
İnsan Nasıl Hayatta Kaldı!
Mağaradan Geleceğe İnsanın Ölümle İmtihanı
“İnsan, bütün bilgeliğin ve iyiliğin vücut bulduğu bir tapınağın ön cephesidir. İnsanın yalnızca yarısı kendisidir, öteki yarısı da kendisini nasıl ifade ettiğidir.” Ralph Waldo EMERSON
İnsanın yükselişindeki en etkin itici güç, kendi becerisinden aldığı zevktir. İnsan iyi yaptığı şeyi yapmayı sever ve iyi yapmayı başardıkça, bu kez, daha da iyisini yapmaya gönül verir. Bunu insanın eseri olan bilimde açıklıkla görebiliriz. Buna karşın, gezegendeki en tehlikeli hayvan da biziz. Sık sık kendimize veya başkalarına zarar veririz-yasal olarak savaşlarda ve yasadışı olarak cinayetle birbirimizi öldürür, kazalara neden olur, ilaçları kötüye kullanır, yanlış yiyecekler yer ve hatta kendi canımızı alırız. Bunların hepsi insanlık durumunun merkezi bir parçasıdır.
Bu pencereden bakıldığında, insanlar büyük yok edicilerdir de aynı zamanda… Dünyadaki toprakların çoğunu kendi amaçlarımız için kullanıyoruz ve diğer türler için çok az yer bırakıyoruz. Alternatif, daha az çocuğa sahip olarak gezegene verdiğimiz stresi azaltmak ve nihayetinde dünyamızla uyumlu istikrarlı bir duruma geçmektir. Yaşamı uzatırsak, özellikle de çocuk ölümlerini çok düşük seviyelere indirebilirsek, kızları eğitirsek ve doğum kontrolünü erişilebilir kılarsak, doğum oranları düşer ve nüfuslar da azalmaya başlar. Yıkımı önlemek için en iyi umudumuz istikrarlı bir nüfus azalmasıdır. Dünya çapında düşen doğum oranları, bunun başarılabileceğine dair umut veriyor.
Doğum ve ölüm basamakları arasındaki-kimine göre çok kısa kimine göreyse uzun olan –yaşam sürecinde insanoğlu, mağaradan bugüne olan yolculuğunda nasıl hayata tutunduğu ve nasıl hayatta kaldığına ilişkin hem kendine hem de güvendiği (sorularına yanıt alabileceğine güvendiği) bireylere devamlı sorular sordu ve halen de sormakta…
İnsan, iki ayağı üzerinde doğrulduğu günden itibaren hayatta kalmanın yolları üzerine düşünmeye başladı. Bu yollar asırlar önce bir vahşi hayvan saldırısından kurtulmanın yöntemleri üzerine çeşitlenirken Ortaçağ’da vebadan, kıtlıktan ya da savaştan kaçmak üzerineydi. Günümüzde ise ölüm nedenlerimiz kalp yetmezliği, kanser, felç ve demans gibi farklı hastalıklar ve de doğal afetler yüzünden… Peki, ölüm sebeplerimiz o günden bugüne neden bu kadar değişti? Bu bağlamda denilebilir ki, ölümün tarihi aynı zamanda yaşamın da tarihidir.
Manchester Üniversitesi Biyokimya Profesörü Andrew Doig, ülkemizde Ocak 2023’de yayınlanan “İnsan Nasıl Hayatta Kaldı–Mağaradan Geleceğe İnsanın Ölümle İmtihanı-This Mortal Coil: A History of Death” adlı eserinde, bulaşıcı hastalıklardan genetik hastalıklara, şiddetten kazalara kadar ölümün belirli nedenlerine, bunların kimleri nasıl etkilediğine ve ölümün üstesinden gelmeyi mümkün kılan insanlara bakarak ölüm kavramının tarihi perspektifte ufuk açıcı bir tasvirini şöyle betimler: “Günümüzdeki yaşama ve ölme biçimlerimizi incelemenin yanı sıra geleceğe de bakacağız ve kök hücre, organ nakli ve genetik modifikasyon gibi yeni teknolojileri kullanarak mevcut ölüm nedenlerinin çoğunun ortadan kaldırılacağı bir sonraki sağlık devrimine nasıl girmekte olduğumuzu göreceğiz. Bu nedenle, insanların ölüm nedenlerinin ve bunların birçoğunun üstesinden nasıl geldiğimizin hikâyesi, aynı zamanda artan tıbbi bilginin ve daha iyi hale gelen sosyal organizasyonun, başarının ve geleceğe bakmanın, vaatlerin hikâyesidir.”
