
İnsan Olmanın Bilimi…
“Kendiniz dışında biri olmaya çalışırsanız başarısız olursunuz. Sabah kalktığı andan gece yattığı ana kadar ne yapmak istiyorsa onu yapan insan başarılı olur.” Bob Dylan
Süleyman’ın (M.Ö. 3000) şu ünlü sözlerini yazmasının üzerinden çok uzun zaman geçti: “Şimdiye kadar olanlar, gelecekte olacaklardır; şimdiye dek yapılanlar, gelecekte yapılacaklardır; demek ki güneş altında yeni olan bir şey yoktur”. Şimdilerde ise sıklıkla, güneşin altındaki her şeyin yeni olduğu söyleniyor!
Ben bu kez, “her şeyin yeni olduğunu” söylemeyeceğim ama pek çok gündelik olguya dair şaşırtıcı bilgileri içeren bir kitabın derlemesini sizlerle paylaşacağım. Bu eserde; dünyayı nasıl algıladığımız, beynimizin etrafımızdaki dünya hakkında bize neler söylediği, kalabalık halindeki insanların nasıl davrandığı, yalan söyleyenlerin nasıl tespit edilebileceği, Alzheimer ile dişeti hastalığı arasındaki ilişki, bakterilerin ruh halimizi nasıl etkilediği ve daha ilginç konular…
Tüm bu insani olguların örnekleriyle açılımı aşamasında, biyolojinin, matematiğin, psikolojinin ve diğer disiplinlerin de ne gibi roller oynadığı gözler önüne serilmektedir.
- İşte, Marty JOPSON’ın, insan bedenine ve davranışına dair sıra dışı bakış açıları ve eylemlerimizin arkasında yatan nedenleri ile insanların birbiriyle etkileşime girdiği durumlarda neler olduğunu açıklayan ve ülkemizde 2021 Mart’ında yayımlanan 207 sayfalık“İnsan Olmanın Bilimi-The Sience of Being Human” adlı eseri derleyerek paylaşıyorum.
Yazar bu eserinde, evrimsel biyolojiden ve genetikten yola çıkarak yapay zekâ, sanal gerçeklik, internet zorbalığı ve teknolojinin insan evrimine ne gibi etkilerinin olduğu konularını anlaşılır ve keyifli bir dille ele alıyor.
Öne çıkan birkaç paragrafı aşağıya aktarıyorum:
* Ete kıyasla bitki bazlı gıdalar daha az toprak, daha az su, daha az kaynak tüketir ve eşit miktarda kalori veya kilojul üretmek için daha az karbon ayak izine sahiplerdir. Bu nedenle, giderek artan dünya nüfusunu beslemek için, daha az et yememiz gerekmektedir. Ancak insanlar, et yemeyi severler. Çoğu toplum için et, yüksek statüde bir besindir ve çoğumuz tadının harika olduğunu düşünürüz. Çin’de 1970-2007 yılları arasında gelir seviyeleri arttıkça kişi başına et tüketimi de % 400 artmıştır.
Övgüyle anılan biyokimyacı Pat Brown, ABD’nin en iyi bilim-insanlarından biri olarak kabul ediliyordu. Gıda üretiminin karşılaştığımız en önemli çevre sorunlarından biri olduğu sonucuna varınca dikkatini bitkilerden etin yerine geçecek bir besin yapma konusuna çevirmeye karar verdi. Impossible Foods adlı bir şirket kurdu ve geçen on yılın ardından artık Impossible Burger’i satın alabiliyorsunuz.
Laboratuvarda yapılan et, hayvansal et kullanmak zorunda kalmadan biftek yapmak için farklı bir yaklaşım sunar. Bir inekten elde edilen hücreler son derece uzmanlaşmış laboratuvar koşullarında yetiştirilir, hasat edilir ve daha sonra tüketim için burger şeklinde paketlenir. 2013 yılında laboratuvarda yetiştirilen ilk hamburgerler gıda eleştirmenlerinden büyük övgü alınca, dünyanın dört bir yanından şirketler de laboratuvarda yetiştirilen tavuk, balık ve hatta ördek üretti. Son tahlilde, gıda üretim kapasitelerimizi daha verimli kullanmak istiyorsak et yemeyi bırakmalı ve bunun yerine sebzeleri sevmeyi öğrenmeye başlamalıyız.
* Genetikçiler evrimsel geçmişimizde geriye doğru inceleme yaptığında, koyu ten renginin en az 1,2 milyon yıl önce, yani insan türünün var oluşundan da önce evrimleştiği ve bunun vücudumuzdaki tüylerin büyük bir kısmını kaybetmeye başladığımız döneme denk geldiği görüldü. Dolayısıyla Homo sapiens farklı bir tür olarak ilk ortaya çıktığında ten rengimiz koyuydu. Açık veya beyaz ten rengi çok daha sonra kendini gösterdi-ve anlaşılan o ki, bu farklı yerlerde iki kez gerçekleşti. Avrupalılar için bu süre yaklaşık altı bin yıl öncesine denk gelmektedir. Türümüzün Avrupa’ya yaklaşık kırk bin yıl önce geldiğini hatırlayın. Avrupa’daki varlığımızın % 85’inde insanlık koyu ten rengine sahipti. Bunu keşfeden araştırmacılar, ilk Avrupalıların genetiğinde bir değişiklik olduğunu saptadılar ki bu, MSHR geninin bir parçası olmaktan ziyade melanin üretiminin geçmişinden gelen farklı bir mutasyondu.
* Tahminde bulunmak zor olsa da her gün olduğu gibi bugün de vücudunuzda yüz milyarlarca hücre, apoptosise (Hücre Ölümü) uğrayacak.
Peki, vücudumuzda neden bu kadar çok intihar eden hücre vardır? İnsan vücudundaki hücrelerin tümü, sınırlı bir ömre sahiptir: Örneğin alyuvarların ömrü yaklaşık yüz yirmi günken, karaciğer hücrelerininki yaklaşık on sekiz aydır. Akyuvarlar ise yalnızca on üç gün yaşar. Bir insan vücudundaki 37 trilyon hücrenin günlük olarak yaklaşık % 1’inin yarısı eksilir. Apoptosisin çözdüğü sorun, bu ölü ve miadını doldurmuş hücrelerin nasıl temizleneceğidir. Bir hücrenin içi, genç ve sağlıklı hücrelerin arasındaki boşlukta gezinmelerine izin verilmesi halinde açıklanamayan hasarlara neden olabilecek karmaşık enzimler ve kimyasallarla doludur. Yerinin doldurulması gereken hücrelerin yalnızca kendini imha etmesini ve parçalanmasını sağlamak ise iyi bir fikir değildir. Hücrelerin parçalarına ayrılması, sıralı ve kontrollü geçekleşmesi gereken bir süreçtir.
* Beğenme ve isteme duyguları genellikle birbiriyle ilişkili olmakla birlikte, böyle olması şart da değildir. Bir madde bağımlısı, uzun zaman önce madde kullanımını bırakmışsa ve artık söz konusu maddenin kullanımından ve sonuçlarından haz almıyorsa bile uyuşturucu maddeyi yine de isteyecektir. Benzer şekilde, internet bağımlılığı olan bir kullanıcı internette geçirdiği zamandan artık keyif alamayabilir ancak devam etmek için daha güçlü bir istek duyduğu için bunu yapmayı sürdürür.
Dopamin salınımı, bir şeye sahip olma ediminden keyif almaktan ziyade o şeye sahip olma isteğimizle ilgilidir. Bir şey beyninizdeki dopamin miktarını aşırı yükselttiğinde, bu şey ister bir aktivite ister bir madde olsun, bağımlılık yapıcı davranışa yol açma olasılığı vardır. İnternette yaptığınız şeylerin dikkatli bir şekilde incelenmesi, araştırmacılara, belirli bir etkinliği potansiyel bir bağımlılık haline getiren ve dopamin salınımını aşırı yükselten şeyin ne olduğu hakkında bir fikir verdi, en azından bilgisayar ve çevrimiçi oyunlar söz konusu olduğunda.
*1998-2014 yılları arasında Alzheimer hastalığına karşı 124 farklı ilaç denendi. Bunların hiçbiri tüm testleri geçemedi ve piyasaya sürülmedi. 2011 yılında Alzheimer hastalığının epidemiyolojisini inceleyen biyologlar, daha az dişe sahip olan kişilerin hastalığa yakalanma olasılığının biraz daha yüksek olduğunu belirtti. Araştırmayı derinleştirdiklerinde, Alzheimer hastalığı ve bir dişeti hastalığı arasında bağlantı olduğunu keşfettiler. Bu dişeti hastalığına, ağızdaki Porphyromonas gingivalis adı verilen bir bakteri neden oluyor. Söz konusu bakteri, kontrol altına alınmazsa dişin yüzeyi ile dişeti arasında büyür ve sonunda kemik kaybına ve dişin düşmesine neden olur. Bu yaygın bir şikâyet ve 65 yaşın üstündeki kişilerin yaklaşık % 70’inde öyle veya böyle genellikle hafif bir şekilde görülen bir rahatsızlıktır. Dişeti hastalığının tedavisi, nispeten basit olmakla birlikte diş hekiminden duyduğunuza şaşırmayacağınız türdendir: Dişlerinizi dikkatlice fırçalayın, diş ipi veya diş çubukları kullanın, öğün aralarında şekerli içecekler tüketmeyin ve iyi bir ağız hijyeni rutinine sahip olun. Tabii ki söylemesi, yapmaktan daha kolaydır.
* Kafa derisindeki saçların ayda yaklaşık 10 mm uzadığı göz önüne alındığında saçlar, şans verildiğinde, bir metreye kadar uzayabilir. Kaşlar ise, saçların yaklaşık yarı hızında ve yalnızca altı haftalığına uzayarak 1 cm’den biraz daha az uzunluğa ulaşır.
Kıllı olmanızın, daha az kıllı delikanlılara kıyasla daha sağlıklı olacağınıza ve dünyaya getireceğiniz çocuğun hayatta kalmada daha başarılı olacağına dair göstergesi nedir?
İki olasılık vardır. İlkine göre daha- az saça sahip olmanız ya daha az parazitiniz olacağı ya da öğle güneşinin sıcağında hayatta kalma becerinizin daha iyi olduğu anlamına gelir. Parazitler söz konusu olduğunda kene, pire ve bit gibi canlıların çıplak deriye kıyasla kıllı/saçlı deride daha uzun süre hayatta kalabildiklerini biliyoruz. Ağır bir istila olması durumunda bu tür parazitler vücuda önemli bir yük de getirebilir. Parazitlerin vücudumuza saklanmasına izin veren kılları/saçları kaybetmek, bize evrimsel açıdan bir avantaj sağlamış olabilir.
İkinci olasılık, sıcak Afrika ikliminde vücut ısısını kontrol etmekle ilgilidir. Vellus tüyleri, vücudu soğutmakta özellikle iyidir. Her bir kıl folikülüyle bağlantılı bezlerin ürettiği ter, küçük vellus tüylerine yapışır, buharlaşır ve böylece cildi soğutur. Kalın kürk ise bunu yapamaz, aksine ısı yalıtımı görevi gören ve ısıyı içine hapseden bir hava tabakası oluşturur. Homo sapiens’in Afrika sıcağında evrim geçirdiğini ve gün boyunca çoğunlukla etkin halde olduğunu, dolayısıyla gözlerimizin buna göre evrimleştiğini biliyoruz. Sahip olduğumuz kürkü kaybetmemize neden olan şeyin sıcağa uyum sağlama ihtiyacı olması da akla yatkın görünmektedir.
* Yalan Söyleme Sanatı: Bir kişinin size yalan söylediğini anlamak istiyorsanız, bir şeyler uydurduğunun belirtileri şöyledir: Göz teması kurmamak ve normalden daha fazla kıpırdanmak. Bunların da ötesinde, yalan söyleme konusunda ne kadar iyi olmasam da başkalarının yalan söylediğini çok iyi anlarım. Bunlar, birine yalanı nasıl tespit ettiğini sorduğunuzda, dünyanın neresinde olursanız olun insanların bir kısmından duyacağınız arketipsel yanıtlardır. Yalanların nasıl tespit edileceği konusunda özel bir eğitim almamış olanlar için konuşacak olursak, gerçeği tespit etme yeteneğimiz de hemen hemen aynıdır. Bir şeyin yalan mı yoksa gerçek mi olduğunu doğru bir şekilde tespit etme şansınız yalnızca yüzde ellidir ki aynı şansı yazı-tura atarak yakalamanız da mümkündür.
Dünyanın bir yanından yüzlerce çalışmayı bir araya getiren Amerikalı psikologlar tarafından yürütülen bir çalışmada yaklaşık yirmi beş bin insanın, gerçeği veya yalanı tanımlamak için tabi tutuldukları testteki başarı oranının sadece % 54 olduğu tespit edildi. Çalışmayı daha ayrıntılı incelerseniz, insanların özellikle yalanları tespit etmedeki başarısının yalnızca % 47 olduğunu görürsünüz ki bu rastgele yazı-tura atmaktan bile daha kötü bir orandır. Öte yandan türümüz, başkalarının ne zaman doğru söylediğini anlamada biraz daha iyidir. Zamanı % 60’ında gerçeği tespit edebiliriz.
Hayvanlar da yalan söyleme konusunda iyidir. Kuzey Amerika çayır cılıbıtı, avcıların dikkatini dağıtmak için kanadı kırılmış gibi numara yapar ve Kutup tilkileri, yetişkinlerin de yiyeceklerden pay alabilmesi için yanlış uyarı veren bir şekilde uluyarak kendi yavrularına yalan söyler. Goril Koko, kabininin lavabosunu kırdığında işaret diliyle en berbat yalanı söyleyerek suçu bakıcılarından birinin üzerine atmıştır.
* Kalabalıklar: Kalabalığı tam olarak neyin oluşturduğu konusu, üzerinde biraz düşünmeye değerdir. İngilizcedeki bir aforizmaya göre, iki kişinin arkadaşlığında üçüncü kişi kalabalık eder.
Psikologlar üç kişisel alan bölgesi tanımlamışlardır:
- Eşler ve çocuklar için yarım metreye kadar uzanan “samimi alan”,
- Aile ve arkadaşlar için 1,5 metreye kadar olan “kişisel alan”,
- 3,5 metreye kadar uzanan “sosyal alan”.
Şunu söyleyebiliriz ki hareketli bir kalabalığın güvenli üst sınırı için endüstri standardı, metrekare başına dört kişi şeklindedir. Ancak, metrekare başına dört kişi olması rahatsız edici derecede sıkışıklıktır.
* Bir grup insan, stadyumun çıkış kapısı gibi küçük bir alandan geçmeye çalıştığında birkaç şey meydana gelir. Çıkışın hemen önündeki kişiler ileri doğru hareket eder, kalabalığın yoğunluğu daha da sıkıştıkça kişi başına düşen alan azalır ve insanlar arasındaki etkileşim miktarı artar. Bu arttıkça utanç verici bir-çarpışmadan veya bir birimizin ayak parmaklarını ezmekten kaçınma çabasıyla yavaşlarız. Aslında stadyumun kenarlarındaki insanların bir tarafında kişisel alanı sıfırlayan bir çeşit duvar vardır. Bu-insanların bir taraflarında kimse olmadığı için, etkileşime girmekten dolayı endişelenmelerini gerektikten insan sayısı daha azdır. Sonuç olarak yavaşlamaları gerekmez ve makul bir hızda yürümeye devam edebilirler.
Öncelikle, kendinizi küçük bir boşluktan geçmeye veya herhangi türdeki bir kısıtlanma içinde hareket etmeye çalışan bir kalabalığa karışmış halde bulursanız, çıkışa varmanız için gereken süreyi en aza indirgemek için yapmanız gereken en iyi hamle, kenara doğru ilerlemektir. Ayrıca Tokyo ve Londra gibi yerlerde trene binmek için de en iyi yöntem budur. Açılması beklenen kapının önünde değil, yan tarafında durun. Bu durum insanların metro treninden dışarı akın etmesiyle insanlar arası etkileşimi artıran çok daha karmaşık bir durumdur.
* Girdiğiniz Sıra Hep Daha Yavaş İlerler-Muhtemelen bunun paranoya olduğunu düşünüp göz ardı etmişsinizdir. Bununla birlikte, çoğu kez doğru olan bu gözlemi o kadar da hızlı göz ardı etmeyin. Genelde diğer kuyruklar gerçekten daha hızlı ilerler
Süpermarkete gittiğinizi ve ödeme yapmak için sırada beklediğinizi düşünün. Solunuzdaki ve sağınızda aynı uzunlukta iki kuyruk var. Yavaş olan kuyruğa girmenizin ve diğer kuyruklardan birinin kasiyere sizden daha hızlı ilerlemesinin olasılığı nedir?
İlginç bir şekilde kuyruk oluşumu, umumi tuvaletlerdeki durumu da açıklamaktadır. Eminim ki kadın tuvaletlerindeki kuyruğun her zaman erkek tuvaletlerindeki kuyruktan çok daha fazla olduğunu fark etmişsinizdir.
Bunun altında, gücenmek yok ama temel bir sorun yatmaktadır. Küresel bir araştırmaya göre umumi bir tuvalette erkeklerin geçirdiği ortalama süre otuz dokuz saniyeyken, kadınlar için bu süre seksen dokuz saniyedir. Yani iki katından biraz daha fazladır.
1850’lerde, kadınlar için umumi tuvaletler çok tartışmalı bir kadın hakları meselesiydi. Erkekler için çok sayıda olduğu halde Victoria döneminde kadınlar için halk tuvaletleri yoktu. Bu yüzden kadınlar, evden çok uzaklaşamıyordu. Sadece Kadın Sağlığı Derneği gibi grupların baskısıyla kadınlar idrar tasması olarak bilinen bu durumdan kurtuldu.
Uçağa Binmenin En İyi Yolu-2018 yılında All Nippon Airways, her yıl milyonlarca yen tasarruf potansiyeline sahip sistemlerine nispeten küçük bir değişiklik getirdi. Tek yaptıkları şey, yolcuları uçağa bindirme şeklini değiştirmekti. Bir havaalanı tarafından bir havayolundan tahsil edilen ortalama yer ücreti (tahmini olarak) uçağın asfaltta olduğu her dakika için yaklaşık 35 ABD dolarıdır.
* Hayali Trafik Sıkışıklıklarına Dikkat-Ardındaki bilimi öğrendiğinizde sizi çılgına çevirecek insan kalabalığı davranışının son bir örneği daha. Hepimiz bunu yaşamışızdır ve başımıza gelmesini engellemek için yapabileceğimiz hiçbir şey yoktur.
Bir otoyolda veya bulunduğunuz yere bağlı olarak bir çevre karayolu veya hatta bir nedenden dolayı park yolunda ilerliyorsundur. Aniden önünüzdeki trafik yavaşlar ve tamamen durursunuz. Sonraki on ila on beş dakika içinde yavaş yavaş ilerlersiniz ve sonra birden trafik hızlanmaya başlar. Kışa bir süreliğine ve keskin bir trafik sıkışıklığını açıklayacak bir trafik kazası olmamıştır veya yol çalışması da yoktur. Az önce yaşadığınız şey, hayali bir-trafik sıkışıklığıydı. Trafik sıkışıklığının bu geriye doğru hareketinin hızını ölçtüğünüzde, saatte yaklaşık 20 km olduğunu görürsünüz. Aslında, yoğun işleyen otoyolların, zemininde bulunan sensörlerden trafik hızı verilerini topladıklarında da aynı şeyi gördüler. Hayali trafik sıkışıklığı oluştuğunda bu sıkışıklık daima saatte 20 km hızla geriye doğru hareket eder. Hangi ülkede olduğunuz veya aracın hangi tür olduğunun önemi yoktur, trafik sıkışıklığının hızı her zaman aynıdır. Yüzeysel bakıldığında bu tuhaf bir tesadüf gibi görünse de hayali trafik sıkışıklıklarının nedenlerini araştırmaya çalıştığınızda durum değişir.
Derleyen ve Yazan Halit Yıldırım, Antalya, 17 Mart 2022