Philip Tetlock’ın, “Süper Tahmin” Eseri
“Başarısızlık diye bir şey yoktur… Başarısızlık hayatın bizi başka bir yön seçmemiz gerektiğini anlatma şeklidir… Hatalarınızdan ders alın. Çünkü her deneyim, her karşılaşma, özellikle de her hata size bir şeyler öğretir ve sizi siz yapar.” Oprah Winfrey (Harvard Üniversitesinde yaptığı mezuniyet konuşmasından)
Geleceğe dair tahmin yapmak zordur çünkü keşfedilmemiş bölgeleri keşfederken hedefimizle aramızda kaç tane dağ olduğunu bilemeyiz. Genelde bize en yakın olanını görebiliriz. Ancak diğer engelleri görmek için de önce ona tırmanmanız gerekecektir.
İşte yaşam yolumuzun tepelerine tırmanırken de hepimiz bir bakıma tahminciyizdir. İşimizi değiştirme, evlenme, ev satın alma, yatırım yapma, piyasaya ürün sürme ya da emekli olma konularını düşünürken geleceğin nasıl olacağına dönük beklentilerimize dayalı olarak karar veririz. Bu beklentilerin hepsi birer tahmindir. Çoğu zaman kendi tahminlerimizi kendimiz yaparız. Ama büyük olaylar olduğunda-örneğin, piyasalar çalkalandığında, savaş çanları çaldığında, liderlerin dizleri titrediğinde-yüzümüzü uzmanlara, bilenlere döneriz.
Olaya farklı bir noktadan, kahve telvesinin ya da yıldızların hayatımızı tahmin etme gücü olduğuna duyulan inanç boyutundan baktığımızda ise bu tahminlerin açıklaması çok da zor olmayacaktır. Nitekim falcıların uydurduğu belli belirsiz açıklamaların bir kısmı elbette isabetli olacaktır ve zaten fala inanıyorsanız isabet eden açıklamaları kolay kolay kaçırmazsınız. Dahası, açıklamalar yeteri kadar belirsiz ve her yöne çekilebilir haldeyse bunları bizzat gerçeğe siz uydurursunuz. İşte bu nedenledir ki, falcıya giden biri kendi inançlarını doğrulamanın yanı sıra falcıya parasını ve zamanını vermiş biri olarak oradan eli boş çıkmayı da gururuna kolay kolay yediremez
“Doğa insanı ya tıka basa yer, ya aç oturur.” (Engin Gençtan) Amerika yerlilerinin geleneksel olanı ertesi güne yiyecek saklamaz. Avusturalya Yerlileri anında ödüllendirilmeyecekleri işlere girişmezler, geleceği düşünmeyen doğa insanının tarzında. Sessizce yaşanan bir bilgelik vardır. Nitekim kutup kâşifi Peary, rehberlerinden birine “Ne düşünmektesin?” diye sorduğunda, rehber “Düşünmem gerekmiyor” diye karşılık vermiş. “Bol miktarda etim var.”
Antik Yunan’dan bu yana, dünya halklarının önemli bir bölümü, gerekmedikçe düşünmemenin bilgeliğine uzak ve yabancı. Susan Sontag bunu “İnsanoğlu Platon’un mağarasından bir türlü dışarı çıkamamakta, alışkanlığını sürdürerek hala gerçeğin imgeleriyle oyalanıp durmaktadır” sözüyle dile getirmişti.
Ama bugün artık bilimsel bir alan olan; “olasılıkların hesaplanması ve değerlendirilerek sonuçlar çıkarılması” konusu sıkça gündemimizde yer işgal etmektedir.
Bu bağlamda şimdiki temamız: “Süper Tahminciler…”
Prof. Dr. Philip Tetlock, ABD hükümeti tarafından desteklenen The Good Judgement Project (İyi Muhakeme Projesi) kapsamında aralarında dansçılar, film yapımcıları, çiftçiler, emekli boru hattı döşeme uzmanları gibi çok farklı konularda bilgi sahibi on binlerce kişiye küresel olaylarla ilgili tahmin yaptırdı. Her biri gönüllü olan bu kişilerin bazıları muazzam enformasyona sahip kuruluşları ve analistleri aşan bir tahmin performansı gösterdi. Onlar, “süper tahminci” idiler. İşte bu kitap süper tahmincilerden neler öğrenebileceğimizi anlatıyor. Doğru tahminde bulunmanın güçlü bilgisayarlar ve gizemli yöntemler gerektirmediğini, farklı kaynaklardan kanıt toplamakla, olasılığa dayalı düşünmekle, ekipler halinde çalışmakla, işaretlere dikkat etmekle ve en önemlisi de hatayı kabul edip izlenen yolu değiştirmekle mümkün olacağını gösteriyor.
Philip Tetlock’ın, “Süper Tahmin-Super forecasting” adlı eserini derlemeye çalıştım ve bazı evrensel öneme sahip bölümlerini sizlerle paylaşmak istedim.
* Tahminler, satın alıp çekiliş gününe dek bir köşeye attığınız piyango biletlerine benzemez. Eldeki enformasyon ışığında varılan yargılar olan tahminler, değişen enformasyon doğrultusunda güncellenmelidir. Yeni bir anket bir siyasi liderin rakipleriyle farkı açtığını gösterirse, bu adayın kazanma olasılığını yükseltmelisiniz. Eğer rakip şirketlerden biri beklenmedik şekilde iflasını açıklarsa, satış beklentinizi bu doğrultuda revize edin. İşte bu yönüyle, Süpertahminciler, sıradan tahmincilerden çok daha sıklıkla güncelleme yapar. Bunun ne kadar önemli olduğu da ortadadır. Güncellenmiş tahmin daha bilinçli, dolayısıyla da daha isabetli tahmindir. Efsanevi İngiliz ekonomist Keynes “Durum değiştiğinde fikrim de değişir” demişti.
* Dünyayı kendi burnunuzun ucundan sadece siz görebilirsiniz. Gelin buna burnunun ucunu gören bakış açısı diyelim. Her ne kadar kusursuz değilse de burnunuzun ucundan görünen manzarayı tamamen göz ardı etmemelisiniz. Popüler kitaplar çoğu zaman sezgi ile analiz-“ışıltı” ile “düşünme”-arasında bir karşıtlık çizerler ve izlenmesi gereken yol olarak birini ya da diğerini seçerler. Ben “ışıltıcı” olmaktan çok “düşünücü” yüm ama ışıltı-düşünme şeklindeki ikili karşıtlık da yanlıştır. “Ya o, ya bu” şeklinde bir seçim söz konusu değildir; önemli olan, gelişmekte olan durumlarda bu ikisinin nasıl harmanlanacağıdır.
*Ancak, burnunun ucunu gören bakış açısı harikalar yaratabilir ama korkunç bir yanlışa da yol açabilir. Bu yüzden büyük bir karar vermeden önce düşünmeye zamanımız varsa düşünün ve şu anda açıkça doğruymuş gibi görünen şeyin daha sonra yanlış çıkabileceğini kabul etmeye hazırlıklı olun. Bir kahve falı palavrası kadar tartışmalı görünen bir tavsiyeyi savunmak zor.
*Siyah Kuğu: Bugüne dek gördüğünüz kuğuların hepsi beyazdır. Ama tam o sırada Avustralya’dan gelen bir gemi yanaşır limana. Güvertede bir kuğu dolaşmaktadır-siyah bir kuğu. Afallayıp kalırsınız. İşte “siyah kuğu”, karşılaşana kadar asla hayal edemeyeceğiniz kadar deneyimlerinizin uzağında kalan bir olayı anlatmak için üretilmiş parlak bir metafordur.
*Filozof Isaiah Berlin yıllar önce çok takdir edilen ama az okunan bir makale yazmıştı. Bu makalede tüm çağların büyük yazarlarının düşünce biçimlerini karşılaştırmıştı. Savaşçı-şair Arkhilokhos’a atfedilen 2500 yıllık bir şiirden yararlanmıştı: “Tilki birçok şey bilir ama kirpi bir büyük şey bilir.” Ben taraf tutmaya gerek duymadım. Sadece bu benzetmeden hoşlandım çünkü elde ettiğim verilerin derinliklerinde bulunan bir şeyi ortaya çıkarıyordu. Bu yüzden Büyük Fikir uzmanlarına “kirpiler” daha eklektik bir tutum takınan uzmanlara “tilkiler“ adını verdim. Kendimizin dışına çıkıp gerçeklikle ilgili farklı bir bakış açısı elde etmek gerçekten zordur. Ama tilkilerin bunu başarabilmeleri daha olasıdır.
*İnsanlar farklı koşullar altında farklı şekillerde düşünebilir ve düşünür; işteyken belki serinkanlı ve hesapçı ama alışverişte içgüdüsel ve dürtüsel davranabilir. Ayrıca düşünme alışkanlıklarımız sabit, yani değişmez değildir. Bazen biz değiştiğinin farkına bile varmadan gelişebilirler. Ama biz de çaba göstererek bir durumdan seçtiğimiz bir diğerine geçmesini sağlayabiliriz.
*Bilgi herkesin, ağır ağır da olsa artırabileceği bir şeydir. Zihinsel olarak aktif kalamayan insanların her an yeni şeyler öğrenen insanlara yetişme umudu pek yoktur. Zekâ ise çok daha korkutucu bir engel gibi gelir. Hafıza haplarının ve bilgisayar oyunlarının günün birinde işe yarayacağını umanlar olsa da birçok insan yetişkinlikten itibaren zekânın gelişmediğine, zekâ düzeyinin doğumda çektiğiniz DNA piyangosundaki şansınıza ve sevgi dolu, varlıklı ailelerin bir bireyi olarak dünyaya gelmenize bağlı olduğuna inanıyor.
* Ulusal İstihbarat Tahminleri (NIE) ortak bir görüştür; Merkezi Haber Alma Teşkilatı (CIA), Ulusal Güvenlik Teşkilatı (NSA), Savunma istihbaratı Teşkilatı (DIA) ve diğer on üç teşkilatın ortak görüşüdür. Bu teşkilatlar hep birlikte istihbarat topluluğu (IC) olarak bilinir. Kesin rakamlar gizli tutulur ama IC’nin bütçesi, kaba bir hesapla 50 milyar doların üstündedir ve yüz bin kişi çalıştırmaktadır. Bunların yirmi bini istihbarat analistidir ve görevleri enformasyon toplamak değil toplanan enformasyonu yorumlayıp ulusal güvenlik açısından ne anlama geldiklerini değerlendirmektir. Ve bu olağanüstü özenli, pahalı ve deneyimli istihbarat aygıtı, Ekim 2002’de, Bush yönetiminin Irak’ın Kitle İmha Silahları (KİS’leri) hakkındaki önemli iddialarının doğru olduğu sonucuna vardı. Pek çok insan bunu ikna edici buldu. İstihbaratın işi iktidara doğruyu söylemektir; geçici olarak göreve gelmiş politikacılara duymak istedikleri şeyleri söylemek değildir. Bu yüzden çoğu insana göre NIE sorunu çözmüştü.
Artık Saddam Hüseyin’in ölümcül silahlar üreten aktif bir KİS programının olduğu -ve tehdidin giderek büyüdüğüne-bir olguydu. Bu olgular karşısında ne yapılacağı başka bir konuydu ama bu olguları reddedenler sadece politikanın gözlerini kör ettiği insanlardı. Bush yönetimini sert bir şekilde eleştirenler-örneğin, onlara alaycı bir şekilde “Bushies (Köylüler)” diyen Tom Friedman gibileri-bile Saddam Hüseyin’in bir yerlerde bir şeyler sakladığına ikna oldu. Biz şimdi bu “olguların” sahte olduğunu biliyoruz. 2003’teki işgalin ardından ABD, KiS aramak için Irak’ın altını üstüne getirdi ama hiçbir şey bulamadı. Bu, modern tarihin en kötü istihbarat yanılgılarından biriydi, hatta en kötüsü olduğu bile söylenebilir. IC rezil olmuştu.
* Kennedy ve Johnson döneminde Savunma Bakanlığı yapan Robert McNamara dünyadaki en parlak zekâlardan biri olarak adlandırılıyordu ancak Güney Vietnam’ın komünistlere kaptırıldığı, bunu Güneydoğu Asya’nın izleyeceği ve Amerika’nın güvenliğinin tehlikeye gireceği inancıyla Vietnam Savaşını kızıştırmıştı. Bu inançları ciddi bir analize dayanmıyordu. Doğrusunu isterseniz, 1967 yılına (savaşı kızıştırmanın yıllar sonrasına) dek, bu öngörüye dair tek ciddi bir analiz yapılmamıştı. McNamara, kaleme aldığı otobiyografisinde “Verdiğimiz karar temelsizdi” demişti. “Varsayımlarımızı ne o dönem ne de sonrasında ciddi bir şekilde analiz etmedik.” Sonuç itibariyle, önemli olan zekâ değil, zekânızı nasıl kullandığınızdır.
*Tahminde bulunurken işe bir sayıyla başlama ve ardından düzeltme eğilimine gireriz. Başladığımız bu sayıya çıpa adı verilir. Bu önemlidir, çünkü genellikle yeterince düzeltme yapmayız. Bu da kötü bir çıpadan başlamanın kötü bir tahmin doğuracağı anlamına gelir. Üstelik kötü çıpalara yakalanmak inanılmaz derecede kolaydır.
*“Biliş ihtiyacı” zorlu zihinsel çabalara girmenin ve bundan keyif almanın psikolojideki karşılığıdır. Biliş ihtiyacı içindeki insanlar kare bulmaca, sudoku gibi oyunlara meraklıdır-ne kadar zor olursa o kadar iyidir. Ve süpertahminciler, biliş ihtiyacı testlerinde her zaman yüksek puanlar alır. Bu uğraşta muhtemelen kişiliklerinin de etkisi vardır. Kişilik psikolojisine göre, “en önemli beş” kişilik özelliğinden biri “yeni deneyimlere açık olmak”tır.
* Keynes’in en önemli özelliklerinden biri de yatırımcı olarak başarısıdır. 1946 yılında öldüğünde olağanüstü zengin biriydi ve parasını yönettiği insanlar da beklentilerinin ötesinde bir servete kavuşmuştu. Keynes’in başarısında hiç kuşkusuz şaşırtıcı derecede zeki ve enerjik bir insan olmasının da payı vardı. Ancak bundan daha da önemlisi yeni fikirler öğrenmeye bayılan, doymak bilmez merakıydı-zaman zaman fikrini değiştirmesini gerektiren bir alışkanlık. O da iyi niyetli bir şekilde bunu gerçekleştirirdi. Hatta hata yaptığını kabullenme ve yeni inançları benimseme becerisinden gurur duyar, başkalarını da aynı şekilde davranmaya teşvik ederdi. 1933 yılında, “Zaman zaman yanılmakta sakınca yoktur; özellikle de çabuk farkına varıyorsanız” diye yazmıştı.
* Başarıya giden birçok farklı yol ve bu yolların her birinin güçlü ve zayıf yönleri vardır. Edison’un sözleriyle ifade edecek olursak: süpertahmincilik %75 azim, %25 esindir. İnsanlar bir grupta bir konuyu tartışmaya başladığında, düşünce ve ifade bağımsızlığı yitirilebilir. Çok konuşan ya da zorba biri; ağzı iyi laf yapan, etkileyici konuşan biri; ya da referansları diğerlerini sindirecek kadar güçlü biri toplantıya baskın çıkabilir. Yani grup, birçok şekilde insanların bağımsız düşünme becerisini elinden alarak hatalara kanmasına yol açabilir. Bu durumda hatalar ortadan kalkmaz, tam aksine üst üste yığılır.
*1758’de Prusya kralı Büyük Frederick, Zorndorg’ta Rus kuvvetleriyle çarpışırken süvari birliğine komuta eden Prusya’nın en genç generali Friedrich Wilhelm van Seydlitz’e bir ulak gönderdi. Ulak “Taarruz” emrini iletti. Ama Seydlitz bunu kabul etmedi. Hücuma geçmek için uygun bir zaman olmadığı ve kuvvetlerinin zayi olacağı kanısındaydı. Ulak gidip geri geldi. Seydlitz’e kralın kesinlikle hücuma geçilmesini emrettiğini bildirdi. Seydlitz emri bir kez daha reddetti. Ulak üçüncü kez geldiğinde, eğer derhal saldırıya geçmezse onun kellesini alacağını bildirdi. “Krala savaştan sonra başımın onun emrinde olacağını söyle” diye karşılık verdi Seydlitz, “ama o zamana kadar bende kalacak.” Sonunda Seydlitz doğru zamanı yakaladı, saldırıya geçti ve savaşı Prusya’nın lehine çevirdi. Büyük Frederick generalini tebrik etti ve başını yerinde bıraktı. Temel mesaj şuydu: Düşünün. Gerekliyse, aldığınız emirleri tartışın. Hatta eleştirin. Ve eğer mutlaka zorunlu görüyorsanız-haklı bir nedeniniz varsa-itaat etmeyin.
* Raporların genel olarak gösterdiği, 1950’lerden itibaren devletler arasındaki savaşların seyreldiği ve 1990’ların başlarında Soğuk Savaşın sona ermesinden itibaren de iç savaşların azalmakta olduğudur.
* ABD on yıllarca aynı anda iki savaşı bir arada yürütme kapasitesini koruma politikası izledi. Peki, niye üç değil? Dört değil? Bu arada niye bir uzaylı istilasına karşı da hazırlıklı olmadık? Yanıtlar olasılık hesaplarıyla bağlantılı. İki savaş doktrini, ordunun iki savaşı aynı anda yürütme yetisinin göze alınan devasa maliyeti haklı gösterecek ölçüde yüksek olduğu kanaatine dayanıyordu-ama üç dört savaş ya da uzaylı istilasına karşı koymak için aynı şey geçerli değildi. Bu tür kanaatler oluşturmak kaçınılmazdır ve eğer uzun vadeli planlamada atladığımız bir şey çıkarsa, tek nedeni onları halının altına süpürmüş olmamızdır. Oldukça kaygılandırıcı.
Yazar Halit Yıldırım, Ankara, 17 Mayıs 2020