Karanlığa Kızacağına, Bir Mum Yak!
Sorumluluklarımız kadarıyla insanızdır. Tercihler yapma ayrıcalığına sahip olduğumuz an itibariyle de bireyizdir. “Sorumluluk sahibi insan” önermesinin bu hayatta öncelikli ve makbul olduğunu düşünüyorum. Çünkü insan ya da birey olmanın “sorumluluk” duygusuyla anlam kazandığını düşünürüm. Toplumsal hayatın ve elbette insanlık tarihinin, karmaşadan ve belirsizliklerden uzak bir dengeye kavuşmasında sorumluluk olgusu nihai önemdedir. Bir yerlerde haksızlıklar baş gösterdiğinde bunu kendimize yapılmış saymamızın, mazluma her şartta arka çıkmanın, başkalarının hakkını kendi gibi savunmanın, insanı iyilik adına harekete geçirenin sorumluluk bilinci olduğunu biliyoruz.
Sonuçta adaletin, özgürlüğün sağlanmasında, eşitsizliklerin önüne geçilmesinde hepimizin sorumluluklarını yerine getirmesi şarttır.
Albert Camus’, aydın kesiminin toplumsal misyonunu “fedakârlık” ile tarif ediyor. A. Camus; “Biz başkalarının bizim yardımımızdan daha fazla yaralanabilmeleri için fedakârlık yaparız.” diyerek aydın insanın zihin kapısının hiçbir koşulda ihtiyaç sahiplerine kapatmaması telkininde bulunur.
Topluma öncülük etme yetisine sahip aydının kendini geriye çekme lüksü yoktur. Özellikle de toplumun içerisine düştüğü politik ve sosyolojik bunalım dönemlerinde, aydının, sorumluluğu bulunanları eleştirme ve sorundan çıkış yollarını keşfetmesi gerekir.
Neskaluga’nın da bu minvaldeki sözü önemlidir. Neskaluga şöyle diyor:
“Tarihin hakikatler ve büyük insanlar hakkında yapmış olduğu zulümlerden bizler tek tek sorumluyuz. Tarih kutsal çehreleri unutup zalimce şiddet sergilemiştir. Her birey, hem geçmiş hem şimdiki hem de gelecek nesle karşı sorumluluk sahibidir. Çünkü önceki neslin ahlakının bizim üzerimizde etkisi olduğu gibi, bizim özelliklerimiz de gelecek nesle yansır. Dolayısıyla sonsuz bir sorumluluk meydana gelir. Bu sorumluluğu hangi yolla yerine getirebiliriz? Başkalarının dertlerine ortak olmakla ve ruh hastalıklarının şifasıyla.”
Elbette, aydın sorumluluğu ve davranışı üzerine değişik yaklaşımlarda bulunulabilir. Bu yazıda bu sözden hareketle “aydın olmak ve aydın sorumluğu nedir?” Neskaluga’nın yaklaşımı özelinde tartışılmaya çalışılmıştır.
Aydınlanmış olmak kişisel olarak pencereleri sıkı sıkıya kapanmış, perdeleri indirilmiş bir mekânda ışıl ışıl oturmak değildir. Perdeler, pencereler açılacak, ışık (bilgi ve bilim) dışarıya taşınacaktır. Bu nedenle aydın sözcüğün, aydınların sadece bilgili ve kültürlü olmakla kalmayıp toplumsal sorunlara ilgi duyan ve çözüm getirmek amacı ile etkinlik gösteren kişiler olmaları kaçınılmazdır.
Aydının işlevi bilgiyi üretmek ve yaymak olmanın yanı sıra, bu bilgileri yaşama geçirmek, uygulamak ve onlara hayatiyet kazandırmaktır.
Ortaçağın bitmesi ve Aydınlanma Çağının başlangıcında, aydınlar fikir üretimi yanında eylemsel katkılar da oluşturmuşlardır. Bunlar Fransız Devrimi, Amerikan devrimi, Dinin siyasal alandan çekilmesi gibi örneklerdir.
Bundan hareketle, fikir adamının, aydının, eylemsel olarak görevlerini yapmaması, bilgisine hayatiyet kazandırmaması veya bunun için çalışmaması yine bu manada gelecek kuşalar için aydının ihaneti olarak nitelenebilir.
Bu eylemsellik anlayışı daha çok Ortaçağın sonlanması ve Aydınlanma çağının başlangıcına ait bir görüştür. Antik Yunanda, sadece fikir ve düşünce alanında kalmış, eylemden uzak düşünürler çoğunluktadır. Ancak o zaman bile sadece Sokrates sadece fikirleri dolayısı ile öldürülmemiştir. Kendi tabiri ile insanları davranışları ile rahatsız eden “bir at sineği” olması nedeni ile katledilmiştir.
