Hareket Halindeki Zihin: Eylemlerin Düşünceyi Şekillendirişi…
“Gerçek olan bir şey var ki, şu dünyada hak eden değil hareket eden kazanır! Gezen tavşan, yatan aslandan daha kısmetlidir.” Mümin Sekman
Davranışsal ekonomistler ve evrimsel psikologlar, insanların aldığı çoğu kararın rasyonel analizlerden ziyade duygusal tepkilere ve sezgisel kısa yol arayışlarına dayandığını ve duygularımızla sezgilerimizin Taş Devri yaşamıyla başa çıkmaya elverişli olmasına rağmen Silikon Devri’nde maalesef yetersiz kaldığını ortaya koymaktalar. Bu yönüyle baktığımızda, duygularımız ve sezgilerimiz, bir bakıma gözlüğümüzü buğulandıran sıcak hava gibidir, görüş mesafemizi ve davranışlarımızı doğrudan etkilemektedir.
İşte her birimizin içinde bu davranışsal kalıpları oluşturan “tembellik” de “çalışkanlık” da bulunur. Önemli olan içimizdeki çalışkanlık parçasını bulmak ve güçlendirmektir. Yani, atalet de hareket de içimizde gömülü olarak vardır. Hangisini doygunca beslersek onun öne çıkacağı yadsınamaz. Bu çatışan iki özellik eylemlerimize egemen olmak için yarışır. Mantık terazimizin kefesinde davranışlarımızı tartarken, parmağımızı hangisinin tarafına koyarsak, o tarafımız kazanır ve eylemlerimizde onu görürüz. Başkaları da eylemlerimiz üzerinden “kim olduğumuza” karar verip, bize buna göre davranır.
Hazza yol açan duyguların ve bunun sonucunda oluşan eylemlerin gelecekte tekrarlanma ihtimali daha yüksektir; acıya yol açan duygu ve eylemlerin ise daha düşüktür. Deyim yerindeyse haz zamanda geçmişe yolculuk yapar ve eylemler nihayetinde onlardan çok uzak etkilerle ilişkilendirilebilir. İnsanlar bu türden uzun erimli ödül arayışını diğer tüm canlılardan daha iyi yapabilirler ve bu yetenek başarımızda önemli bir rol oynar.
Dış dünyayı duyumlardan çok algılarımızla tanırız. Duyumlar fazla yalındır. Bu nedenle az bilinçlidir. Dilin tat alması bir duyumdur. Kulağın bir ses işitmesi duyumdur. Ancak dilin aldığı tadın limon tadı mı, kiraz tadı mı olduğu veya kulağımızın duyduğu sesin kapının zili sesi mi, bir keman sesi mi olduğunu anlamamız ise algıdır.
Böyle bir girişten sonra bu kez ana tema, zihnin algılayışı ve eylemlere yön verişi…
Sözcüklerle düşünüyoruz; kurduğumuz düşünce sistemleri sözcüklere dayanıyor. Fakat atalarımız konuşmuyordu. Bebekler de konuşmuyor. Ama yine de düşünüyorlar. Dile sahip olmadan önce düşünebiliyorsak, bu durumda bizim düşüncelerimizi oluşturan aslında nedir?
Bilim, sanat, edebiyat, dünya tarihinin büyük fikirleri sadece beyinlerimizden değil, tüm bedenimizden doğdu. “Hareket Halindeki Zihin” kitabı nasıl düşündüğümüz konusunda yepyeni bir bakış ortaya koymaktadır.
