Özgürlük için Eğitim, Erdem ve Emek
İnsanlar özgür olanlar ve olmayanlar diye değerlendirilebilir. Tarih boyunca yönetenler ve yönetilenler diye algılansa da yönetenlerin bile hatta tiran bile olsalar ne derece özgür oldukları tartışılır. Aradaki etkileşim adı konmuş ya da konmamış bir karşılıklı mukavele gibidir.
- Benim gibi davran yani taklid et
- Benim gibi düşün yani düşünme
- Benim gibi inan yani vicdanını ve değer yargılarını terket
Bunlar tiranlığın 3 bileşenidir. Tiranlık tahakkümünün inşaası için 3 unsuru kullanır;
- İdeoloji
- Ekonomik baskı
- Silahlı güç
Tiranlık tahakkümünü sürdürebilmek için korkunun 3 öğesini kullanır
- Sağlık
- Geçim
- Barınma
Modern anlamda bir dengeyi içeren “durum” anlamındaki “state” ile Arapça “yenme-üstün gelme” anlamındaki Devlet benim kanaatimce aynı kavramları ifade etmez. Tiran “state” anlamındaki adaletin güç ile dengelendiği bir sistemi kabul edemez.
Bencillik, tahakküm ve kibrinin sürdürebilmek için gereken en önemli unsurlar “tek ve en mükemmel nihaî doğruluk iddiasına” dayanan itikadî unsurlardır. Büyüsel düşünerek korkularıyla baş etmeye çalışan insanlar “özgürlüğün” farkına varmadıkça ya da farkına varıp bu kutsal kişisel hakkı feda ettikçe tiranlık bitmeyecektir.
Gerçekten artık itikadî unsurların bilimsel ve vicdanî anlamda yargılanması, itikadin “iman” ile karıştırılmaması gerekmektedir. Bir kişinin itikad sahibi olması onun iman sahibi olduğu anlamına gelmez. İslam toplumlarında cemaat ile namaz ve toplumsal yardımlaşma anlamındaki zekât gibi ibadet şekilleri topluluğu gerektirdiği için bir şekilde ibadetin birey bağlamında görselliğini zorunlu kılar. Yani birisinin cemaatte namaz kılarken görülmesi onun “iman” sahibi olduğu hakkında fikir vermesi bakımından yeterlidir. Ya da gücünü göstermek için aşevi, medrese vb kurmak ya da kişinin zekâtını vermesi yani yine bir itikadî unsuru net olarak algılanacak şekilde yerine getirmesi onun “iman sahibi” olarak addedilmesini sağlayabilir.
Bu gerçeklik, bizden olan ya da olmayanı belirlemek kaygısındaki “fırka” düşüncesine dayanan siyasal (politik anlamda kullanmıyorum) seküler karakterli ve özel mülkiyeti reddeden kurumsal İslam düşüncesinin temelinde yattığını bildiğimiz Ezrâki ve Necdî vb Haricî “fırkalar”ı gibi bedevi Arap karakterine uygun pragmatik bir düşünce şeklidir. Bir örnek vermek gerekirse, soğuk savaş döneminde kuzey Afrika ve Ortadoğu’da A.B.D’ye karşı birçok Arap yönetiminin S.S.C.B tarafından kullanılabilmesi bu nedenledir.
Birleşik Krallık ise Ortadoğu’dan Hindistan’a uzanan satranç tahtasında soğuk savaş sonrası XX.yy da başarı ile uyguladığı zaman zaman da İsrail’e karşı bir denge durumu yaratmak için uygulamaya soktuğu siyasal İslam’ı teşvik ettiği ve bugün Rusya Federasyonu ile işbirliğine dönüştürdüğü politikasında oldukça başarılı gözükmektedir.
Kıta Avrupa’sına sıkışan Reich (eski Prusya ile Avusturya Macaristan sahası) ise apayrı bir denklemdir. Neyse ki onların da Ortadoğu’da tüketim çılgını Türkiye gibi çok ciddi bir pazarı var.
Sözü çok uzatmanın anlamı yok, anlaşılmaktadır ki son 300 yıldır bu satranç tahtasında her taşın rolü belirlidir, piyonlar ve diğer vasıflı taşlar. Ve bu oyunda özgürlük piyonların hakkı olmadı hiç. Piyonlar ise daima “tiran”lardan seçilmiştir. Buna bürokratik oligarşisi zirve yapmış olan Çin’in en çarpıcı örneklerden birini teşkil ettiği kanaatindeyim.
Eğitim, erdem ve emek insan zekâsının özgürlüğü kutsayan ve tesis eden üç mukaddes kavramdır. Birinin bile eksik olduğu yerde “efsunkâr didâr-ı hürriyet” idrâk edilemez.
Yazar: Prof. Dr. Mahmut Can YAĞMURDUR, Genel Cerrahi ve Cerrahi Onkoloji Uzm. Ankara, 04 Mayıs 2021,