Olgunluk, Bilgelik ve Yaşlanma Sanatı- Bizler Bu Döngünün Neresindeyiz?
“Zaman parmağınızda salladığınız küçük bir zincirdir. Peki ama bu zincir neden gittikçe daha hızlı sallanır?” Gerrit Krol
Yaşlanmak garip bir duygudur; o kadar gariptir ki, bir gün gelip başkaları gibi bizim de yaşlanacağımıza bile inanmakta zorluk çekeriz. Kendi yüzümüz ve kalbimizde gerçekleşmiş olan değişiklikleri, yaşıtlarımız üzerinde zamanın bıraktığı izleri ve tesirleri gözlemlemek suretiyle algılayabiliyoruz, sanki bir aynadan akseder gibi. Her zaman beraber olduğumuz gözlerimiz için biz, hep bir delikanlı veya bir genç kız olarak kalırız. Gençliğimizin utangaçlıklarını ve ümitlerini bile içimizde saklarız. Gençlerin, kuşaklar arasında bize verdikleri sırayı gerçekçi olarak irdeleyemeyiz. Bazen duyduğumuz “amca”, “teyze”, “dede”, “nine” gibi bir söz bizi şaşırtabilir. Acaba, bu unvanları kabul edecek yaş ve düşünce yapısında mıyız? Bunu kendimize sormakta geç mi kaldık dersiniz?
Bedenlerimiz, ruhlarımızın olgunlaşmasına kıyasla, çok daha bilindik kalıplar içerisinde yaşlanır. Yaşlandıkça nasıl bir görünüm alacağımızı, yaşlılığın çeşitli dönemlerinde, nasıl olacağımız hakkındaki alışılagelmiş kalıplaşmış düşünceler, benliğimizden çok, görünüşümüzle ilgilidir.
Nitekim bu konuda Orson Welles’ın anlamlı şarkısını yeri geldiğinde birçoğumuz sessizce içimizden veya sesli olarak mırıldanırız: “Ben gençlik nedir bilirim, ama sen yaşlılık nedir bilmezsin!-I know what it is to be young. But you don’t know what it is to be old!”
Burada herkesçe bilinen bir özdeyişi ifade etmek gerekirse, “Her yaşlının içinde hapsedilmiş bir genç insan vardır ve dışarıya çıkmak için deliler gibi çırpınmaktadır.”
İnsanoğlu para kazanmak için sağlığını harcar. Sonra da sağlığını geri kazanmak için parasını harcar. Ve gelecek için o kadar endişelidir ki yaşadığı andan keyif almaz; sonuç olarak ne şimdide yaşamaktadır ne de gelecekte; hiç ölmeyecekmiş gibi yaşar ve gerçekten hiç yaşamadan ölür.
Yaşlanma, asla tek boyutlu bir süreç olarak algılanmamalıdır. Toplumdaki gözlemlerimize dayanarak, 65 yaşında olup, 45 yaşında gösteren ya da 65 yaşında olup 85 yaşında gösteren insanların olduğunu söyleyebiliriz. Bugün insanlar hâlâ “ölüm ayırana dek” evli kalmayı umarak ve çocuk yapıp yetiştirmek üzere kuruyorlar yaşamlarını. 150 yıllık ömrü olan birini hayal edin (2050’lerde ulaşılması planlanıyor!). Kırklı yaşlarında evlense bile yaşayacak 110 yılı daha olacak. Bir evliliğin yüz on yıl sürmesini beklemek sizce de gerçekçi mi?
Son tahlilde “yaşlanma sanatı” bağlamında bilinen bir özdeyişi dile getirmek gerekirse: “90’ına kadar yaşamak istiyorsan iyi ye, iyi dinlen, iyi uyu ve egzersiz yap derler. Yüzden uzun yaşmak istiyorsanız, ebeveyninizi dikkatli seçin!” Şöyle analojik bir yaklaşımla bu konuyu açalım: Önümüzde bir piyano olduğunu düşünün. Genlerimiz piyanonun tuşları. Değişmiyorlar. Piyanoda nasıl 88 tuş varsa, bizim de 20 binden fazla genimiz var. Epigenom ise piyanist. En kötü gürültüyü çıkarması da en güzel ezgiyi çalması da mümkün. Burada anlaşılması gereken şey basit: “Şarjörü genetik dolduruyor ama tetiği çevre çekiyor.”
Eğer bir kimse, güçlü ve zayıf noktalarının bilincine varmışsa, öz güveninin arttığını hissediyorsa, engelleri aşarken ahlak kurallarını çiğnemiyorsa, bilgelik yolunda önemli mesafeler almış demektir. Bu durumda da işi bitmiş değildir. Bilgelik yolculuğu bir süreçtir, bir noktaya varmakla bitmez. Birtakım bilgileri hafızaya yerleştirmek, kişiyi bilgelik yoluna götürmez. Hatta öyle bilgiler vardır ki, kişiyi bilge yapmak bir yana, bu bilgiler onun için sadece bir yüktür. Bu yüzden bilge insan, kendine faydası dokunmayacak bilgi ile ona gerekli olan bilgi arasındaki farkı bilebilendir.
“İnsanın yaratıp güzelleştirdiği en önemli eser hiç şüphe yok ki kendisidir” derler. Bu eseri yaratabilmek kolay mı? Tabii ki değil! Bunun için de yaşam sürecinde çabalar dururuz…İşte, bu kendi eserimizi yaratıp, tamamlayabilmemiz, “Çocukluktan-Yaşlılığa” ömür boyu sürecek bir uğraş olup, bu olgu da kâmil bir insan ve amaçları olan bir insanın itici gücünü oluşturacaktır…
Cicero, bir yıl sonra kafasının kılıçla kesileceğini bilmezken, 62 yaşında yazdığı, “Yaşlılık – De Senectute” adlı eserindeki pasaj anlamlı: “Bir ömür, kısa da olsa, gereği gibi yaşamaya yetecek kadar uzundur. Elmalar hamken çekilip kopartılır, olgunlaşınca kendiliklerinden düşerler. Böylece gençlerin canını da bir güç koparıp alır, yaşlılarsa olgunluktan sönerler. Önemli olan, hayata doymuş olmaktır. Her çağın, ayrı ayrı giderilmesi gereken hevesleri vardır.”
“Son tahlilde önemli olan yaşamımızdaki yıllar değil, yıllarımızdaki yaşamdır,” derken Abraham Lincoln haksız mıdır?
Yazar Halit Yıldırım, Ankara, 27 Ocak 2024