Nitekim, “The Times”, kitabı tanıtım yazısında: “Hayranlık uyandırıcı derecede kolay anlaşılır yazılmış ve merak uyandıran bir hikâye” diye vurgulamakta.
Kitapta öne çıkan birkaç paragrafı sizlerle paylaşmak için aşağıya aktarıyorum:
* Ortalama yaşam süresini artırmak ve modern dünyanın tuzaklarından kaçınmak için bir strateji, en uzun yaşayan insanlara bakmak ve bu rol modellerin bunu nasıl yaptığını bulmaktır. Ortalama yaşam süresindeki genel artış, en çarpıcı etkisini uçlarda gösterir; 1983’te Birleşik Krallık’ta sayıları 3041 olan 100 yaşına ulaşanlar 2013’te 13.781’e tırmanmıştı; bu kişilerin yüzde O,1’i 110 yaşına ulaşacak, yani “süper asırlık” olacak. Bu insanları özel kılan şeyin ne olduğunu bulabilmek için, Boston Üniversitesi New England Asırlık Araştırması gibi, birçok araştırma yapılmıştır. En yaşlı insanlar üzerinde yapılan araştırmalar şunu göstermiştir: Erkeklerden yaklaşık beş kat daha fazla asırlık kadın vardır ve kadınların fazlalığı yaşla birlikte daha da artmaktadır. Ocak 2020’de dünyanın en yaşlı yirmi insanının tamamı kadındı. Birçoğu Japon’du. Japonlar gibi Okinawalılar da hara hachi bun me uygularlar; bu, Batı’da nadiren yapılan bir şey olan, yalnızca yüzde 80 doyuncaya kadar yemek yemek anlamına gelir. Son tahlilde, daha uzun yaşamanın basit ama zorlayıcı bir yolu, her gün biraz daha az yemek yemek olabilir.
* Orta düzeyde bir alkol tüketimi, birkaç güne yayılacak şekilde, haftada yaklaşık on birim alkol anlamına gelir. Bu, haftada yaklaşık bir şişe şarap demektir. Kırmızı şarap, daha fazla antioksidan içerdiğinden muhtemelen biradan daha iyidir. Düşük dozlar ruh halini iyileştirir, sosyalliği ve özgüveni artırır. İnsanlar sarhoş olduklarında daha pervasız olurlar. Örneğin, çıngıraklı yılanların ısırdığı insanların yüzde 40’ı sarhoş insanlardır. Bir çıngıraklı yılanla kasıtlı olarak oynamaya karar verenlerin -ki bu yüzden sadece kendilerini suçlayabilirler-yüzde 93’ü sarhoştur!
Rusya için en önemlisi, yaklaşık bin yıl önce Polonya’da veya Rusya’da gerçekleşen votkanın icadıydı. (Polonyalılar ve Ruslar hâlâ övgüyü kimin alacağı konusunda tartışıyorlar.) Votka kelimesi Rusça “su” anlamına gelen “voda” kelimesinden geliyor. Damıtma fikri Doğu Avrupa’ya Ortadoğu’dan Türkler aracılığıyla geldi. Doğu Avrupa üzüm yetiştirmek için çok soğuk olduğu için başka bitkiler kullanmak zorunda kaldı. Votka üretiminin ilk kaydı dokuzuncu yüzyıl Rusya’sından gelir ve bir içki fabrikasından ilk olarak 1174’te bahsedilmiştir.
* Veba, Kıtlık ve Savaş, Ölümün kendisi ile Ortaçağ Kıyametinin Dört Atlısı’ydı. Bugün ana ölüm nedenlerimiz tamamen farklı: Yani kalp yetmezliği, kanser, felç ve demans yüzünden ölüyoruz. Hastalıktan veya şiddetten ölümün herhangi bir yaşta herkesi vurabileceği ve kıtlığın sadece bir veya iki başarısız hasat uzakta olduğu bir dünyadan, birçok ülkede gıda eksikliğinden ziyade ifratının daha büyük sorun olduğu ve altmış yaşından önce gerçekleşen ölümlerin şok edici derecede genç olarak görüldüğü bir dünyaya ulaştık. Yaşam şeklimiz çok değişti ve bu, nasıl öldüğümüze de yansıdı. Bu kitabın amacı, bunun nasıl olduğunu göstermektir.
* Aralık 1592’de veba Londra’ya döndü. W. Shakespeare’in üç kız kardeşi, erkek kardeşlerinden biri ve oğlu Hamnet de dahil olmak üzere on yedi bin kişi yaşama veda edecekti. Veba, önceki bin yıl boyunca Avrupa’daki en korkunç ve ölümcül hastalıktı. Çok bulaşıcı olduğundan, onu önlemek için, genellikle etkisiz karantina önlemleri almak dışında, çok az şey yapılabilirdi. Tedavisi yoktu. Bir veba kurbanını tespit etmek büyük sonuçlara yol açabilirdi, çünkü o zaman bölge yetkilileri o kişinin evini çıkışlarına tahtalar çakarak kapatıp evin tüm sakinlerini yirmi sekiz gün boyunca, hiç kimsenin hastalığa yakalanmadığından emin oluncaya kadar, içeride hapsetmek zorunda kalıyorlardı. Vebanın tespit edildiği ev, kırmızı bir haçla ve kapısına “Rab bize merhamet et” kelimeleri yazılarak işaretlenirdi ve bir bekçi, birinin girmesini veya çıkmasını önlemek için dışarıda nöbet tutardı. Ne yazık ki enfekte olmuş farelerin okuma yazması yoktu, bu yüzden kendilerinin de mühürlenmiş evde kalmaları gerektiğini bilmiyorlardı. Karantina genellikle bir hanenin tüm üyeleri için ölüm cezasıydı, bu nedenle arama yapanlar bir evi enfekte olarak damgalamamak adına büyük baskı altındaydı…
* İnsanlar küçük yaşta ölmelerini bekliyorlarsa çok sayıda çocuk sahibi olurlar. Pek çok insan, çocuklarının hayatta kalacağına ve yaşlılıklarında kendilerine bakılacağına güvendiklerinde, yalnızca iki çocuk sahibi olmayı seçer. Doğurganlığın azalması, kadınların eğitim düzeyi ve doğum kontrolüne erişimi ile de bağlantılıdır. Bu nedenle, yüksek doğum oranı/yüksek ölüm oranı toplumundan, düşük doğum ve ölüm oranlarına sahip bir topluma geçişe şahit oluyoruz.
* Bugün ülkeler neden farklı ortalama yaşam sürelerine sahip? Bu konuda önemli bir gözlem ilk olarak 1975’te, bir ülkenin zenginliğine karşı ortalama yaşam süresini kişi başına Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYİH) olarak ölçen Amerikalı sosyolog Samuel Preston tarafından yapıldı. Bu, 2015 verilerini kullanan bir Preston eğrisidir. Trend çizgisi, zenginlik ve sağlık arasında düzgün bir ilişki olduğunu gösteriyor. Eğri her zaman artar, böylece daha zengin ülkeler daha iyi sağlığa sahip olma eğilimindedir. Ancak bu logaritmik bir eğridir- düz bir çizgiden çok uzaktır. Yetmiş yıla ulaşmak, kişi başına 7.100 dolarlık bir GSYİH gerektirir; bunu 75 yaşına çıkarmak ise, 15.700 dolara varan iki katından fazla bir artış gerektirir.
* ABD, diğer tüm ülkelerden çok daha fazla sağlık harcaması yapmasına rağmen neden daha düşük ortalama yaşam süresine sahip? ABD’de yaşam beklentisi Şili ile aynı (78,8 yıl), buna rağmen ABD sağlığa yılda kişi başı 8713 dolar harcarken, Şili sadece 1623 dolar harcıyor.
* Tarım, gezegenin çoğuna yayılmadan önce Ortadoğu, Pakistan’ın İndus Vadisi, Çinin Sarı Nehri, And Dağları ve Orta Amerika da dahil olmak üzere yaklaşık on bölgede birbirinden bağımsız olarak başladı.
Şimdi Güney Irak’ta bulunan Sümer medeniyeti belki de ilkti: 10.000 yıl önce o bölge, bugün olduğu gibi kurak değildi; bilakis ağaçlık ve birçok vahşi hayvanı barındıran zengin, sulak bir ülkeydi. Yerleşimler sulak alanların üzerindeki tepelere kurulmuştu.
* Olumlu sebepleri ne olursa olsun, iki ayak üzerinde dik yürümek insanoğluna sayısız problem yarattı. Dört bacakla koşmak ikiyle koşmaktan daha hızlıdır; bu da avcılardan kaçmayı ve avlanmayı kolaylaştırır. Kafa daha yüksekte ve dengeleme ise daha zor olduğundan düşmelerden kaynaklanan yaralanmalar olasıdır. Dik bir duruş, onu korumak için daha fazla enerjiye ihtiyaç duyar. Daha önce dört ayaklılar için optimize edilmiş eklemler çok gergin hale geldi. Sırt ağrısı ve artrit lanetleri böylece ortaya çıktı.
* 1315’teki Büyük Kıtlıkta İrlandalı bir tarihçi, “insanların açlıktan o kadar mahvolduklarını ve mezarlıklardan ölülerin cesetlerini çıkardıklarını ve kafataslarından etleri çıkarıp yediklerini ve kadınların açlıktan kendi çocuklarını yediklerini” bildirmiştir. Polonya’da “birçok yerde ebeveynler çocuklarını ve çocuklar da ebeveynlerini silip süpürdü”. Bazıları idamlardan sonra cesetleri darağacından alarak yedi. Başkasının çocuğunu yemek kendi çocuğunuzdan daha kolay olduğu için ebeveynler çocukları değiştirebilirdi. Benzer nedenlerle, vücutta en son yenilecek kısım genellikle kafadır. Aşırı açlık insanları nasıl etkiler? Vücut, yağ rezervlerine ve koşullara bağlı olarak, yaklaşık sekiz hafta boyunca hiç yemek yemeden hayatta kalabilir. Çok soğuksa veya fiziksel çalışma yapmanız gerekiyorsa, vücut sıcaklığınızı korumak için daha fazla kaloriye ihtiyacınız vardır.
* Küçük bedenler daha az yiyeceğe ihtiyaç duyar. Bugün tipik bir erkek 177 cm boyunda ve 78 kg ağırlığındadır. Böyle bir vücut, herhangi bir iş yapmadan sadece kilosunu korumak için günde 2280 kaloriye ihtiyaç duyar. 250 yıl önce bu kadar büyük bir insan açlıktan ölürdü. O zamanlar mevcut olan yetersiz gıda kaynakları, gıda alımının bir parçası olan parazit ve ishal enfeksiyonlarının yanı sıra, insanların küçük ve zayıf olması gerektiği anlamına geliyordu. Çocuklukta ve anne karnında sürekli yiyecek eksikliği, küçük yetişkin bedenleriyle sonuçlandı. Küçük bedenler daha az yiyeceğe ihtiyaç duyuyordu ve bu nedenle açlığı önleyebilirdi.
1750’de Avrupalılar modern standartlara göre ciddi şekilde bodurdu. Örneğin, 1705’te ortalama bir Fransız, 161 cm boyunda (5 ft 3 inç), 46 kg ağırlığında ve 18’lik bir Vücut Kitle Endeksi’ne sahipti; bu, şimdi endişe verici derecede düşük olduğunu düşüneceğimiz bir değerdi. 1967’de Fransızlar ortalama 12 cm daha uzun (5 ft 10 inçe ulaşan) ve 27 kg daha ağırdı. İnsanlar artık 200 yıl öncesine kıyasla yüzde 50 daha büyük bedenlere sahipler.
* Obezite hemen hemen tüm ülkelerde önemli bir sorundur. 2016’da dünya çapındaki insanların yüzde 39’u aşırı kiloluydu ve erkekler ve kadınlar arasında yaygınlık farkı yoktu. Bu yeni bir olgudur. 1975’te obezlerin iki katı zayıf insan vardı; şimdi Sahra-altı Afrika ve Asya’nın bazı bölgeleri dışında her yerde zayıftan çok obez bulunuyor.
Kuveyt, halkının yüzde 43’nün obez ve yüzde 70’nin aşırı kilolu olması nedeniyle dünyanın en obez ülkelerinden biri olma konusunda müphem bir ayrıcalığa sahiptir. Fast food, şekerli içecekler ve lokma denilen tatlı köfteler çok popülerdir. Sıcak iklim, halkı açık hava aktivitelerinden vazgeçirip klimalı ortamlarda kalmayı teşvik eder. Kuveyt ve diğer Ortadoğu ülkelerinin obezite ile mücadele etmesinin bir nedeni, kültürlerindeki son ve ani değişimdir. Obezitenin sağlık üzerinde sayısız olumsuz etkisi vardır. 40-44’lük bir VKİ, ortalama olarak hayatınızdan 6,5 yıl alır; 55-60 VKİ ile aşırı obezite, 13,5 yıl götürür.
* Özellikle Ortadoğu’da kuzen evlilikleri çok yaygındır. Örneğin, Suudi Arabistan’daki evliliklerin yüzde 70’inden fazlası birinci veya ikinci kuzenlerle yapılıyor ve bu da çocuklarında çekinik genetik hastalık olasılığını önemli ölçüde artırıyor. Bu tür uygulamalar binlerce yıldır yaygındı ve sorunu nesiller boyu büyüttü. Sonuç olarak, Araplar artık dünyadaki en yüksek genetik hastalık oranına sahipler. Bu risklerin farkında olan Katar gibi ülkeler, her ikisinin de genetik koşullar taşıyıp taşımadığını görmek için müstakbel evli çiftlere makul bir şekilde genetik tarama sunuyor. Bunu her yere yaymak kötü bir fikir değildir.
* San Francisco’yu kuzeyde Marin County’ye bağlayan Golden Gate Köprüsü 1937’de açıldı. Köprüden atlarsanız, düşmek dört saniye alıyor, yani düşünmek için bolca zaman var; sonra suya 75 mil hızla çarpıyorsunuz. Darbeden kurtulursanız, kırılan ayağınız, bacağınız ve sırtınız yüzünden aşırı derecede ağrınız olacaktır. Bu yaralanmalar dondurucu körfezde yüzmeyi engeller, bu nedenle boğulursunuz. Bununla birlikte, hayatta kalan bazı kişiler, ara sıra bir tekne tarafından alınsa da çoğu zaman kalıcı sakatlıkları olur. Daha sonra, hayatta kalanlarla yapılan söyleşilerde çoğu atladıkları anda bundan pişman olduklarını dile getirmişlerdir. Yaptıkları seçimden kesinlikle memnun değillerdi. Benzer şekilde, köprüye atlama niyetiyle giden ancak Kaliforniya Otoyol Devriyesi görevlileri tarafından engellenen 515 kişiden sadece yüzde 10’u daha sonraki bir tarihte intihar ederek ölmüştür. Bu nedenle, birinin hayatına son verme kararı, neredeyse her zaman geçicidir. Acılarını atlatmayı başaran insanlar daha sonra bunu yaptıklarına sevinirler.
* Bira yapımı, uygarlığın şafağına kadar uzanır ve 13.000 yaşında olabilir. İlk bira, tortuyu önlemek için bir kamışla içilirdi. Bira yapımı Sümerlerden Mısır, Yunanistan ve Roma’ya yayıldı. Üzüm yetiştirmek için çok soğuk olan Kuzey Avrupa’da özellikle popüler oldu. Romalılar birayı barbarların içeceği olarak görüyorlardı.
* 1890’da sigara satışları pipo tütünü, puro ve çiğneme tütününe kıyasla çok küçüktü. Bu nedenle Duke, bir dizi ustaca pazarlama kampanyasıyla tütün kullanma şeklimizi değiştirmeye karar verdi. Makine yapımı sigaralar temiz görünüyordu ve insan eli ve tükürük kullanılarak üretilen purolardan daha hijyenik olarak tanıtılıyordu. Puro ve pipoya izin verilmeyen restoranlarda sigara içilebilirdi. Kullanımları daha az zahmetli ve daha hızlıydı, bu da onları bir kahve molası için ideal hale getiriyordu. Sigara kelimesi “küçük puro” anlamına gelir, bu yüzden daha güvenli oldukları varsayılmıştır. Gerçekten de 1906’ya kadar sadece reklamlarda değil, ilaç ansiklopedilerinde de sağlığa yararlı oldukları sık sık tanıtılıyordu. Doktorlar bazen öksürük, soğuk algınlığı ve verem için sigara bile reçete ediyorlardı. Yirminci yüzyılın ortalarında erkeklerin yüzde 80’i ve kadınların yüzde 40’ı sigara içiyordu. Bu, yılda yetişkin başına 3 kilogram tütün demektir.
Sonuçta, sigaralar purodan çok daha güçlü bağımlılığa sebep olan birçok özelliğe sahiptir: Ucuzdurlar, kalorisizdirler, kullanımı kolaydır ve saniyeler içinde, saatler içinde kaybolan bir uyuşturucu etkisi verirler. Sigara içmek iştahı bastırır, bu nedenle bırakan insanlar kilo alabilir ve bırakmaya dair cesaretleri daha da kırılabilir. Sigarayı bırakmanın halk sağlığı üzerindeki etkisi aşılama, hıfzıssıhha veya antibiyotiklerle kıyaslanabilecek derecede önemlidir. Ama bu nasıl başarılabilir? Hiçbir ülke sigara içmeyi tamamen yasaklamamıştır ve bunun haklı sebepleri vardır çünkü sigara satışını yasadışı hale getirmek büyük bir suç patlaması yaratacaktır.
* Pek çok ülkede sigara içmek önce kısıtlandı, ardından uçaklarda, otobüslerde ve trenlerde yasaklandı. İşyerleri, restoranlar ve diğer kapalı kamu alanlarında ilk önce sigara içilmeyen alanlar belirlendi, daha sonra ise buralarda sigara tamamen yasaklandı. 2011’de New York, yasağı şehir parklarını ve plajları da kapsayacak şekilde genişletti. Şu anda dünya çapında yaklaşık 1,3 milyar insan düzenli sigara içicisidir (çoğunlukla erkekler) ve yılda 9 milyonun üzerinde kişi tütünden ölüyor. Bu sayı, tütün şirketleri dikkatlerini yeni pazarlara çevirdikçe Afrika ve Ortadoğu’da artıyor.
* Akciğer kanseri, erkekler ve kadınlar arasında önemli bir fark gösterir: Erkeklerde azalmaktadır, ancak kadınlarda öyle değildir. Bunun nedeni, sigara içmenin başlangıçta ağırlıklı olarak erkeklerin bir alışkanlığı olması ve kadınların bunu ancak daha sonra edinmesidir. Sigaraya başlamanın ve ardından bırakmanın sağlık üzerindeki sonuçları bu nedenle erkeklerde kadınlardan daha önce ortaya çıktı.
* Alzheimer şu anda dünyanın en pahalı hastalığı. Sadece yaygın olmakla kalmıyor, aynı zamanda aile bireylerinin sevdiklerine bakabilmeleri için işten ayrılmalarına da sebep olabiliyor ki hastalık daha da ilerleyince hastaların huzurevlerinde bakılmaları da gerekebiliyor. Buna karşılık, kalp krizi veya felç gibi aniden öldüren hastalıklar, sağlık hizmeti sağlayıcıları için o kadar büyük bir yük değildir. Alzheimer hastalığı için iyi bir ilaç yok. Sahip olduklarımız semptomları ancak bir yıldan az bir süre için rahatlatabilir. Yaşlı insanların hem sayısı hem de oranı arttıkça, Alzheimer’ı önleyebilecek, tedavi edebilecek ve hatta başlangıcını geciktirebilecek yeni ilaçlara umutsuzca ihtiyaç duyuyoruz. Bu nedenle, işleyen bedenleri, ancak demanslı zihinleri olan yaşlı insanlardan oluşan bir dünyaya doğru ilerliyor gibiyiz.
* Bilgisayarlar, herhangi bir semptom ortaya çıkmadan çok önce uyarı işaretlerini fark ederek bir sağlık durumunun başlangıcını tespit edebilecektir. Milyarlarca insandan gelen verilerle eğitilmiş yapay zekâ sistemleriyle birleştiğinde vücudumuzun durumunu izlemenin potansiyel gücü, hastalığın en erken evrelerinde devreye girmemizi sağlayacak. Kanser, nörolojik problemler ve metabolik bozukluklar şimdi tespit edildiğinden yıllar önce tespit edilecek. Tedaviler, aynı tanıya sahip tüm insanları bir arada gruplamak yerine, tümörlerimizde hangi mutasyonlar olduğu gibi bizim doğamıza özel durumları hedef alarak kişiselleştirilecektir. Şu anda organ nakli bağışı için var olan arz talepten çok daha azdır. Böbrek nakli hastaları, asla gelmeyecek bir organı beklerken yıllar boyunca bir diyaliz makinesine bağımlı olarak yaşamaya katlanmak zorunda kalabilirler. Yaşam süreleri arttığı için durum daha da kötüleşiyor.
Organ yetmezliğinden kaynaklanan ölümler büyük ölçüde geçmişte kalabilir. Daha da radikal olarak, bir organ yaş nedeniyle sürekli işlevini kaybediyorsa, henüz hastalıklı olmasa bile yenisiyle değiştirebiliriz. Belki de altmış yaşında yeni akciğerler, böbrekler, karaciğer, pankreas ve kalp ile tazelenmek için hastaneye gitmek rutin hale gelecektir.
Ayrıca kök hücrelerden yeni bir organ üretmeden önce DNA’sını değiştirebiliriz. Yeni bir karaciğer yetiştireceksek, karaciğer fonksiyonunu optimize edeceğini ve genetik sorunları ortadan kaldıracağını bildiğimiz DNA dizilerini koyabiliriz. Kök hücreler, örneğin, kemik iliğine yerleştirilmeden önce onları HIV’e karşı dirençli hale getirmek veya orak hücre hastalığını tedavi etmek için zaten düzenlendi ve kolesterol seviyelerini düşürmek için canlı maymunların karaciğerlerindeki genler düzenlendi. Mevcut durumda, DNA’mız her hücrede aynıdır ve bu nedenle bir uzlaşmadır, çünkü kalbe iyi gelen bir gen dizisi pankreas için çok iyi olmayabilir. Kök hücre temelli organ değiştirme tedavisinin bir parçası olarak DNA düzenlemesi ile her organa işlevi için en uygun DNA’yı verebiliriz. O zaman Usain Bolt gibi kalplerimiz ve Serena Williams gibi ciğerlerimiz olabilir.
Diğer her şey yenilenmiş olacağından, çoğumuz ancak beynimiz artık işlev göremediği zaman öleceğiz. Kronik engellerle yıllarca yaşamak zorunda kaldığımız günler sona erecektir.
Başımız sağ olsun sevgili ÜLKEM. Bu büyük felakette (Kahramanmaraş depremi, 6 Şubat 2023) yaşamını yitiren vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı ve yaralılara acil şifalar diliyorum.
Derleyen ve Yazan Halit Yıldırım-Antalya, 22.2.2023