Estetik, Güzellik ve Sanat Kavramına Bakış…
İnsan, insan olmaya başladığı anda güzelin peşine düştü, giderek güzeli düşünmeye, onu özel olarak konu edinmeye başladı. Güzeli yaratan insan elbette onun ne olup ne olmadığını da düşünecekti, ayrıca güzelin insan için önemini de tartışacaktı. Estetik işte bu kaygıdan doğmuştur. Yüzyıllardır insanoğlu güzeli araştınyor, onun ne olduğunu ve ne olmadığını düşünüyor. Şu sorular hep geçerlidir;
Güzel nedir?
Güzelin özü nedir?
Güzel nedir ki insan yaşamına belirli bir biçimde katılır, varlığı heyecan yokluğu sıkıntı verir?
Bu sorular bir çırpıda çözülecek sorular değildir. Güzelle aramızda her zaman çok büyük sorunlar var. Ayrıca bu sorunların zaman içinde değişik anlamlar kazandığını görüyoruz. Güzel eskiden sanatçının kaygısı olduğu kadar metafizikçinin konusuydu. Metafizikçi için güzel bir kendinde şey ’di, bir tanrısal gerçeklikti, bu dünyadaki güzelleri belirleyen bir İdea’ydı, bütün güzeller onun yüzünden güzeldi. O mutlak güzel, bu dünyadaki göreli güzelliklerin yeter nedeniydi.
Birçokları, gerçek hayatta görmekten hoşlandıkları şeyleri tablolarında da görmekten hoşlanırlar. Bu son derece doğal bir tercihtir. Doğadaki güzelliği hepimiz severiz ve yapıtlarında doğaya yer veren sanatçılardan daha çok hoşlanırız. Bu sanatçılarda bizimle aynı zevki paylaşırlar. Büyük Flaman ressam Rubens, küçük oğlunun resmini yaparken çocuğunun güzelliğiyle mutlaka övünç duyuyordu ve bizimde ona hayran kalmamızı istiyordu. Ama, güzele ve ilgi çeken konulara duyulan bu eğilim, eğer bizi daha az çekici konuları reddetmeye sürüklerse ,engelleyici bir durum haline gelebilir.
Büyük Alman ressamı Albrecht Dürer’de annesinin resmini kuşkusuz Rubens’in tombul yavrusuna duyduğu eş bir sevgiyle çizmiştir.Yaşlılığın bitkin görüntüsünü yansıtan bu, gerçekçi çalışma başlangıçta bize itici gelip resimden uzaklaşmamıza neden olabilir.Ancak bu ilk tepkiye direnmeyi başarabilirsek yapıttan büyük bir zevk alabiliriz. Aslında iki ressamda kendileri için özel, güzel insanların resmini yapmıştır. İki resim yan yana olsa muhtemelen bir çoğumuz çocuğun resmine bakarken daha mutlu bir ifadeye bürünürüz.
Bu resimleri gözümüzde tekrar canlandırarak yavaş yavaş estetiğin kapısından girelim.
“Estetik” kelimesi Yunancada ilk temel duyum anlamına gelen “aisthesis”le ,varolan şeyler karşısında duyumları,duyguları ve sezgileri yoluyla duyarlı olan kişi anlamına gelen ‘’aisthetikos” tan türer. Duyum, duyular, algı, duygu ile algılamak gibi anlamlar taşır. Bu kelimelerden çıkarılabilecek olan, estetiğin, duygusallığın sağladığı bilgilerin bilimi olmasıdır. Hiçbir bilgi alanının tarihi, estetiğin tarihi kadar kesintili olmamıştır. Uzun yüzyıllar boyu yalnızca metafizik anlamda ele alınan ve hep felsefenin içinde bir dal olarak kalmış olan estetik XVIII. yüzyılın sonlarıyla birlikte büyük bir dönüşüme uğradı ve bilim olma yoluna girdi. Öbür bilimler de o zamanlarda ağır ağır ya da birer birer felsefeden ayrılmış ve kendi konularını ve yöntemlerini oluşturarak özerk bilimler olmaya doğru gitmişlerdir. Elbette bu dönüşümün birdenbire gerçekleşmiş bir dönüşüm olduğunu düşünmeyelim. Yeni bilimsel kavrayışın temelleri Ortaçağın sonlarında atıldı. Öbür bilimlerin dönüşümü de estetiğinki gibi, deyim yerindeyse, metafizikten fiziğe doğru oldu, bununla birlikte estetiğinki kadar kesintili ve birdenbire olmadı. Diyebiliriz ki estetik XVIII. yüzyılın sonlarında hızlı bir biçimde tümüyle anlamını değiştirdi.
Alexander Gottlieb Baumgarten (1714-1762) estetiğin bir bilim olduğunu, hem de bir yasa bilimi olduğunu bildirdi, estetiği felsefenin kanatlan altından çıkardı. Bugünkü gözle baktığımızda şunu rahatça söyleyebiliriz: estetik elbette bir yasa bilimi olamaz, o da olsa olsa ahlak gibi, hukuk gibi, siyaset bilimi gibi bir kurallar bilimi, kural koyucu bir bilim olabilir. Ne olursa olsun Baumgarten’ın bu keskin ve yürekli çıkışı estetiğin tarihsel dönüşümü açısından çok önemli bir girişim oldu.
Ona göre mantık, düşünce ve zihne bağlı yukarıdaki bilgilerin doğruluğunu inceleyen bir bilimdi. Estetikte duyu ve duygulara bağlı bilgilerin doğruluğunu inceleyecekti. Yani estetik mantığın ikiz kardeşi veya duyulara dayalı bilgilerin mantığı olarak ortaya konmuştu.
Baumgarten, ilk kez Estetik’ten özel bir bilim dalı olarak söz etmektedir. Baumgarten’e göre iki tür bilgi vardır: duyusal bilgi, akılsal bilgi. Duyusal bilgiyi bulanık tasavvurlarla; akılsal bilgiyi açık ve seçik tasavvurlarla elde ederiz. Bu iki tür tasavvur arasında, açık olduğu halde seçik olmayan, yani karışık olan tasavvurlar vardır. Başka bir deyişle, açık ama karışık olarak duymak olanaklıdır. İşte, açık ama karışık olarak duyulan bu bölge, Estetik’in alanıdır, sanatın gerçekleştiği yöredir.
Duyu bilgisi, tam olmayan bir bilgidir. Asıl bilgi akılla elde edilendir. Duyu bilgisi iki basamakta gerçekleşir: Ya bulanıktır ya açık. Bir şeyi, yeniden gördüğüm zaman tanıyabilecek kadar kavramamışsam, bu şey hakkında sahip olduğum tasavvur bulanıktır; bir şeyi, yeniden gördüğüm zaman net bir biçimde tanıyabilecek kadar algılamışsam, bu şey hakkında sahip olduğum tasavvur açıktır. Ne var ki, bilginin açık olması, onun aynı zamanda seçik olması anlamına gelmez. Seçiklik ancak, duyusal izlenimlerimizde bir takım ayrımları görüp belirlemek ve tanımlamakla elde edilir. Baumgarten, Leibniz’in izinden giderek, üçüncü bir bilgi türü ortaya koymuştur. Bulanık duyumla seçik kavrayış arasına açık olan duyusal bilgiyi yerleştirmiştir. Bu açık duyusal bilgi ise sanattır. Bulanık duyumdan açık ve seçik kavrayışa geçişi sağlayan bir ara evre olan sanatsal etkinlik, aslında duyusal etkinliğin içinde kalmakta, ama bu etkinliğin en üstün derecesini oluşturmaktadır. Estetik’e, yukarıda belirttiğimiz sınırlarla da olsa özerklik tanıyan Baumgarten’a göre Estetik’in görevi, bütün sanatlar için geçerli olan yasaları araştırmaktır.
Bu kavramlara karşı çıkışlarda vardır örneğin;
Kant, ilk kez 1781 yılında yayımladığı Saf Aklın Eleştirisi adlı eserinin hemen ilk sayfalarında, Baumgarten’ın bu görüşünü eleştirir. Çünkü Baumgarten’ın yaptığı gibi güzellik yargısını akılsal ilkelere indirgemek ve bu yargının kurallarını bilim düzeyine yükseltmek olanaksızdır. Ayrıca yargı gücünün eleştirisi adlı eserinde güzellik ve beğeni yargıları üzerine felsefi düşünüm diye tanımlamıştır.
Hegel’de, Estetik Dersleri’ne başlarken şöyle bir uyarıda bulunuyor; “Estetik sözcüğü, aslında duyu bilimi; duyma bilimi anlamına gelmektedir. Bu bakımdan, bu derslerin asıl konusunu yansıtmaktan uzaktır. Estetik adından hoşnut olmasak da, bu adı kullanmakta bir sakınca yoktur. Yeter ki estetik dediğimiz zaman, güzel sanatın felsefesi anlaşılsın.”
