“Neden (Sizden Başka) Herkes İkiyüzlüdür?

“Neden (Sizden Başka) Herkes İkiyüzlüdür?

“İnsanlar inançlarına göre kucaklanır ya da kınanırlar.” Steve Pinker

Farklı fikirler, bireyin başta iç dünyasını sonra da yaşama bakış açısını değiştirir. İç dünyamız büyüdükçe de dış dünyamızın büyüdüğünün ayırdına kolayca varabiliriz.

Önyargıların tutsağı olmadan değişik ve farklı fikirlere açık olmak, özgür ve özgün bir şekilde düşünebilmek her babayiğidin harcı değildir. Oysa çoğu insan kültürel olarak cesaretli değil de genelde çekingendir, sadece kendini onaylamak için okur ve araştırır. William James’in dediği gibi, “Çoğu insanın düşünmekten anladığı şey, önyargılarını yeniden düzenlemektir.” Bu nedenle salt kendi düşünce ve değerlendirmelerini onaylama peşindeki “kapalı akıllılar” dan değil, açık ve geniş beyinlilerden olmak daha tutarlıdır.

Yani, alışılmış akıl kalıplarımızın ötesine geçmeye çabalayarak, beynimizde doğuştan oluşan düşünce putlarımızı ve dogmalarımızı kırarak işe başlamakta yarar var.

Ancak bütün düşünce pencerelerimizi aynı anda açarsak, mecazi anlamda, aklımız cereyanda kalabilir! Yeni fikirleri, bir düşünce sistematiği ve mantık modeli üzerine yerleştirecek şekilde zihnimizde tasarlamalı ve düzenlemeliyiz. Aksi takdirde fazla düşünmeden öğrenmek beyin obezliğine neden olabilecektir. Ne kadar çok ve çeşitli fikir tükettiğimiz değil, onları ne kadar ve nasıl özümsediğimiz bizi geliştirir. Sonuçta, fikirler bizi değil de biz fikirleri yönetmeliyiz.

İşte bu yönüyle, ülkemizin eğitimsiz, cahil ve önyargılar içinde yüzen ucuz ve çapsız kahramanlara ihtiyacı yoktur. Çünkü bunlardan fazlasıyla çevremizde ve toplumumuzda var.

Nitekim Steve Jobs’ın konunun bu yönüyle toplumda çalışmayı sevmeyen bireyler için yakıştırması anlamlı: “En zor işleri vermek için en tembel insanı seçerim. Çünkü o işi yapmanın kolay bir yolunu mutlaka buluyorlar!”

Ama bizlerin toplum olarak gereksinim duyduğu; eğitimli, bilgili, sağduyulu, önyargılardan arınmış bilge ve kâmil insanlar ile bu özellikle donanmış dost ve arkadaşlarımızdır. Ancak bu kaynağın sınırlı olduğunu açıklamakta da sakınca yok!

Hepimizin en iyi arkadaşı tek bir kişidir. O halde “En iyi arkadaşlık kıt bir kaynaktır,”  dersek, yanlış bir ifadede bulunmuş olmayız. Bu yönüyle, birinin en iyi arkadaşı olmak, değerli bir şeydir. En iyi dost bize ihtiyaç duyduğumuz zamanlarda yardımcı olacaktır. Daha da önemlisi birinin en iyi arkadaşıysak, o kişi toplumsal hayatta kaçınılmaz çatışmalar olduğunda kesinlikle bizim tarafımızda yer alacaktır demektir.

Böyle bir en iyi arkadaşı olabilmesi şansı mıdır o insanın? Nitekim iki zar atıldığında yedi gelirse- zarların hilesiz olduğunu varsayalım– bunun nedeninin sadece şans olduğunu biliriz. Bu gibi vakalarda bile insanlar kontrolün kendilerinde olduğunu düşünürler. Bir dizi klasik bulgular bu noktaya işaret eder. J. Henslin, barbut oynayan taksi şoförlerinin merak uyandıran etnografyalarını ortaya koyarken şu olguyu saptamıştır: “Yüksek sayı istediklerinde insanlar zarı sert savurur, düşük sayı istediklerinde ise yumuşak şekilde ‘yavaşça’ masaya yuvarlarlar…”

Beynimizin farklı parçalarının farklı işlevleri olduğu üzere aklımızın da bazı alt programlarının görmeyi sağlaması, bazılarının dil, bazılarının kasları kontrol etmesi gibi geri kalanların da işlevleri vardır: Eş seçmek, arkadaşlık kurmak; örneğin afyonlu kek yapmak gibi şeyler için beynin diğer bölümlerini ahlaki açıdan kınama gibi. İşte bu kitap, zihinsel mekanizmanın bu farklı parçalarının hepsinin birbiriyle nasıl uyum içinde çalıştığı ya da zaman zaman da çalışmadığına, zihin hakkında bu şekilde düşünüldüğünde insan düşünce ve davranışındaki çelişkilerin nasıl açıklandığına odaklandı,” derken Evrimci Psikoloji’den ilginç kesitler aktaran Robert Kurzban’ın Neden (Sizden Başka) Herkes İkiyüzlüdür? -Why Everyone (else) is a Hypocrite” adlı eserini inceledim ve sizle paylaşıyorum.

*Başkalarının ikiyüzlü olduğunu tespit etmenin bir kazancı var. İkiyüzlülüğü tespit etmek veya göstermek, üstünlük elde etmek için ikiyüzlü olmaya çalışan insanları bastırırken size müttefik kazandırabilir. Peki ya kendi ikiyüzlülüğümüz?

Öbür insanlarla karşılaştırınca insanlar kendilerini daha az önyargılı görüyorlar. İkiyüzlü olma âlemine gelirsek, İncil zamanlarından beri riyakârlık bilinmektedir. “Neden kardeşinin gözündeki çöpü görürsün de kendi gözündeki merteği seçmezsin?”

İnsanlar niçin acaba, kendi ahlaki tutarsızlıklarına karşı kördür? Birinci olarak, ahlaki tutarsızlıkları fark etmek çoğu zaman zor olabilir. Bu şu anlama gelir: Ancak başkaları bizi fark edip bundan sorumlu tuttukları ölçüde tutarlı olma gereği duyarız. Bu anlamda tutarsızlık, ayıyla karşılaşan iki yürüyüşçünün fıkrasına benzer. Biri hemen ayakkabılarını giymeye çalışırken, arkadaşı ayıdan hızlı koşamayacağını söyler. Ayakkabıyı giyen şu cevabı verir: “Ayıdan değil, senden hızlı koşsam yeter.”

Politikacıların neden ikiyüzlü olduğuna dair nedenlerden biri belki budur.

*Bazı alanlardaki rekabeti anlamak daha kolaydır. Örneğin nitelikli bir eşe sahip olmanın yararı, alelade birini kolunuza takmaktan fazla olacaktır, iyi bir eşe sahip olmak öylesine önemlidir ki psikolog Geoffrey Miller, mantıksız ölçüde büyük beyinlerimizin evrimindeki motor gücün eşler için yapılan bu rekabet olduğunu iddia etmiştir. Miller’a göre, tavus kuşunun kuyruğu gibi olan beyinlerimiz, atletizm, şiir, beyin hakkında kitap yazma gibi işleri yapmamızı sağlayarak, en iyi eşi kendimize çekme yarışmasında bize yardımcı olan cafcaflı reklamlara benzer.

* Neden insanlar, kürtaja karşı, kürtaj taraftarı, uyuşturucuya karşı, fuhuşa karşı, piyasalara karşı, çıplaklar plajına karşı ve oyuncak ayılara Muhammed isminin verilmesine karşı? Bunlar güzel sorular.

Benim-evrimci psikolog olarak- bakış açıma göre insanlarla ilgili en acayip şeylerden biri, diğer insanların ne yapıp ettikleriyle çok fazla ilgilenmeleridir. Biz farklıyız. Diğerlerinin neler yaptığına dair çok fazla özen gösteriyor gibiyiz. Diğer insanlar bir yaprağı yakıp dumanı içine çektiğinde, sihirli sözcükler telaffuz ettiğinde, bedeninden bir parçayı başka birine sattığında (veya kiraladığında) sadece buna dikkat etmekle kalmıyor, cezalandırılsın diye bas bas bağırıyoruz.

Bu birinci dereceden biyolojik gizemdir. Birçok kişi çözdüğünü iddia ededursun, bu gizem henüz çözülmedi. İnsanların neden “ahlaki” olduğuna ilişkin açıklamalar, gerçekte neden cömert olduklarına ilişkindir ki bu tamamıyla farklı.

