Okuma Boşluğunu Kapatmak…
Okuma Boşluğunu Kapatmak-Öğrencilerimizin Güçlü Okuyucular Olmasını Nasıl Sağlarız?
“Okuyanlar, iki kat daha iyi görürler.” Menandros, MÖ 4. Yüzyıl
“Bazı kitapların tadına bakılır, bazıları yutulur ve çok azı çiğnenip sindirilir.” Francis Bacon
“Okuma” bağlamında Çetin Altan’ın şu altı çizilecek düşüncelerine şu anda (ülkemiz gerçeğinde) bir kez daha hak vermemiz gerektiğine inanıyorum: “Okumadığımız için az yaşayan insanlarız. Az yaşayanlar hem genç kuşakları iyi yetiştiremez hem de özlenen bir hızla gelişemez. Ne yazık ki okumadığımız için ne kadar az yaşadığımızın bilincinde değiliz…”
Erken Mezopotamya tabletleri, aynı modern akıllı telefonlarımız gibi fonksiyonel bir şekilde cep tipiydi (eni yaklaşık yedi santimetre). Bir kese dolusu kil tablet, ilk ilkel “kitapları” oluşturuyordu. En iyi örnekleri Mısırlı hiyeroglifler olan, akılda kalıcı piktogramlar (kelimeleri ya da cümleleri resimlerle anlatma sistemi, resim yazısı) ünlü bir şekilde varlıklarını sürdürmüş olsalar da bugünkü yazılı dil sistemimizin köklerini Sümer’de, çiviyazısında bulabiliyoruz. Okumanın doğumu da burada başlamaktadır.
Okumanın önemini unutmaya meyilli olursak, eski köle, büyük devlet adamı ve yazar Frederick Douglass’a atfedilen şu sözlere de kulak vermeliyiz: “Bir kere okumayı öğrendiğinizde, sonsuza dek özgür olursunuz.”
Her ay, her gün, hiç okumayan insanlar tarafından binlerce kitap satın alınıyor. Onlar sadece okuduklarını sanırlar. Sadece kendilerini eğlendirmek, onların deyişiyle “zaman öldürmek” için kitap satın alırlar; bir-iki saat içinde gözleri tüm sayfaların üstünden geçirdiğinde, bakmakta oldukları şeye dair zihinlerinde bir-iki belirsiz fikir kalır ve bunun gerçekten okuma olduğuna inanırlar.
“Falanca kitabı okudunuz mu?” sorusuyla karşılaşmaktan veya birisinin “Falanca ve filanca kitabı okudum,” dediğini duymaktan daha olağan bir şey yoktur. Ancak bu insanlar konuşurken ciddi değillerdir. “Şunu okudum,” veya “Bunu okudum,” diyen bin kişiden, okuduğu şey hakkında duyulmaya değer herhangi bir görüşü ifade edebilecek muhtemelen bir kişi bile yoktur. Son tahlilde denilebilir ki, bir kitabın içeriğiyle ilgili özgün bir görüş ifade edemeyen hiç kimse, kitabı gerçekten okumuş sayılamaz.[1]
İnsanlar farklı nedenlerle okur. Şöyle ki:
- Kimi hoşça vakit geçirmek için,
- Kimi dünyasından kaçmak için…
- Kimi gevezeliğine malzeme arar,
- Kimi bilgiçlik taslamak için okur,
- Kimi yazabilmek için,
- Kimi öğrenmek için okur.
Benden size tavsiye, sadece daha iyi Düşünebilmek için okuyun! (Bülent Eczacıbaşı / Aklımızda Bulunsun)
Son tahlilde şu ifadeyi vurgulayarak ana temayı betimlemek isterim: “Paran kadar konuş yerine, okuduğun kitap kadar konuş” denilen bir toplumun bireyi olursak “insanım” diyebiliriz.
Bu seferki paylaşım temam, yine OKUMA üzerine….
Alex QUIGLEY’in ülkemizde ilk basımı Mart 2022’de yayınlanan “Okuma Boşluğunu Kapatmak-Closing The Reading Gap-Öğrencilerimizin Güçlü Okuyucular Olmasını Nasıl Sağlarız?” adlı eserini derledim ve sizlerle öne çıkan birkaç paragrafı aşağıya aktarıyorum:
* Dizüstü bilgisayarlarımızı atmalı mıyız? Muhtemelen hayır. Zamanı tersine döndüremeyiz. Bu yüzden de öğrencilerimizi dijital alanda nasıl okuyacakları konusunda eğitmek, en uygun seçimdir. Öğretmenler olarak, öğrencilerimizden nerede ve ne zaman ekran okuması yapmalarını istediğimizi ya da bunun yerine nerede ve ne zaman basılı kitap okumalarını istediğimizi gözden geçirmemiz gerekiyor. Yeni teknolojinin etkileri konusunda korku tellallığı yapmaktan kaçınmalıyız ki geçmiş yüzyıllarda yapılan bu tip kaygılı yorumların hatalarını tekrarlamayalım.
* Birçoğumuz için “okuma” kelimesi üzerine düşünmek, sevdiğimiz birinin sıcak kucağında okuduğumuz güçlü anılarımızı canlandırabilir. Benim için babamın yatağımın yanında oturup bana okuduğu bulanık anıları canlandırıyor. İlk okumalar bir ebeveynin kucağında da olsa, sınıfta halının üzerinde ya da sıcak bir okuma köşesinde de olsa, dünyada hayat boyu sürecek iletişimimizi şekillendirecek bir kalıbı nazikçe ve kalıcı bir şekilde hazırlıyor. Bu yüzden de okumak, iç dünyamızın bir parçası olmakla beraber dünyadaki günlük hayatımızın bir parçası olarak da hem oldukça özel hem de umumi olabiliyor.
* Tipik okuma oranı dakikada 240 kelimedir. Eğer isterseniz, sayfaları hızlıca geçerek bu süre içerisine birkaç bin kelimeye göz gezdirebilirsiniz. Kelimelerin bazılarını deşifre etmeyi başarabilirsiniz ancak okuduğunuzu tamamen anlamanız eğer çok basit bir metin değilse, pek mümkün değildir. Bu kadar basit bir metin muhtemelen sınıfta karşınıza çıkmayacaktır.
Dakikada 240 kelimeden çok daha hızlı bir şekilde okuyorsanız, o zaman gerçekten okumuyorsunuzdur. Bunun yerine göz gezdiriyorsunuzdur (okunulan metin üzerine genel bir fikir edinmek için hızlı okumak) ya da tarıyorsunuzdur (belirli bir bilgi bulmak için okumak). Bunlar son derece fonksiyonel okuma stratejileridir. Bazı önemli bilgilerin yerini saptamanıza yardımcı olabilir ancak bütün metinler üzerine derin bir algı oluşturmanıza pek yardımcı olamaz. Okumanın amacı anlamaktır ve okuduğumuza dair böylesi bir algı kazanabilmemiz için daha yavaş ve çaba gerektiren bir dikkat vermemiz gerekir. * Kâğıdın yaygın bir şekilde kullanılması, bugün bildiğimiz anlamdaki kitapların yaratılmasında tabii ki belirleyici bir etken olmuştur. Ama dahi bir Alman değerli taş kesicisi ve sarrafın geliştirdiği makine, dünyayı gerçek anlamda değiştirdi. 1450’de matbaa makinesinin icadıyla taşınabilir bir tür çıkınca, Orta Çağ sona erdi ve (okumanın gelişimine dayanan) bir keşif çağı başladı.
* Okuma eyleminin, hızlı bir şekilde ekran kaydırmadan oluşan seyreltik bir diyete dönüşmesi üzerine endişelerimiz yerinde midir? Sokrates’in kuşkucu korkularını yeniden canlandırmalı mıyız?
Saygın yazar ve eğitim profesörü Maryanne Woolf, okuma alışkanlıklarımızdaki zarar verici ve geri dönülemez değişikliklere dair korkularını hassasiyetle yazmıştır. “Bir bilim insanı olarak beni endişelendiren, bizler gibi uzman okurların, birkaç saat (ve yıl) boyunca günlük ekran okumasının ardından, daha uzun ve daha karmaşık metinler okurken esas süreçlere adadığımız dikkatin fark etmeden değişmesidir.” Bu sismik değişikliklerin hâlâ ortasında olmamıza rağmen teknolojinin kısıtlamalarına dair kanıtlar olduğunu biliyoruz. Televizyonun derin düşünmemize yardımcı olmadığını uzun zamandır biliyoruz. Bu nedenle bebekler dillerini geliştirirken televizyondaki konuşmaları izlemek, bir kitap okumakla aynı faydaları sağlamıyor. Aynı zamanda ortak okuma sırasında, basılı kitaplara oranla e-kitap okumanın daha az etkileşim getirdiğine dair kanıtlar da bulunmaktadır. Yani basılı kitaplarımızı tutmaya devam edip teknolojik aletlerimizi bırakalım mı? Muhtemelen ikisine de ihtiyacımız olacak.
* Okumanın kendi başına bir kültürel değer olarak gerçekleşmesi de uzun bir zaman almıştır. Bir zamanlar romanlar, şiire oranla havalı bulunuyordu. Birkaç yüzyıl sonrasına geldiğimizde çocuk edebiyatı küçümseniyordu. Enid Blyton gibi büyük yazarlar, kullandıkları kelime dağarcığını sadeleştirmek ve hassas gençlerimize zarar vermekle suçlanıyorlardı. Tanıdık geliyor mu? Öğretmenler ve vasiler olarak, okuma konusunda tetikte olmalıyız.
*İngiliz dilinin binlerce yıl boyunca, dünya üzerindeki 350 farklı dilden kelimeler çaldığını ya da ödünç aldığını göz önünde bulunduracak olursak, çok karmaşık bir şifre geliştirmiştir. İngiliz dilinin Alman dilinden üç kat ve Fransız dilinden altı kat daha fazla kelimeye sahip olduğunu düşünecek olursak – oh, üstelik kelimelerin birçoğu çok anlamlı (birden fazla potansiyel anlam taşıyan kelimeler) ve farklı yazılış şekilleri içeriyor- deşifre etme çok zorlu bir görev haline geliyor. Okuyabilmek için beynimizde erişebileceğimiz çok fazla dil depolamamız gerektiğinden, bu hayat boyu süren bir çalışmaya dönüşüyor. İngiliz dilinde okuma becerisinin edinilmesi, “daha basit” dillere oranla iki kat daha uzun sürmesi şaşırtıcı bir şey mi?
* Makineli, tüfek kadar hızlı okumak çoğu zaman uygun değildir. Okuduğumuz sırada gözlerimizin yaptığı hareketlere dair veriler, yüzyılı aşkın süre öncesine dayanıyor. 1908 yılında Edmund Huey, okuma sırasında göz hareketini takip edebilecek bir aygıt geliştirdi. Böylece bir başka okuma efsanesine meydan okunmuştu: Düşündüğümüz kadar pürüzsüz bir şekilde okumuyoruz.
Göz hareketlerini tarif etmek için bir başka benzetme yapacak olursak, bir arabayı ilk kez sürmeye çalışırken sürekli olarak tutukluk yapan ve aniden duran taze bir şoför gibi okuyoruz. Sadece bütün bunları milisaniyeler içerisinde yapıyoruz.
* 1627 yılında, Francis Bacon, tüm okumaların aynı olmadığına dair bilgece bir gözlemde bulunmuştur. Herhangi bir günde bir alışveriş listesi okumaktan, bir web sitesinde günün haberlerini okumaya ve ardından klasik bir roman okumaya geçiş yapabiliriz. Her bir okuma eylemi için farklı amaçlarımız oluyor, dikkatimizi farklı derecelerde veriyoruz ve hatta farklı roller oynuyoruz.
* Disleksi kavramı, bu tür zorluklar karşısında sıklıkla yaratıcılıkla özdeşleştirilir. Tarihimizin her yerine yayılmış bir dizi meşhur dahi, disleksi başarı hikayesi olarak anlatılır. Pablo Picasso’dan Auguste Rodin’e, Agatha Christie’den Walt Disney’ e ve Steven Spielberg’den Whoopi Goldberg’e kadar birçok ünlü insan disleksiktir.
Basitçe özetleyecek olursak okumak, geliştirmesi ve öğrenmesi karmaşık bir beceridir ve böylece disleksi de karmaşık bir okuma rahatsızlığı oluşturur. Disleksi üzerine baskın bilimsel fikir birliği, disleksinin, beynin sesleri harflerle hatasız bir şekilde eşleşme zorluğu yaşadığı ses bilimsel bir eksikliğin sonucunda ortaya çıktığı yönündedir. Okuma eylemi sırasında, sesleri ve kelimeleri işlemede kalıcı küçük gecikmeler, zararlı sonuçlarla kümelenmektedir. Bir kelimeyi tanımakta birkaç milisaniyelik gecikme, o kelimeyi geçmiş bilgiler deposuna bağlamaya çalışmakta yaşanan birkaç milisaniyelik gecikmeyle birleşiyor ve bütün bunlar bir araya gelerek yavaş, büyük çaba gerektiren ve genellikle kopuk bir okuma deneyimine neden oluyor.
* Önümüzde uzun bir yol var. Ekonomik Kalkınma ve İş birliği Örgütü (OECD) tarafından 2013’te yürütülen küresel bir araştırma, 16 ila 24 yaş aralığındaki jenerasyonun, ebeveynlerinden daha düşük okuryazarlık oranlarına sahip olduğunu göstermiştir. Bu durumun sosyal hareketliliğin, kütüphanelerin kapatılmasının ve okul bütçelerini düşürmenin yarattığı karanlık tehdit hakkında neler anlattığını bir düşünün. Belki de çağımızın gerçek hastalığı budur.
Hem zevk için hem de amaç için okumaya tutku besleyebiliriz ve beslemeliyiz de. Konu disiplinlerimizin büyük fikirlerini, kültürümüzde düşünülen ve söylenen en iyi fikirleri iletmek hakkında tutkulu olmalıyız. Ancak okumaya tutku beslemek de tek başına yeterli olmayacaktır.
Yazar Halit Yıldırım, Antalya, 5 Ocak 2022
[1] Lafcadio HEARN -OKUMA ÜZERİNE-Edebiyat Dersleri-“On Reading”-Ekim 2020