Felsefecilere girmişken Felsefe tarihinde diğer dönemlerde düşünürlerin bakış açılarına kısaca göz gezdirirsek;
19. yüzyılın ikinci döneminde estetik mülahazalarla felsefenin ötesine geçip bilimsel bir estetik yaratma teşebbüsleri vardır. Bu teşebbüsler içinde en önde geleni Alman materyalisti ve psikolojisti Gustav Theodor Fechner ‘in psikoloji üzerine bir estetik yaratma teşebbüsüdür. 20. yüzyılın başlarında estetiğin temel probleminin’ Sanat Nedir?’ Sorusunu cevaplamak değil de ‘sanatın‘ ne tür bir etkinlik olduğu sorusunu yanıtlamaktır şeklinde bir açılımı vardır. Hazcı yaklaşımlarda kendisinden haz alınan malzemenin niteliğinin, sezgi yoluyla kavranan niteliğin önemini vurgulayan bağlamcı yaklaşımın en önemli temsilcileri Henri Bergson ve Benedetto Croce’dur.
Yine bir başka düşünce de estetik deneyimde güzelliğin doğa da ve sanat eserlerinde bulunduğu, hissedilen barış ve birlik sembollerinde olduğunu dile getiren teoride Schopenhauer ve Bradley’in başı çektiği bir gruba aittir.
Platon ve Aristo’nun formcu yaklaşımları vardır. Aristo’ya göre sanatçı bireysel varlıkları,fiziki tikelleri değil de bu nesnelerin kendisinden pay aldığı tümel form ya da özü taklit etmelidir. Öyle ki bu sayede sanat tarihin statüsüne değil de, bilimin statüsüne eşdeğer bir konuma yükselir.
İnsan bir nesneler evreni içinde yaşar, bu nesnelerle çeşitli ilgiler içinde bulunur. Bu ilgilerin en başında, nesneleri tanıma ve onları bilme ilgisi gelir. Bu bilgileri sağlayan bir bilincimiz vardır. Bilinç nesneye yönelir algılar obje basamağına çıkartır böyle kurulmuş ilgiler bize bilgiyi sağlar. Sadece bilmeyiz aslında bu bilgiyi sorgulayan bir varlığızdır. Bu bilgi nesneye gerçeğe uyuyor mu diye sorar. Uygunluğu saptadıysa doğru bilgiye ulaştım der. Doğruya ulaşmıştır, doğru bizim objeye yüklediğimiz bir değerdir. Öbür yandan, insan yalnız bilen bir varlık değil, belli nesnelere gereksinme duyan, seçenekler karşısında karar veren, seçim yapan, kimi şeylerden hoşlanan, haz duyan bir varlıktır da. Susayan bir insan için su, yalnız bilgisel bir obje olan bir nesne değildir, aynı zamanda bir gereksinme obje’sidir de. Bu anlamda o, yararlı bir obje’dir, bir değer’dir. Yine insan seçenekler arasında seçim yapabilen bir varlıktır. Örneğin, içgüdüler ve akıl seçenekleri karşısında, akılsal yönde seçim yapan bir istem (irade) varlığı olarak insan, bir ahlaksal değeri ortaya koyar. Bu ahlaksal değer ‘iyi değeridir. İnsan, nesnelerle ilgisinde onlardan hoşlanır, onlardan haz duyar, dedik. Böyle haz duyan bir varlık olarak insan, bu hoşlandığı, haz duyduğu şeylere bir değer yükler ve onlara ‘hoş’, ‘güzel’ ya da ‘yüce’ der. Doğaya bu değerleri yükleyen insandır. Doğayı yararlı, doğru, iyi ve güzel yapan insandır. İnsan, yaşadığımız evrene erekler koyar, değer nitelikleri katar ve böylece evreni yararlı, doğru, iyi ve güzel bir evren yapmakla insansallaştırır.
Çağdaş estetiğin alanına girmek öncelikle ve doğrudan doğruya sanatın alanına girmektir. Eski estetik kuramsal estetikti, metafizik estetikti: düşünceden yola çıkıyordu. Yeni estetik tümüyle somuta yani yapıta, güzelin kendisine dayanıyor. Estetiğin alanına girmek sanatın alanına girmekse, sanatın alanına girmek de güzelin alanına girmektir. Çağdaş estetik sanattaki güzelle ilgilenir ya da ilgilidir. Güzeli çeşitli sanatlarda değişik görünümler altında buluyoruz. Her sanat güzeli kendine göre, kendi olanaklarına kendi yöntemlerine kendi teknik olasılıklarına göre belirler ya da biçimler. Her sanat güzeli oluştururken başka başka gereçler kullanır: kimi tahtayı yontar kimi boyaları karıştırır kimi sözcüklerle oynar. Tahtanın kıvrımlarında, boyaların arasında, sözcüklerin kümelenişinde parıldayan şey güzelin kendisidir.
Güzel Kavramı
Estetiğin en önemli problemi, güzelin ve güzelliğin ne olduğu problemidir. Bu konuda öncelikle doğal güzellik ile sanatsal güzellik arasındaki ilişkiler tartışma konusu olmuştur. Natüralist ya da realist görüşü savunanlar doğal güzelliğe, romantikler ise sanat güzelliğine önem verirler.
