Eğitim Sistemimizde Köy Enstitüleri’nin Yeri
Eğitim olayımız Osmanlı’dan bu yana tam olarak rayına oturtulamamıştır. Zorunlu eğitim anlayışı 19.yy’da 1824 fermanı ile başlamıştır. Buna göre 1848 yılında orta dereceli okullara öğretmen yetiştiren “Darülmuallim-i Rüşti” ve 1868 yılında da ilkokullara öğretmen yetiştiren “Darülmuallim-i Sıbyan” kurulmuştur. Ne var ki bu okullarda medrese ağırlıklı öğretim verilmekteydi. Ayrıca bu okullar genellikle büyük şehirlerde olduğu için kırsal kesim yararlanamamıştır. Bu durumun sonucu olarak ülkede okur-yazar oranı % 5,2 oranında olabilmiştir. Bu oran kırsalda özellikle kadınlarda % 0,2’ye kadar iniyordu. Bunun sonucu olarak Osmanlı’dan Cumhuriyete 2.345 ilkokul ve 3.061 öğretmen devretmiştir.
Cumhuriyeti kuranlar özellikle kırsal kesimin eğitilmesi konusunda hassasiyet göstermişlerdir. 1921 yılında Kurtuluş Savaşı sırasında Mustafa Kemal köylünün eğitilmesi ve kalkındırılması konusunu meclise getirmiş ve köylü hakkındaki düşüncesini söylemiştir.
Kurtuluş Savaşından sonra kurulan hükümetler ve meclis kalkınmanın köyden başlatılması düşüncesinden hareketle, eğitime özel önem vermişlerdir. İlk Milli Eğitim Bakanlarından Mustafa Necati ile başlayan araştırma ve çalışmalar yoğun şekilde sürdürüldü. Arada bakanlığa atanan Mehmet Esat Bey “Atatürk’ün de hocasıdır” ve Hamdullah Suphi Tanrıöver gibi bakanlar, medrese eğitimini ihya etmek düşüncesinde olsalar da ilerici yapılanma, Reşit Galip gibi aydın düşünceli bakanlarla devam etti. Mustafa Necati döneminde Talim Terbiye Dairesi kuruldu. Maarif Teşkilatı Kanunu çıkartıldı. Bazı bakanlıklarımızın “özelde Tarım Bakanlığının” hala bir kuruluş kanununun bulunmadığı düşünülürse o dönemde eğitime verilen önem daha iyi anlaşılır. Dil Heyeti, Telif ve Tercüme Heyeti kuruldu. Maarif Şûrası Yönetmeliği hazırlandı. Şura ancak 1939 yılında Hasan Âli Yücel’in bakanlığı döneminde toplanabilecektir.
1935 yılında Atatürk’ün de kurmayı olan Saffet Arıkan Millî Eğitim Bakanlığına getirildi. Yeni bakan köy gerçeğini bilen, proje üreten, çalışkan bir eğitimci ararken, eğitimci dostu Nafi Atuf Kansu bakana, dostlarının kendisine köylü İsmail Hakkı dedikleri, İsmail Hakkı Tonguç’u önerdi. Tonguç kendisi de köy kökenli olduğu için, köy ve köylü gerçeğini biliyordu. Bu sırada Tonguç Gazi Eğitim Enstitüsü Resim İş ve İş Bilgisi bölümünü yürütüyordu. Saffet Arıkan Tonguç’u İlköğretim Genel Müdürlüğüne vekâleten atadı ve hemen çalışmaya başlamasını isteyerek eğitim işini kendisine teslim etti. İsmail Hakkı Tonguç fanatik bir Atatürk hayranıydı. O’nun düşüncelerini özümsemişti. Eğitim konusunda kendisi de Atası gibi düşünüyordu. Tonguç’a göre “insanı öteki varlıklardan ayıran ayakta durabilmesi ve ellerini kullanabilmesidir. Uygarlık, insan eliyle insan beynin yarattığı sonuçtur. İnsan eliyle beynini kullanmaya başladığı gün uygarlığı da tarihi de başlamış olmaktadır.” Bu düşün şekliyle uygulamalı eğitimin önemini açıkça belirtiyor. Ona göre eğitim insan eliyle beyni arasında uyumla oluşacaktır. Tonguç bilginin kaynağı doğadır. İnsan elini ve beynini kullanarak, doğadan edindiği ve ürettiği bilgileri bilimsel bilgiye dönüştürür diyerek kurulmasını düşündüğü eğitim sisteminin ipuçlarını veriyor. Gene Tonguç’a göre eğitim, teorik eğitimin yanı sıra uygulamalı olarak da yapılmalıdır. Bu düşüncelerdeki genel müdür işe koyularak Türkiye’nin o günkü gerçeğini, ilkokulların durumunu, köylerin halini gösteren bir rapor hazırlayarak, bakan aracılığı ile Başbakan İnönü’ye sunar. Yıl 1935 sonları.
Rapora göre ilkokulların durumu 1933-1934 istatistiklerine göre kentlerde çoğu 5 sınıflı, bir bölümü 4 ve 3 sınıflı 1192 ilkokul, 1685 öğretmen ve 254.517 öğrenci mevcuttur. Köylerde 1 ve 3 sınıflı 4999 ilkokulda ise 6786 öğretmen ve 313.169 öğrenci vardır. Okuma çağındaki çocuklar genel nüfusun % 11’idir ve sayısı 1.800.000’dir. Bunların kasabalarda % 75’i köylerde ise % 20’si okuyabilmektedir. Raporda, öğretmen yetiştirme kural ve şekilleri ve çalışma koşullarını da belirliyordu. Rapor Bakanlar Kurulunda görüşüldü. Olur sağlandı.
Eğitimde seferberlik başlıyordu. Rapor Atatürk tarafından da görülüp okundu. Bu gerçekler karşısında Atatürk çok üzüldü ve kızdı. Bir ülkede yaşayanların % 85-90’ı okuma yazma bilmiyorsa, insan olanın bundan utanması gerekir diyerek düşüncesini açıkladı. Gazi eğitim için ordudan neden yardım alınmadığını sorar. Orduda onbaşı ve çavuş olarak askerliğini yapmış, yetenekli, becerikli ve akıllı birçok asker vardı. Eğitimciler bu gençler arasında belirledikleri 80 kadar kişiyi Eskişehir-Çiftelerde 8 aylık İlkokul Eğitmen Kursuna başlatıldılar. Eğitmenler 3 yıllık köy okullarında görev yapacaklardı. Çiftelerin tercih edilmesi, Haranın tarım araç ve gereçlerinden yararlanılmasını sağlamaktı. Eğitmenler yalnız okuma yazma öğretmekle kalmayacak, bağ bahçe gibi tarım işlerinde köylüye yol gösterici ve yardımcı olacaklardı. Uygulama çok başarılı oldu. Bunun üzerine İzmir/Kızıl Çullu, Edirne/Kepirtepe ve Kastamonu/Gölköy deneme okullarında bir yandan öğretmenler hazırlanırken öte yandan eğitmen kursu da verilmeye başlandı. Köy okulları programlarına tarım ve teknik dersleri de konuldu.
1938 yılı ülkemiz için hüzünlü ve acılı bir yıl olmuştur. Ulusumuz Atasını kaybetti. Ama hayat devam ediyordu. Atayı sevmek demek izinden yürümek, devrimlerine sahip çıkmak demektir. Atatürk’ün önemli atılımlarından biri eğitim seferberliğiydi. Yerine gelen İsmet İnönü köyde eğitim asla aksamayacak, kaldığı yerden sürecek diyerek görüşünü açıkladı. Ata’nın ölümü Saffet Arıkan’ı çok sarsar ve sağlığı bozulur. Bakanlıktan ayrılmak zorunda kalır. Yerine genç Maarif Müfettişi İzmir Milletvekili Hasan Âli Yücel getirilir. 1946 yılına kadar Yücel ve Tonguç çok uyumlu bir şekilde çalışırlar.
Hasan Âli Yücel döneminde 1939’da ilk kez Eğitim Şurası toplanır. Tonguç’un yazdığı Canlandırılacak Köy adlı kitabı bildiri olarak şurada görüşülür. Kitapta köylünün ezildiği, sömürüldüğü ve kaderciliği anlatılır. Bu durumun değiştirilmesi ve yeteneklerinin kullanıcı hale getirilmesi için ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel alışkanlıklar kazandırılıp bilinçlendirilecektir. Şurada ayrıca köylere öğretmen yetiştirmek üzere kurulacak enstitülerin eğitim şekilleri de görüşüldü. Eğitmen kursları ve dört yerde bulunan Köy Öğretmen Okulu denemeleri olumlu sonuç verince, Türkiye köylerinin ilköğretim işini planlamak, 10-15 yıl içerisinde bunu sağlayacak sayıda eğitmen ve öğretmen yetiştirme amacına yönelik çalışma başlatıldı. Tonguç’un hazırlamış olduğu İlköğretim Planlama Raporu şurada değiştirilmeden kabul edildi. İlköğretimi yurt geneline yaymak için eleman yetiştirmek gerekiyordu. Bunu sağlamak üzere 17 Nisan 1940’da TBMM’de onaylanan 3803 sayılı Köy Enstitüleri Yasası gerekçesinde köy öğretmeni ile birlikte başka eleman da yetiştirileceği, bu merkez kurumlara Enstitü adını vermek yerinde olacaktır diyor Tonguç. Adı geçen Mahmudiye, Kızılçullu, Gölköy ve Kepirtepe’de bulunan Köy Öğretmen Okulları 3704 sayılı yasa ile Enstitüye dönüştürülür.
Türkiye 4’e bölünmüş, her bölümde iller 2’li 3’lü gruplar şeklinde düzenlenerek, buralarda 17 Enstitü daha açılması planlanmıştır. İşe el sürmeyen okumuşluk tarihe karışıyor, yerine eli, kolu, kafası birlikte çalışan, iş yapmayı erdem sayan, teknik beceriler kazanan, kendini ve çevresini bu yolla değiştiren yeni kuşaklar yetiştirilecektir.
Köy Enstitülerinin Eğitim Felsefesi şöyledir:
- Geleneksel okul için zekânın, duygunun, istencin işleyeceği çevre her şeyden önce kitaptır. Köy Enstitülerinde bu çevre yaşamdır. Yaşanan yer yaşamın kendisidir.
- Geleneksel okul deneyimsiz insanları yaşama hazırlamaya çabalar. Köy Enstitüleri deneyimsizleri yaşamaya hazırlamayacak, onlara gerçek yaşamı sunacak, çıkabilecek engelleri kaldıracaktır.
- Geleneksel okulun konusu kitapta yazılı düşünceler, örnekler, anlatımlardır. Köy Enstitüleri, köyü, köylüyü, tarlayı, kümesi, işlikleri ele alarak bilgiyi oradan öğretir.
- Geleneksel okullarda kuram ve uygulama vardır. Köy Enstitülerinde yaşam ve yaşamın gerçekleri vardır. Uygulama da kuram da bunun içindedir.
- Geleneksel okul öğrenciyi sınava, diplomaya ve bu yönde çalışmaya hazırlar. Köy Enstitüleri doğrudan doğruya, bağımsız ve doğayla boğuşan ve onu her alanda yenen insanın yaratıcı kişiliğini öne çıkartır.
Sistemin Genel Amaçları
- Tamamına yakını okur-yazar olmayan köylünün kız ve erkek ayrımı yapmadan, anaokullarından yükseğine kadar düzeydeki eğitimin kapılarını açmak.
- Eğitim yolu ile köylüyü geleneksel üretim yöntemlerinden kurtarıp, çağdaş yöntemlerin kullanılmasını sağlamak.
- Eğitimle köylünün kendi kültürünün bilincine varmasını sağlamak ve içe kapanık yaşamdan kurtarmak.
- Eğitim yoluyla köylünün ilkin kendi köyü içinde ağa yönetiminden kurtulup kendi kendisini yönetmek, sonra ülke yönetimine katılmasını sağlamak.
Bunların Sağlanabilmesi İçin
- 7-14 yaş arasındaki köy çocuklarını ilköğretime kavuşturmak.
- İlkokulu bitirmiş, askerli çağı gelmemiş köy çocuklarını, köye uygun bir meslekte yetiştirmek.
- Yetişkin köylüleri okur-yazar yapmak.
- Eğitim, sağlık, tarım, kooperatifçilik, yönetim ve el sanatları dallarında köye gerekli meslek adamlarını yetiştirmek.
- Köyün canlandırılması için gerekli yüksek yetenekli uzmanları yetiştirmek.
Yukarıda belirttiklerimizi köye taşıyacak öğretmenin niteliklerini de şöyle sıralayabiliriz:
- Köyün inanışlarına etkili olma.
- Köyün toplu yaşayış ve davranışlarını etkileyebilme
- Bütün bunların önünde çağdaş bir aydın olma, köylüye kendini kabul ettirme.
Enstitüler devlete ait çorak, işlenmeyen araziler üzerine 1000 öğrenci alacak şekilde düzenlendi. 1948 yılına kadar 21 enstitünün kuruluşu tamamlandı. Birer işletme gibi kurulan enstitülerde 3803 sayılı yasanın getirdiği köyden alıp köye verme düzenlemesi çarpıcı bir yenilikti. Bu köy çocukları için çok önemli ve bulunmaz bir fırsattı. 17 Nisan 1940’tan sonra köylerden herhangi bir istekte bulunulmuyor, devlet okutmak için onların önünü açıyordu. Köy enstitülerinde parasız yatılı okuyarak yine kendi köylerine öğretmen, sağlıkçı, ebe ve tarımcı olarak atanacaklardı.