Büyük aydınlanma devriminden sonra 1850’li yıllarda milliyetçilik akımları ile birlikte aydının yoğun eylem kimliği yükselmiştir. Millet olma düzeyine ulaşmış her toplumun kendisine özgü bir siyasal yapılanmaya ve devlete sahip olması şeklinde özetlenen “milliyetler kuramının” uygulanmasında entelektüeller etkinlerdir.
Osmanlı da aydın tabakasını devlet yetiştirmiştir. Bu tabaka çoğunlukla aydın kimliği yanında gerçekte askeri ve mülki yönetici sınıftır. Bunların görevi; savaşmak, diplomasi üretmek, devleti yönetmek gibi benzeri işlerdir. Bu işlevler Osmanlının son dönemlerine doğru devleti yaşatabilmek çabasına dönüşmüştür. Bu çabada Türk aydınları, Tanzimat döneminde, I. ve II. Meşrutiyette, İttihat ve Terakki döneminde fikri alanda olduğu kadar eylem alanında hep ön saflardadırlar.
Türkiye Cumhuriyetini kurmak, batı biliminin ışığını getirerek devleti ve toplumu geri kalmışlıktan kurtarmak, Mustafa Kemal ve o dönemin aydınlarının eylemi olmuştur. Ve bence aydın eylemselliğinin en başarılı örneğini teşkil etmiştir. Elbette bu sadece bir savaş kazanmanın çok ötesindedir. Toplumsal, siyasal ve yaşamsal alanlardaki değişim aydın eylemselliğinin eşsiz bir örneğidir.
Günümüzde dünyasında entelektüellerin tarihsel misyonunun bu günde süre geldiği gözlemlenir. Ancak İdeolojilerin sona erdiği, küreselleşmenin ve internetin bir tür kültürel homojenite yarattığı bir dönemdeyiz. Bunun artık tüm renkleri törpülediği renksiz sayılabilecek oranda renkli, karışık bir o kadar da karmaşık bir dünyanın oluşmakta olduğu varsayılabilir. Bu globalleşme ve teknolojik değişimin, aydın eylemselliğini ikinci plana attığı söylenebilir. Bunun bir sonucu olarak, eylemsellikten uzaklaşıp içimize daha da kapanma sürecinde “peki ama ne yapabiliriz?” sorusu da zihnimizde dolaşıp durmaktadır.
Unutmayalım ki her çağın ihtiyacı doğal olarak başkadır. Bu günün koşullarında Cumhuriyeti kazanımlarını, çağdaş yaşamın gereklerini savunmak ve desteklemek hepimizin doğal görevidir.
Elbette her birimizin büyük düşünürler olması imkânsızdır. Ancak göz ardı etmememiz gereken bir gerçek de, fikirlerin hayata yansımasında, fikir adamlarının olduğu kadar, onu benimseyen ve yaşatacak olan bizlerin payının da yadsınamaz olmasıdır.
Algının yönlendirilmesinin bir sektöre dönüştürüldüğü post-truth bir zamanda, günümüz koşullarında ufuk açıcı, yol gösterici olmak, konjonktürel değil sürekli bir tutarlılık çizgisi izlemek bu günün değeri olmalıdır. Kalemini, enstrümanını, bilgisini ve yeteneğini, notasını ve dizesini hangi alanda olursa olsun güçlünün ve muktedirin yanlışlarına karşı, yani örgütlü kötülüğüne karşı kullanabilmek bu çağın aydın eylemselliğidir. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın atasözüne savaş açmış olmak ve bunu hayatının her alanında uygulamaya geçirebilmek yine bu çağın aydın eylemselliğidir.
O halde kimliğinin gereği olarak aydın, tarafsız olmaz, günü kurtarmakla yani azla yetinmez, zulme gerekçe aramaz; aksine, toplumu aydınlatarak uyandırma rolünü üstlenir ve değerlerin eğilip bükülüp içinin boşaltılmasına göz yummaz.
İşte bu zemininde akıllarımızı, yeteneklerimizi, imkânlarımızı da birleştirmeye ihtiyaç vardır. kolektif aklı üretme ve hayata geçirmeye ihtiyacımız vardır. Yaptığımız çalışmalar, üretmek, öğrenmek, gelişmek ve sinerji yaratabilmek üzerine olmalıdır.
Çok iyi biliyoruz ki “karanlığa kızmakta ve küfretmekte ki başarımız kadar, bir mum yakabilme çabamız, isteğimiz gelecek kuşaklara daha güzel bir dünya bırakmamızı sağlayacaktır.
Ümit ışığının sönmesi ahlakımıza terstir.
Kaynaklar :
- “Aydınların Sorumluluğu” – Noam Chomsky (Makaleler, Bianet, 2016)
- “Türkiye’de Aydın Sorumluluğu” – Hatice Özhan – Sosyolog Yazar,
- “Aydın İhaneti” – Yahya Zabunoğlu
- “Kendisi Olmayan İnsan” – Ali Şeriati
Yazar: Uzm. Ecz. H. Kürşat Parlatan, Ankara, 5 Mayıs 2021