Yeniçağ’in başlarında düşüncenin metafizik olandan bilimsel olana doğru gerçekleştirdiği değişiklikler tüm zamanlar için ve tüm toplumlar için geçerli olan “mutlak” kavramını askıya aldı, onun yerine “göreli” kavramını koydu. Mutlak’ın saltanatı artık bitmişti, bundan böyle görelinin egemenliği başlıyordu. Bu değişiklikler estetiğin alanında da mutlak bir güzelin var olabileceği fikrini sildi, böylece sanatın dışında kendi olarak ele alınabilecek güzel’ in yerine ya da kendinde güzel’ in yerine somut güzeli, yapıtta gerçekleşen güzeli, sanatçının çabasıyla yaratılan güzeli, yere ve zamana göre değişik anlamlar alan güzeli, göreli güzeli koydu. Düşüncenin göklerden yere inmesiydi bu, buna koşut olarak güzelin göklerden yere inmesiydi.
Bazı felsefecilerde güzel kavramına bakarsak;
Platon: Güzellik ideaların özelliğidir. Bu gelip geçici dünyadaki nesneler ise idealarına benzediği ve onları yansıttığı ölçüde güzeldir. (ideal güzelliğin kopyaları)
Aristoteles: Güzelin nesnel ölçütleri düzen, oran ve sınırlılıktır. Düzen; parçalardan meydana gelen bir bütünde, bu parçaların birbirleriyle bir birlik meydana getirecek şekilde düzenlenmiş olmasıdır. Oran; simetri yani parçaların birbirlerine göre doğru ya da uygun orantısıdır. Sınırlılık; gereğinden büyük ya da küçük olmamasıdır.
Plotinos: Platon’un görüşlerini devam ettirir. Güzellik esasta ideaların özelliğidir. Madde, kendi başına düzensiz ve çirkindir. Ona biçim vermek suretiyle güzellik kazandıran, ideadır.
Kant: Güzel çıkarsız olarak hoşa gidendir. Güzel olan şeyin bize verdiği haz, yarar gözetmeyen hazdır. Güzelin bir başka özelliği, herkesin hoşuna giden olmasıdır. Kant güzel ile hoşa gitme arasındaki ilişkiyi şöyle belirler: Güzel, hoşa gidendir. Ancak her hoşa giden güzel değildir. Çünkü hoş olanda bencil ve kişisel bir yan vardır. Buna karşılık, güzel karşısında duygumun veya beğenimin başkaları tarafından paylaşılmasını beklerim. O halde güzelde herkesin hoşuna gitme özelliği vardır. Güzel ayrıca, kendi dışında hiçbir erek olmaksızın hoşa gidendir. Güzel, zorunlu olarak hoşa gidendir. Güzellik yargısı, evrensel olduğu için zorunlu bir yargıdır. Kısaca Kant’ın deyişiyle güzel “kavramsız olarak zorunlu bir haz almanın konusu olan şeydir.”
Hegel: Güzellik, düşüncede, akılda, ruhta bulunur. Maddi-fiziki dünyada bulunan güzellik ise bu “mutlak ruh”un, “akıl”ın bir yansıması, ışımasıdır. Buna karşılık sanat, kültürel dünyaya ait olduğu için, sanattaki güzellik, gerçek güzelliğe daha yakındır, onu daha iyi yansıtır.
Güzel her insanla ilgilidir. Güzel her insanın sorunu olduğuna göre, güzeli araştıran estetikte insanlığın ortak sorunudur. Ruhsallığı iyiden iyiye sakatlanmış olanların dışında tüm insanlar belli bir ölçüde belli bir çerçevede güzelle ilgilenirler. Güzel insan yaşamının giderilemez bir öğesidir. Buna göre insanoğlu her durumda güzelin doğal izleyicisidir. Her insan şu ya da bu ölçüde şu ya da bu anlamda güzelin kurucusu ve alıcısıdır. Sanatın en yaygın düşünsel etkinlik alanı olması buradan gelir.
Bilim her insanı ilgilendirmez, her insan yazık ki felsefeyle doğrudan ilgili değildir. Ama güzelle ilgilenmeyen, dolayısıyla sanata yatkın olmayan insan yoktur. Her kişi bir müzik parçasına kulak kabartır, her insan bireyi güzel görünmeye, en azından çirkin görünmemeye özen gösterir. Demek ki estetik duyarlılık ilkin kendimize ve yakın çevremize, gündelik yaşamımıza yönelişimizde varlığını duyurur.
Güzellik ile ilgili güçlük, güzelliği belirleyen beğeni ve ölçütlerin çok farklılık göstermesidir.
Bunlar başlıklar halinde,
- Orantı ve simetri
- Uyum
- İyi ve Güzel ilişkisi
- Güzel ve doğru ilişkisi
- Güzel ve Faydalı İlişkisi
- Güzel, hoş ve yüce ilişkisi
Orantı ve simetri:
Özellikle güzelliğin matematik olarak belirlenmesi sırasında karşımıza çıkan ilk orantıdır. Güzel unsurların orantılı olarak birleşmesidir. Orantısız şey güzel olamaz. Platon’a göre güzellik, doğru orantıdan başka bir şey değildir. Aristoteles’te ise güzel, düzene ve büyüklüğe dayanır. Eskiden beri sanatçılar ve filozoflar tüm güzellikleri açıklayacak büyülü bir matematik formül aramışlar ve bunun “altın kesit” orantısında bulmuşlardır.
Orantıya bağlı olan güzelliğin bir başka niteliği simetridir. Güzel olan bir bütünün parçaları arasında ölçüye dayalı bir düzen vardır. Doğadaki güzellik büyük ölçüde simetriye bağlıdır. Canlıların bedeni sağ ve sol olarak simetriktir. Sanat eserlerinin de güzel olarak algılanmasında simetri çok önemlidir.
Leonardo Davinci ve Vitruvius adamı bu konudaki en bilinen örnektir
Uyum (Harmoni) :
Bütün güzellikler için, parçaların uyumlu birleşmesi önemlidir. Hem hareketli hem de hareketsiz bütünlerde uyum önemlidir. Zaten uyum olmaz ise güzellik de kalmaz bütünde. Sanatçı, evrendeki ve varlıklardaki gizli uyumu yakalayıp onu eserlerinde yansıtmak ister. Güzellik, bir varlıkta karşıtların gerilimine dayanan bir uyumdur. Evrendeki bu uyum sanat eserlerine de yansırsa, onlar da güzel olur. Harmoninin, temelinde çoklukta birlik bulunur. Evrende her şey çok ve karmaşık gibi görünür. Ama çoklukta birlik sağlanınca bir uyum, bir güç, bir güzellik ortaya çıkar.
İyi ve Güzel İlişkisi
Platon güzeli iyiye özdeş kılar. Tolstoy da benzer bir görüşe sahiptir. Ona göre ahlak duygumuzu geliştirmeyen sanat, sanat olamaz. Yani sanat iyiyi ifade etmeli, ahlaka hizmet etmeli.
Aristoteles de sanatın ahlaki bir yönü olduğunu söyler. “Tragedyanın ödevi, uyandırdığı acıma ve korku duygularıyla ruhu tutkulardan kurtarmaktır” der.
18. yüzyıl İngiliz filozofu Shaftesbury “Dünyada en doğal olan güzellik; dürüstlük ve ahlaki doğruluktur” der.
Yukarıdaki görüşler ve felsefe tarihinde Kant’a gelinceye kadar ki büyük çoğunluk güzel ve iyiyi özdeşleştirmiştir.
Kant iyi ve güzel kavramlarını birbirinden ayırır. Güzellik duygularla (estetik haz alma, hoşa gitme ile) ilgilidir. İyilik ise akılla kavranan bir kavramdır. Yasaları da vardır. Oysa bir çok güzellik vardır ki, onların ahlakla, ahlaklılıkla hiçbir ilişkisi yoktur. Ahlaki bakımdan iyi olan da her zaman sempatik ve çekici gelmeyebilir.
Güzel ve Doğruluk İlişkisi
Platon’a göre; idealar var, gerçek, doğru, güzel ve iyidir. İdealar vardır; bu yüzden gerçektir. Gerçek bir şey aynı zamanda doğrudur. Ayrıca varlık, gerçek varlık, hakiki (doğru) varlık; bir iyiliktir. Bu özellikleri olan bir şey güzeldir.
Kant bu görüşe karşı çıkar. Çünkü ona göre; doğruluk bilgiyle ilgilidir. Konusuna uygun olan bilgi doğrudur. Bir önermenin doğruluğunun bize estetik haz vermesi söz konusu olamaz. “Amipler ikiye bölünerek çoğalır” önermesinin estetik bir değeri yoktur. Sanat eserinin doğruluk değerinden bazı durumlarda söz etmek mümkün olabilir. Örneğin; bir resmin, bir manzarayı doğru yansıtması bakımından doğruluk değeri vardır. Ama resmi güzel yapan, onun modeline uygun olması değildir. Ayrıca başka pek çok sanat için (örneğin müzik) doğruluk değerinden bahsetmek söz konusu olamaz. Doğruluk ile güzellik arasında birbirini gerektiren bir ilişki yoktur.
Güzel ve Faydalı İlişkisi
Bizler günlük konuşmalarda “güzel faydalı olmalıdır” ya da ”faydalı olan şeyler güzel de olmalıdır” gibi temenni (dilek, istek) ifadeleri kullanıyor olsak da yarar, çıkar, fayda ve benzeri kavramlarla güzellik kavramı asla aynı değildir. Tıpta kullanılan ve ne hoş ne de güzel bulunabilecek (hatta korkunç ve tiksindirici bulabileceğimiz) bir uygulama bir hastanın sağlığı için olağanüstü faydalı olabilir. Aynı şekilde su faydalıdır ama suyun faydalı olduğu ve onu güzel bulduğumuz zamanlar her zaman aynı değildir.
Güzel Hoş ve Yüce İlişkisi
Yücelik, genellikle alışılmışın dışında oran ya da miktarlar, büyüklük, sınırsızlık gibi kavramlarla ortaya çıkan bir durumdur. İnsanın kontrol sınırları dışında kalan, gücünü yüksek oranda aşan ve onu neredeyse ezen olaylar, biçimler karşısında içine düştüğü acz ile de ilişkilendirilebilecek bu duyum güzellik dediğimizle her zaman uyuşmaz. Bir sanat yapıtında korkutucu oranda yücelikle donatılmış biçimler illa güzel olmak durumunda değildir. Yüce genellikle aşkınlık, boyun eğme, akla sığmama ve hayranlık gibi durumları doğurur ve esas kaynağı güzelde olduğu gibi ölçülülük değil bunun tam tersi bir durum olan ölçüsüzlüktür.
Yunan düşüncesinde özün belirişi olarak kavranan güzellik, hemen düzen ve ölçü anlamlarını, yani tek sözcükle söylemek gerekirse yetkinlik anlamını yüklenir. Yücelik de bu durumda kökünü kaostan alıp ona düzen vererek güzelliğe ulaştırması yüzünden, aracı bir terim olma özelliğine bürünür.
İster gücünden, isterse büyüklüğünden kaynaklansın, yüceliğin görünümü canlandırılabilir bir şey değildir. İyi, doğru, güzel, faydalı gibi kavramlar ve bunlara düşünce tarihinde yüklenen anlamlara özetle değindikten sonra bir sıkıntı da ben yaratayım istedim bu kavramlar arasında.
Hepimizin tanıdığı Robin Hood zenginden aldı fakire verdi. Kendince doğruyu buldu. Fakir bu yapılan iyiliğe sevindi Robin Hood onun gözünde yüce bir insandı ama terazinin diğer kefesindeki zengin ise tüm bu yapılanları güzel, faydalı ve doğru bulmadı. İşte kavramlar böyle akıp gidiyor bir an olaylara ve zamana balı olarak değişik algılanabiliyor.
Ortak Estetik Yargıların Varlığını Reddedenler
Bu filozoflar genellikle sanat eserinin bizde uyandırdığı duygu ve heyecanlardan hareket etmektedirler. Bu görüşün temelinde, estetik değerin nesneye değil, bütünüyle özneye ait olduğu iddiası vardır. Yani bir şey, kendisi bakımından güzel değildir; yalnızca, ben onu güzel bulduğum için güzeldir. Bu nedenle ortak estetik yargı olamaz. “x güzeldir” yargısını, “Ben x’i güzel buluyorum” diye anlamak gerekir. Bunu da “Ben x’ten hoşlanıyorum”, “Ben x’i seviyorum.” şeklinde ele almak gerekir. Kısaca estetik yargılar, temelde psikolojik yargılardır. Bu görüşün bir temsilcisi olarak B. Croce’yi verebiliriz
Marksist estetik de bir başka noktadan aynı sonuca varmaktadır. “Nasıl ki ahlaki idealler, dini görüşler insanın içinde bulunduğu durumunun veya sınıfının bir eseriyse; aynı şekilde estetik yargılar da insanın ait olduğu grubunun, sınıfının ihtiyaç ve arzularını yansıtan sınıfsal yargılardır.
Ortak Estetik Yargıların Varlığını Kabul Edenler
Bu filozoflar ise estetik nesneden, estetik değerden hareket ederler. Bunlara göre estetik değer, özneden bağımsız olarak nesnede mevcut olduğu içindir ki; ortak estetik yargılar mümkündür. Güzelliğin nesnel birtakım ölçütleri vardır. Örneğin; bir nesnenin estetik değeri, organik birlik, çeşitlilik içinde birlik, tekdüze olmama, can sıkıcı tekrarlanmama, karmaşıklık, bütünlük, gelişme, yoğunluk gibi ölçütlerle herkes tarafından sınanabilir.
Kant evrensel bir estetik yargının ölçütlerini belirlemeye çalışmıştır. Ona göre estetik yargı, “ortak estetik duygu” dan kaynaklanır.
Platon’da idealar, diğer özellikleri yanında kendinde güzel nesnelerdir.
Aristoteles için güzellik; uyum, oran ve ölçülülüğün kaynaştığı bir bütündür.
Hegel, Plotinos, Schopenhaur için güzel, tek ve gerçek varlığın yansıması ya da dışlaşmasıdır.
Her sanatçı doğal gereçlerle iş görür, yapay bir nesne olan yapıtını doğal gereçlerle oluşturur. Amaç hangi koşulda ya da biçimde olursa olsun güzeli yaratmaktır. Böylece güzelin anlamı kendini gösterir: güzel ayrı ayrı görünümler ayrı ayrı biçimler altında tek bir şeyi, insan olmanın anlamını ortaya koyar. Sanatları kardeş kılan budur, tüm estetikleri kucaklayacak tek bir estetiği olası kılan budur. Estetikler elbette her zaman vardır. Bir yapıtın estetiğinden bir sanatçının estetiğinden bir sanatın estetiğinden söz edebiliriz. Estetik bütün özel estetikleri kucaklar, tek bir araştırma alanında bir araya getirir, onların ortak özelliklerinden giderek tek bir bilgi alanı hatta bir bilim kurar. Her sanat öbür sanatlara hiçbir şey söylemeyen apayrı bir güzelin peşinde olsaydı elbette estetikten yani tek bir estetikten söz edemeyecektik, belki estetiklerden, ayrı ayrı estetiklerden, birbiriyle hiçbir bağlantısı olmayan apayrı güzel araştırmalarından söz edebilecektik. Böylesine bir oluşum elbette bilimsel diyebileceğimiz köklü açıklamalar getirmekten uzak olacaktı, parçalı kalacaktı. “Tüm sanatlar kardeştir, her sanat öbür sanatları aydınlatır” der Voltaire. Şiirdeki bir özellik müzikteki bir oluşumun açıklanmasana katkıda bulunacaktır, resimdeki bir nitelik mimarlıktaki bir özel durumu görmemizi sağlayacaktır. Dufrenne şunları söyler: “Her sanatın kendine özgü bir tekniği vardır, her sanat özel bir kuruluş biçimini gerektirir; bir tablo bir roman gibi, bir bale bir anıt gibi kurulmuş değildir.”
Güzelin gerçek arayıcı ve yaratıcısı sanatçıdır. Güzel gerçek anlamda sanatta ortaya çıkar, gerçek yüzüyle sanatta görünür ve sanatta yoğunlaşır. Sanatın dışında rastladığımız güzel ya sıradan güzeli ya da doğal güzeli karşılar. Yoğun anlamlarla örülmüş güzel yalnızca ve yalnızca sanattaki güzeldir. Güzeli arayanlar ve gerçekleştirenler elbette yalnızca güzelin yaratıcıları ve baş sorumluları olan sanatçılar değildir. Güzeli düşünen bütün insanlar, tüm sanat izleyicileri ve estetikçiler güzelin peşinde olan kimselerdir. Estetikçi de bir güzel izleyicisidir, belki de izleyicilerin, güzeli izleyenlerin en bilinçlisi odur. Her kişi güzeli kendi bilinç koşullarının belirlediği bir takım görünür görünmez kurallara göre izler, bir takım beğeni ölçülerine göre izler. Bu yüzden estetik her kişinin yaşamında en genel düzeyde de olsa belli bir yer tutar. Pek çok kişi sibernetikle ya da gökbilimle ilgili bir takım temel bilgilere ulaşamamış olmanın sıkıntısını duymadan yaşar. Ancak estetik ölçüleri olmamak herkes için bir sıkıntı konusudur. Herkesin güzelle ilgili bir görüşü, doğru yanlış bir kavrayışı hatta bazen göreneklerle belirlenmiş bir bakış açısı vardır. Ancak güzel her şeyden önce sanatçıyı ilgilendirir ama sanatçı kadar izleyiciyi ve estetikçiyi de ilgilendirir. Sanatçı güzeli yaratır, sanat izleyicileri ve estetikçiler de güzelin yaratılmasına katkıda bulunurlar. Güzeli izlemek yaratmaya katılmaktır.
Sanatçı güzeli nerede hangi koşullar altında yakalayabileceğini ya da kurabileceğini bilen kişidir. Sanatçı güzeli bütün boyutlarıyla yaşayan ve yaşatan kişidir. Sanatçı güzelin yaratıcısı olduğu kadar bir güzel uzmanıdır ya da ustasıdır. Sanat denilince güzel denilince özgür yaratma düşünülür. Sanatçı özgürlük içinde yaratandır. Sanatçının özgürlüğü her şeyden önce bilincinin yetkin oluşumunda ve bağsız koşulsuz etkinliğinde kendini gösterir. Sanatçı her şeyden önce kendini kendinde ya da kendine karşı özgür kılmış kişidir. Sanatçı özgürlük içinde yaratandır. Özgürlük onun esenliğinin de kaynağıdır. Ancak sanatçının düz bir esenlik duygusu içinde varlığını sürdüren biri olduğunu düşünmek yanlış olur. O yapıtını başta kendisi olmak üzere her şeyle tartışarak kurar. Sanatının gelişimini bu tartışmaya borçludur. Sanatçı da herkes gibi acı içinde doğurur. Théodore Jouffroy Estetik dersleri’nde şöyle der: “İki şeyden birini seçmek gerekir: ya gelişmek için acı çekmek ya da acı çekmemek için gelişmemek. İşte yaşamın seçeneği, işte dünyada olma koşulunun ikilemi.”
Bulunduğumuz yapı da yaşam gibi, bizim duygu dünyamız gibi çelişkilidir. Yapı derindir, yüzeyde bir takım şeyler gösterse de onun asıl zenginliği derinlerdedir. Yapı derinlerine çeker bizi, görünmez yanlarına tanık olalım ister, bizi gizlerini tanımaya çağırır. Bunun için kavrayıcı gücümüzün yetkinliklerimizin olması gerekir. Gündelik bilinçle yapının derinlerine inemeyiz ya da doruklarına yükselemeyiz. Yapıda gündelik ölçüleri aşan bir güçlülük, kolay kolay bulunmaz bir atılganlık, alışılmışın sınırlarını iyiden iyiye zorlayan bir hiçbir şeye benzemezlik vardır.
Estetiğin alanı “güzel” kavramının araştırılmasına dayanan uçsuz bucaksız bir alandır. Güzel’in ne olup ne olmadığını bilmek elbette güzelin saptanması ve gerçekleştirilmesi için gereklidir. Estetiğin en büyük sıkıntısı tüm sanatlar acısından güzelin ne olup ne olmadığını araştırırken uçsuz bucaksız bir yükümlenmenin altına girmiş olmasıdır, bu çerçevede estetiğin alanı sınırlandırılamayacak kadar geniştir.
Güzel kadar kapsamlı bir kavramın kuramsal ve uygulamalı araştırması dile kolay bir iştir.
Victor Hugo’nun müthiş eserini bilirsiniz. Paris’teki ünlü Notre Dame katedralinin çan kulesinde saklanan zangoç Quasimodo’ya herkes garip bir yaratıkmış gibi davranmaktadır. Çok nazik ve iyi yürekli genç bir adamdır Quasimodo, görünümü yüzünden korkunç bir canavar gibi algılanır. Kendisine şefkat ve yakınlık gösteren Çingene kızı Esmeralda’dan hoşlanmaya başlayan Quasimodo, Esmeralda işlemediği bir suçtan ötürü ölüme mahkûm edilince, onu ne pahasına olursa olsun korumaya karar verir.
Hepimizin kamburları var, içimizdeki güzeli ortaya koyarsak kamburlarımıza rağmen estetik bir görüntüye sahip olabiliriz., Estetiğin ana fikri belki de güzelleştirmek değil içindeki güzeli ortaya çıkarmaktır, Bizler güzeli görebilme yeteneğimizi arttırabilmeliyiz. Çirkinliğin içindeki güzele ulaşmak için çaba sarf etmeliyiz. Güzellik için geçerli olan şeyler, ifade içinde geçerlidir. Dilerim ifade edebilmişimdir.
Jean-Paul Sartre “yaratma olan yerde, bir ‘an’ önceki görüşe nazaran bir yenilik var demektir.’ Der. Umarım görüşlerinizde bir yenilik duygusu verebilmişimdir.
Yazar Levent Öztürk, Ankara, 26 Şubat 2021
Kaynakça:
Timuçin A. (2012) Estetik, Bulut Yayınları
Timuçin A. (2005) Estetik Bakış, Bulut Yayınları
Timuçin A. (2008) Felsefeden estetiğe, Hayal Yayınları
Kant (2010) Güzellik ve yücelik duyguları üzerine gözlemler, Hil Yayınları
Bolla de P. (2006) Sanat ve estetik, Ayrıntı Yayınları
Cömert B. ( 2013) Estetik, Deki Yayınevi
Tunalı İ. (2016) Estetik, Remzi Kitabevi
Timuçin A. (2009) Sorularla estetik kitabı, Bulut Yayınları
Gombrich E. H. (2016) Sanatın öyküsü, Remzi Kitabevi