Öğrenciler, öğretmen ve usta öğrenciler okullara gelmeye başlamıştı. Her şey ortak akıl, ortak emekle yeniden yapılıyor, çalışmalar bütün hızıyla sürüyordu. Öncelikli olarak gerekli yapıların tamamlanmasına hız veriliyor. Yatacak yerler, yıkanıp temizlenecek hamam, suyolları açmak, bağ- bahçe, tarla düzenlemek. Her şey öğrenci, öğretmen emeği ile yapılıyordu. Birer eğitim işletmesi kuruluyordu.
Türkiye ll. Dünya Savaşına katılmadıysa da etkileri bütün ağırlığı ile hissediliyordu. Köy Enstitülerinin kurulmasında göz önünde tutulan ilkelerden biri, proje yarışmalarının esaslarını saptamak, kendi mimarlarımız arasında yapılan yarışmada kazanan projeyi, öğrencilere, yapı ve sanat dersleri içerisinde uygulatmaktı.
Enstitülerde Eğitim Programları ve Yöntemleri
Öğretim işi resmi müfredatta az çok gösterilmiştir. Ama ruhunu vermek program taslağında değil yöneticisindedir. Enstitü müdürlerine kurumlarını kurmaya giderken müfredat programı verilmedi. Ama köyleri canlandırma sayılacak 3803 sayılı yasa verildi. Çünkü uzun soluklu bir seferberlik başlıyordu. 1955 yılına kadar tüm köyler okula ve öğretmene kavuşacaktı. 1955 sonrasına kalmayacaktı. Her enstitü çevre koşullarına göre kendi programını hazırlayacak, haftalık, aylık ve yıllık çalışma planını kendisi yapacaktı.
Derslerin yarısının tarım ve teknik derslerine ayrılması enstitü programına çok yönlü bir eğitim niteliği kazandırıyordu. Öncelikli meslek öğretmenlikti. Ancak köylere yarayışlı eleman da yetiştirilecekti. Buna göre 5 yıllık meslek eğitimi olarak verilecek dersler hafta sayılarına göre şöyle düzenleniyordu:
- Kültür Dersleri 5 yılda 114 hafta
- Tarım dersleri ve çalışmaları 5 yılda 58 hafta
- Teknik dersler ve çalışmaları 5 yılda 58 hafta
- Tatil “Yıllık Dinlence” 5 yılda 30 hafta
Hiçbir koşulda eğitim süresinde bundan ödün verilmiyordu. Yıllık 6 haftalık izin aynı anda verilerek okul boşaltılmıyor, izinler sıraya konuluyordu. Okulun bahçesinin, işliğinin, tarım alanlarının, değişik zamanlarda bakım ve hasadı yapılıyordu. Öğrenciler ailelerini özledikleri ve ailenin ihtiyacı olduğunda izne ayrılıyorlardı. Enstitülerde bütün derslerde ilgili metotların kökten değiştirilmesi iş içinde iş vasıtasıyla öğretilmesi gerekiyordu. Bu durum öğretmen sorunu yaratıyordu. Bu nedenle geniş kaynaklardan öğretmen alarak amaca ulaşmak ancak olanaklı olacaktı.
İş ve Üretim Alanları ve Çalışmaları
Enstitüler geniş ve kıraç alanlarda kuruluyorlardı. Kuruluş sırasında öncelikler yöneticiler tarafından tespit ediliyordu ve buna göre çalışma yapılıyordu. Esasen önceliği olmayan iş yok gibiydi. Barınaklar, derslikler, yollar, bataklıkların kurutulması, ağaçlandırma, suyolları, elektrik santrali, tarım alanlarının işlenmesi, tüm bunlar yönetici, öğretmen, usta öğrenci ve öğrencilerin el birliği ile yapılıyordu. Enstitülerde eğitimin % 25 zamanı tarım dersleri ve çalışmaları olarak düzenlenmişti. Her enstitü kendi işletmesinde çevrede uygulanabilen tarım işini öğreniyor ve gereksinimleri olan ürünlerin çoğunu sağlıyordu. Tarım derslerinde kız ve erkek öğrenciler birlikte çalışıyorlardı. Enstitüler yaptıkları işleri, ürettikleri ürünleri 15 günlük raporlarla MEB’e bildiriyorlardı. 4272 sayılı yasa ile enstitü bünyesinde tüketim ya da üretim kooperatifi kurulabilir. Buna dayanarak tüm enstitülerin birer kooperatifi vardı. Buralarda öğretmen, öğrenci ve köylüler yararlanabiliyorlardı. Hatta zaman zaman köylüye tohumluk, fidan, duruma göre tarım araçları veriliyordu.
Enstitülerin Yapıcı Ekipleri
Yapım işlerinin bir an önce bitirilebilmesi için enstitülerde yapıcı ekipler oluşturulmuştur. Bu ekipler yalnız kendi okullarının değil, ihtiyaç duyulan enstitülerin de yardımına gidiyorlardı. İş tamamlandıktan sonra çevreyi tanımak amaçlı geziler düzenliyorlar, böylece ülkenin tarihini, coğrafyasını ve kültürünü tanıyorlardı. Kız öğrenciler dikiş atölyelerinde biçki, dikiş, nakış gibi el sanatlarını, yemek yapmayı uygulamalı olarak yapıyorlardı.
Programın Bilgi-Kültür Boyutu
Okullarda kültür derslerinin iş alanlarında uygulama içinde yapılması bilgilenme yönünden verimlilik yaratmıştır. Bazı eğitimciler ve pedagoglar bu uygulamaya karşı çıkmışlardır. Milli Eğitim Bakanı Yücel kendisine iletilen bir imzasız rapor üzerine bizzat kendisi okulları teftişe çıkmış, gördüklerinden çok mutlu olarak dönmüştür. Raporu göndereni bulup denetim sonuçlarını anlatır ve “Evet, onların kültürleri bildiğimiz münevverlerinkinden gerçekten ayrı olacak, onlar hendese (matematik) davalarını (problemlerini) ezberleyerek sınavı verince unutan insanlarda olmayacaklar. Geometri ve diğer birimlerin ana kanunlarına göre bina ve eşya yapan münevverler olacaktır” der. İmzasız mektubu yazan kişi Halil Fikret Kanattır. İleriki yıllarda bu okulların kapatılmasında önemli rol oynayacaktır.
Enstitülerdeki Kültür Derslerinin 5 Yıl
İçindeki Süreleri Şöyledir: Türkçe |
736 saat |
Tarih | 222 saat |
Coğrafya | 276 saat |
Yurttaşlık Bilgisi | 92 saat |
Matematik | 598 saat |
Fizik | 276 saat |
Kimya | 184 saat |
Tabiat ve Okul Sağlık Bilgisi | 368 saat |
Yabancı Dil | 411 saat |
El Yazısı | 92 saat |
Resim İş | 230 saat |
Beden Eğitimi ve Ulusal Oyunlar | 184 saat |
Müzik | 460 saat |
Askerlik | 368 saat |
Ev İdaresi ve Çocuk Bakımı | 46 saat |
Öğretmenlik Bilgisi | 368 saat |
Zirai işletme, Ekonomi ve Kooperatifçilik | 46 saat |
Belirttiğimiz bu eğitimin verilebilmesi için öğretmenin, gerçek anlamda eğitilmiş, gerekli bilgi ile donatılmış olması önemlidir. Aynı zamanda bu öğretmenler demokrasiyi de özümsemiş olmalıydılar. Enstitü, düşündüklerini, bildiklerini açıkça söylemeyi, fikirlerini savunmayı okuldayken öğretmektedir. Öğrenciler, derslerinden arta kalan zamanlarını okullarında bulunan oldukça zengin kütüphanelerinden yararlanıyorlardı. Öyle ki yıl içerisinde okudukları kitap sayısı 70’e ulaşıyordu.
Enstitüler de eğitimde, kültüre iki açıdan yaklaşılmıştır.
Birincisi, kültür ve sanat etkinliklerini doğrudan öğrencilerin kullanmasını sağlayarak, bilginin değişmesinde ve gelişmesinde kültürel zenginlik yaratmak,
İkincisi ise, evrensel ve ulusal kültür ögelerini okulda kullanarak bireyin gelişmesini etkilerken, bir yandan da köylere akacak yeni kültürü yaratmaktı. Bu bağlamda halk kültürünü ve sanatını enstitüye sokma düşüncesi bir rastlantı olmadığı gibi, yüzeysel bir halkçılık ya da köycülük değildi.
İsmail Hakkı Tonguç; kendi kültürüne dayanmayan, kendi kültürü olmayan kurumun ayakta kalamayacağını düşünüyordu. ‘’Aydınları serbest okuma alışkanlığı kazanmayan toplumlarda, düşündüğünü yazan ve açıklayan pek az insan olur. Böyle insanların kıt olduğu yerde, fikri hayat canlanamaz. Toplumun en önemli işleri, kanıları saklayan, esen rüzgâra göre fikir değiştiren kişilerin elinde kalır. Bu gibiler asla ilke adamı olmazlar. Günlük politik havaya göre yön değiştirirler. Öğretmenlik mesleği fikirsiz ve ilkesiz insanlarla güçlenmez’’ diyor. Tonguç okul yöneticilerine ‘’şartlar ne olursa olsun mevsim hangi mevsim bulunursa bulunsun öğrencilere her gün serbest okuma yaptırılacak ve onlar okuma alışkanlığı kazanacaktır’’ talimatını veriyor. Öğrenciler okumayı o denli alışkanlık haline getiriyorlar ki boş buldukları her anı, yolculukları vb. durumları okuyarak değerlendiriyorlardı.
Küçük bir anekdot; İnönü Savaştepe Köy Enstitüsüne yaptığı gezi sırasında tuğla ocağına giderken kümes nöbetçisi (Hatice Kolukısa)’yı görür. Yanına çağırır, azık torbasındakileri sorar. Öğrenci torbadakileri söyler. “Başka ne var?” der. Öğrenci, klasiklerden Sofokles’in Antigone kitabını çıkartır. İnönü çok duygulanır. Yanındaki Genel Kurmay Başkanı Abdurrahman Paşa’ya dönerek “Paşam görüyorsunuz, bu klasikler daha yeni çıktı. Ankara’da bile okunmuyor. Ama benim çocuklarım Antigone okuyor. Köylümüz, kentlimiz, erimiz, generalimiz kumanyasına ne zaman kitap ekleyecek duruma gelirse o gün Türkiye gerçekten kurtulmuş demektir” diyor. Öğrenci “Efendim yalnız ben değil, tüm enstitü okuyor bu kitabı” der. İnönü çok mutlu olur.
Okumaya verilen önem, kısa sürede toplumu hazırlıksız bir anda sarsmış ve tedirgin etmiştir. Okuyan insan yazacaktı. Belki başlangıçta aşk, özlem, doğa gibi romantik konularda, fakat bilinçlendikçe gördükleri aksaklık ve eksiklikleri gerek şiirlerinde gerekse düz yazılarında vurgulayacaklardı. Öğrencilerin yazdıkları şiirler, düz yazılar ilerleyen dönemlerde bu okulların kapatılmalarında delil olarak kullanılmıştır. Oysa sistem düşünen, üreten, düşüncesini savunan öz güvenli insan yetiştiriyordu. Felsefe, sanat, müzik, teknik, hayattan korkmayan, onları seven kayıtsız şartsız bir tutku ile bağlanabilen insanla yaratılır. Yeni kültür hayatı dünya görüşüne göre örgütlenmiş insanlarla beslenir. Özlenecek, ulaşılacak ortam budur. Bu olanakları içinde saklayan halktır. O, tükenmez bir kaynaktır. Enstitüler bu nitelikte öğretmen yetiştiriyorlardı. Bu öğretmenler yaşadıkları çevrenin koşullarına göre çeşitli doğa ve toplum zorluklarını yenebilecek güçte, gözü pek, çevik, disiplinli ve yurt savunmasında önemli yer alabileceklerdi.
Enstitü öğrencileri meslek dersleri ile 3. Sınıfta karşılaştılar. Bu dersler enstitülerde öğretmenlik bilgisi adı ile yer alıyordu. Öğretmenlik mesleğini kazandırma birinci olarak genel kültür (yaşamı ve dünyayı algılama) ikincisi öğretmenlik alanı bilgi ve becerileri (öğrencilere neler öğretilecekse), üçüncüsü nasıl öğretileceği, yönetileceği gibi mesleğin genel ve özel yöntemleri ile teknik bilgi ve becerilerini içeriyordu. Öğretmenlik bilgisini içeren derslerin çeşitleri, konuları ve yöntemi yönünden kendine özgü yanları vardı. Programda yer alan öğretmenlik bilgisi dersleri şunlardı:
- Toplum Bilim ve Köy Toplum Bilimi
- İş Eğitimi ve İş Ruh Bilimi
- Çocuk Ruh Bilimi ve Ruh Sağlığı
- Eğitim Tarihi-İş Eğitim Tarihi
- Öğretim Yöntemi ve Uygulama
Öğrenciler edindikleri bilgileri ve öğrendiklerini, öğretmenleri gözetiminde öncelikle uygulama okullarında göstermişlerdir. İş eğitiminin gerçekleştirilmesi, ilkelerinin türlü araçlarla köy öğretmenlerine benimsetilmesi için Köy Enstitülerinde birer laboratuvar olarak uygulama okulları açılmıştı. Uygulama okulu enstitünün beyni, kalbi gibidir. Orada çalışmalar durdu mu enstitü durmuş demektir.
Demokratik Eğitim Patlaması
Enstitüler ulusal varlığımızın değerlerinden fışkıran birer kaynak olmuşlardır. Öğrencilerin tüm işlerde ve yönetimde sorumluluk ve yetki almalarıyla siyasal yönden demokratlaşmayı da özünde taşıdığı doğrudur. Enstitülerde öğretmen ve öğrenciler her işte birlikte çalışıyorlardı. Ortak iş, ortak akıl ve ortak yaşamın yarattığı ilişkiler demokratlaşmayı beraberinde getiriyordu. Bu sayede Türk toplumu ve köylerini içten canlandırmanın yolu açılıyordu. Halkın yönetimi ele alacak insanlar olarak yetişmesi, bilinçlenmesi amaçlanıyordu. Enstitülerde Allah, müdür, muavin, eğitim başı ya da öğretmen korkusu yaratma yoluna gidilmez. Siyasal yönden eğitimde demokratlaşmayı amaçlayan Köy Enstitüleri bunun eğitbilimsel örneğini veriyordu. Öğrenciler karar mekanizmasında söz sahibi idiler. Bu güven içinde eğitim gören öğrenciler okullarına, yurduna sahip çıkarlar, hiçbir zaman devlet malı deniz demezlerdi. Enstitülerde kızlar bir yanda erkekler öte yanda ayrılarak kurumu kafes haline getirmemişlerdir. Zaten bu çocuklar köylerinde kadın, erkek, çocuk, yaşlı hep bir arada tarlada, bahçede, merada çalışıyorlardı. Atatürk de kadının eğitilmesi ve aydınlanmasını istiyordu. Çünkü Türk kadını Kurtuluş Savaşı’ndaki kahramanlığı ve vatanseverliği ile bunu hakediyordu. Fakir Baykurt bir mektubunda Türk sosyal hayatının tarihi ancak köylü ananın hayatı yazıldığı gün anlaşılacaktır diyor.
Enstitülerde öğretmen ve öğrenciler birçok ağır işler yükleniyorlardı. O nedenle çalışmalardan kalan boş zamanlarda iyi ve eğlenceli vakit geçirme konusu önemlidir. Her enstitü fırsat buldukça eğlence tertip eder, bu eğlenceler herkes katılır becerilerini ortaya koyar. Saz çalan, şarkı söyleyen, şiir okuyanlar, halk oyunlarına herkes katılıyordu. Oyuna davet örneğin,
“Sis dağının başında borana bak borana Tonguç babayı da istiyoruz horana” diye yapılırdı.
Bu okullarda tatlı sert bir disiplin vardı. Değerli bilim adamı Atalay Yörükoğlu’nun saptamalarına göre tatlı sert disiplin bizim kültürümüzün yarattığı sağlıklı bir durumdur. Köy Enstitülerinde (öğretmen ve köy sağlık memuru adayları) çeşitli alanlardaki çalışmalara göre kümelere ayrılırlar, bir öğretmen bunların her türlü işleri ve gereksinimleri ile ilgilenir. Bu öğretmene küme başı denir. Günümüzde sınıf öğretmenliği denen uygulama ile kıyaslandığında fark anlaşılır. Küme Başı 40-50 kişilik grubun başıdır. Onların anası, babası, arkadaşı, öğretmenidir. Her konuda yanlarındadır. Öğrenci hakkında karar verme küme başının öğrencileri tanıması ile mümkündür. Akademik başarı kararı vermede kullanılacak ölçülerden yalnız biridir. Enstitüler, iş, üretim, bilgi ve kültür etkinlikleriyle öğretmen ve öğrencinin birlikte çalıştığı ve yaşadığı bir ortamdır. Bugünkü ölçme tekniklerinin en iyisi bile öğrenciyi dışa atıcıdır. Enstitülerde hiçbir aşamada öğrenciyi elemek ve dışa atmak yoktu. Bunun yerine öğrencinin isteği de dikkate alınarak başka bir programa (sağlık memuru, ebe vs. gibi) aktarma yapılırdı. Böyle öğrenci bir meslek sahibi olurdu.
Son sınıf öğrencilerinin gelişme ve düşünsel düzeylerini ölçmek amacıyla Türkçe bitirme sınavı yapılır, kâğıtlara değerlendirme not yerine (yetişmiştir) (iyi yetişmiştir) diye yazılır. Tonguç 1935 yılında hazırladığı raporunda eleyici ve seçkinci eğitime sırt çevirmişti. Bu tutumuyla ölçme değerlendirme tekniklerine getirdiği yeni anlayışla eğitimde elemeye karşı çıkmış, bireyin özgür gelişimi ve toplumun gereksinimi doğrultusunda demokratikleşmeye destek olmuştur. Bütün bu işler hurafeyi bilmeyen, talihini kadere bağlamayan, dinsel inançlardan ümit beklemeyen, buna karşılık iradesine ve iş yapma gücüne güvenen, hiçbir hareketinde ve düşüncesinde kendini kısıtlamayan, iyi fikir nereden gelirse gelsin onu saygıyla karşılayan, göğsünde her zaman vicdan denilen bir Allah taşıyan laik yurttaşlarla yapılabilir. İşte o zaman canlı bir millet hem de gerçek aydın yetiştirilmiş olur diyor. O dönemlerde okullarda din dersleri yoktu. Yönetimde din ve devlet işi ayrılmıştı. Din bilgisi görevini aile ve cami yüklenmişti. Ülke kalkınırken düşünce üreten insanlar kadar düşüncelerini hayata geçirebilecek becerikli insanlara da ihtiyaç vardı. Bağnaz din adamları için Tonguç insan dünyaya gelince adını koyarak yakasına yapışırlar, ölünce mezarı karşısında son duayı okuyarak peşini bırakırlar diyor.
Köy Enstitüleri aracılığıyla topluma hümanist düşünce girmiştir. Çünkü enstitülerde Alevi-Sünni, Türk-Kürt her kesimden öğrenci aynı kaderi paylaşıyordu. Enstitülü öğretmenler köylere dağılınca, köylünün okuyup bilinçlenmesinden rahatsız olanlar çok oldu. Öğretmenler bir de bunlarla uğraşmak zorunda kaldılar. Aydın düşünceli, düşüncelerini ve fikirleri, yanlış gördüklerini açıkça çekinmeden söyleyen insanların yetiştirecekleri yeni nesiller de kendilerine benzeyeceklerdi. Bu durum belli çevreleri çok rahatsız ediyordu. Ayrıca köylüyü kalkındırmak ve onun kendisine güvenin sağlamak için bilgilendirilen bu gençler, ağaların, sömürücülerin hedefleri oldular. 1945 çok partili dönemle birlikte gerek enstitülüler gerekse burada okuyan ve göreve başlayan öğretmenler hakkında türlü rivayetler çıkartıldı. Mecliste bulunan toprak ağaları, din ve siyaset sömürücüleri geleceklerini hiç de iyi görmüyorlardı. Bu nedenle Hasan Âli Yücel’in bakanlıktan ayrılmasını sağladılar. Yerine gelen yeni bakan Reşat Şemsettin Sirer İ. Hakkı Tonguç’u da azletti. Haklarında yalanlar uyduruldu, davalar açıldı. 1947 yılında önce Yüksek Köy Enstitüsü programı kaldırıldı. 1950’li yıllarda Köy Enstitüleri Öğretmen Okullarına dönüştürüldü. 83 yıl sonra bugün işte bu noktadayız.
Hasanoğlan Köy Enstitüsü hakkında kısa bilgi sunmak isterim:
Başlangıçta Köy Enstitülerinde öğretmen olarak üniversitelerden, liselerden yararlanılarak eğitim veriliyordu. Kurum kendi öğretmenlerini yetiştirmek için Ankara’ya 32 km mesafede Elmadağ’daki Hasanoğlan Köy Enstitüsü bünyesinde Yüksek Köy Enstitüsünü açtı. Buradan yetişenler enstitü öğretmeni, eğitim müfettişi, gezici başöğretmen, milli eğitim müdürü, eğitim araştırmacısı vb elemanlar yetiştirecekti. Burada 3 yıl 4’er aylık dönemlerle eğitim veriliyor, her dönem sonunda öğrenciler 2 aylık uygulamaya tabi tutuluyorlardı.
Yüksek Köy Enstitüsünde;
- Genel bilgi kültürü,
- Eğitim bilimi kültürü,
- Güzel sanatlar kültürü,
- Teknik sanatlar ve bilgi kültürü,
- Tarım bilgisi kültürü,
- Yönetim denetleme tekniği
konularında bilgi ve yeteneklerini geliştirmeleri öngörülüyordu.
Enstitüler için daha söylenecek çok söz var. 83 yıl önce kurulmuş ve belli kesimleri korkutan bu okullar kısa sürede kapatıldılar. Ama hala konuşuluyor, haklarında yazılar yazılıyor. Çünkü onlar gerçek eğitim yuvalarıydılar ve dünyada Türk aklının başardığı tek örnektiler. Ne var ki okulları kapatan siyasilerin isimlerini kimse hatırlamıyor ve bilmiyor. Hasan Âli Yücel’i – İsmail Hakkı Tonguç’u herkes hatırlıyor ve biliyor. Ve hala bu okullar hakkında kitaplar yazılıyor.
Yazar Süreyya Mavi, 2017
Kaynakça:
Tonguç ve Enstitüleri; Pakize TÜRKOĞLU
Köy Enstitüleri; Atatürkçü Düşünce Derneği Bulancak Şubesi
Köy Enstitüleri; Can DÜNDAR