Lozan Öncesi Osmanlı İzmir’ine bakış…
Bu yıl, Lozan Antlaşmasının imzalandığı gün olan 24 Temmuz tarihi, Kurban Bayramının son günüyle çakışıyor. Bayram gürültüsü içinde Lozan’ın dikkatinizden kaçmasına dayanamam. Bayram öncesi, Lozan ile ilgili makaleler yazacağım. Böylece, Lozan Antlaşmasının 98. Yılını, okuyanla kutlayacağım.
Derler ki; “Uzay ve aptallık sonsuzdur. Ama bazen birinciden kuşku duyduğum olmuştur” Einstein.
Lozan’ın üstüne, Padişah yanlıları hala konuşur, durur … Konuşun ama gelin, sizi Osmanlı İzmir’ine götüreyim! Sonra, coğrafi akrabamız Rumlara ve Kurtuluş Savaşına!
Yıl 1912… İstanbul’ da bir dergi… Adı; “Türk Yurdu Dergisi”… Bu dergi de; “Türkçü Necip” diye anılan, “İzmir’li” bir gencin “İzmir’li Türkler” adlı bir yazısı yayınlanır… İşte: “Anadolu’nun medeni bir şehrini tahayyül edenler, şüphe yok İzmir’i birinci derecede görürler…
Yeni Kale’den geçince, körfezin doğusunda bir kitap yığını manzarasını gösteren İzmir, serviler, kubbeler ve minarelerle karışmıştır. Tepe üzerinde Venedikler’den kalma eski Kadifekalesi’nin harap ve yıkık duvarları birkaç saat uzaklıktan görünür. Kordon denilen uzun ve geniş rıhtımı pek latiftir. Yarısı her zaman ticarete ait eşyayla, arabalarla, azim ekseriyetini Türkler teşkil eden hamallarla doludur… Rıhtımın bir kısmı üzerinde ticaret müesseseleri, bankalar, acenteler ve Yunan kahvehaneleri…
Daha ilerde otel, birahane, sinematograf binaları… Büyük İzmir Tiyatrosu ve sonra Frenk zenginlerinin mükellef ve muhteşem Kâşaneleri uzar, gider… İçeri doğru giriniz “Frenk Mahallesi” denilen zengin bir çarşı göreceksiniz… Bu muhitte mühim bir yer işgal eden mahalleler geniş ve temiz, binalar yeni ve müzeyyendir. Çünkü ecnebiler mahallesidir…
Türklerin oturdukları mahalleler, bir kaçını istisna ettikten sonra, hepsi dar ve intizamsızdır.
Bahusus (özelikle) biraz zahmet eder de yüksek taraflara çıksanız, adeta köy kulübelerine benzer evler, hatta barakalar göreceksiniz. Bu yerlerin uçurumlara benzeyen kirli yollarında geceleri fener bile yanmaz… İzmir ticaretinin asıl büyük payını yabancılar almakta olup, Türklerin payı yok gibidir…”
Evet, İzmir’in ecnebi mahallerinin sokakları “Napoli taşı” döşeli ve tamamı kaldırımlı, Havagazı fenerleri ile aydınlatılıyor… Devlet Dairelerin de, oteller de, hanlar da, hamamlar da, mağazalar ve meskenlerin çoğunda da havagazı ocak, lamba ve fenerleri mevcut, sanki Londra!
Paris’in simgesi Eyfel Kulesi’ni inşa eden Eyfel’in, belki de ilk yapıtı olan Gümrük antrepoları… Peterson Köşkü… Ferhanelerin içindeki bonmarşeleri ile sanırsın Paris!
Limanı… Pasaport binaları… Alsancak Garı’na ulaşan rıhtımı… Üzerinde ki, Tiyatro binaları, kafeleri, Maksim-Kramer gibi eğlence merkezleri ve Kordon’u ile bir Avrupa şehri gibiydi İzmir…
Ülkenin ilk demiryolu olan Aydın Demiryolu ile bütün Ege’ye ulaşan İzmir (1857-1866)...
İzmir’i Konya’ya bağlayan Kasaba Demiryolu ile Anadolu’ya ulaştırılan İzmir… İdareyi Mahsusa, Avusturya Loyd, Hacı Davut Ferah, Mesajeri 27 Maritim, Hidiviye, Rus, Pan Elenik, Pandeleon, Levant Alman vapurlarıyla, İzmir’i mesken tutmuş yabancı şirketler!
Tanzimat sonrası İzmir’e özel, düşürülen vergiler, yabancı şirketlere tanınan imtiyazlar, yabancı sermayeyi İzmir’e yönlendirmiş… Levantenleriyle İzmir Avrupa olmuştu!
Özellikle, Levantenlerin Bornova ve Buca’da, geniş araziler içinde yaptırdıkları köşkler, Atlanta’daki pamuk zenginlerinin köşklerinin bir benzeri gibiydi!
Mevsimine göre incir, üzüm, pamuk, palamut, zeytinyağı, meyan kökü vb. ürünler Yemiş Çarşısına iner, yurtdışına buradan pazarlanırmış! Şaka değil, Osmanlı ihracatının % 55’i.
Öyle ki; 19. Yüzyılda “İstanbul yansa İzmir yaptırır” denirdi!.. 140.000 Müslüman, 120.000 Ortodoks, 30.000 Ermeni, 30.000 Levanten, 20.000 Yahudi yaklaşık 340.000 Nüfus!
(Not: Rahmetli Piriştina’nın kurduğu, ölümünden sonra onun adı verilen Ahmet Priştina Kent Kitaplığı’nda (eski İtfaiye binası); şimdilik elliye yakın
İzmir ile ilgili kitap var. Örneğin; Adı “1873 İzmir” olan bir kitap var. 1873 de Avusturyalı Karl von Scherzer yazmış, ayni yıl Viyana’da basılmış. Adı “1905 İzmir” adında bir kitap var. 1903’de Hizmet Gazetesi muharriri Cevat Sami ile Maarif Muhasebe Memuru Hüseyin Hüsnü yazmış, Adı “Aydın Vilayeti 1321 Seney-i Maliyesine Mahsus Nevsali İktisat”. 1905’te, Belediye karşısı (Hisar Camii önündeki sokak) Keşişyan Matbaası’nda basılmış…)
O tarihte, Müslüman olmayanların mahkemeleri de ayrıydı, okulları da, hastaneleri de! Levanten… Ermeni… Rum… En iyi yerlerde oturan onlar… Masa üzerinde kalamarı, ahtapotu, karidesi yiyen onlar…
Çoğu Müslüman’ın evinde ise, kasnak üzerine konan, Sini denilen, büyük ve yuvarlak bir tepside, tek tencereden, yerde bağdaş kurarak yemek yenirdi. Hele, biri kaşığını bir başkasının önüne uzatsın, dedesinin kaşığı eline inerdi…
Müslümanların oturduğu semt, Tilkilik! Basmahane Garına yüzünüzü verin, sağ taraf ve yukarısı! Yani, Altınpark’tan; Mezarlıkbaşı denilen ve Kadifekaleye yükselen, pis suların yollardan açık aktığı, gece geçmeye korkulan, kaldırımsız ve ışıksız Mahalleler…
Yahudilerin çoğu da fakir yaşarlardı! Mezarlıkbaşı denilen yerde, Yahudihane denilen aile evlerinde, bir arada!
Basmane Garına yüzünüzü verin, tren yolunun sağ tarafı! Kapular (O tarihte, İzmir’in karadan girişi) denilen yerden, Tepecik denilen yerlere uzanan Mahalleler, Ermeni’lerin oturduğu Mahallelerdi!..
Basmane Garına yüzünüzü verin, tren yolunun sol tarafı! Bu gün ki; Fuar’dan, Kıbrıs Şehitleri dediğimi Alsancak Limanına kadar, keza Çankaya’dan, Kordon’a kadar Rumların oturduğu Mahallerdi… Levantenler ise; Kordondaki Köşklerde otururlardı!
19. yüzyılda; İzmir’de Müslüman gençleri için 1 lise yokken, Rum gençleri için Rumca eğitim yapan 6 tane, Ermeni gençleri için Ermenice eğitim yapan 2 tane, Yahudi gençleri için İbranice eğitim yapan 1 tane, İtalyanca eğitim yapan 2 tane, Fransızca eğitim yapan, Vatikan rahiplerinin Saint Joseph ve rahibelerinin Saint Vincent kız ayrı, erkek ayrı kolejleri, İngilizce eğitim yapan ve gene erkek ayrı, kız ayrı Amerikan Protestan Kilise vakıflarınca finanse edilen Amerikan kolejleri vardı…
Askerlik yapan Türkler bu düzeni korurken, ticareti, sanayiciliği yapan Levantenler, Rumlar, Ermeniler, Yahudiler idi…
Dinçer Sümer’in İzmir hakkında bir şiirivar
Doktor, ben iyi değilim, bana iki tertip İzmir yaz.
Yüreğim darda, bozgundayım!
Doktor, bu gece bir trene binerim, inerim İzmir’e gün ışırken,
Seçerim, denize en yakın masayı!
Önce martılara, gemilere günaydın derim,
İskele kahvaltısının tavşankanı çayı ve Yahudi böreğiyle kahvaltı ederim!
Doktor, gör bak nasıl özlemişlerdir beni
Ve nereden duymuşlarsa geldiğimi, sarılır, koklaşır hasret gideririm!
Gülme doktor, anılarında canı var
Ve onlar hayatın ziynetleridir eski gümüş kemerle, elmas küpeler gibi!
Aşklarım, anılarım ve İzmir,
Ya has ipek bir gömlektir benim için,
Ya da, bir taş plak şimdi!
Doktor, bana iki tertip İzmir yaz!
1912-1913 Yıllarında İzmir!
Kim yıktırdı? Neden yıktırdı?…
Önünden her geçişte sorar, sonra “Elleri kırılsın” diye beddua ederdi okuyamamış, yaşlı küçük kız, Annem!
Kocasının okuduğu liseydi orası, İzmir İdadisi! Açılışı 1888! (1927-1970 arası Adliye Sarayı)
Konak’taki Mescid’in (İngiliz Ayşe Mescidi) tam arkasında, Hükümet Binası’nın yanında… Türk çocukları için ilk lise.
O binaya ben yetiştim. Adliye idi o zaman! Avukatlık stajımı (1968) orada yaptım. Mermerli giriş… Gazla siline, siline pırıldayan ahşap merdiven basamakları… Billur başlıklı tırabzanlar…
Gavur İzmir’de Türkçülük hareketi orada, İzmir İdadisi’ nde yeşerdi… Türk Ocağı’nın doğal üyesi idi, burada okuyanlar!
Türkçe gazete çıkarmak, yazmak, aydınlatmak ve aydınlanmak tutkusu! 15, 16 yaşındaki bir avuç Türk Lisesi öğrencisinin hedefi olmuştu.
Tevfik Nevzat, Halit Ziya, Bıçakçızade Hakkı, Türkçü Necip, Mahmut Esat, Mehmet Şeref… Ve ismi bilinmeyenler… Bunları yetiştirenler…
İzmir’de Türkçülük hareketi gelişerek sürdü. Bu yalnız Lise ile sınırlı değildi. Sanatlar Mektebinde de Türk kökenli gençler Demircilikten/Tornacılığa… Ayakkabıcılıktan / Marangozluğa sanatkar oluyorlardı.
Türk Çiftçisinin ürününü değerlendirmesi hedefiyle, kooperatifler şeklinde örgütlenmeler başlamıştı. Ziraat Bankasının kökü olan Emniyet Sandığı İzmir’de şube açtı. Türk çocuklarının da trenlerde çalışabilmesini sağlamak için 1910 yılında Şimendifer Mektebi açıldı. Türkler için Milli Kütüphane oluşturuldu.
O günleri daha iyi anlamak ve değerlendirmek için, o tarihte İzmir Mebusu olan Sait Beyin hatıralarında yer alan Osmanlı Meclis-i Mebusan tutanaklarından bir konuşmayı yorumsuz aşağıya alıyorum:
“21 Aralık 1913 Çarşamba! Bu gün ruzname (gündem) çok ağırdı. Riyaset Divanı olarak gündem dışı konuşmaların ertelenmesini isteyecektik. Celse (oturum) açılınca, benim gibi İzmir mebusu olan Rum Karolidi Efendi’nin ısrarla söz istediği görüldü: “Maruzatım çok mühim ve hayatidir. Ruznamenin yoğunluğunu biliyorum, fakat benim izahatım da müstacel (ivedi) bir mevzu üzerinde Meclis-i Ali’nin hakemliğini zaruri kılıyor. Mesele, memleketin vahdeti (birliği) ve huzuru ile alakalıdır (ilgilidir)” diyerek, Meclis’in dikkatini üzerine çekti ve kürsüye geldi:
Hepimiz merak içinde, çok güzel konuşan, Osmanlıcayı çoğumuzdan iyi bilen, ayni zamanda Atina Darülfünunda (Üniversitesinde) Yunan-ı Kadim (Hellen) Tarihi müderrisi (profesörü) olan ve her ay, bu dersini vermek için Yunanistan’a gitmek gibi, bir vazifenin de sahibi olan alim tarihçi ve hukukçu Karolidi Efendi, evvela, sadece İzmir’in değil, bütün Ege’nin Rum–Ermeni–Musevi terkibi üzerinde durdu. Daha sonra, sözü sadece kendi ırkdaşlarına, yani Rumlara döndürerek şu pervasız suali sordu:
“Efendiler, İzmir’i görenler bilir! Görmeyenlerinizin görmesini tavsiye ederim. Çünkü benim anlatacaklarımı, İzmir’i tanımadan hakikat olarak kabul etmek güçtür. İzmir ve hatta bütün Ege, bir Rum-Ermeni-Musevi-Türk terkibidir ve asırlardan beri buranın sekenesi, aralarında vazife taksimi yapmış olarak hayatlarını sürdürmektedirler. Bu günkü siyasi iktidar fıkrasının (Itthadi Tarakki Fıkrası) İzmir Teşkilatı ve bilhassa başındaki zat (Celal Bayar), bu müesses, eskiden kurulmuş yaşama tarzını bozmakta, bilhassa Rumların elinden ticari, sınai, iktisadi işlerini almakta, ırkdaşları Türklere tahsis etmektedir. Rum ve Ermenilerin muvaffakiyetle yürüttükleri şimendiferleri de, kendi ırkdaşlarına tahsis için bir “Şimendifer Mektebi” açmıştır. Kooperatifler kurarak, Rum ve Ermeni tüccarların müstahsil ile münasebetini kesmek istemektedir. Bütün bu teşebbüsler, Devlet-i Osmaniye’nin teşkilat bünyesini öylesine rahnedar edecektir ki; Kanun-i Esasi ile teminat altındaki kadim haklar payimal olacak ve açık söylüyorum efendiler, müdafaa-ı nefis başlayacaktır. Bu da huzur ve asayişin olduğu kadar, memleketin iktisadi ve ticari izmihlaline yol açacaktır. İzmir mebusu olarak bu tehlikeyi ve ayni zamanda Kanun-u Esasi’nin ihlali olan tasallutu huzur-u alinize getirirken, maruzatımı şöyle hulasa ediyorum. (Karolidi efendi bu son cümleleri söylerken, elinin bütün gücüyle kürsüyü yumruklayarak) İzmir’de, Aydın’da, Karesi’de, Saruhan’da, Menteşe’de bazı Türk’ler öteki unsurların kadim hakkı olan ticaret, sanai işlerine el atıyorlar. Bu Kanun-u Esasi’nin (Anayasa’nın) bizim için ihlali demektir.“
Donmuş kalmıştım. Kürsüyü yumruklayarak, hançeresinin bütün kuvvetiyle haykıran ve aslında sakin mizaçlı, cidden malumatlı, nazik ve çelebi tabiatlı bildiğimiz Karolidi Efendinin, asırlardır mağdur ve mazlum, Rum-Ermeni-Musevi borsacılarının elinde zebun ve perişan Türk çiftçisi ile, kendi topraklarımızdaki demiryollarımızda kapıcı ve hademe olarak bile kabul edilmeyen evlatlarımıza, bu medeniyet vasıtasının nasıl işletileceğini öğretmek üzere “ İttihat ve Terakki İzmir Katib-i Mes’ulünün himmetiyle kurulmuş Şimendifer Mektebi’nin”, Rum meslektaşımı nasıl çileden çıkardığını ibretle görüyordum. Böyle konuşacağını bilseydim, Divan Katipliğini bir başka arkadaşıma bırakır, cevabını verirdim. Ne çare ki; yerimden ayrılamadım, fakat yapılmış ve yapılmakta olanın hayrına, lüzumuna ibadet ve bayrak kadar mukaddesliğine kanaat getirdim.”
Yazar Önder Limoncuoğlu, İzmir, 22 Temmuz 2021