Küresel Gerginlik (Katar’da İstifa, Aşıda Patent ve İsrail’in Kudüs ve Gazze Operasyonları)

Küresel Gerginlik (Katar’da İstifa, Aşıda Patent ve İsrail’in Kudüs ve Gazze Operasyonları)

Bugün dünyanın gündemini meşgul eden üç önemli olay geleceği şekillendirmeye devam etmektedir.  Geçtiğimiz günlerde, Katar Maliye Bakanı El İmadi’nin tutuklanması, ardından da aşıda patent devri tartışmaları kronolojik olarak gündemin ilk sıralarını meşgul ederken, İsrail’in Kudüs ve Gazze operasyonları gerçekleşti. Her üç olayda Türkiye’yi yakından ilgilendirmekte ilgilendirmeye de devam edecektir. Son derece girift ilişkilere ve etkileşime dayanan bu olaylar elbette birbirinden ayrı düşünülemez. Uzun vadede de küresel sosyo-politik ve ekonomik kalıcı değişikliklere yol açacak gibi gözükmektedir.

Aşı konusuyla ilgili olarak görüşlerimize “Zoonoz ve Homo Sapiens” başlıklı daha evvel Health World News sitesinde yazdığımız makalemizde kısaca değinmiştik.[1] Bu konuyla ilgili olarak en dikkati çekmesi gereken nokta, Alman Devleti’ne ait Biontech firmasının Amerikan Pfizer firması ile ortak çalışıyor olmasıdır. Bu ortaklık küresel anlamda son derece stratejik bir uluslararası işbirliği örneğidir. Konu hakkında her hangi bir değerlendirme yaparken Biontech firmasının ürettiği mRNA aşısının bir benzerinin Amerika Moderna şirketi tarafından daha avantajlı depolama ve dağıtım koşulları ile üretiliyor olması akılda tutulmalıdır. Gerek aşı üretim teknolojileri gerek üretilen aşıların faz I-II-III sonuçları ile ilgili olarak tıbbi literatürde çok sayıda araştırma ve derleme yazılarını değerlendirmek zorunda olduğumuz bir tarafa, konunun asıl irdelenmesi gereken bu karanlık yönü komplo teorisyenlerine bırakılmamalıdır.

Bu noktadan hareketle, Pfizer ve Moderna şirketlerinin, mRNA aşılarının arkasındaki gerek finansal gerek politik açıdan hatta genel geçerli terimle “know how” bakımından gerçek kontrol gücünü elde tuttuklarını söyleyebiliriz. Diğer taraftan Almanya için ise Ortadoğu asla vazgeçilemeyecek ciddi bir market konumundadır. Bu marketin önemli bir yeni ve münbit parçasının ise, zaten yıllardan beri otomotiv sektöründen de kolayca anlaşılabileceği ve benzerlik kurulabileceği üzere Anadolu Türkiye’si olduğu kesindir. Ancak aşı konusundaki hareketler otomobil pazarlamaya benzemez. Son zamanlarda Pfizer’in ortağı olan Biontech yetkililerinin, ABD başkanı J. Biden’ın açıklamalarına muarız beyanatları Almanya hükümetinde “aşı bulan iki Türk sloganı” ile pazarlamada yakaladığı ivmeyi kaybetme korkusu yaratmış gibi gözükmektedir.[2] Zaten Biden’in açıklamaları sonrasında ilgili şirket hisseleri değer kaybına uğramıştır.

Öte yandan, takip edenlerin gayet iyi kavrayabilecekleri gibi bir diğer mRNA aşısı üreten Amerikan Moderna şirketinin yetkilileri ise gerek görsel gerek yazılı ve gerekse sosyal medyada değerlendirdiğimi kadarıyla daha temkinli hareket etmektedirler. Zira görülebildiği kadarıyla tüm dünyada aşıların patent zorunluluğu, fikri mülkiyet hakları ve bu konulardaki dayatmalar, bir yandan da daha evvel CDC ve FDA arasındaki sürtüşmeler dünya kamuoyunda sağlığın siyasallaşmasının yolunu açmış ve insan hakkı olan sağlığın küresel sermayeye feda edildiği izlenimini uyandırmış ve bu konuda ciddi güven bunalımı da yaratmıştır.

Bilindiği üzere aşı üretiminde çok değişik teknikler kullanılmaktadır. Dünya genelinde, bu konu ile ilgili bilgilendirme genellikle ilgili şirket yetkililerinin basın açıklamalarıyla kitlelere ulaşmaktadır. Tıp alanındaki bilim insanlarının da konuyla daha detaylı ilgilenmek zorunda olan veya bunun gerekliliği konusunda ciddi kaygı taşıyanları dışında kanıta dayalı konuştukları pek söylenemez. Kaldı ki anlaşılmaz bir nedenle, ülkemizde Sağlık Bakanlığı Covid-19 ile ilgili araştırma-veri toplama ve çok merkezli klinik çalışma yapılmasına, bildirimde bulunulmasına izin vermemektedir. Zaten üniversitelerin tasfiye edildiği medrese haline getirildiği kendi ülkemizde, hastalığın seyri ile dinamiği hakkında bilgi edinilmesi ve sağlıklı veri toplanması bile söz konusu değildir. Hatta pandeminin başından beri halkımıza doğru bilgi verilmesini ilke edinmiş değerli bilim insanlarımızın kimi çevrelerce acımasızca saldırıya uğradığını görmek bilim ve ülkemiz adına utanç vericidir. Kamuoyundan takip ettiğimiz değerli öğretim üyelerimiz Sayın Prof. Dr. Mehmet Ceyhan’a ve Prof. Dr. Esin Davutoğlu Şenol’a yapılan saldırılar esef verici olmaktan öte utanç kaynağı olmaktadır.

Hatırlanacağı üzere İsrail’in Pfizer-Biontech aşısı ile Covid-19’a karşı immünizasyonda ciddi mesafeler kat ettiği süreçte, aşı karşıtlığı/kararsızlık nedeniyle Türkiye’nin de arasında olduğu bir çok ülkede kaos yaşandığı dikkatlerden kaçmamıştır. Ayrıca, İsrail’de Covid-19 salgınına dair kısıtlayıcı tedbirlerin açık alanlara mahsus olacak şekilde azaltılması yoluna gidildiği malumdur. Öte yandan aşı komplikasyonlarıyla ilgili spekülasyonlar devam ederken ülkenin Ben Gurion ve Ramon havaalanları üzerinden ülkenin dünya ile entegrasyonunun devamı konusunda kanaatimizce devlet olarak gerekli çaba da gösterilmiştir. İsrail’in kendi sınırlarında, ağırlıklı olarak Pfizer Biontech en başta olmak üzere farklı aşılar ile de olsa pandemiyle başarılı bir mücadele verdiği anlaşılmaktadır. Pandemi ile mücadelede aşının türü değil ne kadar yaygın olarak uygulanabilirliğine dikkat çekmek isteriz. İsrail örneğinden hareketle otokratik kaygılardan uzak şeffaf veri paylaşımının sonuçları ve bunun küresel işbirliğindeki önemi bir defa daha görülmektedir.

Türkiye örneğinde ise mevcut sağlık alt yapısının ne kadar verimli kullanıldığı tartışılsa da açıklama bekleyen en önemli konuların başında İstanbul Atatürk Havalimanı’nın arazisine hastane yapılması gerekliliği konusundaki ısrardır. Hiç şüphe yoktur ki modelleme ve ekonometrik analizin sağlık bilimleri ve epidemiyolojide etkin kullanılması zorunluluğu çağdaşlığın bir gereğidir. Bütün bunlara bakıldığında, iki konu üzerinde ciddi bir şekilde düşünülmesi zorunludur. Bunlardan ilki, özelikle Türkiye ölçeğinde bakıldığında, teknoloji kullanımının başta inşaat sektörü, sağlık hizmetleri ve teknolojileri kullanıcılığı göz önüne alındığında ekonomik kalkınma değil sadece ekonomik hareketlilik getirdiği, bunun ise sürdürülebilir olmasının demokrasi ve özgürlük kavramlarının içselleştirilmesi ile ilişkili olmadığı anlaşılmaktadır.  Diğer taraftan İsrail örneğine dönersek, ülkede 2020 Aralık ayı sonu itibariyle 4.8 milyon kişi homojen olarak Pfizer Biontech aşısı ile homojen olarak aşılanırken, 5.2 milyon İsrail vatandaşı Arap ise muhtelif aşılar ile aşılanmıştır.  İkinci konu ise “sürü bağışıklığı” sağlanmasında doğal sürece aşı (şu aşamada hangi teknoloji ile üretilirse üretilsin) ile yardımcı olunabileceği realitesini görmemiz gerektiğidir.[3]

Burada dikkatle üzerinde durulması gereken konu, ABD başkanı Biden ile RF başkanı Putin’in aşıda patent hakkının kaldırılmasına dair görüş birliği varmalarına müteakip, 8 Mart 2021’de Portekiz’de gerçekleştirilen AB zirvesinde, Fransa’nın AB’nin Biontech firmasından çocuk ve gençler için almak istediği 900 milyon doz aşı için veto etmesi Almanya ile ciddi bir gerginliği beraberinde getirmiştir. Fransa ayrıca bu AB zirvesinde Pfizer ile ortak olan Biontech firmasının fikri mülkiyet haklarının kaldırılmasını da savunmuştur.[4] Biontech yetkilisi kişilerin bütün bunlara rağmen direnmeye çalışması karşısında Pfizer ve Moderna’nın ABD merkezli olduğunu bir defa daha hatırlatmakta yarar vardır. Kanaatimizce Almanya’nın “iki Türk aşı buldu” sloganlı kampanyası bağlamında kimsenin küresel sermaye için vazgeçilmez olmadığının bir defa daha hatırlamasında dünya barışı için yarar vardır. Amerikan başkanının beyanatının DSÖ tarafından da desteklenmesi ilerisi için gerçekten de ümit vericidir. Bütün bu gelişmeler ile birlikte, Katar Maliye Bakanı Ali El İmadi’nin tutuklanması küresel savaşın önemli bir bileşeni olan aşı patenti tartışmaları ile aynı zamana denk gelmesi mücadelenin boyutları hakkında bizleri daha dikkatli düşünmeye sevk etmek zorundadır. Anlaşılmaktadır ki son gelişmeler Katar’ın siyasal ve mali anlamda eksen değişikliğinin habercisi gibi görülmektedir. Elbette bu durum, küresel sermayenin kalbine hükmetmeye çalışan bu uğurda en az Fransa ile Ortadoğu siyasetine ve ekonomisine hükmetme yolunda 250 yıldır   Rusya’yı, çok sayıdaki yatırımı ve Güneydoğu Asya’yı Dünya Sermayesinin en önemli ayağı olan Londra’ya bağlayacağı vurgulanan eski İpek Yolu’nun canlandırılması planı nedeniyle gözden hiç çıkaramayacak olan Birleşik Krallığı son derece rahatsız etmiştir. Hatırlanacağı üzere İsrail devleti de Gazze ve Doğu Kudüs operasyonları başlamadan hemen evvel pandemiye dair tedbirlerde azalttım kararı almıştır. Çok sayıda mutant formlarının da olduğu bilinen Covid 19 pandemi sürecinde özellikle Birleşik Krallık ve İsrail’in normale dönüş yolunda dünya basınında yer alan ciddi kararlar almış olmaları dikkate değer olaylardır. Burada aslında Astra Zeneca ve Pfizer-Biontech ağırlıklı yürütülen iki aşı programının Ortadoğu sahnesinde karşı karşıya olduğuna da dikkat çekmek gerekir. Bu arada Almanya ise Amerikan Pfizer firması tarafından kontrol altında tutulan Biontech ile üretim ve pazarlama bağlamında özellikle Ortadoğu coğrafyasında etkin olmakla birlikte ne İngiltere ne de İsrail kadar pandemiye dair tedbirlerde yumuşamaya gitmemiştir.

Hali hazırda 16 Mayıs 2021 verilerine göre Almanya dünya genelinde doğrulanmış olgu sayısı bakımından 3.595.872 ile 10.sırada, Birleşik Krallık 4.448.851 ile 7.sırada, Rusya 4.875.308 ile 6.sırada, Türkiye 5.106.862 ile 5.sırada, Fransa 5.811.711 ile 4.sırada, Hindistan 24.372.907 ile 2.sırada, ABD ise 32.923.842 ile ilk sırada yer almaktadır. Güncellenmiş tabloda aşılamada önemli aktörlerden İsrail 839.118 ile dünya genelinde 30.sırada yer alması dikkat çekicidir.[5]  Elbette bu konuyla ilgili Alman toplumunun davranış paterni, iç siyasal dinamikler etkili ise de biz konuya küresel ölçekte baktığımız için ayrı bir tartışma konusu olarak düşünülmelidir. Bu arada Almanya’nın, Biontech yetkilisi iki profesörün açıklamaları basında yer alsa da aynı zamanda Moderna gibi ciddi mRNA aşısı üreticisi de olan Amerika’nın kontrolünden kendisini bağımsız hissetmesi söz konusu olamaz. Hatta Moderna’nın rekabet gücü ve Biontech’in ortağı Pfizer gibi küresel ölçekte son derece güçlü olan firmalar üzerinden Covid 19 aşısına dair “know how”un kimin kontrolünde olduğu son siyasal gelişmelerle daha da belirginleşmiş gibidir. Katar’daki eksen değişikliğinin en önemli göstergesi olan Maliye Bakanlığındaki ismin tutuklanması ve bu devlet nezdinde Suudi Arabistan ile yürütülen ilişkiler Türkiye’nin mevcut ideolojisi için ciddi sorunlar yaratacak gibi gözükmektedir.

AB ile ilişkilerinde Brexit sürecini yaşayan Birleşik Krallık ise kendi siyasal ve ekonomik politikaları doğrultusunda Covid 19 pandemisine karşı kazanmak zorunda olduğu bu savaşı, ağırlıklı olarak Oxford Üniversitesi’nin geliştirdiği Astra Zeneca aşısı ile yürütmektedir. Hatta geçtiğimiz günlerde Covid 19 pandemisine dair tedbirlerin gevşetilmesi yolunda aldığı kararlar basında bir hayli yer almıştır. Bununla beraber Hindistan mutantı nedeniyle de sınırlamalar konusunda aceleci davranamayacağı ortadır. Ancak aşı uygulamalarına rağmen Fransa ve Almanya gibi AB liderliğinde birbirine rakip ülkelerde bile pandeminin kontrol edilebildiğini söylemek zordur. Ancak ilginç olanı Almanya yetkililerinin yukarıda değindiğimiz fikri mülkiyet hakları konusunda takındığı tavrın sözcülüğünü Biontech yetkililerine yaptırırken Pfizer ortaklığı konusunda ne ölçüde duyarlı oldukları belirsizliğini korumaktadır. Bu belirsizliğin ise, kanaatimizce Ortadoğu’daki gerginlikle de ilişkisiz düşünülemeyeceğinin aşikâr olması bir yana, ciddi ve kırılgan İngiliz-Rus aksına karşı sarsılmaz Amerikan-İsrail aksında, Alman menfaatlerinin yerini belirlememiz açısından ülkemize olan etkisinin değerlendirilmesi, Türkiye için detaylı bir analitik yaklaşımı gerektirir. Ancak, tüm dış politikasını Vehhabi/İhvan temelli Neo-Sufizm/Neo-Osmanlıcı Birleşik Krallık destekli-Rusya’nın sessiz onaylı irrasyonel ideoloji ile yürüten Türkiye’nin bu konjonktürden orta-uzun vadede karlı çıkmayacağı görünmektedir.

Tarihi cephesi ve dinamikleriyle ayrı bir inceleme gerektiren bu derinlikli soruna ve Türkiye Cumhuriyeti’nin 100.Kuruluş yıldönümüne yaklaşırken, 250 yıldır hala neden “muannid” bir şekilde Ortadoğu’daki sorunların temelinde yattığını bildiğimiz bu irrasyonel ideolojide ısrar edildiği konusuna başka yazımızda daha detaylı değinmek durumundayız.

Çok açıktır ki üretim ekonomisine sahip olmayan bir Ortadoğu ülkesi olarak Anadolu Türkiye’si küresel sermaye için çok iyi bir pazar olup aşı için de bu geçerlidir. Türkiye’de inaktif bir aşı dahi üretilemezken hatta üretilebilecek alt yapı nefret dolu bir ideolojik saldırganlıkla yok edilmişken, ülkemiz için ütopik sayılabilecek kısıtlı düzeyde başarısından bahsedilebilecek teknolojiler ile “yerli ve milli aşı üretiyoruz” diyerek iç politikada insanımızı oyalamanın vebali çok ama çok ağırdır.

Bu anlamda, ülkemizde aşı konusunda yüzlerce tartışma yapılırken inaktif aşı üretiminin teşvik edilecek yerde Çin’den ithal edilecek Sinovac aşısına bel bağlanarak onu da yeterli sayıda uygulamamak kabul edilebilir değildir. Hepsinden öte ve acı olanı da bu sorgulamaları yapamayacak durumda olan insanımızın sırf çağı geçmiş bir ideoloji uğruna paralizi edilerek kurban olmayı kabul etmiş olmasıdır.

Maalesef yoğun gündem nedeniyle özellikle aşı ile ilgili olarak pek fazla sorgulanmayan konuların başında normal şartlarda 8-10 yıl süre gerektiren aşıların onay sürecinin hızlandırılmış olduğu gerçeği gelmektedir. Bu durum da maalesef özellikle aşı karşıtlığı konusunda komplo teorisyenlerine fazlasıyla malzeme teşkil etmektedir. Örneğin geliştirilmekte olan aşıların neden olabileceği bağışıklık sistemine dair ön görülemeyen yanıtların mutant alt türlere nasıl etkileyebileceği konusu kanaatimizce hala karanlıktır.[6] Bu anlamda, başka virüslerin yol açabileceği pandemiler insanlığı tehdit etmeye devam edecektir.

Açıkça görülmektedir ki küresel sermayenin aktörleri, her türlü konvansiyonel silah hatta nükleer silahlardan bile etkili olan “aşı üretim teknolojileri ve fikri mülkiyet-patent hakları” kavramlarını tartışmaya açmaktadır. Bu tartışmaların gölgesinde, bürokratik oligarşik ve otokratik Çin’den “Londra-Basel-Brüksel” hattında merkezinde Katar ve diğer Körfez sermayesinin sıçrama tahtası olduğu, Abu Lughod’un tabiriyle doğu-batı orta rotasında, Rusya’nın bizzat yürüttüğü nükleer programını İran eliyle Ortadoğu ve Akdeniz’de tehdit unsuru olarak dayattığı acımasız bir savaş ve gerginliğin ortasındayız. Bu acımasız savaş, gerekçesi ne olursa olsun insanlığa hayır getirmeyecektir. Bu savaşta özellikle dinsel inançlar ve onun üzerinden yaratılan ideolojiler, insan topluluklarını tahrik etmek için kullanılmaktadır. Bu savaşın kazananının, küresel sermayenin bilim, etik ve estetik idealler yolunda en rasyonel ideolojiye sahip olan, özgürlüklere en saygılı ve en merhametli olan, her ne olursa olsun doğruluktan ayrılmayan gücü olacağı açıktır.

Kaynaklar:

[1]https://www.healthworldnews.net/zoonoz ve homo-sapiens  

[2]https://tr.euronews.com/2021/05/06/covid 19

[3]https://fikirturu.com/bilim/pandemi ve veri pazarlığı İsrail örneği

[4]https://tr.euronews.com/2021/05/06/covid

[5]https://tr.euronews.com/

[6]https://doi.org/10.1016/j.vaccine.2020.11.054 

Share This
COMMENTS

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir