
Mondros Mütarekesi’nden Lozan Anlaşmasına (1918-1923)
30 Ekim 1918, Mondros Mütarekesi yapılmış, İzmir’e akın, akın Yunanlı geliyordu…
Mütarekeden 6 gün sonra;
İngiliz’lere ait M-29 numaralı, Binbaşı Dickson komutasındaki bir savaş gemisi İzmir’e geldi.
Bu geminin geldiği gün, Yunan uyruklular ile İzmir’li Rumlar, İzmir’i işgal provalarına başladılar…. Özellikle, bu amaçla şartlandırılan Ortodoks papazları başı çekiyordu. Bir anda, “Zito” naraları ve kiliselerin can sesleri Kordon Boyuna yayılmıştı…
Yolu tesadüfen Kordon’a düşen Türk erkeklerinin fesleri başlarından alınıp, çiğnendi. Kimileri dövüldü.
Tramvaylarda haremliği, selamlıktan ayıran örtüler parçalandı. Müslümanlara ait bazı dükkânlar taşlandı.
6 Kasım 1918 tarihinde taşkınlıkları sabaha kadar sürdü…
Her yer, özelikle Kloranidi ve Paris Gazinolarının bütün duvarları, Yunan bayrakları, Venizelos ve Kral Aleksandra’nın resimleriyle donatıldı.
Her dilde şarkıların söylendiği bu gazinolarda, o gece yalnız Yunan marşları ve şarkıları çalındı.
Ünlü Kramer Palas Oteli’ne, Yunan bayrağı asılmamıştı. Her milletten insan burada kalır, yemek yemeğe buraya gelirdi. Gelen İngiliz gemisinin subayları da yemeye gelmişlerdi.
Kapı tekmelenerek açıldı. Sarhoş Rumlar, önce görevlilere hakaret ettiler, Yunan Marşını söylediler, masalar arasında sirtaki yaptılar, müşterilerin kadehlerini ağızlarına boşalttılar, biri de yemek yiyene aldırmadan, masanın üzerine çıkarak duvardaki kristal aplik üzerine Yunan Bayrağı’nı astı.
Küçük dünyaları ben yarattım gibi gerine, gerine etrafı süzerken, masadaki genç arkasında ki, apliğe takılan bayrağı öfkeyle söktü. Sarhoş Rum’la, genç adam birbirine girdi.
Diğer Rumlar müdahale edemediler. İngiliz subaylar önlerindeydi. Koltukladılar sarhoş arkadaşlarını, taşkınlıklarına devam ederek, çıktılar. Gencin adı, “Nesim Navaro” idi…
Cicika’nın Meyhanesi’nde Ayvalık Metropoliti; İncil’den “Diriliş Suresini” okudu. Sonra, “Türkler’i kesiniz, zalimleri parçalayınız” ekleyerek, sözlerini Yunan Marşı’nı okuttu. Ardından, sarhoş topluluğu peşine takıp, Türk Mahalleleri’nde önlerine çıkan her şeyi kırıp, döktüler.
Beş-on Ortodoks papazı ile yüze yakın kişinin Kordon’da başlattığı olay, tüm İzmir’e yayıldı. Özellikle, İtalyan Mahalleri ile Türk Mahalleleri hedef alınmıştı.
Anadolu Gazetesi, bu olaylarla ilgili şöyle yazdı;
“Aya Fotini Kilisesi’ne Yunan Bayrağı çekilirken, avukat veya doktor olduğu söylenen bir şahıs, binlerce azgın ve çılgın ayak takımı önünde bir konuşma yapmış, Osmanlı hâkimiyetini tahkir edip, Türkler’in haysiyetine tecavüz etmiştir. Güvenlik kuvvetlerinin, bu şahıs hakkında dikkatini çekeriz….”
Aynı gazetenin, 10 Kasım 1914 tarihli sayısında da, aşağıdaki bilgi vardı:
“Çarşamba günü Aya Fotini Kilisesi’ne Yunan bayrağı çeken ve beraberindekilere, kanlarının son damlasına kadar Türk’lerle mücadele edeceklerine dair yemin ettiren kişinin, Dr. Stefanopulos olduğu anlaşılmıştır.”
6 Kasım olayları, her geçen gün gelişerek sürmüş, her gün değişik hüviyetler içinde, Yunan yetkili kişileri İzmir’e gelmiş ve propagandaya hızla devam etmişlerdir.
Örnek olarak, Yunan Adalar Valisi Papa Zafiropulos’un gelişini gösterebiliriz. Papa Zafiropulos;
“Muhtemel bir Yunan çıkarmasının hazırlığı, Rum milis güçlerinin teşkilatlandırılması ve silahlandırılması, İzmir civarıyla, bağlı sancak ve kazalarda oturan Rumların İzmir’e getirtilmesi” görevleriyle, İzmir’e gönderilmişti.
Bütün bu olayların çıkarılma amacı; 1912’ler Girit de, 1950’ler de Kıbrıs da da olduğu gibi; “Bir yandan Türkleri sindirip kaçırmak, diğer yandan İtilaf Devletleri’nin yetkililerine sayısal olarak Türkler’den fazla olduklarını göstermekti…”
23 Kasım 1918 tarihli “Köylü Gazetesi”, Papa Zafiropulos’un gizli ziyaretini ve bu ziyaretin hedeflerini, haber olarak açığa çıkardı.
Bu arada, “Vıctorio Emanuelle” adlı İtalyan savaş gemisi, Fransızlara ait torpil arama gemisi İzmir’e demirlemişti. İtalyanlar ve Fransızlar’ın da İzmir’de gözü vardı.
Telaşlanan Venizelos Hükümeti, Komutan Mavridis’i; Sivastopol’da bulunan İstanbul Yüksek Komiseri Galthorp’la görüşmeye gönderdi.
Bu ziyaret sonucunda, Yunanlılar’ın da, bir savaş gemisiyle İzmir’de temsiline ve Yunan Dışişleri Bakanlığı’na bağlı olarak, İzmir’de “Yunan Temsilciliği” oluşturulmasına imkân sağlandı…
Mavridis, “Küçük Leon” adlı savaş gemisi ile 24 Aralık 1918 günü İzmir’e demir attı.
Köylü gazetesinin, 25 Aralık 1918 tarihli bir haberi şöyleydi:
“Mavridis, onuruna verilen yemekte yaptığı konuşmanın sonunda, ulusal amaçlarına ulaşacaklarını beyan ettikten sonra (Hatta şimdiden “Yaşasın İzmir” diyebilirsiniz) cümlesini ilave etmiştir.”
Bu haber, her ne kadar barış görüşmeleri henüz başlamadıysa da, artık İzmir’in Yunanistan sınırlarına katılmasına az kaldığını açıkça gösteriyordu. (Türkmen Parlak’ın İşgal’den, Kurtuluşa 1 işaretli kitabından)
Çaresizlik duygusu içinde, İzmir’li bir kısım Türk genci, bir şeyler yapabilmek umuduyla, Mütarekeyi takiben, 23 Kasım 1918 de (Müdafaa-i Hukuk-ı Osmaniye Cemiyeti) Osmanlı Hukukunu Koruma Derneği’ni kurdu…
Mart 1919’da da, ayni gençler, İzmir ve Havalisi Komutanlığı’nı yapmakta olan Nurettin Paşa’nın olur ve desteği ile muvazzaf subaylarla birlikte (Müdafaa-i Vatan) “Vatan Savunması” adlı gizli bir örgüt kurdular.
14 Mayıs 1919; “Yunan geliyor, Allah’ını, milletini, İzmir’ini seven akşam namazından sonra Maşatlığa gelsin…” Türk çocukları için 1888 de açılan ilk Lise’nin, İzmir İdadisi’ nin öğrencileriydi bunlar. Yanlarında bir davulcu, Reddi İlhak ve Maşatlık Bildirisi’ni dağıtıyor, okuma bilmeyenler için böyle sesleniyorlardı. Geçmedikleri sokak, girmedikleri kahvehane kalmadı.
Türk Gençleri için 1888 tarihinde yapılan ilk İdadi (Lise) öğrencileri; Bu gençlerin hepsi Türk Ocağı’nın üyesiydi. Zaten, Lise’li olup da Türk Ocağı üyesi olmayan biri yoktu ki?
14 Mayıs 1919 sabah Lise Binası’nda toplanıldı. Takiben, halkın da katılımını sağlamak için Kemeraltı’ ndaki Türk Ocağı Merkezi’ne geçildi ve önemli bir toplantı yapıldı. Toplantı da;
* “İzmir’in Yunanistan’a ilhakını reddeden bir bildiri hazırlanıp, her yere gönderilmesi,
* Rum mahallelerinin de göreceği yer olan Maşatlık da bir miting düzenlenmesi ve bunun bir bildiri ile halk duyurulması,
* Silahlı mücadelenin, savaş gemilerinin top menzili dışında verilmesi,
* Kaçırılması mümkün olan savaş malzemelerinin İzmir’den çıkarılması,
* Hapishanenin boşaltılması,
* Mansurzade Emin Bey, Nurettin Paşa, Rauf Beylerin, Milli Kongre ve Hilal-i Ahmer’le (Kızılay) temas etmek üzere İstanbul’a gönderilmesi kararlaştırıldı…
“Reddi İlhak Bildirisini”; Ragıp Nurettin, Haydar Rüştü ve Mustafa Necati beyler Türk Ocağı’nda, “Maşatlık Bildirisini”; Çocuk doktoru Ali Agâh Bey, Moralızade Halit Bey’in Kordon’daki ticarethanesinde kaleme aldılar. Bu bildiriler; “Müttefik Sansür Kurulu’nca, 12 Mayıs’ da yayını durdurulan Anadolu Gazetesinin Matbaası’nı terk etmeyen, baş dizgici Ali Haki Baba ile makinist Mustafa Efendi’nin gözyaşlarına karışan alın terleri içinde, Anadolu Matbaasında” basıldı.
Reddi İlhak Bildirisi:
İzmir ve Havalisi Yunan’a ilhak ediliyor, İşgal başladı! İzmir ve çevresi tamamen ayakta heyecanlıdır, İzmir son tarihi gününü yaşıyor!, Son ümidimiz milletimizin göstereceği karşı koymaya bağlıdır. Miting ve telgraflarla her yere başvurunuz ve vatan ordusuna katılmaya hazırlanınız!
Maşatlık Bildirisi:
Ey Bedbaht Türk!
Wilson prensipleri insancıl başlığı altında senin hakkın gasp ve namusun yırtılıyor! Buralarda, Rum’un çok olduğu ve Türklerin, Yunan’a katılmasını memnuniyetle kabul edileceği söylendi ve bunun sonucu olarak güzel memleket Yunan’a verildi!..
Şimdi sana soruyoruz: Rum senden daha mı çoktur? Yunan egemenliğini kabule taraftar mısın? Artık kendini göster!.. Bütün kardeşlerin Maşatlıktadır. Orada yüz binlerle toplan. Ve ezici çoğunluğunu orada bütün dünyaya göster. İlan ve ispat et! Burada zengin, fakir, âlim, cahil yok. Fakat Yunan egemenliğini istemeyen ezici kütle vardır.
Bu, sana düşen en büyük görevdir, Geri kalma. Hüsran ve düşkünlük yarar getirmez. Binlerle, yüz binlerle Maşatlığa koş ve Heyeti Milliye’nin emrine itaat et! Bugün, Ordu Evinin olduğu yer ve Bahri Baba Parkı, Maşatlıktı. Yani, Yahudi Mezarlığı, Arkası, Eşrefpaşa’ya giden yokuş.. (Bu gün ki; Varyant yol.) Önü ise, teknelerin kalafat için çekildiği deniz kıyısı.
Amaç, yabancılara Türklerin azınlık olmadığını göstermek olduğu için, yer olarak Maşatlık seçilmişti. Orada yapılacak toplantı ve yakılacak ateş, Kordon’dan ve Frenk Mahallesi’nden çok iyi görülebilirdi.
Maşatlık Toplantısından bir görünüş, Kalafata çekilmiş teknelerin önünde, bayağı kalabalık toplandı. Yakındaki Karataş Karakolu’ndan polisler de gelmişti. Sarı Kışla’dan erler, bir kaç zabit. Onlar, İstanbul’dan gelen; “Direnilmeyecek” telgrafından haberdardılar.
Hasan Tahsin mahlasıyla Hukuk-u Beşer (İnsanın Hakları) Gazetesinde yazan Osman Nevres de aralarındaydı. Mırıldanıyordu; “Ellerini, kollarını sallayarak mı girecekler… Olamaz!.. Bu işin sonunda kan var!.. Ölüm var!.. Bunu anlamalılar!..” Öbek, öbek büyük ateşler yakıldı… Belli bir gündem yoktu… Söz alanlar içlerinden geldiği gibi konuştu… Sabah ezanı okunurken yemin etti, toplananlar! İşgale karşı direnilecekti!
İlk Kurşun
Hasan Tahsin (1888 – 1919)
Saçları dağınık, esmer teni güneşten iyice yanmış, uykusuz, sabah ezanına kadar süren Maşatlıkta toplantı sonunda Direnme Yemini” etmiş genç, Mahfel’e (Ordu Evi) doğru yürüyor ve kendi kendine söyleniyordu;
“Kollarını sallaya, sallaya mı girecekler? Olmaz… Olamaz ki!.. Bu işin sonunda ölüm var!.. Kan var!.. Bunu anlamalılar!..”
Konak Meydanı Ordu Evi
On gün olmuştu, bugün ki Tevfik Fikret Lisesi binasının arkasında bulunan Alsancak da ki, kira evini boşalttığı!.. Ordu Oteli diye adlandırılan Ordu Evine yerleşmişti! Odasına çıktı. Üç gömlek, bir takım elbise, iki kravat, bir kaç iç çamaşırı, bir kaç çorabı, bir de paltosunu tahta bavuluna yerleştirdi. İndi, hesabını kapattı!
Hemen çıkıştaki ayakkabı boyacısına baktı! Kendi boyundaydı! Adın ne?. Uzattı, tahta bavulu, “Hüseyin, sana olmayanları başkasına verirsin!” Gümrüğe kadar yürüdü!.. Kordon boyu, mavi- beyaz bayraklarla donatılmıştı! Kilise canları durmadan çalıyordu! Kadın, erkek, çocuklar herkes Kordondaydı! İlerde Rum kızları, eteklerini savurarak şarkılar söyleyip, dans ediyorlardı…
Yunan’ı karşılayan İzmirli Rum kızları; 15 Mayıs Perşembe Saat 09:00 sularında, Kordon’da ki, Klonarid Gazinosu karşısındaki rıhtıma yanaşan Patris adlı savaş gemisinden, Albay Saphiropolis komutasındaki Yunan tümeni karaya ayak bastı.
Evson askeri Kordon da
Bando önde, başpapaz Hristamos önderliğindeki Evson Alayı arkada, Kordon Boyunda gövde gösterisi başlamıştı. Bir tabur Evson askeri, öncü olarak Kokaryalı (Şimdiki Güzelyalı) yönüne doğru yürüyüşe geçti. En önde Yunan sancaktarı teğmen, arkasında Yarbay İstavriyanapulos atı üzerinde, arkasında zafer marşları çalan bando! Yavaşça kalktı! Olan parasını masada bıraktı! Koltuk altına yerleştirdiği roververini çıkardı! Kontrol etti! Yavaş adımlarla askeri otelin karşısındaki çınarın altına gitti ve beklemeye başladı.
Yunan taburu, Konak’taki Kokaryalı Tramvay Durağı yakınlarına geldiğinde, Hasan Tahsin birden yola fırladı ve o ilk kurşunu sıkarak Yunan bayraktarı teğmeni alnından vurdu! Kurşunu bitene kadar da direndi… Panikleyen Yunan alayı toplu bir saldırı olduğun zannederek, ilk başta dağıldılar, ardından ağır silahlarla ateş ettiler! Kurşunu bitmişti, şehit düştü… Dipçiklendi, tekmelendi… Üç gün cesedi kaldırılamadı, Şehit düştüğünde 31 yaşındaydı. Bir tabura savaş açacak kadar cesurdu! Attığı kurşun, Türk Kurtuluş Savaşı’nın meşalesini yakarken, bütün dünyaya da, Türk Ulusunun bu işgali hazmedemeyeceğinin mesajını veriyordu! Elbette, Selam ona!… Saygı ona!..
Çoğumuz, onun anıtı önüne gelir rahmet okur, onu saygıyla anarız. Ama onun asıl adını, yaşamını bilir miyiz? 1887, Selanik doğumludur. Mustafa Kemal’in okuduğu İlk Okul da okumuştur.
Recep Efendi bir oğlun oldu, adını ne koyalım? Adı Osman Nevres, ömrü uzun olsun!.. Onun asıl adına İzmir’de bir bulvar olduğunu da bilir misiniz? Şehit Nevres Bulvarı! Atatürk Heykelinin arkasındaki son sokak! O sokak doğru Montrö Meydanına çıkar. Behçet Uz Çocuk Hastanesi ve eski bir Protestan Katedrali olan St. John’s Katedrali de bu yol üzerindedir.
İşgal
Donanma geliyordu. Çelimsiz küçük kız, Sanatlar Mektebi’nin bahçesinden koşarak çıktı. Tramvay yolunu geçip, bağırarak eve daldı.
– Anne donanma geliyor, beni giydir!.. 15 Mayıs 1919! Gelen Yunan donanması!.. Öyle görmüşlerdi, donanma ne zaman gelmişse, her yeri şenlendirmişti. Gündüz bayraklarla, gece saçtığı ışıklarla! Adı üstünde donanma!
Ertesi günkü gazeteler “Donanmayı seyretmek için Kordon’a çıkan çarşaflı bir kadının kalabalıktan denize düştüğünü” yazıyordu! “İşgal…, Ulusçuluk…” Çoğu Müslüman Türklerce bu kelimeler bilinmiyordu!
Büyük Harp bitmiş, Yunan gelmiştir… İşgalin ikinci akşamı, “Türk evleri akşamları kapısına fener asacak” dendi. Annesi zar, zor asılacak bir fener bulabildi, bir de mum!
Hiçbir şey anlayamıyordu küçük kız? Komiser amca gitmişti… Tanıdığı polisler yoktu… Karakolda tanıdık bir tek bekçi kalmıştı… Artık, karakolun kapısında eteklikli askerler duruyordu. Ayni askerlerden Sanatlar Mektebi ile Askeri Hastane kapısında da vardı. Yunanistan’dan gelmişlermiş… Annesi bunlara “Efsun Askerleri” diyordu.
Babaları bir süre önce çekip gitmişti. “Yunt Dağı’na odun kömürü yakmağa gitti”, kimi zaman da “Manisa’da” deniyordu. Yıllar sonra anladı ki, “İngilizler işgal etsin, buraya altın yağar” diyen babası Yunan işgalinden kaçmıştı.
Bir zamanlar akşamları, annesinin de katıldığı kah Eczacı Ferit Bey’in annesinde, kah Osmanzade İhsan Hanım’da, kah Paşalar’da, kah Şam’lı Bedia’da toplanıp, ut, def, tambur çalıp, şarkı söyleyip, çengi (erkek dansöz) dahi oynatan semt kadınları artık sokağa çıkamaz olmuşlardı.
Kestelli Yokuşu’nda ki bir tekkenin şeyhi olan, küçük kızın müzik hocası Şeyh Cemal Efendi karşılarında ki evde oturuyordu, Bu evde haftanın belli günlerinde, bir kaç mahalleli toplanır, saz çalınır, şarkı geçilirdi. Ama artık, Şeyh Cemal Efendi’nin evinde de saz çalınıp, şarkı geçilmiyordu!..
Tramvay Yolu’na kadar kat, kat bahçesi olan, sırtını dik kayalıklara dayayan, park gibi bahçesinde genç Mansurzade’nin yeni çıkan kâğıt lira ile sigarasını yaktığının söylendiği, karşılarındaki köşkte de ışıklar yanmaz olmuş, bir tek bekçi kalmıştı…
Hamam Sokağı’na girince, evlerinin çapraz karşısı, sağdaki ilk sokak başında, kendilerine de diken, terzi Rum bir kadın otururmuş, adı Mariya! Kendi halinde iyi bir kadın olarak bilirlermiş… Ne olmuştu Mariya ya? Evlerinin köşesinden her geçişte; “Münirana… Münirana… Burası Atina olacak” diye, annesine seslenerek geçiyordu. Köpeğinin adını “Kemali” koymuştu!.. İşgal üzerinden 5 ay ya geçmiş, ya geçmemişti. Annesinin elini tutmuş gene Şükriye teyzelere gidiyorlardı. Sanatlar Mektebi önünde nöbet tutan Evson askeri, önünden geçen küçük kızın yanağını okşamak istedi!.. Bir şaklama duyuldu, küçük kızın eli kalkmış nefretle Evson Askeri’nin koluna inmişti. Yunan donanması gelirken “Anneee, donanma geliyor, beni giydir” diyerek eve koşan küçük kızın artık, hep çatıktı kaşları! Gülemiyordu da! Sürekli çaldığı, Yemen Türküsü ile bir marştı:
“Dünyalara bedeldir mah cemalin, Allah’ıma emanettir Kemal’im…” Osmanlı Türkleri Ulus’a dönüşüyordu!
***
Bu arada, Osmanlı’ya Sevr Antlaşması (Paris’in 3 km batısındaki Sevr banliyösünde Osmanlı İmparatorluğu ile İtilaf Devletleri – Britanya İmparatorluğu, Rusya, Fransa, İtalya, ABD, Yunanistan, Belçika…- 10 Ağustos 1920 tarihinde imzalanan ve Ankara Hükümetini fiilen ve hukuken geçersiz kılan barış antlaşması) imzalatılır! Öyle bir antlaşma ki, tek kelime ile dayatma! Nasıl mı? Dr. Cemil Topuzlu Paşa, Paris’te karşılaştıkları faciayı anlatırken; “Sevr’de sanık muamelesi görüyorduk. Elinde bir tomar kâğıtla ayağa kalkan Klemenso;
“Efendiler siz savaşa nedensiz girdiniz. Çanakkale’yi yıllarca kapattınız, savaşın dört yıl uzamasına, milyonlarca insanın ölmesine neden oldunuz. Bundan dolayı bugün size teklif etmekte olduğumuz antlaşma şartları çok ağırdır. İçindeki maddeleri asla görüşmeyeceğiz ve kesinlikle tartışmayacağız. Onların bir kelimesini bile değiştirmeyeceğiz. Bütün halinde ve aynen, birkaç gün içinde inceledikten sonra kesinlikle kabul etmenizi istiyoruz” dediğini ve bu arada Venizelos’la, Nubar Paşa’nın keyiften kıs, kıs güldüklerini görünce, oturduğu yerde titremeye ve ter dökmeye başlar. Artık, idam hükmümüzü almış bulunuyorduk” diye yazmaktadır!
Rıza Tevfik ise; “Bizlere ağız açmak yasaktı. Sadece imzalamak düşüyordu” diye özetler.
İşte, Sevr’den iki sene sonra yapılmıştır Lozan Antlaşması.. 30 Ağustos Zaferi sonucunda yapılan Lozan Antlaşması ile Sevr Anlaşması yırtılmış ve hükümsüz hale getirilmiştir! Bizim dışımızda, 1. Dünya Savaşın da yenik düşen devletlerin hiçbiri onlara kabul ettirilen antlaşmaları bu kadar kısa bir zamanda hükümsüz hale getirememiştir!.. Örnek Almanlara imzalatılan Versaille Antlaşması!..
30 Ağustos Zaferi sonucu akdedilen Lozan Antlaşmasının önemini anlatabilmek için, Sevr Antlaşması sonucu, Türklere bırakılan sarı boyalı yere, yeniden bakın! Sevr Antlaşması sonucu, galip devletlerin paylaştıkları Anadolu Resmidir! Şimdi de, Lozan Antlaşması ile ortaya çıkan T.C. Devletinin hudutlarına bir bakın! Lozan Antlaşması ile ortaya çıkan T.C. Devletinin hudutlarının resmi. Başka söze ne hacet!.. Bilin ki; 30 Ağustos zaferi ve onun sonucu Lozan Antlaşması imzalanmasaydı; biz Türkler balığı Tuz Gölü’nde görürdük!..
Yazar Önder Limoncuoğlu, İzmir, 23 Temmuz 2021