam’ın nasıl anlaşılması konusunda imam Gazzali ve İbni Rüşt arasında bin yıl önce yaşanmış bir kalem çatışmasının günümüze etkisi.”
Soru:   “Üstat,  Semavi   Dinlerin  peygamberleri Sami ırkından ve Ortadoğu’dan. Ne dersiniz, bu gün Ortadoğu’ya baktığınızda “Görevlerinde başarılı mıdırlar?”

Hazreti  İsa

İsa (Aramice) Arapça: Yesua. İşte, M.S. ya geldiğimiz zaman, ortaya “Hz. İsa” çıkar! İsa, Nezaretli bir marangozdur! Esseni tarikatındandır! Onun da mesajı; “Ahlak ve Sevgi” dir!

İsa; insanlara “Müşfik ve sevgi dolu Tek Tanrı’dan” söz eder! Bu, Tek Tanrıyı mutlu etmek istiyorsanız; “Eski Mısır’da ki Maat Yasasına göre yaşamanız yeterlidir” der! Bunları söylerken, kendisinin; “Mesih” olduğunu da iddia eder! Hedefi; “Tanrının Krallığını” kurmaktır.
Esseni tarikatından olanlar; “Dünyevi hedefleri olduğu ve Gizli Öğretiyi halka açtığı”  için, İsa’nın arkasında durmazlar! Bu arada, Yahudi Din adamları ve Yahudi Liderleri; İsa’yı “Yahudiliği bölmekle” suçlar ve Roma Valisine “Mevcut düzeni bozma çalışıyor” diye
şikayet ederler! Roma ordu komutanı da; “Gösterin İsa’yı, öldürelim” der!

Nisan Ayının ilk günleridir! Yahudilerin “Pesah=Hamursuz Bayramı” kutlanmaktadır! İsa, annesi Meryem’le birlikte Kudüs’e gelmiştir! Havarileri de yanındadır! İsa’yı; Yahudiliği bölmekle suçlayanlar, İsa’nın bir havarisi; “Yahuda İşkaryot’u” 30 gümüş para karşılığında satın alırlar! Hacca gelmiş kalabalık içinde “Yahuda  İşkaryot,  İSA’yı öpecektir”!  Roma komutanına da bu bildirilir! Ve İşkargot, İSA’yı öper! İSA yakalanır ve Çarmıha mıhlanır!
Batılılar bu öpücüye “Judas Kiss (İhanet öpücüğü)” derler ve hala bir deyim olarak kullanırlar!

Bu olay sonrası, İsa’nın takipçileri de Esseniler gibi sessizleşirler!  Taa ki, 70 yıl sonrasına kadar! İşte, o tarihte, İsa’yı hiç görmemiş, SAUL isminde biri, İsa’nın mesajlarına, kendi düşüncelerini de ekleyip, bir kitap yazar! Bu kitapta, “Cehennem, Şeytan ve Allah korkusu” yer alır! Tanrı cezalandırıcıdır!  İşte, bu kitap; “İncil” dir! Artık, yeni bir Din doğmaktadır! Hıristiyan Dini! “İsa” adı Arapça olup, Kuran kökenlidir  Kuran’da ismi “İsa Mesih” olarak da geçer. Mesih sözcüğü; “Kutsal yağ ile ovulmuş” anlamınadır. Anadolu’da sözcüğün; “Ese” ve “Esi” biçiminde kullanıldığı da görülür.

Batılı dillerde kullanılan “Christ, Christus, Cristo” vb. isimler, Yunanca “Mesih” sözcüğünün karşılığı olan Hristos (Χριστός) kelimesinden türemiştir  Memleketine atfen; “Nazaretli İsa” olarak bilinir.

İsa 30 yaşına kadar marangozluk yapar. Kaynaklarda çocukluk ve delikanlılık dönemine ilişkin bilgiler çok sınırlı. 30 yaşlarında “Yahya Peygamber” ile buluşur.

Müslümanlık inancına göre, Hz. Yahya, Hz. Musa’nın şeriatını devam ettiren son peygamberdir ve gerek İncil’de, gerek Kuran’da Hz. Zekeriya’nın oğlu olduğu yazılıdır. Gerek Hz. Zekeriya ve gerekse oğlu Hz. Yahya da kendi kavmi İsrail oğulları tarafından öldürülürler.

Hıristiyan kaynaklarına göre öykü şöyle; “John The Baptist (Vaftizci Yahya)” Şeria Nehri kıyılarında verdiği vaazlarda; “İsrail oğullarının beklediği kurtarıcının “Mesih’in” gelmesinin yakın olduğunu anlatır ve İsrail oğullarından tövbe edip Mesih’in gelişini bekleyenleri Şeria nehrinin sularıyla vaftiz ederek, bu kişilerin ruhlarını temizlemelerini” sağlarmış.

Bu nedenle Hıristiyan kültüründe “Yahudi Hz. Yahya “Vaftizci Yahya” olarak anılıyor. Nehirde vaftiz âdetini, Baptist (vaftiz) mezhebi bugün de sürdürüyor. Hıristiyanlar İsa’nın müjdecisi olması hasebiyle Vaftizci Yahya’ya büyük saygı gösterirler.

Yahudilerin geleneksel olarak babalarının ismiyle anılması sebebi ile İsa yaşamı süresince “Yusuf’un oğlu İsa” olarak bilinmiştir.

Teolojide kullanılan, İsa’nın yaşamına dair ana kaynaklar Yeni Ahit ‘teki dört  (Matta, Markos, Luka ve Yuhanna kanonik İncil’dir. Genel kabule göre bunlar İsa’nın ölümünden 60-70 yıl sonra  I. yüzyılda yazılmışlardır.

İbrahim’in oğlu İshak ‘ın soyundan geldiğine inanılır. Tanrı tarafından babasız doğduğuna inanıldığı için soyu üvey babası Yusuf’a göre tayin edilir. Dini anlatılara göre annesi Meryem, Levi oğulları soyundan geliyordu.

Yeni Ahit, Meryem ‘in kocası ve İsa’nın kanuni babası olarak andığı marangoz Yusuf ‘un, Davud ‘a kadar çıkan soyağacını verir.

Hıristiyan inancında İsa Tanrının oğlu ve bizzat Tanrının kendisidir.

Ortodoks, Katolik ve Protestanlara göre;  “İnsani ve Tanrısal iki tabiatı olup, bunlar asla birleşmezler, karışmazlar ve ayrılmazlar.”

Kuran’da İsa’dan, İsa’nın annesi ve Harun’un kız kardeşi olarak Meryem’den, Meryem’in annesinden, Meryem’in babası olarak İmran ‘dan bahsedilir.

İslam’da İsa saygı duyulan bir peygamberdir.  Kuran’da İsa’nın Allah’ın emri ile mucize olarak biyolojik bir babası olmadan doğduğu belirtilir!..

“Allah nezdinde İsa’nın durumu, Âdem’in durumu gibidir. Allah onu topraktan yarattı. Sonra ona “Ol!” dedi ve oluverdi!..

Kuran’da; Meryem’in annesinin Meryem’i doğurması anlatılır. İsa’nın daha beşikte iken konuştuğu ve babasının olmadığı, İsa’nın yaratılmasının; ”Adem’in yaratılması gibi yoktan olduğu, onu asanlara asılmış gibi gösterildiği, kendisinin Allah katına yükseltildiği” yazılır!

İslam’a göre; İsa, beş büyük peygamberden birisidir. Ayrıca, Müslümanlar İncil’in İsa’ya vahiy yoluyla indirilen ilahi bir kitap olduğuna inanırlar! Gene, Hıristiyan kaynaklarına göre; “İsa bu ihaneti ve başına gelecekleri bildiği için, Pesah gecesi, 12 Havarisini son yemeği için bir
araya getirdi ve başına gelecekleri onlara haber verdi.” (Bu yemek Hıristiyan kaynaklarına “Last Supper (İsa’nın son yemeği)” olarak geçti.)

“Last Supper (İsa’nın son yemeği)” Gene, Hıristiyan inancına göre; “İsa o gece, bedenini sembolize eden bir dilim ekmek ve kanını sembolize eden bir bardak şarap sundu havarilerine.” Bugün, kiliselerde bu son yemeği anmak için, ekmek-şarap ayini devam
ediyor. Türkçe “Kudas” diyoruz, Avrupalılar “Komünyon” diyor bu ritüele!..

Paskalyadan önceki Cuma günü ise Hıristiyanlarca Hz İsa’nın çarmıha gerildiği gün olarak kabul edilir ve  “Good Friday (Tanrının Cuması)” diye adlandırıyorlar. Dilbilimciler; daha sonra bu deyimin önce “Godes Friday“ şekline ve sonradan bunun “Goodbye”a dönüştüğünü belirtiyorlar.

***
İsa Newyork’ta!!!

Newyork‘ta bir  Christmas gecesi… Gökyüzü birden aydınlanır… Işık huzmelerinin arasından süzülen Hz. İsa yavaşça Newyork’a. Times Sguar Meydanına  iniverir… Halk şaşkınlık ve  hayranlık içindedir…. Hz. İsa, etrafına bakındıktan sonra, Macys’e (Newyork’un ünlü mağazası) girer!..

İnsanlar kuyrukta, para ödüyorlar…  Dışarda para dilenenler…“Buna dayanamam, bunca bolluk-bereket, bunca mal varken, insanlar  neden aç, neden yoksul? Gelin kardeşlerim, bu malların hepsi sizin, istediğinizi alın… Artık, Tanrı’nın Krallığında hiç kimse aç ve yoksul olmasın.”

Halk hemen Macys AVM’ye hücum eder!.. Hz. İsa, orada fazla oyalanmaz!.. Devamlı aynı sözleri yineleyerek, sırasıyla diğer süpermarketlere, dükkanlara da girer!.. Ortalıkta tam bir bayram havası!..Sıra, bir Yahudi’nin süpermarketine gelir… Hz. İsa, buranın da kapılarını ardına kadar açar, kasadaki Salamon’a da; “Buna dayanamam, bunca bolluk-bereket, bunca mal varken, insanlar  neden aç, neden yoksul? Gelin kardeşlerim, bu malların hepsi sizin, istediğinizi alın… Artık, Tanrı’nın Krallığında hiç kimse aç ve yoksul olmasın.” sözleri tekrarlar…

Salamon, kayıtsız bir  tavırla arkasındaki perdeyi hafifçe aralar ve karısına  seslenir; – Bertha… Dolaptaki alet çantasından çekici ve çivileri getirir misin canım, o adam yine ortaya çıkmış!!!

***
Gelin, şimdi sizi; “Yahudi’ler ile Arap’lar, Baba bir kardeş çocukları mı” meseleme götüreyim. Karar sizin… “Her ikisinin Sami ırkından olduğunu biliyordum. Ama kutsal kitapları okuyunca;

* Yahudi’ler; “Kendilerinin Hz. İbrahim’in Sare’dan oğlu İshak’ın soyundan geldiklerini” söylüyor.
* Müslüman Arap’lar; “Kendilerinin Hz. İbrahim’in Hacer’den oğlu İsmail’in (Samüel) soyundan geldiklerini”  söylüyor!

Demek, Sami ırkından olan, Yahudi’ler ile Müslüman Arap’lar, baba bir kardeş çocukları!..
Galiba, Yaşar Nuri’nin bir kitabında okuduğum, Hz. Muhammed’in; “Ben Müslümanlıktan önce HANİF’tim (tek tanrıya inanan), benim atalarımda hanifti, biz Hz. İbrahim’in oğlu İsmail’in soyundan geliyoruz.” deyişi bunu teyit ediyor!.. Biliyorsunuz Hanif sözcüğü bizde isim olarak kullanılır, erkek çocuksa HANİF, kız çocuksa HANİFE! demek, Tek Tanrı’ya inananlara verilen sözcük… İslam’ı incelerken, değineceğim.

Yazar Av. Önder Limoncuoğlu, İzmir, 29.5.2021

Share This
COMMENTS

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir