Her Şeyi Düşünme…

Her Şeyi Düşünme…

“İyi ya da kötü diye bir şey yoktur, düşünmek onu öyle yapar.” William Shakespeare

“Hayat bütün gün düşündüklerimizden ibarettir.” Waldo Emerson

Verimsiz, hatta yıkıcı bir düşünce döngüsüne yakalanmanın nasıl bir his olduğunu çoğumuz biliriz ve üstelik bu kısır düşünce döngüsünden çıkmak genellikle bizim için bir seçenek gibi de durmaz. Bu ihtimaller döngüsünde sıkışıp kalmak, kararsızlıkla boğuşmak (kararsız Kasım tiplemesi!) ve yanlış anlama korkusuyla felç olmakta işin cabası…

Her şeyi düşünmek dediğimizde sadece bir ilişkiyi sonlandırmak ya da taşınmak gibi hayati kararlardan söz etmeyiz, zihinsel enerjimizi bizden çalan ve bunu hak etmeyen önemsiz ayrıntıları kastederiz. Aşırı düşünmeyle gelen şüphe, endişe, suçluluk, abartılı mükemmeliyetçilik, erteleme ve daha pek çok bazı olumsuz duygu ve davranış tıpkı bulutların güneşi engellemesi gibi bizleri bir bakıma karanlığında boğar.

Hepimiz iyi yaşanmış olarak tanımlanabilecek hayatlar istiyoruz. Ama zamanımızı fazla düşünerek harcadığımızda, hayatımızla yaptığımız şey tam da budur. Fazla düşünmek sadece sıkıntı veren bir şey değildir; fazla düşünerek geçirdiğimiz her dakika, asıl önemli olan şeylere harcanmayan bir dakikadır.

Fazla düşünmeyi kişisel bir sorun olarak düşünme eğiliminde olsak da, gerçek şu ki bireysel düşüncelerimiz, kararlarımız ve eylemlerimiz sadece bizi etkilemez; çevremizdeki insanları etkileyen ve her yere yayılan bir dalga etkisi yaratırlar. Hem yüksek sesle hem de kafamızın içinde kendimize ne söylediğimiz de dahil olmak üzere, düşüncelerimize dikkat edelim. Hiç kimse sürekli olumsuzluk saçan birinin etrafında olmaktan hoşlanmaz ve bu, düşüncelerimizle baş başa olduğumuzda da geçerlidir!

Düşüncelerimizle dünyalarımızı yaratırız. Bu yüzden iki insan aynı şeyi çok farklı şekillerde deneyimleyebilir. Düşüncelerimiz duygularımıza ve eylemlerimize katlanarak aktığından, ne düşündüğümüz önemlidir. Olumlu düşünceler beslediğimizde kendimizi iyi hissederiz; olumsuz düşünceler beslediğimizde kendimizi kötü hissederiz. Düşüncelerimizin doğası, yalnızca deneyimimizin içeriğini değil aynı zamanda yaşam kalitemizi de doğrudan etkiler. Değerlerden bağımsız değildir. İyi hissettiğimizde, daha nazik, daha yaratıcı, daha geniş düşünebilen, olasılıklara daha açık ve etrafında olmanın daha keyifli olduğu biri oluruz. Olumsuzluğa odaklandığımızda yalnızca kendimizi kötü hissetmekle kalmaz, aynı zamanda kendimizi giderek daha çok gereğinden fazla düşünen insanlar haline getiririz, çünkü olumsuzluk zihinsel döngü devrini teşvik eder.

İyi yaşamayı seven Epikürcü Fransız Jean Anthelme Brillat- Savarin, “Bana ne yediğini söyle, sana ne olduğunu söyleyeyim” diye yazar. Eh, zihnimiz söz konusu olduğunda ise, biz düşündüğümüz şeyizdir…

Bugünkü tema, FAZLACA DÜŞÜNCE üzerine…

Dünya çapında çok satan yazar Anne BOGEL’ın ülkemizde ilk basımı Nisan 2022’de yapılan “HER ŞEYİ DÜŞÜNME-Don’t Overthink It” adlı kitabında, aşırı düşünmenin ayağımıza gizlice taktığı çelmeleri nasıl etkisiz hale getirebileceğimizi anlatırken zihnimizde derin yaralar açabilecek bizleri oyalayan düşüncelerden kurtulmanın, idareyi ele almanın, rahat seçimler yapmanın ve güneşin tekrar içeri girmesini sağlayabilmenin pratik ve zengin stratejilerini betimlemeye çabalamaktadır.

İşte küçük gibi görünen ama yaşamımızı doğrudan etkileyen bu sorunlarla (her şeyi düşünme) başa çıkmayı kolaylaştıran ve kalıcı fark yaratan bir eylem planı sunan bu kitap bizlere çıkış yolunu aralayan bazı önerileri gözler önüne koymakta.

Ben de kitabı okuyup derledim ve okuyucularımla paylaşıyorum. Kitap içeriği öne çıkan birkaç paragrafı aşağıya aktarıyorum:

* Susan Nolen-Joeksema (Yale’de bir psikoloji profesörü), yirmi yılı aşkın bir süreyi aşan çalışmaları, her şeyi düşünmenin hayatı zorlaştırdığını, ilişkilerimize zarar verdiğini ve depresyon, şiddetli anksiyete ve aşırı alkol kullanımı gibi zihinsel bozukluklara katkıda bulunabileceğini gösterdi. Her şeyi düşünmek aynı zamanda önemli bir fırsat maliyeti de taşır. Zihinsel enerji sınırsız bir kaynak değildir. Her gün harcayacak ancak belli bir miktar var ve onu nasıl harcamayı seçtiğimiz önemli.

* Araştırmalar, ortalama yiyecek isteğinin sadece üç ila beş dakika sürdüğünü gösteriyor. Kısa bir süre için bu isteği önleyebilirseniz, tetikleyici yiyecek genellikle birkaç dakika sonra cazip görünmez. Aynı şey Fazla Düşünmek için de geçerlidir. Nolen-Hoeksema şöyle yazıyor:

“insanları fazla düşünmelerinden sadece sekiz dakika boyunca olumlu oyalamalarla uzaklaştırmak, ruh hallerini yükseltmede ve tekrarlayan düşünce döngüsünü kırmada oldukça etkilidir.”

Fazla düşünen biri olup olmadığınızı görmek için şu testi yapın.

*Küçük şeyler için endişelenir ve nispeten önemsiz meseleler veya problemler hakkında düşünmek için çok fazla zaman harcar mısınız?

*Bazen hak etmeyen şeylere zihinsel enerji harcıyor musunuz?

*Başka şeyler düşünmenizin daha iyi olduğunu bilseniz bile, başka bir şey düşünemiyormuş gibi hissettiğiniz zamanlar oluyor mu?

*Hiç kendinizi geçmişte olup bitmiş bir şeyi tekrar gözden geçirmekle sıkışıp kalmış gibi hissettiniz mi?

* Verdiğiniz kararı sık sık sorgular mısınız?

*Düşünceleriniz bazen geceleri sizi uyutmuyor mu?

*Tekrarlayan, sağlıksız ve yararsız olduğunu bildiğiniz düşüncelerle kendinizi meşgul eder misiniz?

Bu sorulardan bazılarına evet yanıtı verdiyseniz, bazı şeyleri fazla düşünme eğilimindesiniz demektir.

* Düşünmek zor iştir. Zihinsel olarak dinlenmiş ve tazelenmiş olduğumuzda, düşüncelerimizi doğru yolda tutmak daha kolaydır. Sadece uykumuz olduğu için yorulmayız; sadece gün boyunca zihinsel odaklanmayı sürdürmek bile enerjimizi tüketir. Yorgun bir beyin kolayca fazla düşünen bir beyin haline geldiğinden, kendimize sadece geceleri değil, gün boyunca da zihinsel molalar vermemiz gerekir. Ne düşünürsek düşünelim, ancak belli bir süre iyi düşünebiliriz. Bu yüzden hepimiz normal hayatta molalar veririz-on dakika, birkaç saat veya ara sıra günlerce. Bu konuda akıllı olun ve kendinize düzenli, onarıcı molalar verin.

Verimlilik uzmanı Laura Vanderkam’ın sahte molalar olarak adlandırdığı, e-postaları kontrol etmek veya Instagram’da gezinmek gibi boş zamanları doldurmak için akılsızca meşgul olduğumuz alışkanlıklara karşı temkinli olun. Bunlar sorunludur çünkü gelen kutumuzu değil kendimizi yenilemek için zamana ihtiyacımız var.

* Fazla düşündüğümüzde, yapılacak en kolay şey fazla düşünmeye devam etmektir. Fazla düşünmeye kapılmak bir kısırdöngü olabilir, ancak kendinizi çıkarmak erdemli bir döngüdür. Emmons’un dediği gibi: “Bu [olumsuz] kalıpları tekrar tekrar düşünerek pekiştirmeyi bırakabilirsek, yavaş yavaş zayıflayacaklar. Ve yakında eskilerin yerini alacak yeni, daha sağlıklı sinir devreleri yaratabileceğiz.”

* Erma Bombeck, gazetesinde en popüler köşe yazılarından birinde, eğer yaşayacak bir ömrü olsaydı, “İyi (misafire ayırdığı) salonda patlamış mısır yerdim” ve “Bir gül gibi yontulmuş pembe mumu depoda erimeden önce yakmış olurdum” diye yazdı. Bu cümleleri 1979’da yazdı, ancak bu yazı yayılmaya devam ediyor ve kadınlar arasında hâlâ yankı uyandırıyor. Bu kelimelerde kendimizi görüyoruz çünkü biz de şansımız varken hayattaki güzel şeylerin tadını çıkarmak istiyoruz. Ve yine de çoğumuz bunu yapmıyoruz.

* Pek çok kişi mükemmeliyetçilik ve fazla düşünmenin el ele gittiğini keşfettiğinde şok olur; o tanıdığımız bir kötü adamdır ancak beklemediğimiz bir roldedir. Ama bağlantıyı anladığımızda, mükemmeliyetçi eğilimlerin fazla düşünmeyi nasıl körüklediğini görebiliriz. Bir kararla karşı karşıya kaldığımızda, mükemmeliyetçiliğin talep ettiği imkânsız derecede yüksek standartlar tam da budur – imkânsızdırlar. İster eli kulağında bir kararı ölümüne analiz ediyor olalım, ister seçtiklerimizden pişmanlık duyarak geçmişte takılıp kalmış olalım, her zaman doğru kararı almak isteriz. Ama doğruyu mükemmelle eşitlersek bu ölümcül olur çünkü mükemmelliği hedeflediğimiz zaman donup kalırız. Mükemmeliyetçilik hüküm sürdüğünde, belirli bir durumda mutlak, tartışmasız en iyi seçeneğin ne olduğunu bilemezsek, endişelenmekten başka hiçbir şey yapmayız.

* Yaygın olarak tanımlanan bazı temel değerlerözgünlük, dürüstlük, nezaket, güvenilirlik ve sadakattir. Arkadaşlardan daha az yaygın olduğunu düşündükleri temel değerleri belirlemelerini istediğimde, yaşam boyu öğrenme, arkadaşlık, tuhaflık, mizah, macera ruhu, geceleri iyi uyumak, yeni şeyler denemeye bağlılık ve sağlıklı bir yaşam tarzı gibi şeyleri adlandırdılar.

Değerlerinizin herkes için doğru olması gerekmez, ancak sizin için doğru olmaları gerekir. Unutmayın, kendi yolunuza doğru ilerleyecek şekilde yaşayacaksınız. Yolun nereye gideceğini tam olarak bilmiyor olsanız bile, yine de yolda ilerleyebilirsiniz. Hareket etmeye ve dikkat etmeye devam edin.

* Temelde “başladığın işi bitir” demenin süslü bir yolu olan “döngüyü tamamladırHer gün döngülere başlıyorum ve siz de bunu yapıyorsunuz. Muhtemelen şu anda devam eden döngüleriniz var. Ve genel olarak konuşursak, onları tamamladığımızda daha mutlu ve çok daha düzenliyiz. Bu, başladığımız işi az çok hızlı bir şekilde bitirmek anlamına gelir. Tam döngülerin bazı faydaları açıktır. Başladığımız işi bitirmediğimizde önemli evraklarımızı kaybederiz. Giysilerimiz temiz olabilir, ancak kurutucunun dibinde buruşmuşlardır ya da daha kötüsü dolaba asılı ama giyilemeyecek kadar buruşuklardır. Dünün yumurtalarını tavadan temizlemeden bugünün kahvaltısını hazırlayamayız!

*Fiziksel alanınızın sizi sabote etmesini önlemek için döngüleri tamamlama alışkanlığını çok çeşitli örneklerde uygulayabiliriz. Şöyle ki:

  • Postayı içeri getirir getirmez ayırmak
  • Faturaları aldığınızda ödemek
  • Eve gelir gelmez anahtarlarınızı belirlenmiş bir yere koymak
  • Önemli evrakları masanıza gömülmeden önce dosyalamak
  • Kirli bulaşıkları tezgâha koymak yerine bulaşık makinesine koymak
  • Kapıdan girer girmez paltonuzu asmak
  • Kırışıklıklar oluşmadan önce çamaşırları katlamak ve ardından onları gerçekten kaldırmak

*Emmons, “Eğer bir şey vücudun geri kalanı için kötüyse, beyin için de kötüdür” diye yazar. Bunun tersi de doğrudur. Bu stratejiler sadece vücudumuzu değil, beynimizi de sağlıklı kılar, enerjimizi ve odağımızı geliştirir. Enerjik ve odaklanmış bir zihin, fazla düşünen bir zihin değildir.

Ve egzersiz konusunda da şöyle yazar: “Ucuz olan, doğru kullanıldığında olumsuz yan etkileri olmayan, kullanan herkese faydası olan, kronik hastalıkların çoğunu önleyen, yaşlanma sürecini yavaşlatan, uykuyu iyileştiren, stresi azaltan, beyni koruyan, ruh halini iyileştiren, özgüveni artıran ve hatta kişinin cinsel yaşamını iyileştiren bir ilaç hayal edin- Prozac’tan daha popüler olurdu!” Bu ilaç egzersizdir ve O, bununla ilgili söylediklerini ağzında gevelemez: “Enerjinin ekonomisi iyi bir yatırım yapmak gibidir: Onu akıllıca harcarsanız daha da fazlasını alırsınız. En iyi yatırımınız, yalnızca hücreleri korumakla kalmayıp aynı zamanda onları daha iyi enerji üreticileri yapan düzenli egzersizdir.”

* İki iyi seçenek arasında kaldığımızı fark edersek, tek yapmamız gereken birini seçmektir. çünkü bunu yapana kadar bu kararı her zaman aklımızın bir köşesinde tutarız ve bu da ilerlememizi engeller.

* Geviş getirme (uzun uzun düşünme, ruminasyon) adı verilen özel bir fazla düşünme türü, inekler gibi geviş getiren hayvanlar olarak sınıflandırılan ve gıdalarını sindirime yardımcı olmak için yeniden çiğneyen hayvanların sindirim sürecine benzer. Geviş getirme büyükbaş hayvanlar için iyi olabilir, ama bizim için değersiz meseleler üzerinde uzun uzun düşünmekten hiçbir yarar gelmez. Bunun yerine, uzun uzun düşünme odağımızı ele geçirir ve bizi perişan eder. Uzun uzadıya düşündüğümüzde beynimizi kapatamayız. Düşüncelerimiz beynimizde dönüp durur; kendimizi tekerlekteki hamster gibi kapana kısılmış hissederiz. Bu olumsuz düşünceler ve bunun sonucunda ortaya çıkan duygular hem net düşünme yeteneğimize hem de genel olarak mutluluğumuza (esenliğimize) zarar verir.

* Ünlü evlilik danışmanı, araştırmacı ve terapist John Gottman’ı, bir çiftin sadece beş dakika boyunca konuşmalarını gözlemledikten sonra boşanıp boşanmayacaklarını şaşırtıcı bir doğrulukla tahmin etme yeteneği ile tanınan John Gottoman’ı duymuş olabilirsiniz. O, çiftlerin, birbirleri hakkında sevdikleri ve takdir ettikleri şeyleri fark edip bilinçli olarak paylaşmayı öğrenmelerinin ve bunu kasıtlı ve tutarlı yollarla yapmalarının önemli olduğunu söylüyor.

* Araba sürerken sıklıkla bakış açınızı değiştirmek üzerine olan stratejiye güvenirim, çünkü diğer sürücülerin direksiyon başında verdiği şüpheli kararlar için olumsuz niyetler varsaymak çok kolay olurdu. Biri kırmızı ışıkta geçtiğinde her zaman yüksek sesle “Belki arka koltukta doğum yapan bir kadın vardır” derim. Çocuklarım, “Anne, gerçekten mi?” diyerek bu konuda benimle dalga geçiyorlar. Ama umurumda değil. Kendime, sürücünün iyi bir nedenden dolayı acelesi olabileceğini söylemek, sinirlenmek yerine nazik kalmama yardımcı oluyor. Bu, yoldaki aptallar hakkında gevezelik etmek yerine nazik ve şefkatli bir insan (ve dikkatli bir sürücü) olmaya odaklanmamı sağlıyor. Hayatta başınıza ne geldiğini kontrol edemezsiniz, ancak olayları nasıl yorumlamayı seçtiğinizi kontrol edebilirsiniz. Olumlu bir açıklama aramayı seçtiğimde, faydasızca kötü düşünceler üzerinde durmak yerine iyi düşünceleri besliyorum.

* Birçoğumuz rutine direniyoruz çünkü sınırlayıcı veya sıkıcı geliyor. Bunu anlayabilirim, çünkü içgüdüsel olarak bol seçeneği ve açık bir takvimi düzenli bir programa tercih ederim. Ama sıkıcı olmak kötü bir şey olmak zorunda değil. Tahmin edilebilirlik tam olarak ihtiyacımız olan şey olabilir, çünkü rutinin amacı bizi sınırlamak değil, zihinsel dağınıklığı ortadan kaldırmaktır.

* Yiyecekler ve yemek zamanları yaşam ritmimizde büyük rol oynar, bu yüzden bunları düzene koyduğumuzda büyük tasarruf ederiz. Her gün aynı şeyi yemenin sorun olmadığını, on yıl önce yoğun (ve kısa) bir CrossFit (genel bir güç ve kondisyon programı) aşamasından geçtiğimde ilk kez fark ettim. Spor salonumuzun seçkin oyuncularından birçoğunun her gün aynı şeyi yediğini çabucak fark ettim ve aynı şey derken tamamen aynı şeyi kastediyorum. Çeşitli disiplinlerdeki birçok yüksek performanslı kişi, zihinsel alanı boşaltmak için her gün düzenli olarak aynı şeyi yer. Dünyayı yönetmeye, hatta spor salonunda yeni bir kişisel rekor kırmaya çalışmıyordum ama zihinsel enerjimi öğle yemeği mönümden daha yüce şeyler için koruma fikrini sevdim. On yıl sonra şaşırtıcı şekilde o insanlardan biri oldum. Günlerimin yüzde doksanında kahvaltı ve öğle yemeğim her gün aynı görünüyor.

* Lisedeyken, her gün okula aynı eteği, polo tişörtü ve hırkayı giyen Katolik okuluna giden arkadaşlarımı kıskanırdım. Her sabah yataktan kalktıklarında tam olarak ne giyeceklerini biliyorlardı. Lisedeyken benim için bu, onların benim her sabah kıyafetimi seçmek için harcadığım fazladan on beş dakika boyunca uyuyabilecekleri anlamına geliyordu.

Arkadaşlarımın sıkı parametreleri, kolaylaştırılmış bir karar verme süreci demekti. Yaşım ilerledikçe, sadece her gün aynı şeyi giymeyi tercih etmekle kalmayıp, bunu kendileri için işleri kolaylaştırma adına apaçık şekilde yapan insanlardan büyülendim. Karar yorgunluğuyla ilgili araştırmaların teşvik ettiği eski Başkan Obama bile, görevdeyken yalnızca gri veya mavi takım elbise giymeyi seçti. Vanity Fair röportajında Michael Lewise “Kararları azaltmaya çalışıyorum” dedi. “Ne yiyip ne giyeceğime karar vermek istemiyorum. Çünkü vermem gereken çok fazla karar var.”

Yazar Halit Yıldırım, Antalya, 5 Ekim 2022

Share This
COMMENTS

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir