İzmir’in Kurtuluşu 9 Eylül 1922. Aradan 102 Yıl Geçti…
“Münirana… Münirana burası Atina olacak…”, “Türk evleri akşamları kapısına fener asacak…” Yunan işgali sırasında, yüzeyde gözüken bu soyut deyişlerin içeriğinde yaşanan somut olaylar evlat acısı gibi koymuştu… Haklısı, haksızı, iyisi, kötüsü, doğrusu, yanlışıyla talih bize gülmüştü!
Artık, Rum ve Ermeni kökenliler yaşamlarını İzmir’de sürdürmelerine imkân olamayacağını anlamışlar, taşınabilecek ne varsa toplanmış, çoluk, çocuk atlı arabalar üzerinde Urla’ya doğru yollara dökülmüşlerdi…
Annesi, bütün kapıların ve demir kepenklerin arkasına kol demirlerini sürdü. Ne ocak yaktılar ne de ışık! Ara, ara üst kattaki hayat cumbasında takılı kafesin arasından gözükmeden, Karantina dönemecine kadar Tramvay Yolu’nu gözlediler.
Hızlı yol almağa çalışıyordu arabalar… Etrafında atlı korumalar vardı. Bu korumalar, ara ara atlarını Hamam Sokağı’na doğru sürüp gelişi güzel kurşun sıkıyorlardı…
Artık, Hamam Sokağı’nın içinden de karşılık veriliyordu… İşgalin, kaçmanın, göçmenin ne olduğunu, açısını bilen, çoğu tramvay şirketinde vatman veya biletçilik yapan, Girit Türkleri idi bunlar… Derenin içindeki ağaçları siper alarak, giden konvoyların arkasından kurşun atıyorlardı. Küçük kızın evi 2 ateş arasında kalmıştı. Kurşunlar kimi zaman evin duvarına, kimi zaman kapı ve pencerelerine rastlıyordu…
Evlerinin önünde, cadde üzerinde Yani Amca’nın bir lokantası vardı. (O dükkân daha sonra da istimlak edilinceye kadar hep Lokanta olarak işletildi.) Yani’nin ne karısı ne çocuğu vardı. Kapalı kepengin hızla vurulduğunu;
“Hadi Yani, Türkler geliyor, gidiyoruz…” diye bağırıldığını duydu küçük kız. Fakat ne kepenk açıldı ne de Yani Amca’dan ses çıktı!..
Sen 9 Eylül dersin iki kelime,
Ben değişen yazgı anlarım
Özgürlük anlarım, bağımsızlık,
Sen İzmir dersin iki heceyle
Ben sevinçten ağlarım
Tarihin başı mı dönmüş
Şimşek hızı geldiklerinde?
Şaşırmış mı toprak
Ayakları yere değmeyen atlar geçerken?
Önce deniz mi görmüş
Kavruk yüzlü neferleri?
Bugün 9 Eylül
Tam sırasıdır canlandırmanın hatıraları
Sen 9 Eylül dersin iki kelime
Ben onurlu bir halk anlarım
Rüzgarın çevirdiği sayfa anlarım
Sen İzmir dersin iki hece
Ben saygıyla ayağa kalkarım.
Yazar Haluk Işık
DOMDOM KURŞUNU…
Konvoyların gidişi ardından, herkes sokaklara döküldü. Türk Ordusu İzmir’e giriyordu. Sarılan… Ağlayan… Allah’ına şükreden… Kadınlar, Askeri Hastaneye koştular… Askeri Hastane temizlendi… Küçük kıza sargı bezi sarması görevi verilmişti…
Frenk Mahallesi’nin dar sokaklarındaki evlerde direniş olduğu, bu evlerden sıkılan kurşunlarla çok askerin yaralanmakta olduğunu, bu sokaklara girilemediğini gelen yaralılardan öğrendiler.
Küçük kız, ilk defa komada olan bir yaralının çıkardığı hırıltıyı ve çırpınışı gördü. Birinin kangren olan ayağı kesilecekti. Çizmesini çıkarmak için, “yardım et” dediler. Zavallı askerin çizmesinin içi kan dolmuş ve kurumuştu. Deri ile birlikte geldi çizme. Çorabı hiç olmamıştı ki! İlk defa duydu ve gördü. “Domdom kurşunu” dediler, yarayı temizlerken! Girerken bir, çıkarken kat, kat açarmış geçtiği yeri! Öyleydi, o askerin de yarası!
Basmahane arkasında, bugün “Kapılar” denilen semt, İzmir’in karadan girişi idi. Ermeni mahalleleri oradan başlar, uzun dar sokaklarla Tepecik’e uzanır ve bir yandan da Frenk Mahallesi’ne (Kahramanlar, Kültür Park ve civarı) ulaşırdı. Ermeniler’in oturduğu sokakların birinde yangın çıkmış, rüzgarla yayılmış, Frenk Mahallesi yanıyordu.
Terk edilmiş büyük baş, küçükbaş hayvanlar… Domuzlar… Tavuklar… Hindiler sokaklardaydı.
Arkadaşı Ferhunde ve onun kardeşi Lütfü ile birlikte terk edilmiş her eve girdiler. Lütfü bir duvar saati indirmişti. 3 çocuk yüklendiler, doğru Lütfü’lerin evine. Kapıyı açan anneleri Pakize Hanım oldu. İşgal öncesi çengi dahi oynatan Osmanzade Pakize Hanım (Aksoy) çok kızdı, “Hemen onu Karakola götürün…” Götürdüler…Karakol yıkılıp, yerine 2 katı karakol, 6 katı lojman olan yeni karakol binası yapılıncaya kadar, o saat karakol girişinin hemen sağındaki Komiser Odası’nın duvarında asılı durdu…
VE MÜBADELE
1912-1922 yılları arasındaki savaşlar nedeniyle Balkanlar’da, Ege Adaları’nda ve Anadolu’da büyük acılar yaşandı. Balkan Savaşı sonrasında yüz binlerce Müslüman, savaşta yenik düşen Osmanlı ordusunun peşi sıra, korku ve panik içinde doğdukları toprakları terk ederek Anadolu ‘ya sığındı.
Benzer trajedi, 1922 yılında Kurtuluş Savaşında yenik düşen Yunan ordusuyla beraber Anadolu’yu terk eden Ortodoks Rumların başına geldi. Bir ay gibi kısa bir süre içinde yüz binlerce Ortodoks Rum Yunanistan’a sığındı. Bu durum Yunanistan’da büyük sıkıntılara ve kaosa yol açtı. Yunanistan’ın nüfusu bir anda dörtte bir oranında arttı.
Lozan Barış Konferansı toplandığında öncelikle sığınmacılar ve esirler konusu ele alındı. İngiltere temsilcisi Lord Curzon’un teklifi ve Milletler Cemiyeti genel sekreteri Nelson’un raporu doğrultusunda; Yunanistan’da yerleşik Müslümanlarla, Türkiye’de yerleşik Ortodoks Rumların zorunlu göçünü öngören Mübadele Sözleşmesi 30 Ocak 1923’ de imzalandı.
Rahmetli babam ve annem Mübadele’den “Kurtuluş Savaşı’nın tamamlanması” diye söz ederlerdi.
Neydi, Mübadele?
Mübadele, 1923 yılında Lozan Antlaşması’na ek protokol uyarınca Türkiye’deki Ortodoks Rumların Yunanistan’a, Yunanistan’daki Müslümanların Türkiye’ye zorunlu göç olayına verilen addır.
Mübadele Sözleşmesi ile, (İstanbul kenti ile Gökçeada ve Bozcaada’da oturan Rumlar ile Yunanistan da Batı Trakya’da oturan Türkler hariç);
Anadolu’daki yaklaşık 1.500.000 Rum (buna Mersin yöresindeki, Hıristiyan olan ve Türkçe konuşan halk da dahildir), Yunanistan’a,
Yunanistan’daki 750.000 Türk (18 Ekim 1912 tarihinden sonra Balkan Savaşı ile Girit katliamından kaçıp Anadolu’ya gelen Müslümanlar da dahil edilmiştir.) Türkiye’ye göçmüştür.
Tarihimizdeki bu kitlesel ve zorunlu göçe kısaca mübadele, bu insanlara da mübadil diyoruz. Değiş, tokuşun çok büyük bir bölümü 1923-1924 yıllarında gerçekleşmiştir
Peki, neden anne ve babam bu göçü, Kurtuluş Savaşı’nın tamamlanması olarak niteliyorlardı?
Anadolu’da yaşayan Ortodoks Rumları Yunanistan’a, Yunanistan’da yaşayan Müslüman Türkleri Anadolu’ya yerleştiren bu karşılıklı ve uluslararası anlaşmanın Türkler için önemi neredeydi?
İşte bu sözleşme ile kazanımlarımız;
31 Ocak 1923’de imzalanan ve altında taraflarla birlikte o zamanki Milletler Cemiyeti’nin Genel Sekreteri Nelson’un ve Britanya İmparatorluğu’nun Başbakanı Lord Curson’un da imzasını taşıyan Mübadele Sözleşmesi ile, bu tarihi göç Yasal nitelik kazanmış olmakta, bu sebeple bu göçe kimse soykırım iddiasında bulunamamış, bulunamamaktadır…
Oysa ki; 1915 yılında Osmanlı bir dünya savaşı içindeyken, savaştığı devletlerin yanında yer alan ve Osmanlı’dan kopmak için örgütlenen ve Güneydoğu Anadolu’da sürekli eylem ve katliam yapan Taşnak Ermeni Örgütü’nün Orduyu arkadan vurmasını önlemek mecburiyeti içinde yapılan zorunlu göçü, bugün soykırım saydırmak için koparılan yaygarayı gördükçe, 31 Ocak 1923’de imzalanan Mübadele Sözleşmesi‘nin biz Türkler için değerinin paha biçilmez olduğunu fark edebiliyorum. Hele, fiili göçle de artık megalo-idea’nın imkânsız hale geldiğini fark ederseniz!.. Evet, fiilen Rumların Yunanistan’a gidişiyle bugün bütün Ege Türk’tür!..
Keza, Mübadele Sözleşmesi ile Yunan Devleti’nin üstü örtülü olarak, Megalo-İdea’dan vazgeçtiğini cümle aleme ilan ettiğini düşünürseniz!..
Elbet, bu anlaşma ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti de Yunanistan toprakları üzerinde yaşayan Müslüman Türklerin, Lozan Anlaşması ile çizilen Yeni Türk Devleti sınırlarına zorunlu göçünü kabul ederek, Yunan Devleti topraklarında bir hedefi olmadığını beyan etmiş olmaktaydı. Zaten, Yeni Türk Devleti’ni kuranların başka ulusların topraklarından bir talebi yoktu ki… Tek hedefleri Misak-i Milli sınırları içinde yaşayan insanlarda ulus bilinci yaratarak, Yeni Türk Cumhuriyeti’ni egemen kılmak idi!..
Bunu da başardılar, kökümüz nereden gelirse gelsin, Türk Milletinden biri olduğumuza, onlarla inandık… Türk Milleti zekidir… Türk Milleti çalışkandır… Türk gençliğinin elinde tuttuğu meşale müspet ilimdir… Bunları söyleye, söyleye bizi Türk kimliği içinde bütünleştirdiler, birleştirdiler…
- Doğmalardan arınmış akla onlarla ulaştık…
- İnsanın ve insan haklarının önemini onların inşa ettiği üniversitelerde öğrendik…
- Aydın kafanın, “evrende hiçbir şeyin ve varılan sonuçların mutlak ve değişmez olmadığını bilecek, hiçbir sonuca asla iman etmeyecek, her sonuç belki değişebilir diye düşünüp tekrar deneyecek kadar özgür ve engin düşünebilen bireylere varmak olduğunu” onlardan öğrendik.
- Özeti; “düşünebilmenin enginliğini ve evrimin sonsuzluğunu” onlardan öğrendik.
Ve 29 Ekim 1923 Cumhuriyet’in İlanı…
Pare, pare atılan toplar Cumhuriyeti müjdeliyordu… Herkes ümit dolu ve coşkuluydu… Sabit Bey’in de içi, içine sığmıyordu, yüreği ağzından fırlayacak gibiydi! Türk Ocağı Toplantıları gözünün önüne geldi! Mırıldandı, “Egemen bir Türk Cumhuriyeti ha… Sen gerçekten büyüksün…”
Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasının, “Ne Mutlu Türk’üm” diyen Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşları için önemini artık söylemeye gerek yok!..
“Bir Küçük Tarih” tefrikasını, Aşık Veysel’in “Sazıma” adlı şiirinden iki mısra ile sonlandıracağım
“Ben bir insanoğlu, sen bir dut dalı. Ben babamı, sen ustanı unutma!..”
Onları, o günleri unutmayın!..
Hepsinin mekânı cennet olsun!
İzmir’in Kurtuluşu’ nun 102. Yılında; 14 Mayıs 1919’da İzmir’in İşgali… yazısına ulaşabilirsiniz.
Yazarı Rahmetli Av. Önder Limoncuoğlu
Önemli Not: İzmir’ in Yetiştirdiği Duayen Hukukçu, Kardeşimiz Önder Limoncuoğlu 29 Ocak 2022 tarihinde İzmir’de 84 yaşındayken vefat etti. Cenazesi aynı gün öğle namazını müteakip İzmir Küçükyalı Hamidiye Camiinden kaldırıldı.
Önder Limoncuoğlu dost bir insan olmanın yanı sıra, usta bir yazardı. Yazdığı her yazıda Türkçe’ yi müthiş güzel ve anlamlı kullanan usta bir şairdi adeta. Artık onun yazdıkları, tarihe düştüğü notlar, insan sevgisi, yurt sevgisi ve insanlığa yaptığı hizmetler ile anılacak o…
9 Eylül 2021 tarihinde yazdığı “Lozan Öncesi Osmanlı İzmir’ine bakış…” ile Onun tüm yazılarını aşağıdaki bağlantıdan okuyabilirsiniz…
Önder Limoncuoğlu’ nun bir köşe yazarı olarak tüm yazıları
www.healthworldnews.net/author/av-onder-limoncuoglu
Makaleyi Derleyip Hazırlayan Bekir Metin, Ankara, 9 Eylül 2024
Trihe ışık tutan yazılarınızı ilgi ve ögü ile izliyorum ellerinize emeklerinize sağlık