Geçmişten Günümüze Aşı

Geçmişten Günümüze Aşı

İnsanlık 15. yy’dan itibaren aşı ile tanışmıştır.  Evet, Çiçek hastalığını yemek için insanlık AŞI uygulamasını ilk o yıllarda gerçekleştirdi. Kayıtlara göre Çinliler variolasyon denen bir teknikle çiçek aşısını uyguladılar. Bu aşılama teknik; çiçek hastalığı geçiren bir kişinin derisindeki lezyon ya da yara kabuğunun bir pamuğa değdirilmesi ve bu pamuğun daha sonra sağlam bir insanın burnuna değdirilmesi şeklinde uygulanıyordu. Başka bir yöntemde ise; hastalıktan iyileşmiş bir insanın kıyafetleri sağlam bir insana giydirilip onun aşılanması sağlanıyordu. Bu şekilde aşılanan kişi yaklaşık bir hafta içinde ateşleniyor ve hafif bir hastalık geçirip çiçeğe karşı bağışık hale geliyordu. Çinliler bu uygulamayla binlerce hayatı kurtardılar.

Çiçek Aşısı mucidi İngiliz Edward-Anthony

Daha sonra İngiltere’de Edward Jenner adlı bilim insanı çiçek aşılamasında bilimsel bir yöntem geliştirdi. 1796 yılında kendi adıyla anılacak olan “Jenner metodunu” tanımlaması, aşılama tarihindeki önemli dönüm noktalarından biri oldu.

1977’de Somali’deki son çiçek olgusunun tespiti ve bunun ardından çiçeğin tüm dünyada yok edildiği bilgisi raporlandı. Bu başarı, insanlığın bulaşıcı bir hastalığa karşı kazandığı en büyük zaferlerden biriydi. 500 !!! yıllık bir mücadelenin zaferi.

Bu ve bunun gibi devam eden savaşlar, aşağıdaki tabloda yıllara sair olarak izlenebilir.

 

 

Ne hazindir ki aşı uygulaması o günden beri insanlık için yararı binlerce kez kanıtlanmış olsa da Tıp dünyasında ve toplumda çeşitli yönleri ile bir o kadarda tartışılmıştır.

1880-1893 yılları arasında pek çok hekimin gerçekleştirdiği bir dizi çalışma yeni bir kuramı, hastalıkların mikrobik bir temele dayandığı kuramını ortaya çıkarmıştır. Bu modern tıp çevrelerinde bir devrim olarak tanımlanmıştır. O dönemlerde Pasteur salgınlara yol açan birçok hastalık etkenini tanımlamış, bunun yanı sıra ilk modern aşının da yaratıcısı olmuştur. Paris’te Pasteur Enstitüsü’nde 1884’te ilk kuduz aşısı geliştirilmiş ve ilk kez bir insan üzerinde denenmiştir. 1894’te ise Berlin’de Behring, Paris’te Roux ve Grancher tarafından difteri ve tetanoz serumları geliştirilmiştir. Bu gün ki hali ile insanlığın aşıyı keşfi ilk uygulamalardan itibaren yaklaşık 350 yıl sürmüştür diyebiliriz.

İşte o yıllardan itibaren AŞI ve AŞI Üretimi bilimsel olduğu kadar, siyasal bir rekabet alanına da dönüşmüştür.

Paris’te Pasteur Enstitüsü’nde 1884’te ilk kuduz aşısı geliştirilmişti

Ülkemizde Abdülhamit döneminde, 1887’de Dersaadet Daü’l Kelp ve Bakteriyoloji Ameliyathanesi yani Kuduz Enstitüsü kurulmuştur. Bu kurum dünyanın üçüncü, doğunun ilk Kuduz Enstitüsüdür. 1889’da Telkihhane yani Çiçek Aşısı Üretim Merkezi, 1893’de ise Bakteriyolojihane-i Şahane kurulmuştur ve difteri serumu üretilmiştir.

Dünyada ki keşfinden sadece üç yıl sonra kuduz ve bir yıl sonrada difteri serumu Osmanlı topraklarında üretilmeye başlamıştır.

Çok bilinmemekle birlikte, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın bir yüzüdür aşı üretimi.

Reşat Rıza, Muzaffer (Bekman), Nikolaki Zuhri, Tevfik Salim, Ahmet Refik, Mustafa Hilmi, Ahmet Şefik, Kemal Muhtar, Şerefeddin Mustafa, Nikolaki Mavriadis, Zekai Muammer, Kurtuluş Savaşı’nın savaşın kahramanlarıdırlar. Bazıları işgal altındaki İstanbul’dan boza şişelerinin içinde Anadolu’ya sevkiyat ile bazıları da üretim tesislerini Eskişehir, Kırşehir, Afyon, Niğde, Erzincan, Sivas’a hanlara, hamamlara, taşıyarak aşı ve serum üretmiş bu savaşa destek vermişlerdir.

Türkiye’de çeşitli aşıların üretildiği Refik Saydan Hıfzıssıhha Enstitüsü ilk bina

Çeşitli safhalarıyla birlikte aşı üretimi yıllar içinde gelişmiş, büyümüştür. Ancak 1980’ li yıllardan itibaren aşı ve serum üretimi gittikçe yerini ithalata bırakmıştır. Sonuçta işgal altındaki İstanbul’da aşı üreten ve ihraç eden ülke, bu gün tamamen dışa bağımlı hale gelmiştir.

Elbette kaçınılmaz olarak günümüzün ve yüz yılın en büyük pandemisinde aşı ithal etmemiz ve aşı üretimini dışardan izlememiz tarihsel bir sonuçtur.

Covid19 Pandemisinde dünyada değişik yöntemlerle aşı üretim çalışmaları başlamıştır. Bu aşıların tümü vücudun bağışıklık sistemine COVID-19’a neden olan virüsü güvenli bir şekilde tanıtmayı ve yok etmeyi öğretecek şekilde tasarlanmıştır.

Sonbahardan itibaren erken dönemde Faz III çalışmalarına başlamış beş aşı, üç farklı yöntemle üretilmektedir.

1- İnaktif Aşılar

  • Gelenekselleşmiş yöntemlerle üretilir.
  • Virüs parçalanıp etkisiz hale getirilerek vücudumuza zarar verilmeden bağışıklığımız uyarılır.
  • Uzun dönem etkileri konusunda diğer aşılara kıyasla daha net konuşulabilir.
  • Öldürülmüş virüs ihtiva etmelerinden dolayı ilk aşamada daha güvenli olduğu kabul edilir.
  • 2-8°C’de saklanabilir.
  • Üretimi diğerlerine göre daha zor ve yavaştır.
  • Türkiye’de yapılan faz III çalışmasının ara değerlendirme sonuçlarına göre aşının etkinliği %91,25 olarak tespit edilmiştir.

Sinovac aşısı bu sınıfa girmektedir.

2- Viral Vektör (Adenovirüs) Aşıları

  • Grip benzeri hastalık yapan bir virüsün (adenovirüs) genetik müdahale sonrası Koronavirüs proteini ile desteklenerek insanda bağışıklık oluşturması amaçlanır.
  • Bu aşılar; Zika, Chikungunya gibi viral hastalıklara karşı uzun bir süredir faz III aşamasındaydı.
  • Aşıların içindeki mikroorganizmalar canlı olmakla birlikte, güçsüzleştirildiklerinden dolayı insanlarda hastalık yapamazlar.
  • Avantajı 2-8°C arasında, yani rutin olarak kullanılan aşı dolaplarında saklanabilmeleridir.
  • Yeni aşı geliştirme teknolojilerindendir.

Sputnik-V ve Oxford/AstraZeneca aşıları (AZA-1222) bu sınıfa girmektedir.

3- Messenger RNA (mRNA) Aşıları

  • mRNA, vücudumuzda doğal olarak üretilen protein sentezinde rol alır.
  • Laboratuvarda yapay olarak üretilen mRNA’lar tıpkı kendi mRNA’larımız gibi çalışarak virüse karşı bizi uyarmayı amaçlamaktadır.
  • Bu moleküller daha sonra kendi moleküllerimiz gibi yıkılarak vücuttan atılırlar.
  • Bu aşılar 25 yıldır kanser dâhil pek çok hastalığın tedavisine yönelik olarak kişiye özel immunoterapi yöntemleriyle çalışılan teknolojiye benzer şekilde üretilen aşılardır.
  • Bu aşıların en büyük dezavantajı Biontech/Pfizer aşısının (BNT-162b2) -70°C’de, Moderna aşısının (mRNA-1273) -20°C’de saklanabiliyor olmasıdır.

Biontech/Pfizer, Moderna aşıları bu sınıfa girmektedir.

Tüm dünyada pandeminin yaygınlaşması, hasta kayıplarının artması neticesinde bu aşılara Acil Kullanım Onayı verilmiş ve aşılama yaygın olarak başlamıştır. Ülkemizde 15 Mart 2021 tarihi itibarı ile aşılanan kişi sayısı şöyledir: Toplam Yapılan Aşı Sayısı: 11.267.268, 1.Doz Uygulanan Kişi Sayısı 7.912.557, 2.Doz Uygulanan Kişi Sayısı 3.354.711 şeklindedir.   https://covid19asi.saglik.gov.tr/  

Yine Sağlık Bakanlığı verilerine göre Ulusal aşılama stratejisi şu şekilde olacaktır.

Peki, aşılama ile bu salgın bitecek ve tamamen eski hayatımıza dönecek miyiz? Bu konuda ne yazık ki çok iyimser veriler ve yorumlar gelmiyor.  Şimdiki rakamlara göre ise önümüzdeki Temmuz – Ağustos 2021’e kadar bu salgının devam edeceği ön görülüyor. Hatta Eylül’e kadar devam edeceği yönünde bilim insanlarının yorumları var. Kurallara ciddi bir şekilde uyarsak daha erken bir dönemde de salgının gerilemesi mümkün. Ancak kurallara uymazsak hasta sayıları yükselmeye devam ederse doğal olarak salgının bitmesi uzayabilir ve 2021’in sonuna hatta 2022’ye bile sarkabilir.

2021’in ilk 6 ayında aşı uygulanmasının başlaması salgının bitmesi manasına gelmiyor. Bu salgını bitirecek kısa dönemde aşılar değildir. Bu saldırıları bitirecek olan bizim kurallara uymamızdır. Aşılar ilk etapta riskli gruplarda ağır hasta sayısın artmasına ve can kayıplarının azalmasına yardımcı olacaktır.

Yazar: Uzm. Ecz. H. Kürşat Parlatan, Ankara, 15 Mart 2021

Share This
COMMENTS

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir