Düşünce Tarihi – 5
Skolâstik Düşünce
Skolâstik felsefe, Latince kökenli Schola (okul) kelimesinden türetilen “Okul felsefesi” demektir! Bu felsefenin temeli “Teoloji=Din bilgisi” dir, ona dayanır ve onu desteklemeye çalışır! Bir okul felsefesi olarak skolâstik düşünce, ilk olarak teoloji öğretmenleri tarafından, hem sistemleştirilmiş teolojinin öğretilmesini, hem de Antik Çağ okullarında öğretilen “Yedi özgür sanat” denilen Gramer, Diyalektik, Retorik (hitabet), Aritmetik, Geometri, Müzik, Astronomi bilgilerinin öğretilmesini içerir!
Orta Çağın belirli bir döneminden itibaren, tüm felsefe etkinliği skolâstik zeminde gerçekleştiği için, “Orta Çağ Felsefesi” denildiğinde, akla gelen genellikle “Skolâstik felsefe” dir!.. Oldukça geniş bir tarihsel dönemi kapsar! Bu dönemde, yalnız “Hıristiyan Skolâstiği” değil, ”Yahudi Skolâstiği” ve ”İslam Skolâstiği” de söz konusudur!..
Skolâstik görüş için; “Dinle felsefeyi, akılla inancı bütünleştirmeye uğraşmaktır” diyebiliriz!..
Özelikle, inanca ve vahyiye akıl yoluyla getirilen itirazlar, bu şekilde aşılmaya çalışılmıştır!..
Bu anlamda da Skolâstik felsefe, yeni bir şeyler bulmak ya da düşünceler üretmek arayışında olmayıp, aksine zaten mevcut olanlar içerisinde Skolâstik felsefeye uygun olanları temellendirmek ve uygun olmayanları çürütmek çabasında olmuştur! Bu çaba için gerekli mantığı “Aristoteles’te ve Euklid geometrisinde” bulmuştur!..
Bu dönemde, Rasyonalizm’in devam ettiği görülür! Ancak, bu ne Sokrat’ın, ne Platon’un, ne Aristo’nun Rasyonalizmi’dir! Bu, dogmatik bir rasyonalizmdir! Bu dine dayalı rasyonalist anlayışa göre;
“Akıl herkeste aynı değildir, Tanrı aklı herkese eşit vermemiştir!.. Papalara, kardinallere, başpiskoposlara özetlersek, dinin istediği insanlara rütbe sırasına göre vermiştir!..” Tabii ki, bu anlayış gerçek bir rasyonalist anlayış olarak kabul edilemez! Ama, Orta Çağdaki Rasyonalizm anlayışı budur!..
Skolâstik anlayış;“ Bilgiyi; Tanrısal gerçeğin ortaya konulmasından ve yansıtılmasından, kanıtlanmasından başka bir şey değildir” diye tanımlar ve bu sebeple görelikçiliğe, öznelliğe ve kuşkuculuğa karşı savaşır!..
Skolâstik düşünce, “Yalnızca tek bir doğrunun ve ona bağlı tek bir doğruluk sisteminin varlığını” kabul eder. Din düşünürü olan Augustinus bunu “Anlamak için inanıyorum” cümlesiyle özetler!..
O dönemde, herkes dinin istediği şekilde düşünmeye mecbur bırakılmıştır! Hele, dinin dogmalarından şüpheye kalkış! Dini otorite seni aforoz eder! Cismani otorite seni mahkûm eder ve yakar, Kalabalıklar da ruhunu şeytana sattığına inandıkları senin yanışını seyretmekle, feryatlarına gülmekle sevaba girdiklerine inanarak, huzur bulurlar!..
Sorarım size; “Böyle bir baskı altında insan zekâsı yaratıcı olabilir mi? Zaten, bu sebepledir ki Orta Çağ zekâsı yaratıcı olamamıştır!” Bu Çağ’da yapılan ilim; ”Dinin prensiplerine, Aristo’ nun kıyas mantığının uygulanması ile yapılan bir ilimdir.”
Hıristiyan Orta Çağ filozofları gibi, İslam düşünürleri de, “Tanrı’dan hareket ederek, varlığa ve varoluşa, insan varlığına ve düşüncesine açıklık getirmeye” çalışmışlardır!
Bu anlayışla kutsal metinleri yorumlarlar, tefsir ederler ve mantık ya da dil analizleri yaparlar ve; “Benim dinim, Hak dinidir” sonucuna varırlar. Zaten, Kutsal Kitapları yorumlama, Orta Çağ felsefesinin genel karakteristiğidir!
12. yüzyıldan itibaren, özelikle İbn-ii Rüşt’ün şerhlerini içeren Eski Yunan felsefecilerinin kitapları, Batı dillerine çevrilmeye ve Batı’da okunmaya başlandı! Özellikle, Aristoteles düşüncesine bu kaynaklardan, bir tür yorum içinden ulaşıldı! Böylece, meydana gelen Aristotelizm, Skolâstiğin yükseliş döneminin dinamiği olmuştur! Antik Çağ düşüncesinin Batı’ya taşınması ve geliştirilmesi bakımından Farabi, İbn-i Rüşt, İbn-i Sina, İbn-i Arabî gibi filozofların büyük etkisi olmuştur! Ancak, İslam Skolâstiğinin, Hıristiyan Skolâstiğinden önemli bir farkı vardır. Bu fark, “Düalist ve Tek’lik Anlayışlarından” doğar! Nedir, bu görüşler?
İslam düşünürleri, özellikle Anadolu Tasavvufçuları ki, bunlar Türk’leri İslamiyet’le bütünleştiren düşünürler olup, felsefeleri “Vahdet-i Vücut yani her şey, herkes Tanrı’nın görüntüsüdür” temeline dayanır! Batı buna “Ezoterik Görüş” der.
Hıristiyan düşünürleri ise, düaliteleri esas almıştır. Yani, “Gören ve Görülen”, “Varlık ve Yokluk”, “Ruh ve Beden”, “Ölüm ve Yaşam” ve nihayet “Yaratan ve Yaratılan” anlayışına dayanmak gibi! Buna da, “Düalist Görüş” denir.
Antik Çağ felsefesi kaynakları İslam filozoflarının aracılığıyla, Batı düşünürlerine ışık olmuş, Batı’daki Din/Felsefe ayrımlaşmasının hızlanmasında etkin bir rol oynamıştır! Nitekim, Batı düşüncesindeki iç tartışmalar; “Bilgi ile İnanç ayrışmasına” kesinlik kazandırmıştır! İşte, bu noktada Batı’da bir Orta Çağ felsefesi tartışması başlar!
“Tümeller (Universaliae) nedir?”, “Nerede bulunurlar?” ve “Dışarıdaki nesnelerden bağımsız olarak mevcut mudurlar, yoksa değil midirler?” Tümeller çatışması içinde, Hıristiyan Skolâstik düşünürleri 3 grup içinde karşımıza çıkarlar!
Seneca, Marcus Aurelius, İsa, İsa’nın Son Yemeği,
Yazar Av. Önder Limoncuoğlu, İzmir, 8 Haziran 2021