Hatalar Yeni Hataları Getirir!
Bir toplumda çocuklarını doktor diploması almaya zorlamanın, kendi bireysel kişilik çatışmalarına ve intikam hislerini tatmin etmek uğruna bir nesli kurban etmeye neden olabileceğini unutmamak gerektiğini düşünüyorum.
Bu ülkenin donanımı yeterli, bilimsel kriterleri rehber edinen yüksek ahlaklı hekimler yetiştirmesi için önce kendi halkının bu nitelikleri ne kadar taşıdığı ve özümsediğinin sorgulanması gerekir. Son 20 yılda hekimlere yapılan saldırıların artması ve yaşanan son siyasal sosyal gerginlikler, yıllardır devam eden mesleki değersizleştirme sürecinin doğal bir sonucudur.
Tıpta uzmanlık eğitiminin zorunlu olduğu algısıyla başlayan bu yaklaşık 45 yıllık süreçte, 1982 de uzmanlık eğitim ilke ve esaslarının çerçevesinin belirlenme yetkisinin Sağlık Bakanlıgına verilmesiyle siyasal müdahaleye açık hale getirildiği gerçeğini yadsıyamayız. Müteakiben uzmanlık eğitimi yüksek lisansa eş değer hale getirilerek akademik unvanların değersizleştirilmesinin yolu iyice açılmıştır. Arkasından adeta bir siyasal yarış ve kampanya halinde her ile bir üniversite dayatması ile üniversite ve tıp fakültesi kuruluşu siyasetin emrine verildi.
Böylece 2000’li yıllardan başlanarak, sağlıkta dönüşüm sloganı ile 1961 de sağlık hizmetlerinin sosyalizasyonu yolunda verilen Prof. Dr..Nusret Fişek hocamızın mimarı olduğu eser delik deşik edildi. Elbette muayenehane hekimliği bir hekimin en doğal hakkıdır. Ancak muayenehane hekimliği uğruna akademik unvanların basitleştirilmesinin yolu durup dururken açılmamıştır.
Hepimizin görmekten ve tartışmaktan kaçındığı üzere, 2547 sayılı YÖK kanununun 38b maddesinin 80’li yıllardan beri kişiye özel olarak yanlış ve hukuksuz uygulamaları, 2000’li yılların ortalarına doğru özellikle periferde siyasal erkin dayatması ile kurulan tabela üniversitelerinde, eğitim araştırma hastanelerinde çalışan kimi akademik ünvanlı hekimlerin özlük hakkı kazanımı için sözde bir fırsat yarattı. Sonra da bu tabela üniversiteleri ve bünyesinde kurulan tıp fakülteleri medreseleştirilerek bugünlere gelindi.
Ancak kamu vicdanını zedeleyecek şekilde göze batan bu uygulamaya tepkilerin artması üzerine “tıpta uzmanlık eğitiminin çerçeve ve esasları” nın Sağlık Bakanlığı’nda olduğu tekrar hatırlanarak Sağlık Bakanlığı’na bağlı akademik kadroların da tamamen siyasal denetime gümüş tepsi ile sunulduğu bir Sağlık Bilimleri Üniversitesi denilen ucûbe yaratıldı. Konunun çarpıklığı dile getirildiğinde “bu bizim modelimiz” dendi ve geçildi sadece.
Açıkça söylemek gerekir ki bugünlere gelinmesinde şu veya bu parti değil herkes sorumludur. Sadece son 20 yılda geçmişte daha önce yapılan uygulamaları siyasal bir kadrolaşma fırsatı olarak gören bir anlayış “altın vuruşu” gerçekleştirmekle kalmamış, yapılan o eski haksız ve yanlı uygulamaları emsal göstererek bunların sayısını kendi ideolojik kadrolaşmasını tamamlamak üzere artırmıştır. Bu bağlamda başka bir yazıda ise zincir hastanelerin akademik kadroların dağıtılmasının “afiliasyon” adı altında nasıl siyasallaştırıldığına ayrıca değinilecektir.
Sonuç olarak, biz hekimlerin akademik unvan merakı altında, bilim ve iyi hekimlik değil sadece bu unvanla sağlanacak maddi rant kaygısı ön planda olmuştur. Geçmişte Sağlık Bakanlığı Eğitim Araştırma Hastanelerinde çalışan, Türkiye Cumhuriyeti Devrimlerinin bir eseri olan kendine özgü “Tababat-ı şuabat sanatlarının tarz-ı icraa’ına” dair yasaya tabii uzmanlık eğitiminin, 80 sonrası bir anda “akademik yüksek lisans” eşdeğeri sayılmasının bedeli hem hekimler hem toplum tarafından ödenmeye devam edilmektedir. Yani bir anlamda muayenehane tabelasına akademik unvan yazmanın getirisi sadece üniversite hocalarına bırakılmayacak kadar değerli addedilmiştir.
Bu konuda bugün geldiğimiz nokta ve 2014 yılındaki muayenehanelerin kapatılmasına dair Danıştay’ın gerekçeli kararı sonrasındaki oluşan çarpıklık son yasal düzenlemeler ile üniversite öğretim üyelerinin muayenehane açmasının önündeki engeli tamamen kaldırmak suretiyle giderilmiş gibi gözükmektedir. Bunun sonucunda, hâlihazırda üniversitelerde profesör unvanı alan her hekim gittikçe artan bir sayıda muayenehane açmaya devam etmektedir. Bu defa da Sağlık Bilimleri Üniversite/medresesine bağlı eğitim ve araştırma. hastanelerinde profesör ünvanlı hekimlerin muayenehane açmasının mümkün olmadığı bir başka çarpıklık oluşturulmuştur. Benim kişisel düşüncem üniversite denilen bir eğitim kurumunda akademik ünvanlı hiç bir öğretim üyesinin hele ki anabilim dalı başkanı vb idarî görevi varsa özel çalışmaması gerektiği yönündedir.
Öte yandan Sağlık Bakanlığına bağlı bir üniversite kavramının ise tamamen siyasal bir karar ve siyasal ikbal endişesi ile ihdas edilmiş olması nedeniyle bilimsel özerkliğin önündeki en büyük engel olup demokrasi kavramı ile de zaten açıkça çeliştiği ortadadır. Gelecekte yapılacak düzenlemelerin, rahmetli hocamız bir cumhuriyet aydını Prof. Dr. Hüsnü Göksel’in tabiriyle “tıp mesleğinin bir bilim, zanaat ve sanat” olduğu görüşünden hareketle yapılabileceği kanısındayım. Bu konuya da daha sonra değinmeyi düşünüyorum.
Sonuçta bilimsel tıpta alanında kaliteli hizmet iyi bir uzmanlık eğitimi ile mümkün olacaktır. Bunun bilimsel mirasının sonraki kuşaklara aktarılması görevinin ise siyasallaşmamış, özerk ve muayenehane kazancı kaygısından arındırılmış üniversite çatısı altında olabileceğini vurgulamak durumundayım. Ancak burada SB Sağlık Bilimleri Üniversitesi’nin mevcut yapısı ve yönetim anlayışı ile bu kutsal ve ulusal görevi ifâ edemeyeceğini de belirtmek isterim.
Unutmamak gerekir ki yanlışta ısrar yeni ve çözümsüz problemleri getirecektir. Açıkça ifade etmek gerekir ki inkıtaya uğrayan üniversite reformumuz ve tıp eğitimi tekrar ele alınmalı ve güncel gelişmeler ışığı altında yeni laik ve çağdaş bir anlayışla değerlendirilmeli, alternatif tıp vb zorlamalarından vazgeçilmelidir.
Yazar Prof. Dr. Mahmut Can Yağmurdur, Ankara, 20 Haziran 2021