*Toplumsal hayatın ne kadar önemli olduğuna yönelik bir kanıt arıyorsak, acı ve zevk duyularımıza bakmalıyız. Bu duyuları açıklarken akla gelen en basit düşünce, evrimin, size kötü bir şey oluyor dediğinde acıyı, yapmanız gereken şey dediğinde ise zevki kullanıyor olmasıdır.

Ve evrim size toplumsal olmanız gerektiğini söylüyor. Geçtiğimiz birkaç on yıl boyunca elde edilen bulgular, yalnız yaşayan insanların bedensel ve ruhsal hastalıklara yakalanma eğilimlerinin daha çok olduğunu göstermiştir.

*Hayvanlar alemine baktığımızda, kendilerine özgü ekolojik konumlarına göre, organizmaların uyum yeteneklerini yansıtan işaretler görürüz. Örneğin: Çardakkuşu eşini cezbetmek için yuvasını süsler, balarıları gıda maddelerinin yerini birbirlerine bildirmek için dans ederler, yarasalar, böceklerin yerini tespit edip yemek için radar kullanırlar, Amerika keçeli sıçanı (possum), büyük bir teatral yetenek sergileyerek, muhtemel bir yırtıcı onunla ilgilenmesin diye ölü taklidi yapar.

*Richard Nisbett ve Timothy Wilson psikoloji alanının gelmiş geçmiş en büyük klasiklerinden olacak bir deney yaptılar: Deneyde, insanlara birbiriyle tıpatıp olan, yan yana dizilmiş dört külotlu çorap gösterilmiş ve hangisinin en iyi olduğu sorulmuştur. Denekler hepsinin aynı olduğunu bilmediklerinden, kendilerine göre seçim yapmışlardır. Birbirinin aynısı külotlu çoraplarla karşılaştıklarında insanların en sağdakini seçtikleri ortaya çıkmıştır. Yani seçme dürtüsünü belirleyen nesnenin konumu olmuştur. Ne var ki, bölünmüş beyinli hastalar gibi, seçim yapan insanlar da gerçekte bu seçimi onlara neyin yaptırdığını söyleyememişlerdir. Bunun yerine külotlu çorabın dördü için de aynı olduğu halde, bazı özellikleri işaret etmişlerdir: Renk, doku vb.

*İnsanları gezegendeki diğer bütün türlerle karşılaştırırsanız, inanılmaz ölçüde toplumsalız. Diyelim ki bir sopa çekirgesisiniz. O zaman uygunluk dereceniz büyük ölçüde toplumsal olmayan şeylere bağımlı olur. Ne kadar çok sopaya benzerseniz bu sizi avlanmaktan o kadar kurtarır. Yaptığınız bazı şeyler toplumsaldır -eş bulmakta başarılı olmak zorundasınız- ama sopa çekirgesi olarak sahip olduğunuz tasarım, sopaya benzemek gibi toplumsal olmayı gerektirmeyen uyum problemlerini çözmek içindir. Öte yandan insanlar çok farklıdır. İnsanların başarısı yırtıcılardan kaçabilmek, yiyecek bulmak gibi şeylerle ilgiliydi, ilgili olmak zorundaydı. İnsanoğlunun başarısı derinlerde toplumsal dünyayı yönlendirebilme yeteneğine bağımlıdır.  İnsan beyninin niçin bu kadar büyük olduğuna -vücuda oranla gerçekte büyüktür- ilişkin sürüp giden tartışmalarda, bu sürecin ateşleyici gücü nedir, sorusuna en iyi yanıt toplumsal alanlardaki rekabet olacaktır. Arkadaşlıklar ve ittifaklar kurmakta bireylerin yapabilirlikleri, insanın evrimsel tarihi boyunca üremeye yönelik başarısında çök önemli roller oynamıştır.

*Arkadaşlıkta kıskançlığın önemi, görüşüme göre küçümsenebilir. Gelişim psikolojisinde bazı çalışmalar vardır. Yapılan araştırmalara, büyüklerin aksine, çocukların en iyi arkadaşlar listesine kimleri dahil ettiğini diğer insanlara söylemekte hiçbir sakınca görmediklerini gösteriyor. Öte yandan yetişkinler oldukça ketumlar, bu bilgiyi paylaşmak konusunda o kadar istekli görünmüyorlar.

* Yaptığımız şeyin çoğu, toplum nazarında değerli olmak içindir. Bilgi, ustalık ve kaynak edinme çabalarımız, hiç değilse kısmen bir insanı toplumsal dünyada değerli kılacak uyarlamalar tarafından güdülenmiş olabilir. Her defasında, sevilmek, âşık olunmak, tapılmak ve diğerleri tarafından gereksinmek için kendilerini eşit şekilde eğitmiş insanlarla rekabet ediyoruz. Sizin değerli biri olduğunuza dair diğerlerini ikna etmeniz önemli, hatta insanlar için en hayati olan şey uyum sorunudur.

* Hepimizin içinde insanların bazen “kendilerini kandırdıklarına” dair hisler dolanıp durur. İyi de bu ne demek olabilir? Kandırmanın ortaya çıkması için şu ikisi zorunludur: Aldatmayı yapan birisi ve aldatılacak bir şey.

“Kendini kandırmanın” aslında aynı kefeye koyulan iki farklı fenomen olduğu ortaya çıkar. Genellikle çok iyi bir öğretmen olduğuma inanırım, kesinlikle ortalamanın üstündeyim. Dıştan bakıldığında, birçok meslektaşım, dersler söz konusu olduğunda kendi yeteneklerine ilişkin benzer inançlara sahiptir. Bu ifadesi çokça alıntı yapılmış Patricia Cross bunu şöyle belirtiyor: Akademisyenler kibre bulaşmış bir kendinden hoşnut olma durumu sergiliyorlar. İçlerinden %94 gibi büyük bir oran, kendilerini ortalamanın üstü öğretmen sınıfına koyuyor, %68’i ise kendilerini öğretme performansı açısından en yüksek çeyreğe yerleştiriyorlar.”

Kolej öğretmenlerinin, aralarında büyük olasılıkla benim de olduğum %94’ünün ortalamanın üstü olması imkânsız olduğuna göre yanlış olmalı. İnsanlar zekada yarışmak, iyi geçinmek veya araba sürmek gibi ustalıklarda diğer insanlarla karşı karşıya geldiklerinde, kendi yeteneklerini abartma eğilimi taşırlar.

*İnsanlar kiminle arkadaş olacaklarına, kimi eş seçeceklerine, kimi müttefik sayacaklarına ilişkin karar vermeliyse, o zaman en önemli şey diğerlerinden daha iyi olmaktır. Araba kullanmakta “çok iyi olmak” diğer herkes “mükemmelse” hiçbir işe yaramaz.

* İkiyüzlülük tarafsızlığın altını oyar. Ahlaklı olmayı, kanuna karşı gelenleri dövdüğümüz sopalar gibi algılıyorsak, o zaman kurallar herkese uygulandığında ilk bakışta hiç kimse kötü durumda olmaz. Diğer yandan sopaları bazılarının üzerinde deniyor, diğerlerinde denemiyorsak, bu apaçık bir ihlaldir.

*Ahlaki ilke vakanın birinde uygulanıp onunla ilgili bir başka vakada uygulanmazsa, insanlar işin özü itibariyle, sadece kendileri için iyi olan (ya da diğerlerine kötü olan) kuralları kabul eder, kendilerine zararlı (başkalarına yardımcı) olanları dışlarlar. Özünde ikiyüzlülük, adam kayırma anlamına gelir. Kurallar sana uygulanıp bana uygulanmazsa ben üstün duruma geçerim ikiyüzlülüğü kuşanan sezgilerimiz, başka insanların, halkın (başkanların veya polislerin) ahlak sopasını kendilerine, ailelerine ya da yandaşlarına yarayacak şekilde kullanmasını engeller.

* Ahlaki yargılar sopa gibidir, ahlaki kural ise bir şey yapan insanın yaptığı o şey için nasıl cezalandırılması gerektiğini söyleme biçimidir. Hepimiz -özellikle demokrasilerde- aynı görüşe sahip olduğumuzda, grup olarak, farklı şeyler yapanları durdurmak için bu sopaları kullanacağımızı söylemiş oluyoruz.

Yazan ve Derleyen Halit Yıldırım, Antalya, 25.7.2020

Share This
COMMENTS

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir