En iyi öğretmen, NEREYE BAKMANIZ gerektiğini gösterendir…
“En iyi öğretmen, NEREYE BAKMANIZ gerektiğini gösterendir… Yoksa, NE GÖRMENİZ GEREKTİĞİNİ söyleyen değil!”
Başka insanları değerlendirirken yüzde seksenimiz iki özellik üzerinde dururuz: sıcaklık ve
yetenek. Harvard’dan Teresa Amabile’nin ‘Brilliant but Cruel’ (Zeki ama Zalim) isimli çalışması bu iki kavramı birbirine ters bağlantılı olarak düşündüğümüzü ortaya koyuyor: Eğer biri çok kibarsa onun daha az yetenekli olduğuna inanıyoruz. Aslında pislik biri olmak sizi başkalarının gözünde daha güçlü kılıyor. Kurallara karşı gelenlerin kurallara uyanlardan daha güçlü olduğu görülüyor. Pislikler neden başarılı oluyor? Kesinlikle bir kısmı ikiyüzlülük ve şeytanlıktan ama yine de onlardan öğrenebileceğimiz bir şey var: Ne istedikleri konusunda iddialılar ve başardıklarının başkaları tarafından bilinmesinden korkmuyorlar…
Araştırmalara göre hepimiz rekabetçi bir pislik yerine iyi kalpli bir aptalla çalışmayı tercih ederiz. Ayrıca asla karşınızdakine nasihat vermeyin ya da yanlış olduğunu söylemeyin. Ama siz nasihat isteyebilir ve böylece karşınızdakinin size sıcaklık duymasını sağlayabilirsiniz. Dreeke, insanların ne gibi zorluklarla karşılaştıklarını sormaktan hoşlanıyor. Hepimiz bizi strese sokan şeylerden sızlanmayı biraz severiz.
Bu arada, yalakalığın işyeri stresini azalttığı, mutluluk ve beden gücünü arttırdığı kanıtlanıyor. Bütün bu kötü haberleri hazmetmekte zorlandığınızı mı hissediyorsunuz? Belki de ofiste yüksek bir statüde olmadığınız için, kendinizi güçsüz hissetmek sizi daha sessiz ve pasif yapıyor. Bize, tıpkı Disney filmlerinin sonunda olduğu gibi, iyilerin her zaman kazandığı öğretildi. Ama ne yazık ki araştırmacıların üzerinde çalıştığı birçok senaryoda bunun böyle olmadığı anlaşıldı.
‘Kötü, İyiden Güçlüdür’ isimli bir çalışma, birçok alanda kötü şeylerin iyi şeylerden daha etkili ve uzun ömürlü olduğunu gösteriyor. “Kötü duygular, kötü ebeveynler ve kötü geçmiş, iyi olanlardan daha etkilidir, kötü haber iyi haberden daha çok ses getirir… İstisnalara çok zor rastlanır. Birlikte ele aldığımızda, bu bulgular bize geniş bir psikolojik yelpazede kötünün iyiden güçlü olduğunu anlatıyor.”
Şunu da eklemek gerekiyor: Bir çalışmada ahlak kuralları ile ilgili kitapların çalınma oranının normal kitaplara göre %25 daha fazla olduğu ortaya çıkıyor.
Eğer annenize yalan, sahtekarlık, kabadayılık ve yalakalık yaparak amaçlarına ulaşacağınızı söylerseniz size ne der? “Ya herkes senin gibi davranırsa?” Yani hepimiz bencil ve başkalarına güvenmeyen biri haline gelirsek ne olur? Bu sorunun yanıtı “Moldova”dır. Nereden çıktı bu? ‘Mutluluk araştırmalarının babası’ olarak bilinen Hollandalı sosyolog Ruut Veenhoven, Dünya Mutluluk Veritabanı çalışmalarını yürütmektedir. Dünyadaki tüm ülkeleri incelediğinde, mutluluk açısından Moldova’nın açık ara sonuncu olduğunu görmüştür. Bu az tanınan eski Sovyet cumhuriyetini böylesine güvenilmez ve kuşkulu konuma oturtan nedir? Çok basit, Moldovalılar birbirlerine güvenmezler. (Nasıl başka bir ülkeyi de hatırlatıyor mu bu ifade?)
Bu duygu o kadar yüksek seviyededir ki Moldova hayatının hemen hemen hiçbir yerinde ortak çalışma göremezsiniz. Yazar Eric Weiner, birçok öğrencinin geçer not almak için öğretmenlere rüşvet verdiğini, otuz beş yaşın altındaki doktorlara gitmediklerini çünkü onların diplomalarını (notlarını) satın aldıklarına inandıklarını belirtmiştir. Weiner, Moldova davranışını tek bir cümleyle özetler: “Benim sorunum değil.” Grup yararına bir arada çalışmak neredeyse imkansızdır. Hiç kimse başkalarının iyiliğine olacak bir şey için parmağını kıpırdatmaz. Güven eksikliği Moldova’yı bencilliğin kara deliğine yuvarlamıştır.
Bu arada, sonsuza kadar yaşayacağımıza inanmak hepimizin hoşuna gider. Ama birçok kültürde ölüm hayatın bir parçası ve saygı duyulan bir şey, hatta hayatın sonundaki tatil olarak görülüyor. Meksika’ da Dia de los Muertos (Ölüler Günü) kutlanır. Hıristiyanlıkta All Saints’ Day (Bütün Azizler Günü) vardır. Japonya’da Sorei, Hintlilerde Shraaddha, vs.
Ölüm ve Cenaze…Cenazenizi gözünüzün önüne getirin. Sizi seven herkes saygılarını göstermek için toplanmış. Sizi özel yapan niteliklerinizi övmek, sizi çok özleyeceklerini söylemek için oradalar. Onların ne demelerini isterdiniz? Bunu düşünmek kendinizin övme değerlerini bulmanıza yardımcı olacaktır ki bu da kararlarınıza yön verecektir. Steve Jobs, 2005 yılında Stanford diploma töreninde yaptığı ünlü konuşmasında, “Yakında öleceğimi aklıma getirmek hayatımın büyük seçimlerini yaparken beni etkileyen en önemli düşüncedir,” demişti.
Çoğumuz bir dereceye kadar kendimiz hakkında olumlu aldanmalara, kuruntulara sahibizdir. 1997 yılında U.S. News and World Report, bir araştırma yaptı ve insanlara ölümünden sonra cenneti en çok kimin hak ettiğini sordu. Başkan Bill Clinton %52, Michael Jordan %65, Rahibe Teresa %79 oy aldı. Peki, en yüksek oranı kim yakaladı dersiniz? Araştırmaya katılan insanların %87’si “Ben” yanıtını verdi.
İşte yukarıda aktardığım kısa çelişkiler, hayatın bir bakıma tadı-tuzu değil midir? Bu yaklaşımları farklı bakış açılarıyla gündemimize taşıyan Eric Barker’ın ülkemizde 2021’de yayımlanan “BİR DE BU AÇIDAN BAK-Barking Up the Wrong Tree” eserini okuyup özetledin ve sizlerin okuması için öne çıkan bazı paragrafları aşağıya aktarıyorum
* Eğer eşinizi kaybederseniz, ortalama yedi yıl boyunca yas tutarsınız ama ondan sonra tekrar eski halinize dönersiniz. Yine de bazı şeyler hayatınızda kalıcı çöküntüler yaratabilir, ciddi bir hastalığa yakalanmak ya da boşanmak gibi. Ya da işinizi kaybetmek. Aslında, yeni bir işe girseniz bile mutluluk düzeyiniz normale dönmez. İşsiz kalmak hayat boyu sürecek bir iz bırakabilir. Emekliliğe ne dersiniz? O ‘iyi’ işsizlik, değil mi? Yanılıyorsunuz. Emeklilik bilişsel zayıflama, kalp hastalığı ve kanserle bağlantılıdır. Etkiler yaşlanmayla değil, insanların aktif olmayı ve bir şeyle meşguliyeti bırakmasıyla ilgilidir.