“Bu kitapta bir yapı var, ama sizin belirlenmiş yollar üzerinden ilerlemeniz gerekmiyor, geleneksel bahçe yerine Çin bahçesi gibi düşünüp kendiniz keşfetme özgürlüğüne sahipsiniz. Bu kitabın, birlikte çalışma şansına sahip olduğum, birbirinden farklı birçok topluluğun ilgisini çekeceği düşünüldü: Psikologlar, bilgisayar bilimciler, dilbilimciler, nörologlar, biyologlar, kimyacılar, mühendisler, sanat ve müze eğitimcileri, şu veya bu nedenle uzamsal düşünüşe ilgi duyan başkaları…” şeklinde kitabın içeriğini açıklamaya çalışan Barbara Tversky (Prof. Dr.) ülkemizde Aralık 2020’de yayınlanan “Hareket Halindeki Zihin: Eylemlerin Düşünceyi Şekillendirişi (Mind in Motion)” adlı eserini inceledim ve sizlerle paylaşıyorum.
Kitapta öne çıkan birkaç paragrafı da sizlere aktarıyorum.
* Bilişin Üçüncü Yasası: Önce duygu gelir. Duygular içimizde çok çabuk doğmakla kalmaz, başkaları tarafından da çok çabuk hissedilir; bulaşıcıdır. Esnemelerin bulaşıcılığı gibi; köpeklerde de görülür. İlginçtir, köpekler tanımadıkları insanlardan çok, tanıdıkları insanlardan esneme kapmaya daha yatkındır ve bu da sosyal empatinin güçlü bir kanıtıdır. Hem insanlar hem de köpekler başkalarından stres kapıyor gibi görünüyor, örneğin ağlayan bebeklere bizler de onlar da kortizol değerlerimizin artmasıyla benzer biçimde tepki veriyoruz; bir stres tepkisi bu. Sadece duygular bulaşıcı değil, stres gibi duygusal durumlar da bulaşıcı. Başkalarının duygularını deneyimleme eğer empatinin başlangıç noktasıysa ve eğer duygular bulaşıcıysa, o halde bağlantılarımız empati duymak için döşenmiş gibi görünüyor.
*Ancak jestler düşünmemize de yardım eder. Şöyle ki, sigorta şirketindeki işine yürüyerek giden değerli şair Wallace Stevens hakkında belki de sonradan uydurulmuş bir hikâye vardır. Yürürken düşüncelerinin ritmiyle şiir yazarmış. Rivayet odur ki bir dize üzerinde düzeltme yaparken o dizenin zihninde başlamış olduğu noktaya geri geri yürür, dizeyi yeniden yazarken da yeni baştan ileri doğru gidermiş.
*“Okul nasıl” diye sordum beş yaşındaki kız torunuma. Cevabı: Bir başparmağı havada, diğeri aşağıda!
Bedenden bedene iletişim, sözcükten sözcüğe iletişimden daha doğrudandır; bir beden tarafından gerçekleştirilir, diğer beden tarafından çoğu zaman farkındalık dahi gerekmeksizin, kendiliğinden anlaşılır. Kapıya şöyle bir göz ucuyla bakarım, sizin başınız ve gözleriniz benim bakışımı takip eder. Bacak bacak üstüne atarım, bir süre sonra siz de aynısını yaparsınız. Sohbet ederken gittikçe daha fazla birbirimizin sözcüklerini ve jestlerini kullanırız, benimseme denen bir olgudur bu. Benimseme, birbirimizi anladığımızdan emin olmamıza hizmet ederek karşılıklı olarak anlaşmaya ve ortak görüş oluşturmaya yarar. Ayrıca bir sosyal taklitçilik biçimidir.
* Dünyaya bazı yetenekler bahşedilmiş şekilde gelenler bile başarı göstermek için çalışmak durumundadır. Müzik yeteneği, ne kadar çok olursa olsun, birisini anında keman virtüözü yapamaz; atletik beceri, ne kadar çok olursa olsun, birisini anında havada süzülebilen bir uzun atlamacı yapamaz; uzamsal beceri, ne kadar çok olursa olsun, birisini anında Frank Lloyd Wright’a ya da Einstein’a çeviremez. Bir beysbol takımı ya da bir senfoni orkestrası ya da bir tasarım ekibi kurmuş olan herkes bilir ki, beceri ve yetenekler de tıpkı uzmanlıklar gibi oldukça özelleşmiş olabilir.
* Yoğun alet kullanımının beden imgemizi aletlerimiz kapsayacak şekilde genişletmesi, çoğumuzun şakayla karışık ileri sürdüğü cep telefonlarımızın ya da bilgisayarlarımızın artık bedenimizin parçası olduğu iddiası için kanıt sağlıyor. Ne var ki aynı zamanda sırt çantalarıyla dönüp dönüp size küt diye çarpan insanlar için, “Keşke bu çantalarla beden şemalarının bir parçası olacak kadar deneyim kazanmış olsalardı,” temennisinde bulunmanıza yol açıyor. Sırt çantalarımızı elimizdeki aletleri kullandığımız şekilde kullanmıyor olmamız ne kadar kötü.
* Aynı sözcükleri kullanıyor, birbirini tamamlayıcı eylemler yapıyorsak, birbirimizi anlıyoruzdur. Ve birbirimizi daha çok beğeniriz. Bu yönüyle de aynalama, başkalarının bedenlerinin bizim zihinlerimizde içselleştirilmesi, bizim bedenlerimizin de onları zihinlerinde içselleştirilmesi anlamına gelir. Gerçekte konuşma partnerleri konuşmanın içerik ve zamanlamasında eşgüdüm sağlamakla kalmaz, aynı zamanda ilk bakışta konuşmayla ilgisiz görünen davranışlarında da eşgüdüm sağlarlar. Konuşma sırasını almak için öne eğilerek, ya da sırayı vermek için geriye çekilerek, bacak bacak üstüne atarak ya da atmayarak eylemlerini koordine ederler. Birbirlerini taklit ederler; benimseme denen bir olgudur bu. Birbirlerinin sözcük ve ifadelerini, hatta aksanlarını benimserler. Birbirlerinin yüz ifadelerini, bakışlarını beden hareketlerini kopyalarlar. Konuyla ilgisiz gibi görünen bu davranışların ilgisiz olmadığı görülmüştür; “toplumsal tutkal” hizmeti görür, birbirini anlama ifadesidir, birbirini anlamayı teşvik ederek iletişim ve işbirliğini artırır.
* İnsanoğlu-kızı olarak hipotezlerimizi çürüten kanıtlardansa, destekleyen kanıtları fark etmeye daha eğilimliyizdir. Karşı deliller bulduğumuzda bunları dikkate almamaya, sapma olarak görmeye yatkınızdır. Bizler-hepimiz-doğrulama yanlılığından mustaribiz: Hipotezlerimize teyit arıyor, bu hipotezlerin hatalı olduğunu gösteren kanıtları göz ardı ediyoruz ve bunu hipotezlerimizden hiçbir kişisel çıkar beklentisi içerisinde değilken bile yapıyoruz.
* Jestler Düşünceyi Açığa Vurur: Eşim İsrail ordusunda paraşütçüydü. Yapılan eğitim çalışmalarının birinde karanlıkta çöle tek başına, haritasız bırakılıyordunuz. Dönüş yolunu kendiniz buluyordunuz, aksi halde… Anlaşılmaz bir yön duyusuna sahipti. Aradan yıllar geçtikten sonra iyi asfaltlanmış ve ışıklandırılmış çok daha tehlikesiz bir çevrede, olur da ben sürücü, o rotacı olursa bana “sağa dön” der ve solu işaret ederdi. Ya da tam tersi. Hangi dili konuştuğu da fark etmezdi. Beden zihinden daha hızlı olduğu için, onun sözüne göre değil, eline göre davranmayı öğrenmiştim, sözcükler ile eylem arasındaki ilişki gelişigüzeldir, ama eylem ile ona işaret etme ilişkisi doğrudandır, bedenin ve dünyanın içindedir. Gitmek istediğiniz yolu işaret edersiniz.
*Jestler Konuşmamıza Yardım Eder: Siz de deneyin. Ellerinizin üstüne oturun. Ardından evinizden süpermarkete, tren istasyonuna, işyerinize ya da okulunuza nasıl gidildiğini sesli olarak açıklayın. Bu bir düşünce deneyi değil; yüksek derecede kontrollü laboratuvar deneylerinde yapılıyor. İnsanlardan ellerinin üstünde otururken uzamsal ilişkileri betimlemeleri ya da açıklamaları istendiğinde, konuşmada sorun yaşıyorlar. Uygun sözcükleri bulamıyorlar. Yapılan araştırmalardan çıkan sonuç, insanlar ellerini kullanamadığında sadece kelime bulmakta sorun yaşamamaktadır. Jest yapmanın engellenmesi sadece konuşmayı değil, düşünmeyi de olumsuz etkilemektedir.
*Jestlerin toplumsal tutkal görevi üstlenmesinin çok canlı bir örneği orkestra şefliğidir. Orkestra şefleri tempoyu senkronize eder, müziğin uzam ve zamandaki dinamiğini belirler, sesin seviye ve yoğunluğunu denetler, müzisyenlerin giriş ve çıkış sıralarını yönetir ve daha birçok şey yaparlar. Genellikle sol elin tempoyu belirlediği, sağ elinse geriye kalanları yaptığı söylenir. Fakat uygulamada gerçek çok daha karmaşıktır ve hiçbir biçimde sistemleşmiş değildir. Şeflerin el jestleri birbirinden müthiş farklıdır, çoğu baton kullanır, kimisi de kullanmaz. Çoğu yüzünü, sırtını, bacaklarını, hatta ciğerlerini, nefes alış ritmini kullanır. Leonard Bernstein’ın Haydn’ın eserlerindeki şefliği ünlüdür; orkestrasını kollarını ve bedenini çok az oynatarak, sadece kafası ve esnek yüz hareketleriyle, özellikle de kaşlarıyla yönetir. Van Karajan orkestrasını gözleri kapalı yönetirdi. Esa-Pekka Salonen dans ediyor. Şefler sadece orkestrayı değil, dinleyicileri de yönetiyor. Dinleyicilerin etkileyicilik, artikülasyon, dinamizm gibi müzik özelliklerini algılayışı, bunlar şefler tarafından vurgulandığında gelişiyor.
*Yakında akıllı telefonların da modası geçecek; ihtiyaç duyduğumuz bilgilerin hepsi zihinlerimize ya da bedenlerimize iliştirilmiş olacak ve güncellenecek. Gözlüklerimizi ya da akıllı telefonlarımızı hiç kaybetmeyeceğiz, çünkü zaten onlara ihtiyacımız olmayacak. Çocuklarımızı AVM’de ya da arkadaşlarımızı müzede asla kaybetmeyeceğiz, çünkü onların nerede olduğunun bilgisi içimize gömülü olacak ve bizleri ve yaşamlarımızı anlayabilen yapay zekâ programlarıyla sürekli güncellenecek.
*Zamanı, uzamdaki bir çizgi üzerinde hareket şeklinde düşünüyoruz. “Zamanın içinde ilerliyoruz.” Fakat “Zaman da ilerliyor.” Hangisi? Hareket eden ne, zaman mı, biz mi? Biz zamanın içinde de uzamda hareket ettiğimiz gibi mi hareket ediyoruz? Yoksa zaman yanımızdan geçiyor, akıp gidiyor mu? Tahtındaki bir kral gibi yerimizde oturuyoruz, olaylar krallığımızdaki kullarımız misali ayağımıza geliyor? Yoksa seçimlerden önce kalabalıklar içine dalıp yürüyerek bebekleri ardı ardına kucağına alan siyasetçi gibi miyiz?
* Eski ama doğru bir aforizma: Ağaçlardan ormanı görememektir. Yakında olduğumuzda ağaçları görürüz, ormanıysa ancak belli bir uzaklıktan görebiliriz. Yakında olduğunuz zaman ayrıntıları görürsünüz; uzaktan ise genel hatları görürsünüz. Hangisi daha iyi? Olağan yanıt: Duruma bağlı.
* Şu an birçok kimse uzamsal dünyayı birincil olarak görüyor ve dilin kökeninin uzamsal dünyadan geldiğini düşünüyor. Düşüncenin en küçük birimi, iki fikir arasındaki bağlantıdır. Fakat bu da iki yeri birbirine bağlayan bir yoldur. Evrimde uzamsal dünyanın ve onun içerisindeki eylemin kavranmasının dilin gelişiminkinden önce geldiği kesin.
* Leonardo da Vinci devamlı çizerdi. Görmek için, düşünmek için, yaratmak için çizerdi. Onun fevkalade zihni bile müthiş fikirlerini kafasında canlandırmaya yetecek kadar büyük değildi; elinin onları gözlerinin önüne taşıması gerekiyordu. Çizmek şeylerin yapısını açığa çıkarabilir ki Leonardo’nun düşünüşü açısından bundan da önemlisi, çizmek şeylerin hareketlerini, nasıl çalıştıklarını, ne yapabileceklerini ortaya çıkarabilir. O, çizmiş, bakmış, düşünmüş yeniden çizmiştir. Tekrar çizmiştir. Leonardo çizimi fikirleri keşfe çıkmak ve onlara incelik kazandırmak, keza yeni fikirler yaratmak amacıyla kullanmıştır. Çizim yapmayı, bilerek deneysel bir yol olarak kullanan ilk kişilerdendir. Onu başkaları takip etmiştir, bugün de böyle yapmaya devam edenler vardır.
Çizimi deneysel bir araştırma yöntemi olarak kullanan tek kişi Leonardo değildi, Romanları, oyunları, şiirleriyle ün kazanmış bir söz ustası olan Goethe aynı zamanda çizerdi. Düşüncelerini en iyi sözcükleriyle değil, çizimleriyle ifade ettiğine inanırdı.
* Biyomimetik yeni perspektifleri destekliyor. Mimarlar ve tasarımcılar biyomimetigi kullanarak hem hoş hem de verimli çözümlere ulaşıyorlar. Yılanlar merdivenlere esin kaynağı oldu. Köpekbalığı derisindeki minik “dişler” bir yarış mayosu modeline-ilham verdi. Japon yüksek hızlı treni shinkansen’in burnu, bir kuşun gagasından esinlenildi. İsviçre Alpler’inde kayakçıların pantolonlarına yapışan çapaklar Velcro’ya[1] esin kaynağı oldu.
*Şimdi geleceği görmeye, süper tahmincilere geçiyoruz. Bundan yıllar önce Philip Tetlock[2], daha çok iktisadi ve siyasi tahminler yapan, bir yıl veya on yıl sonra olacakları tahmin ederek geçimini sağlayan kişiler olan profesyonel tahminciler hakkında araştırma yapmaya başladı. Yarışmalarda gönüllü katılan oyunculardan belirli tahminler yapmaları isteniyor: X ülkesinin GSMH’si 20XX’te ne olacak? Ya da, 20ZZ yılında Z ülkesinde devrim olacak mı? Doğruluğu kontrol edilebilen tahminler. Ekibin tespit ettiği küçük bir grup, işte bunlar süper tahmincilerimiz, tesadüfle açıklanamayacak şekilde diğerlerinden daha başarılı oldu; hem de sadece bir kez değil, peş peşe birçok yıl başarılı oldular.
“Hedef sadece varılacak yer değil, seni ona götüren yoldur aynı zamanda.” Paul Andreu
[1] Cırt cırtlı yapışkan üreten firma.
[2] Philip Tetlock-Süper Tahmin-Super forecasting