Hep Aynı Yüzler!
Geçtiğimiz birkaç senedir ülkemizin rasyonel idare edilmediğine inanarak, ülkemizin siyasi akışı hakkında düşünürlerin, bilhassa gazetecilerin söyleşilerini dinlemeye başladım. Ancak bazı gazetecilerde ide-fix olan bakış açılarından da rahatsızlık duymakta olduğumu söylemek isterim. Gazetecilik mesleği tarafsız yapılan yahut ta yapılması gereken bir meslektir. Doğruyu görmek mecburiyetinde olmaktır, gazetecilik. Tanışma fırsatı bulduğum birkaç gazeteciyi anmak isterim. Cumhuriyet gazetesinden Burhan Felek, İlhan Selçuk, Ali İhsan Göğüş ve Nadir Nadi beyler, benim için sembol gazetecilerdi. Pako’nun sahibi rahmetli Bekir Coşkun’u da çok severdim.
Tanıdığım diğer pek çok gazetecilerin tamamını burada sıralamayı düşünmemekle birlikte, Mete Akyol’u anmadan geçemeyeceğim. Rahmetli Mete Akyol, okul arkadaşım olarak, onun kalemine ve gazetecilik kariyerine saygı duyardım. Başkent Üniversitesinin aylık yayınladığı ‘BÜTÜN DÜNYA’ isimli, ‘Readers Digest’ adlı mecmuadan esinlenilen, dergi türü yayını Türkiye ye sevdiren Mete Akyol olduğunu unutmamak gerek. Bir başka büyüğüm var Dr. Engin Ünsal, Aydınlık Gazetesi ve Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan makaleleri ve günlük toplumsal meseleleri siyasi bakış açısından değerlendirmesine saygım sonsuzdur.
Bu değerler, birer çınar gibi, bugün hayatta olsa veya olmasalar da gazetecilik duruşları bir abideyi andırır.
Bugün böyle sembol insanları bulmanın imkânı yok denecek kadar azdır. Toplum artık maddi değerlere, gerçeklerden daha fazla inanmakta. Beyazı, para karşılığı, siyah olarak görebilme yeteneklerini kullanmaktalar. Toplumda istenilen algıyı oluşturmak adına yeşili, mavi olarak tanıtıp, yanlışı doğru olarak empoze etmeleri, eğitimsiz, kültürsüz ve zekâ seviyesi düşük insanları istedikleri yöne kanalize edebilmekteler. Tabidir ki buda bir kabiliyet ve bu kabiliyetten para kazanmak onların da hakkı. Sonuçta kaybeden bir toplumun yanında kazanan birkaç lafazan.
Aslında yaptıkları işi de sevmekteler. İnsanları kandırmak adına yalan söylemek bir meslek olsa gerek. Bazı yalanlar vardır, toplum içinde buna pembe yalan derler. Bunları söylemek hiçbir kişinin canını incitmez. Bu pembe yalanlar bilakis birçok mutsuzlukların da önüne geçebilir. Bir aile birliğini kurtaracaksa pembe yalan, söylenmesinde bir mahzur olmaz. Çocukken anne ve babamıza yalan söylediğimiz olurdu. Onlar doğrusunu bilirlerdi de bizim yüzümüze vurmazlardı. Sonraları bizler, iyi ki yalan söylemişiz derdik.
Televizyon kanallarında değişik günlerde değişik konularda oturumlar düzenlenmekte. Yönetenler değişmekte. Konular değişmekte. Ancak konuşmacılar hiç değişmemekte. Sizin aklınız alıyor mu: Bir kişi var, biz onu HBB olarak tanımlayalım, her konuda, her açık oturumda tartışmaya katılabilmekte. Bir insan bir veya iki konuda uzmandır ve o konuyu savunur ve bilgisine konuşmasına değer verirsiniz. Her konuda konuşan adama ne denir bilmiyorum.
Her konuda bir fikriniz olur amma tartışmaya girecek kadar bilgili olamazsınız. Hepinizin bildiği bu adamı seyrediyoruz ekranlarda her gün. Üniversiteden sosyal bilimler bölümünü bitirmiş, doçentliği sonrasında Uluslararası ilişkiler konusunda yaptığı çalışma ile profesörlük unvanını almış.
Ekranda sağlık konusu tartışılıyor, HBB diye tanıdığımız kişi, oturumda tartışmacı koltuğunda. İstanbul’a bir ikinci kanal yapılsın mı yapılmasın mı konusu tartışılıyor. Bir bakıyorsunuz, HBB yine konuşmacı koltuğunda ahkam kesmekte. Türkiye uzaya hangi yıl gidip ve uzayda ne yapması gerektiği üzerinde bir tartışma geliyor ekrana. Bir bakıyorsunuz yine aynı HBB sandalyede konuşmacı. Deniz hukuku ve Montrö konusu tartışılmaya başlandığı oturumda, sandalyenin üzerindeki yüz aynı yüz, HBB. Bizim HBB diye adlandırdığımız profesör arkadaş, her tartışma konusunun içinde, hem de boylu boyunca.
Bu panellerde yine değişmeyen bir yüz daha var, biraz yuvarlak yüzlü kendini gazeteci olarak tanıtır. Onu da aynı kategori içine almamız gerek. Her ne kadar üniversite tahsili olmasa da konuyla ilgili eline bir not verip, sandalyeye oturturlar. Stüdyonun görünmeyen bir köşesinde birkaç akıllı bilgisayar kullanıcı eleman, gazeteciye stüdyo içinde, her konu hakkında, elindeki telefona ne söylemesi gerektiğini suflör olarak iletirler. Kimi bilgiler doğrudur, kimileri ise tartışılır. Kendisini gazeteci olarak tanıtan ancak, gazeteci meslek okuluna bile gitmemiş, alaylı gazeteciler de eğer yeterince bilgi birikimi yoksa, torbadaki ile yetinirler.
Ekrandaki tartışma programlarını artık insanlar seyretmemekte. O kadar bıktılar ki, tartışılan konuların bir neticesi olmayınca, tartışmanın gereği kalmamakta. Ben artık hiç bu programlara bakmamaktayım. Kimi zaman, yüzünü görmeye tahammül bile edemediğim insanlar çıkınca ekrana, kanal değiştirmekteyim. Bu arada rastladığım tartışma programlarında yüzler aynı yüzler, konular ise çirkin siyaset ve cümleler hep beş tepeden verilen kalıp sözlerle toplumda algı yaratılmaya çalışılmakta, tıpkı Adolf Hitler’in en güvendiği propaganda başkanı Joseph Geobbels’in kullandığı algı taktiklerini anımsatmakta, diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.
Yazar Metin Atamer, Ankara, 14.10.2023