* Hepimiz iyi bir yaşantının paradan daha önemli olduğunu biliyoruz. Ama hiçbirimiz diğer şeylerin ne olduğunu ve onlara nasıl ulaşacağımızı tam olarak bilmiyoruz. Şununla yüzleşelim: Para, sayılması çok kolay olan bir şeydir ve en azından kısa bir süre için mutluluk verir. Sevginin, arkadaşlığın ve diğer şeylerin de önemli olduğunu biliyoruz… Ama bunlar çok daha karmaşıktır ve bunları Amazon’dan sipariş verip evimize getirtemeyiz. Hayatı sadece bir ölçüye göre değerlendirmek asıl sorun olarak karşımıza çıkar. Başarılı bir hayatı ölçmek için tek ölçü kullanamayız.
* Okulun kuralları açıktır. Ama hayat öyle değildir. İzlenecek yol açık değilse, bu gibi tipler çöküşe geçerler. Shawn Achor’ın Harvard’da yaptığı araştırma, üniversite notlarının hayat başarısındaki öngörüsünün bir çift zardan daha iyi olmadığını gösteriyor. 400 Amerikan milyoneri üzerinde yapılan bir çalışmada, üniversite not ortalamalarının 2,9 olduğu saptanmıştır.
* Bir İsveç deyimi, çocukların çoğunun ‘karahindiba’ ama çok azının ‘orkide’ olduğunu anlatır.
Karahindibalar dirençli ve metanetlidir. Dünyanın en güzel çiçekleri değillerdir ama· az bir bakımla bile hayatlarını sürdürürler. Etrafımızda bilerek ve isteyerek karahindiba yetiştiren kimse göremeyiz. Buna gerek de yoktur. Neredeyse her koşulda yetişirler. Ama orkideler farklıdır. Eğer onlara doğru bakmazsanız solarlar ve ölürler. İlgi gösterildiğinde ise hayal edebileceğiniz en güzel çiçeğe dönüşürler. Öyle görünüyor ki burada yalnızca çiçeklerden ve çocuklardan söz etmiyoruz. Aslında en ileri genetik dersini alıyoruz.
* Liderlik Filtreleme Teorisi hakkında Gautam Mukunda ile konuştuktan sonra hepimizin merak ettiği soruyu sordum. “Hayatta daha başarılı olmak için bunu nasıl kullanmam gerekir?” Bana iki adımın olduğunu söyledi. Birincisi: Kendini bil. Bu deyim tarih boyunca binlerce kez kullanılmıştır. Delfi Kâhini yazıtlarına kazınmıştır.
Kutsal kitaplarda, “İçinizdekini dışarı çıkarırsanız, çıkardığınız şey sizi kurtaracaktır. İçinizdekini dışarı çıkarmazsanız, çıkarmadığınız şey sizin felaketiniz olacaktır,” der.
Kurallara uyan biriyseniz, birincilerle ilişki içindeyseniz, süzülmüş bir liderseniz, bunu ikiye katlayın. Önünüzde sizin için yapılmış bir yol olduğuna emin olun. Yüksek sorumluluk duygusu olan kişiler, okulda ve birçok yanıtın ve yolun olduğu hayatın değişik alanlarında çok başarılı olurlar. Ama sorumluluk yoksa, hayat onlar için gerçekten zordur. Araştırmalar, işsiz kaldıklarında, sorumluluk sahibi olanlara göre %120 daha fazla mutsuz olduklarını ortaya koymuştur. Önlerinde takip edecekleri bir yol olmayanlar kaybolmaya mahkumdur. Duke Üniversitesi’nden Dan Ariely’nin araştırmasına göre, sahtekarlık yapanın başarılı olduğunu gören diğerleri de sahtekarlığın yayılmasına neden olur.
Sahtekarlığı kabul edilebilir bir sosyal davranış olarak görmeye başlarız. Hala hız limitinin altında mı sürüyorsunuz? Neden olmasın? Bu tıpkı ahlak hakkındaki eski şaka gibidir.
Üç kategori vardır: Doğru, Yanlış, Bunu herkes yapıyor.
Başkalarının bir şeyler yapıp başlarına bir şey gelmediğini gördükçe bunun normal bir şey olduğunu kabul etmeye başlarız. Kendisinden başka kimsenin kurallara uymadığını gören biri ‘kurallara uyan enayi’ durumuna düşmek istemez. Çalışmalar, başkalarının güvenilmez olmasını beklenenin, kendini doğrulayan bir kehanet olduğunu ortaya koymuştur. Nasıl olsa kötü davranacaklarını beklersiniz ve bu yüzden onlara güvenmezsiniz. Bu da sizin çaba göstermemenize ve sürekli düşüşe neden olur.
* Beynimiz duyduğu her şeyi mantıkla bağdaştırmak üzere kurgulanmıştır. Yani işleyiş sistemimizin bir parçasıdır. Dünyanın bir anlamı olduğunu düşünmek ve kontrolün elimizde olduğunu bilmek zorundayız. Beyin başıboşluğu, rastgeleliği sevmez. Peki, anlam nedir? İnsan için anlam, dünya hakkında kendimize anlattığımız hikayelerdir. Bir çalışma, kendimizi bildiğimizi düşündüğümüzde hayatın anlamını daha iyi hissedebileceğimizi gösteriyor. Buradaki anahtar sözcük ‘düşünmek’. Kişinin kendisini gerçekten bilmesi bir anlam taşımayabilir ama öyle olduğunu hissetmek sonuç verir. Etkili olabilmesi için hikâyenin kusursuz olması gerekmez. Bu biraz sinir bozucu, hatta iç karartıcı, değil mi? Psikolog Shelly Taylor “Sağlıklı bir beyin kendisine pohpohlayan yalanlar söyler,” diyor. Avukatların diğer mesleklerdeki insanlardan 3,6 kat daha fazla depresyonda oluşunu bununla açıklayabiliriz. Müvekkillerini korumak için avukatlar yanlış gidecek her şeyi hesaplamak zorundadır. Bir davanın gidişatı hakkında kendilerine mutlu hikayeler anlatamazlar. Kötümserler sadece hukuk okullarında iyimserlerden daha başarılı olurlar. Bu da onları çok mutsuz kılar. Amerika’da en çok kazandıran meslek hukuktur ama buna karşın avukatların %52 ‘si işlerinin kendilerini tatmin etmediğini söyler.
* Sürekli cüzdanlarımızda ne kadar daha fazla para olacağı konusunda öngörülerde bulunuruz ama iş zamana gelince, daima daha çok yarınlar olacağını düşünürüz. Ya da haftalar. Ya da yıllar. İşte bu yüzden kendimizi hep yoğun, aceleci, yorgun ve bitkin hissediyoruz ve yeterli derecede istediğimizi alamadığımızı ya da ilerleyemediğimizi düşünüyoruz. Hepimizin bir günde yirmi dört saati var. Her gün. Eğer şunun için bir saat ayırıyorsam, bunun için ayıramıyorum demektir. Zaman paraya eşit değildir çünkü her zaman daha fazla para kazanma şansımız vardır. Kararlı olup kazananların ne kadar büyük ve güçlü oldukları konusunda hikayeler dinleriz. Tarihte vazgeçenlerin hikayelerine hiç rastlamayız. Eğer inatçılık bu kadar iyiyse, başarılı insanlar gerçek hayatta hiç vazgeçmezler miydi?
* Uzmanlık derecesine ulaşmak için gereken on bin saate, günde bir saatinizi ayırarak 27,4 yılda erişirsiniz. Peki, daha az önemli birkaç şeyi saf dışı bırakıp günde dört saat ayırsanız ne olur, süre 6,8 yıla iner. Bir şeye yirmi yaşında başlayıp kırk yedi yaşında uzman olmakla, yirmi yaşında başlayıp yirmi yedi yaşında birinci sınıf olmak arasındaki farkı hepimiz görebiliriz. Ünlü araştırmacı Walter Mischel başarısını anne annesinin kendisine öğrettiği Yidiş bir sözcüğe bağlıyor: sitz-fleisch. Anlamı ‘kaba et’. Yani, ‘Poponu sandalyenin üstüne koy ve önemli olan şeyin üzerinde çalış.’
Öyleyse ilk adım nedir? Birinci önceliğinizi bilin. Sonra fazla önemi olmayan şeylerden kurtulup ne olacağını görün. Bir şeyin düşündüğünüzden daha önemli olduğunu anladığınızda, öğrenmeye başlıyorsunuz demektir.
* Eski ve çok doğru bir deyiş vardır: “Yapmadığınız birçok şey için daha sonra pişmanlık duyarsınız.” Comell Üniversitesi’nden Thomas Gilovich insanların yapmadığı şeyler için duyduğu pişmanlığın, yaptığı şeyler için duyduğu pişmanlıktan iki kat daha fazla olduğunu açıkladı.
Neden mi? Başarısızlıklarımıza bir bahane bulabiliriz ama denemediğimiz şeyler için bahane üretemeyiz. Yaşlandıkça iyi şeyleri hatırlayıp kötü şeyleri unutmaya başlarız. Bu yüzden bir şeyler başarmış olmak yaşlandığımızda mutluğumuzu arttırır. (Ve torunlarımıza havalı hikayeler anlatabiliriz.)
Her zaman, “Hayalimdeki işi buldum, artık çalışmayı bırakabilirim,” diyemezsiniz ama insanların çoğu bunu ilişkileri için söyleyebilir. Çünkü alınlarına yazıldığını sanırlar ama sonra öyle olmadığını anlarlar. Peki, gerçekte durum nedir? Karşı uca bakmakta yarar var: görücü usulü evlilikler. Şimdi sıkı durun. Size bir yabancıyla evlenmenizi söylemiyorum. Bir an için beni dinleyin. Önceleri, aşk evliliklerinin görücü usulü evliliklere göre daha mutlu olduğu, 91 çiftten 70’inin mutluluğu yakaladığı, görücü usulü evliliklerde ise 91 çiftten 58’inin mutlu olduğu gözlemlendi. Şaşırtıcı değil, değil mi? Ama daha sonra bir şeyler oluyor. On yıl sonra, görücü usulü sayıyı 68’e yükseltirken, aşk evlilikleri dibe vuruyor: 40. Neler oluyor? Kesinlikle bir sürü şey. Önemli bir faktör, görücü usulü evliliklerde daha ilk günden gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalıyorsunuz.
“Biz ruh ikiziyiz,” demiyorsunuz ve daha sonra, hayat size evliliğin gümüş tabak içinde sunulan bir şey olmadığını gösterdiğinde, hayal kırıklığı yaşamıyorsunuz. “Bir yabancıya kelepçelendim ve bunu yürütmek zorundayım,” diyorsunuz. Zamanla bunu daha sık tekrarlıyorsunuz. Ve evli olan her kişinin size söyleyebileceği gibi, evlilik biraz emek ister.
* Aktif Dinlemeyi Kullanın: Aktif dinleme, dinlemeniz ve karşınızdakine onu dinlediğinizi hissettirmenizdir. Katılmadığınız bir şey söylediklerinde ağzınızı açma dürtünüze direnmeniz gerekebilir. Ayrıca dikkatiniz de dağılabilir. Bir dakikada yedi yüz sözcük duyup anlayabiliriz, ama insanlar dakikada ancak yüz sözcük söyleyebilirler. Bu gecikme beyninizin başka yerlerde dolanmasına yol açabilir. Odaklanın. Sadece dinlemek ve kabul etmek çok büyük fark yaratabilir. İlişki uzmanı John Gottman, romantik bir ilişkiyi geliştirmenin birinci kuralı olarak neyi önermişti? İyi bir dinleyici olmayı öğrenin. Ve insanların işlerini bırakmalarının birinci nedeni nedir, biliyor musunuz? Patronlarının kendilerini dinlemediğini hissetmeleri.
* Güç zehirlenmesi iki türlü sorun yaratır: Kesinlikle haklı olduğunuza inanır ve karşınızdakini dinlemezsiniz, uzun vadede de hiç kimsenin konuşmak istemediği biri durumuna düşersiniz. Yüzüstü yere kapaklansanız sevinçle alkışlarlar. Makyavelli bile, liderlerin etraflarında dalkavuklar yerine her zaman onlara karşı dürüst olacak kişilerin bulunması gerektiğini söylüyor. James Baldwin bir zamanlar, “Yüzleştiğimiz her şey değiştirilemez, ama hiçbir şey de yüzleşmeden önce değiştirilemez,” demişti.
Yazan ve Derleyen Halit Yıldırım, Ankara, 15 Temmuz 2024