
Önder Limoncuoğlu yazdı. “Lozan Barış Antlaşması’nın 101. Yılı…”
Lozan Barış Antlaşmasının imzalanmasının 100. Yılında, İzmir’ in Yetiştirdiği Duayen Hukukçu, Av. Önder Limoncuoğlu 29 Ocak 2022 tarihinde İzmir’de 84 yaşındayken vefat etti. Kendisinin İzmir’de 25 Temmuz 2021 tarihinde kaleme aldığı “Lozan Barış Antlaşmasının imzalanmasının 98. Yılı” yazısını, 101. yılda da aynen yayınlayak tarihe düşülen notu ve akıcı bir üslupla kaleme alınan makaleyi tekrar yayınlıyorum. Editör Notu, 24 Temmuz 2022
Lozan Anlaşması öncesi Kurtuluş Savaşı
Lozan Anlaşması, İsviçre’nin Lozan kentinde 24 Temmuz 1923 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi temsilcileri ile Britanya İmparatorluğu, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Sırp-Hırvat ve Sloven Krallığı (Yugoslavya) temsilcileri tarafından Leman Gölü kıyısındaki Beau-Rivage Palace’ta imzalanmış Barış antlaşmasıdır
Lozan öncesi İstanbul’da durum…
Ah bu İstanbul… Anadolu’yu boşaltan İstanbul! Hadi, benim gençliğimde Üniversiteler ağırlıklı oradaydı! Ama bugün de gençler orada okumak, hatta iş hayatını orada kurmak, orada yaşamak istiyor. Hakikaten, taşı, toprağı altın mı?
Bir kent, sanki bir devlet!.. Edebiyatçısı, Müzisyeni… Hırlısı, Hırsızı….. En güzeli, en çirkini… Hele, iyi bir bak, Anadolu’yu İstanbul da bulursun….
Alın, size Atatürk’ün Samsun’a çıkışı öncesi İstanbul’un 6 ayını, bir okuyun… Bu da; “24 Temmuz Lozan’ı kutlama ile ilgili yazım” olsun…
Sizler; Körler, Sağırlar, Farkına Varamamışlar dinleyin:
30 Ekim 1918! Osmanlı, “Mondros Silah Bırakma Anlaşması’na” imza atıyor! 4 Yıl süren Dünya savaşı bitmiştir! Osmanlı da yenilmiştir! Hadi, biraz öncesine gidelim!
29 Eylül 1918’de önce Bulgaristan ve Almanya ateşkes istedi! 5 Ekim 1918’de de Osmanlı Devleti ateşkes istedi!
Mustafa Kemal, o sıralar Suriye-Irak cephesinde, Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı’ nda, 7. Ordu’nun komutanıydı! Halep civarındaydı!
O gün ki durumu, Hüseyin Cahit Yalçın’ın anılarından görelim;
“Mağlubiyet gerçekleşmişti. Harbi yapan kabine, hükümet mevkiini terk ediyordu. Zihinlerde ve ruhlarda endişe ve ıstırap vardı. Enver’in sesi hâlâ kulaklarımdadır.
Padişaha kabinesinin istifasını götürecek Talat Paşa’ya: “Harbiye Nezareti için Mustafa Kemal’i tavsiye et. Harbiye’ye o gelmelidir. Ondan başka orduyu toparlayacak kimse yoktur” diyordu!!!
Mustafa Kemal, Dr. Rasim Ferit Bey’e “Şifreli ve çok gizli” işaretli bir telgraf gönderir! Dr. Rasim Bey, Padişah’ın başyaveri Albay Naci Bey’e ulaştırır! O da, Padişah’a!
İçeriyi, politiktir ve sonuçta;
“Mustafa Kemal Padişah’a; Kabine için, Kendisini Harbiye Bakanlığı; Fethi Okyar’ı İçişleri Bakanlığı; Rauf Orbay’ı Bahriye Bakanlığı; Hayri Bey’i Şeyhülislam makamlığı için önerir!
Fakat 14 Ekim 1918’de kurulan Ahmet İzzet Paşa kabinesinde, Atatürk’ün önerdiği Fethi Okyar İçişleri Bakanı; Rauf Orbay Bahriye Bakanı; Hayri Bey Şeyhülislam olarak görev aldılar, ama Mustafa Kemal’e yer verilmemiştir!
Mondros Mütarekesi, sözüm ona silah bırakma anlaşmasıdır! Gerçekte; “Sevr Antlaşması’ ndan önce, Osmanlının kalan topraklarının, galip devletler tarafından fiilen bölüşülmesidir!”.
İngilizler önce Çanakkale Boğazındaki mayınların temizlenmesini beklediler! Ve 6 Kasım 1918’de, savaş gemileri ellerini, kollarını sallayarak Çanakkale Boğazı’ ndan geçip, İstanbul’a demir attı! Dikkatinizi çekerim, 6 Kasım 1918 tarihi, Rumların İzmir’i işgal provalarının da başladığı gündür!
Mustafa Kemal’in emri altında ki Yıldırım Orduları, 10 Kasım 1918’de dağıtılıyor ve Mustafa Kemal İstanbul’a çağırılıyordu!
13 Kasım 1918, günlerden Çarşamba’dır!
Mustafa Kemal yaveri Cevat Abbas’la birlikte İstanbul’a varır, Haydarpaşa Garına! Karşılayan yakın arkadaşı Dr. Rasim Ferit Bey (Talay) dır!
İşte, Haydarpaşa’dan İstanbul’a geçerken sıra, sıra demir atmış işgalci savaş gemileri gören Mustafa Kemal; “Geldikleri gibi, Giderleri” mırıldanmıştır!
Bu, ne bir duygusal deyiş, ne de bir karamsar mırıldanmadır!!! “Neyi yapabilir, neyi yapamaz” bunu fark edebilen bir Zekâyı görmektesiniz!
Evet, Atatürk’ün en büyük yeteneklerinden biridir; “Gerçek Niyeti Fark Edebilmek”!
“Mondros Silah Bırakma Antlaşmasını” okuyunca da, galiplerin “Osmanlı Topraklarını işgale başlayacaklarını” fark edip, bunu dile getirmiştir!..
21 Aralık 1918’de Osmanlı Meclisi Padişah tarafından feshedildi! Acaba, Padişah tarafından mı? İngilizlerin isteği üzerine mi?
Artık, Osmanlı Hanedanlığını kurtarmak için, İngilizlere şirin gözükmeğe çalışmak yöntem olmuştur!
Peki, Mondros Silah Bırakma Anlaşmasından sonra İstanbul ne halde idi?
Önce, bir yabancı yazardan İngiliz yazar Lord Kinross’tan;
“İstanbul, İtilaf devletlerinin himayesi altında üzgün, umutsuz ve felaket duygusunun ağırlığı altında ezilmiş gibiydi. Herkes, şimdi artık bize istediklerini yaparlar korkusu içindeydi. Soğuk, karanlık bir kış başlamıştı. Kömür yoktu. …Vurgunculuk almış yürümüştü; para değerini kaybetmiş, yiyecek fiyatları aşırı derecede yükselmişti. Türkler evlerine kapanmış, kendi kendilerinin gölgesi gibi, ancak-o da ateş pahasına-ekmek almak için dışarı çıkıyorlardı.”
Atatürk hakkında tartışmalı “Bozkurt” adlı kitabıyla tanınan İngiliz yazar Armstrong;
“Mustafa Kemal İstanbul’a vardığında, İngiliz savaş gemileri Boğaz’daydı; Payitaht, Çanakkale Boğazı ve Türkiye’nin bütün elverişli mevkileri baştan aşağı İngiliz birliklerince ele geçirilmişti.
Fransız birlikleri, kentin İstanbul yakasında, Fransa’nın Senegalli ve zenci birlikleriyse Galata’daydılar.
İtalyan birlikleri Pera’yı ve demiryollarını tutmuşlardı.
Müttefik subayları; polisi, jandarmayı, limanı denetliyor, kentlerdeki istihkâmların (siperlerin) boşaltılıp, silahtan arındırılmasına ve ordunun terhisine öncülük ediyorlardı.”
İstanbul Müslüman halkı beşe bölünmüştü; “İngilizler kalsın, altın yağar” diyenler… “ABD Mandasını” isteyenler… “Padişah Efendimiz, ne buyurursa keramet vardır” diyenler… Her fırsatı ganimete çeviren vurguncular… Bağımsızlık yanlısı, Ulusçular…”
Yabancı basın böyle yazıyordu, ya Mütareke Basını, Evlere Şenlik:
1- İşgalcilere şak, şakçılık yapan basın mensupları, hatta Yunan işgalini bile destekleyenler ve Kuvayı Milliye’ye karşı çıkanlar; Peyam-i Sabah, Alemdar ve Türkçe İstanbul Gazeteleri.
Peyam-i Sabah yazarı Ali Kemal, Alemdar yazarı Refi Cevat (Ulunay), Alemdar ve Sabah’ta yazan Refik Halit Karay’dır.
Ali Kemal: “Padişaha sadakatle bağlı Anadolu halkı, Mustafa Kemal denilen şakiye (soyguncuya) haddini bildirecektir.” (20 Nisan 1920, Peyam-I Sabah);
Ali Kemal: “İki vatanımız var, biri asıl vatanımız, öteki Fransa.” (16 Kasım 1920);
Refi Cevat: “İngilizleri bekliyoruz. Türkler kendi güçleriyle adam olamaz. İngilizler elimizden tutarak bizi kurtaracak.” (16 Nisan 1920, Alemdar)
2- Anadolu’daki direniş eylemine yakınlık gösterenler ise: Tasvir-i Efkar, Tehvid-i Efkar, İstiklal, İkdam ve Tercüman-ı Hakikat’tir. Başyazarları Yunus Nadi, Celal Nuri İleri, Necmettin Sadak ve Ahmet Emin Yalman’dı!
3- Atatürk’ün Gazete çıkardığını bilir misiniz?
Atatürk, Fethi Okyar, Dr. Rasim Ferit Talay ile birlikte, Minber Gazetesini 1 Kasım 1918 de yayınladı! (Minber, Camiler de konuşma yapılan merdivenli yerin adıdır.)
Minber gazetesi, Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalanmasından iki gün sonra, 1 Kasım 1918 Cuma günü yayınlanmaya başladı. Gazetenin kurucuları Fethi Okyar, Dr. Rasim Ferit Talay ve Mustafa Kemal’dir.
Gazete bir yandan Tevfik Paşa Hükümetini eleştirirken, Mustafa Kemal Paşa’yı destekliyor, onun Savaş Bakanı olmasını gündeme getiriyordu!
Elbette, çünkü Mustafa Kemal bunu istiyor ve kendine güveniyordu! Kısaca, “Yalnız Adam” Mustafa Kemal, istediği ve faydalı olacağına inandığı bir yetki ve sorumluluğu alabilmek için kamuoyu yaratmağa mecburdu!
Bu arada, size İstanbul’da kurulan Wilson Prensipleri Cemiyeti’nden söz etmek isterim! Adı üstünde, bu dernek, “ABD Başkanı Wilson’un, I. Dünya Savaşı sonrası ortaya arttığı ilkeleri” savunuyor ve bir süre A.B.D. Mandacılığını ülke için en doğru seçim olacağını söylüyordu!
Bunu kuranlar, o günün ünlü isimleri Halide Edip, Dr. Celal Muhtar, Ali Kemal, Refik Halit gibi halk tarafından bilinen isimlerdi!
Neden, bunu anlattım, bu derneğin ABD Başkanı Wilson’a gönderdikleri bir mektupta var! Minber Gazetesinde bu mektup yayınlanır!
Ve 7 Aralık 1918 günü yayınlanan Minber Gazetesin de; “Temelsiz Bir Bina: Wilson Prensipleri Derneği” başlıklı çıkan bir başyazı, ABD Mandacılığına “Ver Yansın” eder! Çünkü o gazetenin içinde “Tam Bağımsızlığı” savunacak Atatürk vardır!
Alın size Minber Gazetesinin 20 Aralık 1918 tarihli nüshasın da yayınlanan, Mustafa Kemal’in söylediklerine;
“Hükümet ve millet el ele vererek, tarihimizde misli görülmemiş bu buhranlı günleri aşmaya mecburuz. Milletin meselelere sâhip çıkışı umut vericidir,” diyordu! Görün, onun hedefi “Bağımsız Devlet’tir”!
Mandacılığı savunan ünlüler hemen Minber Gazetesine karşı çıktılar, hem de saldırır gibi! İstanbul kamuoyunu etkileyen de onlar oldu!
Sık, sık Sansür Kurulu’nun yasakladığı yazılar sebebiyle, beyaz sayfalarla yaşamağa çalışan Minber dergisi dayanamadı, 20 Aralık 1918’de son sayısını çıkararak, yayınına son verdi!
Ama Mustafa Kemal fark etmişti; İstanbul da Kurtuluş Savaşı başlayamazdı! Ancak, iletişimin öneminin gençliğinden beri farkında olan Mustafa Kemal, gazetelerle iletişimini hiç kesmedi!
Özellikle, Zaman ve Vakit Gazetelerin de “Bağımsızlığı İşleyen ve hatta başka çıkış yolu olmadığını” aşılamaya, kamuoyu yaratmağa çalıştı! Bu yolda, sert tartışmalar yaşadı, davalaştıkları da oldu!
Bu arada, Osmanlı Meclis-i Mebusan 21 Aralık 1918 tarihinde kapatıldı! Artık, Hükümeti kuran Halife ve Padişah Vahdettin’ di! Ayrıca, İstanbul fiilen işgal edilmişti!
Mustafa Kemal, gene Padişah Vahdettin ile görüşmeye çalıştı! Altı kez görüşebildi! Hep, kurallara uygun, hep saygılı oldu!
Padişah onun, Almanlara karşı olduğunu, raporlarından ve birlikte yaptığı Almanya gezisinden biliyordu! Açıkça da, İttihat Terakki lideri Enver Paşaya da karşı olduğu biliniyordu!
Eh, Padişah da, yenilginin suçlusu olarak İttihat Terakkicileri görüyordu!
İngilizler üç kritere bakarak, Osmanlı Devlet görevlisini değerlendiriyordu: İttihat Terakki üyesi mi; Almanlara yakın mı;, Ermeni göç ettirme (tehcir) uygulamasında yer aldı mı? Bunlar da Mustafa Kemal görünmüyordu! Adı gündemde de değildi! Sıradan bir Osmanlı subayı sanıyorlardı!
1 Kasım 1918 tarihinde İttihat-ı Terakki Partisi olağanüstü bir kongre yaptı! Bu arada, haber geldi; Talat, Enver ve Cemal paşaların yurtdışına kaçtığı!.. Artık, İttihat-ı Terakkiciler vatan haini idi!..
Bu arada, İstanbul’da bir Milli Kongre toplandı! 11 Aralık 1918 de bir bildiri yayınladı! Ve amacının “Tüm Osmanlı unsurlarının, ülkenin çıkarları doğrultusunda birleşmesinden söz ediyor, ilk defa Kuvay-ı Milliye’den söz ediliyordu!
Bu arada, İttihat- Terakki’nin tam karşıtı Hürriyet ve İttihat Fırkası kuruldu! Padişah desteğini vermişti!
Mustafa Kemal, özenle bunların dışında kaldı! O partiler üstü, savaşlar kazanmış bir kişilik olarak Harbiye Bakanı olmak istiyordu!
Neden?
Bütün uğraşısı, “Padişah Vahdettin’i yanına alıp, Savaş Bakanı olarak orduya sahip çıkmaktı! Bu güçleri ve bunların sorumluluğunu üzerine alırsa “Bağımsızlık Savaşını kazanmak” muhakkaktı!
Mustafa Kemal, Yüzyılda bir dünyaya gelen bir Zekâydı, ben değil, karşı olanlar söylemişti! Ayrıca, Savaş Bakanı olursa, “Orduya hâkim olanın, Padişaha da hâkim olacağını da iyi biliyordu!
1918 Aralık ayı sonunda Batum’u işgal eden İngilizler, Osmanlı Hükümeti üzerinde baskılarını artırdılar, sonunda İstanbul hükümeti Kars, Ardahan ve Batum’da bulunan tüm askeri birliklerini ve tüm sivil memurlarını geriye çağırdı.
2 Ocak 1919’da İngiliz Yüksek Komiseri Calthorpe, Konya’daki 2. Ordu Komutanı Nihat (Anılmış) Paşa’nın görevden alınmasını istedi. Osmanlı hükümeti de bu isteği hemen yerine getirdi.
5 Ocak 1919’da İngiliz işbirlikçisi Sait Molla, Kürt ileri gelenlerinden Mustafa Paşa ve Bedirhanoğlu Emin Ali Bey İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiserliği’ni ziyaret ettiler ve “İngiliz koruması ve mandası altında özerk bir Kürdistan kurulmasını” istediler.
11 Ocak 1919’da İngilizler, İstanbul’daki polis ve sağlık kuruluşlarına el koydular.
11 Ocak 1919’da, bir Yunan askeri birliği Trakya’daki demiryollarını denetim altına aldı, tüm tren istasyonlarını işgal etti.
Dört gün sonra, 15 Ocak 1919’da İngilizler Osmanlı Devletinin Anadolu ile en önemli ulaşım bağlantısını kuran Haydarpaşa tren istasyonunun yönetimine el koydu.
Hükümet, Ermeni göçünden sorumlu tutulan kişilerin tutuklamalarına başladı. İstanbul’daki İttihat ve Terakki Partisi ileri gelenlerinin evleri abluka altına alındı ve tutuklandılar
18 Ocak 1919 da başlayan Paris Barış Konferansı’nda Osmanlı Toprakları paylaşıldı ve Ortadoğu’nun haritasını cetvelle yeniden çizerek bölgede yeni devletçikler yaratıldı!
Arap devletleri, Irak, Suriye, Ürdün, Suudi Arabistan ve İsrail’in kuruluş oluşumları gerçekleştirildi.
Yunan’a, Ege peşkeş çekildi! Onlar, Megalo İdea havucu önüne bağlanan atlar gibiydi! Anadolu ”Baş Kaldırışı” üzerine sürüldü!
Ermenistan, Kürdistan, Lazistan…” gibi, devletler kurulması konuşuluyordu!
Ermenilerin istedikleri; Van, Bitlis, Diyarbakır, Elazığ, Sivas ve Erzurum. Bunlara ilave olarak Maraş, Dörtyol (Cebelibereket), İskenderun limanı ve Adana idi!
Yabancı tarihçilerin deyişiyle “Kurtlar Sofrası” kurulmuştu!
Amerikalı tarihçi Paul C. Helmreich, “Sevr Entrikaları” adıyla Türkçeye kazandırılan “From Paris to Sevr” adlı kitabında: * “Paris’te masanın etrafı çok kalabalıktı… Herkesin Türkiye’de bir çıkarı vardı; olmayanlar da icat ediyorlardı!..” diyerek çok doğru bir yargıya varır. Yazar düşüncesini şöyle sürdürüyor: * “…Bir noktada çıkar savaşının da ötesine geçilmişti… Barbar bir ulus olan Türkleri Avrupa’dan kovma fırsatı kaçırılmamalıydı.”
29/30 Ocak gecesi geniş çaplı tutuklamalara girişildi. İngilizler tarafından düzenlenen 60 kişilik listeden, ilk aşamada 27 kişi tutuklanıp Bekirağa Bölüğü’ne gönderildi.
Tutuklananlar arasında İttihat ve Terakki’nin ileri gelenlerinden gazeteci Hüseyin Cahit (Yalçın), düşünür Ziya Gökalp, eski İçişleri Bakanı İsmail Canbulat, Kara Kemal, Hüseyin Kadri, Dr. Tevfik Rüştü (Aras), Hamallar Kâhyası Ferit, Mithat Şükrü gibi önemli kişiler vardı.
Tutuklamalar karşısında mütareke basınının tutumu da ibret vericidir. Alemdar, Sabah, Söz gazetelerinde tutuklamalar olumlu karşılanıyor, alkışlanıyordu.
2 Şubat 1919’da Alemdar gazetesinde Refi Cevat yazısında; İttihatçıların tutuklanmasını çok beğeniyor ama “Hepsi bu kadar mı?” diye soruyordu.
Artık, İstanbul’da Bağımsızlık için, hiçbir olumlu hareketin yapılamayacağını açıktı! Anadolu’ya geçmeliydi. Ulusal bağımsızlık savaşını orada başlatmalıydı.
Albay İsmet Bey o sırada Harbiye Bakanlığı müsteşarı idi ve “Barışı Hazırlama Komisyonun da” görevliydi. Mustafa Kemal, İsmet Paşa ile gözden ırak görüşürdü!
Mustafa Kemal, İnönü’ye, “Hiçbir sıfat ve yetki sahibi olmaksızın Anadolu’ya geçmek ve orada milleti uyandırarak kurtuluş çareleri aramak için en uygun bölge ve beni o bölgeye götürecek en kolay yol hangisi olabilir?” sorusunu sordu.
Sözü İnönü’ye bırakalım:
“Atatürk İstanbul’da herkesi uyarmak, memleketin kurtuluşu için resmî kudret sahiplerinin, muktedir (güçlü) memleket evlatlarının bir hükümet halinde memleket çabasına girmelerini sağlamak için bütün tecrübeleri denedikten, bütün imkânları sarf ettikten sonra, nihai kararını şu şekilde tespit etti: Bir an evvel vazife alarak Anadolu’ya gitmek! Artık bundan sonra Anadolu’ya gitmenin imkân ve çarelerini araştırmaya başlamıştı.”
Bu arada, İngilizlerin Karadeniz Kuvvetleri Komutanı General Milne Haydarpaşa Garı’nı, Haydarpaşa’dan Eskişehir’e kadar tüm demiryollarını ve Karadeniz’de Samsun ve Batum limanlarını denetim altına aldı!
Artık, işgalcilerin karşılarında bir tek Padişah kalmıştı! Zaten, o da İngilizlere yaranmaktan medet umuyordu!
İlginçtir, casus Rahip Frew Saray’a yerleşmişti!
Bu konuda, Meclis Başkanı Halil Menteşe anılarını okuyun! Yetmezse, Padişahın başkâtibi Ali Fuat Türkgeldi’ nin, 27 Ocak 1919’da sızlanışını okuyun!
Ha, Casus Frew’in kim olduğunu bilmek için de; lütfen “Nutku” okuyun, ama okuyun!
Mustafa Kemal ve arkadaşlarının hükümette yer almak konusundaki girişimlerinin sonuçsuz kalmıştı!
Evet, Atatürk Osmanlı Harbiye Nazırı olmayı çok istemişti, neden?
Savaş bakanlığını neden ısrarla istediğini, Atatürk’ün kendi söylemiyle verelim:
“Ben barışın çabuk gelmeyeceğini biliyordum. Barışa kadar çok bunalımlı durumlar karşısında kalacaktık. İşte, bu sıralarda vatana ciddi hizmetlerde bulunabileceğim düşüncesindeydim.”
Mustafa Kemal’in İstanbul’a gelişi ile Samsun’a gidişi süresi içinde Padişah Vahdettin’le altı defa görüşmüştür! Şöyle ki;
Birinci Görüşme: Mustafa Kemal’in İstanbul’a gelişinden iki gün sonra 15 Kasım 1918 tarihinde gerçekleşti. Bu görüşme, Mustafa Kemal’in Yıldırım Orduları komutanı olarak İstanbul’a dönüşünün ilk Cuma günü, cepheden iki gün önce dönen bir komutanın padişaha olan saygı ve bağlılığını belirten bir ziyarettir.
İkinci Görüşme (22 Kasım 1918): Bu görüşme meclisteki güven oylamasındaki yenilgiden sonra gerçekleşti. Vahdettin konuyu başka mecralara sokmuş, “Ordunun komutan ve subaylarının sizi çok sevdiklerinden eminim”, diye söze başlayarak konuyu Mustafa Kemal’den “güvence” almaya getirmişti. Böylesi bir güvence alma isteği, Vahdettin’in genç ordu komutanlarının kendisine ya da saltanata karşı bir girişimde bulunacakları kuşkusunu taşıdığını göstermekteydi.
Üçüncü Görüşme (29 Kasım 1918): Mustafa Kemal yanında Bahriye bakanı Ali Rıza Paşa olduğu halde 29 Kasım 1918 Cuma günü Padişah Vahdettin ile görüşmüştür. Ancak bu görüşmenin ayrıntıları hakkında herhangi bir belge yoktur.
Dördüncü Görüşme (20 Aralık 1918): Bu görüşme son derece önemlidir. Çünkü bir gün sonra 21 Aralık 1918 Cumartesi günü Osmanlı Mebusan Meclisi padişahın bir fermanı ile dağıtıldı.
Beşinci ve Altıncı Görüşmeler: Samsun’a hareket etmeden bir gün önce 15 Mayıs 1919 Perşembe ve hareket edeceği 16 Mayıs 1919 Cuma günü.
Bunu kısaca yorumlarsak, Orduya hükmeden, Padişaha da hükmederdi!
Sakın, Mustafa Kemal’i; “Bakanlık tutkunu” olarak nitelemeyin! Kafanızı kumdan çıkarın!
Savaş Bakanlığı, Arapçası Harbiye Nazırlığı, dağılmakta olan “Ordu gücüne” en kestirme ulaşma yolu!
Hele, Padişah/Halife de yanında Anadolu’ya gidersen, Halk da yanında olurdu!
Ne var ki; Vahdettin bunu fark edemedi! Çıkamadı Anadolu’ya! Mustafa Kemal sana bu fırsatı verdi!!!
Sorarlar adama;
“Ey, Vahdettin, ataların 500 yıl Avrupa’da nasıl kaldı??? Gücü sayesinde!
İngilizler’in himmetine kaldıysan, kendini bile kurtaramazsın! Nitekim de kurtaramadın!
Mandacılar da böyle! Ben bunlara; “Dar İnsanlar” diyorum!
Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği görevlerini yapmış olan Yusuf Hikmet Bayur, “Atatürk, Hayatı ve Eseri” adlı kitabın da şöyle der:
“Atatürk ile görüşmelerin birinde, konu Atatürk’ün İzzet Paşa hükümetinde yer almak istemesine geldi.
Bayur: “İstediğiniz olsaydı ne yapardınız?
Atatürk’ün yanıtı açık ve kesindir. “Padişah ve hükümeti alıp Anadolu’ya çekilir, mütareke (bırakışma) ve barış görüşmelerini oradan idare ederdim,”
Atatürk, Yaveri Cevat Abbas Bey’i çağırarak, Kocaeli bölgesinde bir geçiş yolu planlamasını ve bu geçiş yolunun güvenliğinin sağlanması için Kocaeli bölgesinde küçük, küçük silahlı müfrezeler (birlik) oluşturulması talimatını verdi.
Bu emirle amaçlanan şudur: Mustafa Kemal en kısa yoldan ancak güvenlik önlemleri alınarak, Anadolu’da Ali Fuat Paşa’nın (Salacaklı Fuat) komutası altında bulunan 20. Kolordu’nun sınırları içine girmek istiyordu.
Mustafa Kemal, Gebze, Tavşancıl, İzmit, Değirmendere çizgisini izleyerek Anadolu içlerine geçerken, güvenliği sağlamak için bir Kuvayı Milliye birliği Cevat Abbas tarafından oluşturuldu. Cevat Abbas tarafından oluşturulan bu Kuvayı Milliye birliği daha sonra çok ünlenen Yahya Kaptan birliğidir.
29 Nisan 1919 günü, Savaş Bakanlığına çağrılıp, kendisine Anadolu’da bir komutanlık görevi önerilmeseydi, Mustafa Kemal, planlanan bu yoldan Anadolu’ya geçecekti.
Demiştim, Atatürk herkes ile ve özellikle siyasi görevlilerle hep saygılı konuşur, karşısındaki de farkında olmadan ayni şekilde davranırlardı! İsterse Padişah yanlısı olsun, ister yabancı! Hatırlayın İngiliz casusu Rahip Frew’le bile!..
İngiliz, Fransız ve İtalyanlar, İstanbul’un işgal edilmesinden sonra, İstanbul’daki işlerini yetkili bir “Yüksek Komiser” atayarak yürütmüşlerdir. İngiliz ve Fransızlar yüksek komiser olarak birer amiral atarken, (Amiral Calthorpe ve Amiral Amet) İtalyanlar bu göreve deneyimli ve yetenekli bir diplomat olan Kont Carlo Sforza’yı getirmişlerdi.
Galip devletlerden özellikle İtalyanlar, Fransızlar, Osmanlı pastasında İngilizlerin büyük payı aldığı ve kendilerinin verimli yerlerden pay alamadığı inancındaydılar!
Perde altından İtalyanlar ve Fransızlar Mustafa Kemal ile ilişkiyi sürdürdüler! “Yalnız Adam” Atatürk, kendini kullanmak isteyenleri bile kullanabilir bir zekaydı! Bunlara girmeyeceğim! Özet;
Mustafa Kemal, İtalyanların İstanbul’daki söz sahibi Kont Carlo Sforsa ile Aralık 1918’den beri tanışıyor ve görüşürlerdi!
Keza, Mustafa Kemal’le Kont Sforza arasında İstanbul’da kurulan iyi ilişkiler, Sforza’nın İtalya Dışişleri bakanı olduğu dönemde olumlu ürünlerini verdi. TBMM açıldıktan sonra, Ankara hükümeti Avrupa’daki ilk temsilciliğini Roma’da açtı. Kuşkusuz bu bir rastlantı değil, planlı bir girişimdir.
Hatta Mustafa Kemal’in de tutuklanması gereğini savunan İngiliz İstihbaratı önerilerini eyleme dönüşmesini, İtalyan ve Fransız İstanbul Komiserlerinin önlediğini bile söylemek mümkün! Kont Sforsanın Anıları Kitabından:
“… 1919 başlarında İstanbul’daki İngiliz ajanları Mustafa Kemal’i Malta’ya veya başka bir yere hapsetmeyi planlıyorlardı. O, bundan haberdar oldu ve desteğime güvenip, güvenemeyeceğini sordu. Ben de ona cevaben, İtalyan elçiliğinde bir dairenin hizmetinde olduğunu bildirdim.
Bu durumun İngiliz istihbarat servisi tarafından öğrenilmesi, diplomatik karışıklıklara sebep olacak adımlar atmalarını önlemeye yetti.”
İngiliz-Fransız sürtüşmesi, ateşkes hükümleri gereğince İstanbul ve Anadolu’da kimin yetkili ve sorumlu olacağından kaynaklanıyordu. İngilizlere bakılırsa, “Osmanlı ordularını yenen İngilizler olduğuna göre, diğer müttefiklerine danışmadan İstanbul ve Anadolu’da kendileri mutlak yetkili olmalıydı.”
Fransızlara göre; “Avrupa Müttefik Orduları komutanlığına Fransız General Francher d’Esperey atanmıştı, o nedenle asıl yetkili Fransızlar olmalıydı.” Oysaki İstanbul’daki ortak karar birliklerinin komutanlığı İngiliz Generali Milne’ye verilmişti.
İngiliz-Fransız generalleri arasındaki bu sürtüşme 3 Aralık 1918’de Londra’da İngiliz, Fransız ve İtalyan yetkililerinin bir araya gelip, aldığı kararla görünürde çözülmüştü. Bu karara göre, İstanbul’un Avrupa bölümünden Fransız generali d’Esperey, Anadolu bölümünden İngiliz generali Milne sorumlu olacaktı.
Tutuklansın mı, tutuklanmasın mı?
Fransız Mareşal Allenby, hükümetten, Ali İhsan Paşa’nın yerine 6. Ordu komutanlığına Mustafa Kemal’in atanmasını istedi. Böylece bu sorunu tutuklama olmadan çözmüş olacak, diğer yandan Mustafa Kemal de pasifize edilecekti!
Güneydoğu Anadolu’da, Irak sınırına yakın bir yerde konuşlanmış ancak mevcudu son derece azalmış olan 6. Ordu komutanlığına giderse sürekli olarak üstün İngiliz kuvvetlerinin denetimi altında kalacağını çok iyi değerlendiren Mustafa Kemal böylesi bir görevi kabul etmedi.
Bu görev önerisinin, Mustafa Kemal tarafından reddedilmesinden kısa bir süre sonra, 24 Şubat 1919’da Savaş Bakanlığı barış dönemi kadrosuna geçilmesi nedeniyle, yaverinin ve otomobilinin alındığını ve Ordu komutanlığı ödeneğinin de kesildiğini resmî bir yazı ile Mustafa Kemal’e bildirdi! Mustafa Kemal’in Ocak ortalarından itibaren, Anadolu’ya geçmek ve mücadeleye orada başlama fikrî kafasında kesinleşmişti. Anılarında şöyle diyor:
“Bu geçirdiğim zamanın bir kısmını da hazırlıklara ayırdım. Tahmin edersiniz ki fikir hazırlıkları, seferberlikte asker toplamak için olduğu gibi davul zurna ile temin edilemez. Fikir hazırlıklarında tevazuuyla (alçakgönüllülükle) çalışmak, kendini silmek, karşısındakine samimi bir kanaat (içtenlikli bir kanı) ilham etmek (esinlendirmek) lazımdır.”
İşte, bu noktada karar verilmişti, Ali Fuat Bey de artık kolordusunun başına gitmeliydi. Ali Fuat Paşa, 25 Şubat 1919 tarihinde Konya’da bulunan 20. Kolordunun başına gitti.
Aynı gece, Rauf Orbay’ın durumunun da görüşüldüğü, Deniz Albayı olan Rauf Bey’in Anadolu’da bir göreve atanması olanak dışıydı, İstifası kararı alındı! Rauf Bey,. İstifa dilekçesini yazdı ve 27 Şubat 1919 günü, dilekçesini Bahriye Bakanlığı’na sundu.
Daha sonra gün yüzüne çıkan İngiliz gizli belgelerine göre, 28 Şubat 1919’da, gizli servis elemanı Yüzbaşı Hoyland, İstanbul’daki İngiliz Gizli Servis Başkanlığı’na verdiği raporda, 34 kişinin görevlerinden uzaklaştırılmasını ve İstanbul dışına sürülmesini istemişti.
Bu listede bulunan isimler içerisinde Mustafa Kemal ve yaveri Cevat Abbas’a ilave olarak, o sırada Osmanlı Devleti Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak, Savunma Bakanlığı Müsteşarı Albay İsmet İnönü, Kazım Karabekir Paşa, Halil Kut Paşa, Albay Ali Çetinkaya vardı.
İşte, bu gizli belgeler de gösteriyor ki; tutuklama olmasın diye Fransız generali Mustafa Kemal’in 6. Orduya gönderilmesini, hükümetten istemiştir!
6 Mart günü, Paris Barış Konferansı Dörtler Konseyi yapılan incelemeler sonunda, Yunanistan’ın önerilerini kabul ettiğini ve Batı Trakya’nın Yunanistan’a bırakılmasını uygun gördüğünü açıkladı.
7 Mart 1919’da Fransızlar Adana’nın Kozan bölgesini işgal ettiler. Belediye meclisini yeniden düzenlediler, meclis üyelerinin yarısını Ermenilere verdiler. Ayrıca, Fransız jandarma gücüne yerel Ermenileri aldılar.
9 Mart 1919’da İngilizler, “Asayişin bozulduğunu” gerekçe göstererek Samsun’a 200 kişilik bir askeri birlik çıkardılar. Bu birliğin bir kısmı Mart Ayı’nın sonuna doğru Merzifon’a kaydırıldı.
Irak sınırındaki 6. Ordu komutanlığından azledilerek İstanbul’a çağrılan Ali İhsan (Sabis) 2 Mart 1919 günü Haydarpaşa Garı’na ulaştı. Trenden iner inmez İngilizler tarafından tutuklandı. Bu durum Mustafa Kemal ve arkadaşlarını çok tedirgin etmişti.
3 Mart’ta Tevfik Paşa hükümeti istifa etti ve İngiliz dostu olarak bilinen Damat Ferit Paşa, hükümeti kurmakla görevlendirildi.
Damat Ferit hükümeti göreve gelir gelmez, eski İttihatçıların ve eski devlet adamlarının tutuklanmalarına yeniden başlandı. Özellikle, Mustafa Kemal’in en yakın arkadaşı Fethi Okyar’ın tutuklanması? Ulusalcıları son derecede tedirgin etmişti, acaba sıra Mustafa Kemal’e ne zaman gelecekti?
Mart ayının son haftasında (24 Mart 1919) Urfa, bir İngiliz askeri birliği tarafından işgal edildi!
Osmanlı devleti Paris Konferansı’na davet edilmemişti. Başbakan Damat Ferit çocuksu düşler görüyor, oraya giderse birçok şeyi değiştireceğini sanıyor ve Paris’e gitmek için girişimlerde bulunuyordu. Oysa emperyalist güçlerin Osmanlı’yı dinlemeye niyetleri yoktu, Paris’te Anadolu topraklarını paylaşma planlarını kendi aralarında sürdürüyorlardı.
Padişah Vahdettin’in tüm kaderini İngilizlere bağlaması, İngiliz yanlısı olarak tanınan Damat Ferit’in sadrazam oluşunda etkili olmuştu. Nitekim Damat Ferit, hükümetini ilan eder etmez ilk iş olarak İngiliz Yüksek Komiserliği’yle ilişkiye girdi.
Sadrazam Damat Ferit Paşa yayınladığı bildiride, “Ermeni göç ettirme suçları ve yolsuzluk yapmış olanlarla Müslüman olmayan azınlıklara iyi davranmayanların şiddetle cezalandırılacağını” ilan etti.
17 Mart 1919 tarihinde, İzmir’de Kuvayı Milliyeciler önemli bir toplantı yaptılar. İzmir Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin kongresi İzmir’de Millî Sinema da başladı ve 19 Mart’a kadar 3 gün sürdü. Toplantı sonunda yayınlanan bildiri “Biz çeşitli halk sınıflarının delegeleri, Türk halkının millî iradesine uyarak kongre halinde toplandık…” cümlesiyle başlıyordu.
Aynı bildiride “Türk ulusunun parçalanarak azınlıkların boyunduruğu altına düşürülmemesi” isteniyor, “Türk milleti kendisini koruma kararındadır,” deniliyordu. Bu bildiride yer alan “Vatanın bütünlüğü” ve “Türk halkının millî iradesi” gibi kavramlar, kongrenin bilincine tanıklık ediyordu.
Damat Ferit Paşa 30 Mart 1919’da, İngiliz Yüksek Komiserliği’ni tekrar ziyaret etti. Kendisinin Padişah tarafından gönderildiğini, padişahın “Osmanlı gücünü tamamen İngiliz hükümetinin emrine vermek amacını güttüğünü, padişahın İngiltere’den başka hiçbir devlete başvurmak istemediğini” belirterek yazılı bir öneri paketi sundu. Bunu, 1966’ da açılan İngiliz gizli belgelerinden öğreniyoruz! Şöyle:
30 Mart 1919’da Damat Ferit’in, İngilizlere Türkiye’de bir “Manda idaresi” önerdiğini, manda önerisi hakkında İngiliz Yüksek Komiserliği adına Amiral Webb, Londra’ya gönderdiği gizli şifreli telgrafta Pâdişah Vahdettin adına, sadrazam tarafından yapılan bu ziyarette “Osmanlı devletinin İngiltere’ye tamamen boyun eğdiği (Webb’in kullandığı deyim: Total submission) belirtiliyordu.”
Bu belge açık ve net bir biçimde padişahın kendisini İngiltere ile bütünleştirdiğini göstermektedir. Mustafa Kemal, padişaha ve Damat Ferit’e güvenmiyordu ama böylesine alçakça bir girişimde bulunabileceklerini de düşünemezdi.
İngiliz devleti gizli belgeleri 1966 yılında açıklığa kavuşup yayınlanmasaydı yine de kimse bu derece alçaklığı bunlara yükleyemezdi.
Günlerden Pazartesi, tarih 21 Nisan 1919… İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe Osmanlı hükümetine Karadeniz’deki çetelerle ilgili bir nota verdi. Bu Nota, her ne kadar Savaş Bakanı yetkisiyle olmasa da, Mustafa Kemal’in ordu müfettişliği görevi ve yetkili olarak ve İngiliz Komiserliği’nden vize almış olarak Samsun’a gitmesini sağlamıştır!
Günlerden Salı, tarih 29 Nisan 1919, İngiliz ültimatomunun verilişinin üzerinden sekiz gün geçmiş… Harbiye Bakanı Şakir Paşa, Mustafa Kemal’i resmen bakanlığa çağırdı ve ona “9. Ordu birlikleri müfettişliğine” atandığını bildirdi!
Tesadüfler de insan yaşamın da çok önemlidir! Hani, Mustafa Kemal’in yaverinden söz etmiştim, Cevat Abbas’tan! Onun eşi Memduha Hanım, Savaş Bakanı Şakir Bey’in akrabasıdır! Gelin gelişmeleri Cevat Abbas ağzından dinleyelim:
“Bu kişiye (Dr. Ahmet Raşit) hikaye ve anlatımlarımla Mustafa Kemal’in askerlikle ilgili üstün zeka ve yeteneklerini Şakir Paşa’ya tanıtmak istiyordum. …Harbiye Bakanı Mareşal Şakir…(bacanağı) merhum Ahmet Raşit’in evinde yatıp kalkardı. Bir gün doktorun (Ahmet Raşit) aracılığıyla uzun görüştüğüm Şakir Paşa’ya ‘O yalnız bir askerdir. Verilen emri yapıyor. Hele Vahdettin hazretlerine pek bağlıdır. Padişahımızın Almanya gezileri sırasında kumandanım Mustafa Kemal’i İstanbul’un ikinci fatihi takdiratıyla (değerlendirmesi ile) ödüllendirmişlerdi. “Büyük savaşın dört yılı içinde İttihat ve Terakki takımıyla uğraştı durdu… Politikadan nefret eder. Kendisinin ordu müfettişliklerinden birine atanması zatı şahaneye önerilemez mi? Bir deneseniz, memleket ve ordu için kıymetli bir kumandan kazanmış olacaksınız,” cümlesiyle özetleyerek Atatürk’ü anlatmış, emniyet ve güven yaratmaya çalışmıştım.”
Mustafa Kemal de bu gelişen ilişkileri şöyle yorumluyor:
“İçişleri Bakanı Mehmet Ali Bey… Bir iki defa Şişli’deki evimde beni ziyaret etti. Bu ziyaretinden memnun kaldığını arkadaşlarına söylemiş. Bir defa da Bahriye nazırı ile gelerek çeşitli konular üzerinde benimle konuştular. Artık adeta ahbap olmuş gibi idik.”
Verilen Nota da, “Bölgede asker toplandığı, Türk çetelerin Rum halka zarar verdiği belirtiliyor, önlem alınsın, bölgeye bir general gönderilsin yoksa o bölgeye biz asker çıkaracağız” deniliyordu.
22 Nisan 1919’da yanında bir grup subay ve on kadar İngiliz askeriyle Yarbay Rawlinson, ateşkes koşullarını denetlemek amacıyla Erzurum’a geldi; yaptığı incelemeler sonunda toplanan silahların teslimini istedi. Sonuç alamadı!
Bu siyasal gelişmeler yaşanırken, 27 Nisan 1919’da bir Yunan savaş gemisi Trabzon’a yerleşmek için Rusya’dan 500 Rum göçmenini getirmişti. Bu sırada, görevli bir Yunan askeri, kıyıda öldürüldü. Bu olaylar da işi hızlandırdı! Bir hafta içinde, Mustafa Kemal’in bölgeye gönderilmesi noktasında, Bakanlar Kurulunda uzlaşma sağlandı!
29 Nisan 1919 Salı, Harbiye Bakanı Şakir Paşa, Mustafa Kemal’i Bakanlığa çağırdı ve 9. Ordu birlikleri müfettişliğine atandığını bildirdi! Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkıp, Anadolu içlerinde yapacağı görevlerle ilgili olarak düzenlenen kararnamede, bu görevin “Yalnız askeri nitelikli olmayıp, kapsadığı bölgede aynı zamanda idari olduğu” vurgulanmıştı. Bu kararnamede, müfettişlik görevi üç temel alanda belirtilmiştir: Bu üç görev alanı, 21 Nisan 1919 tarihli İngiliz notasında belirtilen şikayetleri karşılamak amacıyla oluşturulmuştur.
Mustafa Kemal, bu talimatnameye:
“Samsun’dan başlayarak, tüm Doğu illerinde bulunan kuvvetlerin komutanı olmasını, İllerin valilerine de doğrudan doğruya emir vermek; ayrıca, bu bölge ile sınırdaş olan illerdeki askeri ve idari makamlara yazı ile bildirimde bulunmak yetkisini de ekletmiştir!
Bu ek nasıl oldu? Genel Kurmay ikinci başkanı Kazım İnanç Paşadır! İkisi de 1881 doğumlu, Atatürk Selanik, Kazım Paşa Diyarbakır! Aynı tarihlerde askeri okullarda okudular. Kazım Bey ayrıca Almanya’ya gönderildi ve orada eğitim gördü.
Çanakkale Savaşları’nda, 19 Tümen komutanlığına atanan (Ocak 1915) Yarbay Mustafa Kemal, 5. Ordu Komutanı Liman Von Sanders’e bağlıydı, bu ordunun kurmay başkanı da Yarbay Kazım Bey’di.
Çanakkale savaşları sırasında; Mustafa Kemal önce Arıburnu grup komutanlığına, başarıları nedeniyle daha sonra Anafartalar grup komutanlığına getirildi. Bu savaşlar sırasında en yakın temasta bulunduğu kişi Ordu Komutanlığı Kurmay Başkanı Albay Kazım Bey’di.
Mustafa Kemal, Suriye’de Yıldırım Orduları grubu içinde 7. Ordu komutanlığına atanınca (Ağustos 1918), Yıldırım Orduları grubu komutanı yine Alman General Liman von Sanders’ti, ordunun Kurmay Başkanı Kazım İnanç Paşa’ydı.
Mustafa Kemal’in Çanakkale’deki üstün komutanlık yetenek ve kahramanlıkları, Suriye cephesinde çökmüş bir orduyu kurtarışı ve ordu komutanının emirlerini dinlemeyerek bu ordudan arta kalan birlikleri Anadolu içlerine doğru göndermesi… Kurmay başkanı olarak görevi gereği bütün bunları en iyi izleyen ve bilen Kazım İnanç Paşa’ydı.
Tüm bu nedenlerle Mustafa Kemal’e içten sevgi ve saygı duyuyordu. Aralarında ateşle, ihanetin kol kola gezdiği savaş cephelerinde oluşan mert ve sağlam bir asker arkadaşlığı, sarsılmaz bir dostluk vardı. İşte, bu nedenle Mustafa Kemal, Genelkurmay İkinci Başkanı Kazım Paşa’nın odasında kapıların kapatılmasını istedi! Atatürk anılarında, çok yalın bir cümle ile şöyle diyor: “Kazım Paşa ile açık konuşarak bütün düşüncelerimi anlattım.” (5 Mayıs 1919) resmî gazetede Atama Kararnamesi yayımlandı. Resmî gazetede yayımlanan kararname, o zamanki deyimle “İrade-i seniye” (pâdişah buyruğu) şöyleydi:
“Dağıtılan Yıldırım Orduları Grubu Komutanı Mirliva (Tüm General) Mustafa Kemal Paşa, 9. Ordu müfettişliğine atanmıştır. Bu Padişah buyruğunun yürütülmesiyle Harbiye Bakanı görevlidir.” 6 Mayıs 1919 Salı Bakanlar kurulunca onaylanan atama kararnamesi ve yetkileri belirleyen yönetmelik Mustafa Kemal’e resmî bir yazı ile bildirildi. Ayrıca, görev yerine gitmek için acele etmesi istendi. 7 Mayıs 1919 Çarşamba Mustafa Kemal’in atama kararı ve yetkileri, görev bölgesinde bulunan 3, 13 ve 15. kolordulara, Savaş Bakanlığı tarafından resmen bildirildi. Bu görev yazısı, bir gün sonra da bütün Anadolu’ya gönderildi. Mustafa Kemal, Savaş Bakanlığı’na bir yazı yazarak 9. Ordu karargâhını oluşturan görevlilerin 3 aylık ödeneklerinin peşin olarak ve İstanbul’da ödenmesini istedi. 10-11 Mayıs 1919 Cumartesi ve Pazar Mustafa Kemal yoğun olarak hazırlıklarını yapmaktaydı. Kurmay başkanlığına atanan Albay Kazım Dirik her gün Şişli’deki eve gelmekte, yazışmaları yürütmekteydi. Mustafa Kemal, Anadolu’ya geçmeden önce, Anadolu’daki görevlilerden kimi bilgilerin toplanmasını ve hazırlık yapılmasını istedi.
Mustafa Kemal’in, 14 Mayıs 1919 Çarşamba günü karargâh kurulu, görev yerine deniz yoluyla, Karadeniz’den gidecekti. Ancak, Karadeniz fiilen İngiliz donanmasının denetimi altındaydı. Boğaz’dan çıkışlar ancak İngiliz yetkili ve görevlilerinin verecekleri vize ile gerçekleşiyordu. Kesinleşen karargâh listesi 14 Mayıs’taki toplantıda Harbiye Bakanlığı’na resmen sunuldu ve bu kişiler için bakanlık kanalıyla İngilizlerden vize alınması istendi. Bu vize istek yazısı müfettişliğin kurmay başkanı Albay Kazım Bey tarafından mühürlenip imzalandı. Listenin başında da, 9. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal’in ismi vardı.
Vize işlemleri sürerken, 9. Ordu Müfettişliği karargâhı da çalışmalarını sürdürüyordu. Mustafa Kemal Samsun’da bulunan 3. Kolordu Komutanlığı’na şifreli bir telgraf çekerek: “16 Mayıs 1919 Cuma günü öğleden sonra Bandırma vapuruyla Samsun’a hareket edeceğini ve beraberinde “23 subay bulunduğunu, karargâh için geçici olarak bir yer sağlanmasını” istedi.
Mustafa Kemal, 15 Mayıs Perşembe günü sabah ilk iş olarak doğru Genelkurmay’a gitti. Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak, İzmir’de olası bir Yunan işgaline karşı silahlı direnme emri verdiği için görevden alınmış, 1. Ordu Birlikleri müfettişliğine atanmış, Genelkurmay başkanlığına da Cevat Çobanlı Paşa getirilmişti. Devir teslim işlemi yapılıyordu, Gene o gün, Mustafa Kemal’in karargah listesi İstanbul’da İngiliz irtibat bürosu subayı Binbaşı Milligan tarafından onaylandı; listede 23 subay, 25 er ve erbaş ve ilave olarak eğerli altı at görülüyordu! Gene, o günün akşamüzeri, Yıldız Sarayı’na gitti ve padişahla görüştü. Bunu, Mustafa Kemal’in anlatımından izleyelim:
“Yıldız Sarayı’nın ufak bir salonunda Vahdettin’le âdeta diz dize denecek kadar yakın oturduk. Sağında dirseğini dayamış olduğu bir masa, üstünde bir kitap var. Salonun Boğaziçi’ne doğru açılan penceresinden gördüğümüz manzara şu: Birbirine paralel hatlar üzerinde düşman zırhlıları! Bordalarındaki toplar sanki Yıldız Sarayı’na doğrulmuş!
Manzarayı görmek için başımızı sağa sola çevirmek kafi (yeterli) idi. Vahdettin hiç unutamayacağım şu sözlerle konuşmaya başladı: Paşa, Paşa! Şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin. Bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir (elini demin bahsettiğim kitabın üstüne bastı ve ilave etti), tarihe geçmiştir. Bunları unutun, dedi; asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa, Paşa; devleti kurtarabilirsin!”
Mustafa Kemal Vahdettin’in bu sözleri karşısında bir an tereddüt geçirdi. Anılarında şöyle diyor: Şaşırdım kaldım Bu son sözlerinden hayrete düştüm. Acaba Vahdettin benimle samimi mi konuşuyor? O Vahdettin ki yabancı hükümetin yüzüncü derece aletleri ile temas arayarak, devletini ve saltanatını kurtarmaya çalışıyordu. Bütün yaptıklarından pişman mı idi? Aldatıldığını mı anlamıştı? Fakat, böyle bir tahmin ile başka bahislere girişmeyi tehlikeli saydım. Kendisine basit cevaplar verdim:
– Hakkımdaki teveccüh ve itimada arz-ı teşekkür ederim (şahsıma gösterdiğiniz güvene teşekkürlerimi sunarım). Elimden gelen hizmette kusur etmeyeceğime emniyet buyurunuz.” Mustafa Kemal bu yanıtları verirken kafasındaki “bilmeceyi de” çözmeye çalışıyordu, şöyle diyor: “Kafamdaki muammayı da (bilmeceyi) halletmeye uğraşıyordum. Çok iyi anladığım, veliahtlığında, padişahlığında bütün his ve fikirlerini, temayüllerini (eğilimlerini), sahtekârlıklarını tanıdığım adamdan nasıl yüksek ve asil bir hareket bekleyebilirdim? Memleketi kurtarmak lazımdır, istersem bunu yapabilirmişim. Nasıl? Hemen hüküm verdim:
Vahdettin demek istiyor ki:
Hiçbir kuvvetimiz yoktur. Tek dayanağımız İstanbul’a hâkim olanların siyasetine uymaktır. Benim memuriyetim, onların şikayet ettikleri meseleleri halletmektir. Eğer onları memnun edebilirsem, memleketi ve halkı, bu siyasete karşı gelen Türkleri de yola getirirsem, Vahdettin’in arzularını yerine getirmiş olacaktım.”
Mustafa Kemal hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde hemen yanıt verdi:
“- Merak buyurmayın efendimiz, nokta-i nazar-ı şahanenizi (çok güzel görüş açınızı) anladım. İrade-i seniyeniz (pâdişah buyruğu) olursa… hemen hareket edeceğim ve bana emir buyurduklarınızı bir an unutmayacağım.”
16 Mayıs Cuma günü sabahın erken saatlerinde arkadaşı ve avukatı Saadettin Ferit Talay, Şişli’deki eve gelerek Mustafa Kemal’i uyandırdı; duyduğu önemli bir haberi Mustafa Kemal’e ulaştırdı. Haber şuydu:
Mustafa Kemal’i götüren gemi Karadeniz’e çıkınca, bir İngiliz muhribi tarafından batırılacaktı. Bu haberi kendisine Merkez Bankası müdürlerinden Berç Keresteciyan ulaştırmıştı.
Mustafa Kemal’in vapura geçmeden önce Cuma selamlığına giderek, son olarak padişahı selamladığı belli kaynaklarda belirtilmektedir.
Daha sonra Galata rıhtımına gitti, oradan da sandalla vapura geçtiler. Saat öğleden sonra 4 sularıdır. Kaptana yola çıkmak için emir verildi. Kız Kulesi açıklarına geçildi. Daha sonra vapur durdurularak muayene ve denetlemeye alındı. Birkaç subay denetleme yapacaklardı.
Bu sıkıntılı durumu Mustafa Kemal’in yaveri Muzaffer Kılıç şöyle anlatıyor:
“Bandırma vapuru Kız kulesi açıklarını geçmişti. Kavaklar hizasına geldiğinde vapur durduruldu. Bir motor tekneyle yanaşan İtilaf devletleri subayları, güverteye çıktılar. Bizler, ne oluyor; bunlar ne istiyorlar, sorusuna cevap arar ve bakınırken Mustafa Kemal kaptana sordu:
-Bu adamlar ne için gelmişler? -Efendim, silâh, cephane arıyorlarmış… -Görevinizi yapınız, sonuçtan beni haberdar edin. Sonra bize döndü. Dolmabahçe önlerinde demirli bulanan yabancı zırhlıları göstererek dedi ki: -Bu sersem adamlar işte böyle… Yalnız demire, çeliğe ve silâh gücüne dayanırlar. Maddeden başka bir şey bilmezler. Bağımsızlık ve özgürlük uğrunda savaşa kararlı bir Ulusun kudret ve gücünü anlamaktan acizdirler. Biz silâh ve cephane değil, ülkü, inanç dolu kafa götürüyoruz…”
Bandırma vapuru, kıyıları izleyerek Sinop’a ulaştı, Mustafa Kemal hemen karaya çıkıp Sinop’tan karayoluyla Samsun’a gitmek istedi, ancak yolun çok zorlu olduğunu öğrendi; yola devam edildi ve 19 Mayıs 1919 sabahı saat 7’de Samsun limanına varıldı.
ABD Büyükelçisi General Sherill kitabında, Anadolu’ya gidiş üzerinde durur ve Atatürk’ün Samsun’a gönderilişinde sarayın üç büyük hata yaptığını belirtir.
Bu hatalar özetle şöyle:
- Sürgüne göndermekte oldukları kişinin değer ve önemini gereği gibi takdir edememeleri;
- Samsun’da bir Rum Pontus Devletinin kurulması için hazırlanan plana, Mustafa Kemal’in karşı çıkmayacağını sanmaları;
- Türk Ulusunun yüzyıllardan beri batı’ya doğru gidişlerini ve bu Ulusun görkemli geçmişini unutmaları.” Devam eder:
“Talih, bir taraftan Yunanlıları İzmir’e çıkarırken, öbür taraftan, onlara karşı koyacak Mustafa Kemal’i Samsun’a getiriyordu. Bu dramda, Yunanlıları İzmir’e gönderen L. George ve Mustafa Kemal’i Anadolu’ya atayan Vahdettin adında iki kukla, talihin aleti olmuşlardır!”
Anadolu’ya geçeli henüz 18 gün olmuştu, 6 Haziran 1919 Cuma günü, müttefiklerin Karadeniz Ordusu Komutanı General Milne, Osmanlı Hükümetine bir yazı göndererek; “Mustafa Kemal ve yanındaki kişileri derhal İstanbul’a geriye çağırmanızı talep ederim,” dedi.
Bu yazıda, Mustafa Kemal’in yurt içinde dolaşmasının kamuoyunda tedirginlik yarattığı belirtiliyor ve “askeri açıdan onların çalışmaları için bir gereksinme göremiyorum” deniliyordu.
General Milne’nin, Mustafa Kemal’in acilen İstanbul’a dönmesini istemesinden bir gün sonra (7 Haziran 1919) Samsun yoluyla İstanbul’a gönderilmekte olan 10.000 tüfek sürgü kolu ile 12 top kamasına Mustafa Kemal el koydu. Havza’daki silâh deposundaki silahları da halka dağıttı ve evlere taşıttı.
İngilizlerin bu resmî yazışma ve baskıları sonucu, Savaş Bakanı Şevket Turgut Paşa, Mustafa Kemal’e bir telgraf çekti, Samsun’da bulunan askeri istimbotla acele İstanbul’a “teşrif etmesini” (şereflendirmesini) istedi.
Mustafa Kemal, kendisinin ısrarla çağırılışının sebebini şifreli telgrafla Genelkurmay Başkanı Cevat Çobanlı’ya sordu.
Cevat Paşa da, İstanbul’da anlaştıkları çerçevede, doğrusunu yazdı ve “11 Haziran 1919 günü geriye çağrılışının hükümetçe değil, İngilizler tarafından istendiğini” yine şifreli telgrafla Mustafa Kemal’e bildirdi.
Padişah tarafından görevden alınmasına karşı Mustafa Kemal aynı gece 22.50’de Ulusa ve Orduya aşağıdaki bildiriyi yayınladı
“…Ulusal mücadele uğrunda, ulusla birlikte serbestçe çalışmaya resmî ve askerlik sanım artık engel olmaya başladı. Bu kutsal amaç için ulusla birlikte sonuna dek çalışmaya, mukaddesatın adına söz verdiğimden, pek tutkunu bulunduğum ulu askerlik görevimden bugün istifa ettim. Bundan sonra kutsal millî gayemiz için her türlü özveriyle çalışmak üzere, ulusun bağrında bir savaşçı er gibi bulunmakta olduğumu arz ve ilan ederim.”
İstanbul Hükümeti, Mustafa Kemal’i Divan-ı Harp de, yokluğunda yargıladı ve onun hakkında idam kararı verdi. Padişah Vahdettin de bu kararı 24 Mayıs 1920’de onayladı.
Duayen Hukukçu Av. Önder Limoncuoğlu’ nun yaşamı
Yazar Önder Limoncuoğlu, İzmir, 25 Temmuz 2021. Editör Güncellemesi: 24 Temmuz 2024