Sağlık Hizmetlerinde Eşitsizlikler; Devlet ve Sağlık Hakkı…
Herkesin yaşam hakkı için uğraş vermek tutkusu bizim düşün ve eylem dünyamızın temel direğidir. Prof. Dr. Nusret Fişek -1985
Eşitsizlik Tanımı
Sağlık politikalarını tartışmaya ve değerlendirmeye sağlığın doğuştan kazanılmış hak olduğunu bilerek başlamak gerekir. Georg Jellinek (1851-1911) tarafından geliştirilen ve klasikleşen sınıflandırma modelinde temel haklar üç grupta ele alınmaktadır:
(1) negatif statü hakkı,
(2) pozitif statü hakkı
(3) aktif statü hakkı.
Negatif statü hakları kişinin devlet tarafından dokunulamayacak özel alanın sınırlarını çizen hak ve hürriyetlerdir (İnanç hakkı gibi). Aktif statü hakları kişinin devlet yönetimine katılmasını sağlayan haklardır (Seçme / seçilme hakkı gibi). Pozitif statü hakları ise kişilere devletten olumlu bir davranış, bir hizmet, bir yardım istemesini tanıyan haklardır. Bunlara “sosyal haklar” da denir (Çalışma hakkı, sosyal güvenlik hakkı gibi).
Sağlık hakkının da yer aldığı pozitif statü haklar, devleti sorumluluk altına sokar. Bu sınıflamaya göre kişinin en temel haklarından biri olan sağlıklı yaşam hakkı doğuştan kazanılan devredilemez haklardandır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası da dâhil, çağdaş hukuk devletlerinin tümünün anayasalarında bu ilke yer alır. Anayasası gereği, devletler, vatandaşlarının her birine aynı hakları sağlayacağına göre herkese eşit mesafede olmak ve eşit davranmak durumundadır. Yani, ülkede yaşayan herkes, sağlık hizmetlerine gereksinim duyduğu zaman, gerektiği kadar, mümkün olan en üst kalitede ve sosyal statüsüne, ırkına, cinsiyetine, etnik yapısına, inancına ve kim olduğuna bakılmaksızın erişebilmeli ve yararlanabilmelidir. Burada eşitlik ilkesi, herkesin sağlık hizmetlerine erişebilme açısından eşit şansa (olanağa) sahip olması anlamına gelir. Hiç kimse diğerinden daha üstün olamaz ya da bu haktan yoksun bırakılamaz. İşte, bu anlayışa “sağlıkta eşitlik ilkesi” adı verilir.
İngilizce’ de eşitlik anlamına gelen iki ayrı sözcük vardır: “equality” ve “equity”. Bu sözcüklerin zıddı olarak da “inequality” ve “inequity” sözcükleri kullanılır. Birincisi daha çok matematiksel ve ölçülebilir eşitlikler için kullanılır. Sosyal eşitlikler için kullanılan ise ikinci terimdir. Bu iki terimin de Türkçe karşılıkları eşitlik olarak söylense de, sağlıkta eşitlik terimi ile anlatılmak istenilen şey, sağlık hizmetlerinin hakça paylaşılması ve kullanılmasıdır. Yani, hak eden, hak ettiği kadar sağlık hizmeti alabilmelidir. Dolayısıyla, sosyal eşitliklerde kullanılması gereken asıl terim “hakçalık / hakkaniyet” (equity) olmak gerekir. Fakat günümüzde bu sözcük giderek daha az kullanılmaktadır; onun yerine eşitlik sözcüğü (zıddı olarak ise “eşitsizlik”)yaygın olarak kullanılır olmuştur.
Sağlık hakkının temel insan haklarından olduğu İnsan Hakları Evrensel Bildirisinin 25. maddesinde de yer almaktadır. Buna göre “gerek kendisi gerek ailesi için yiyecek, giyim, konut, tıbbi bakım ve gerekli sosyal hizmetler de dâhil olmak üzere sağlık ve refahını sağlayacak uygun yaşam düzeyine ve işsizlik, hastalık, sakatlık, yaşlılık veya geçim olanaklarından kendi iradesi dışında yoksun bırakacak başka durumlarda” herkesin sahip olması gerekir.
Devlet ve Sağlık Hakkı
İnsanı yaşat ki Devlet yaşasın. Şeyh Edebali
Toplumdaki kişilerden bazıları sağlık yönünden daha fazla risk altındadırlar ve daha sık hastalanıp, sağlık hizmetlerine daha fazla gereksinim duyarlar. O nedenle, risk altındaki kişilerin sağlık hizmetlerini daha fazla kullanmaları doğaldır. Bu yaklaşım “herkese biraz, gereksinmesi olana (risk altındakine) daha fazla sağlık hizmeti” biçiminde ifade edilmektedir ve “risk yaklaşımı” olarak tanımlanmaktadır.
Sağlık yalnızca bireylerin konusu ve sorunu değil, toplumların ve devletlerin de sorunudur. Bir kişinin hastalığı çevresindeki kişileri de olumsuz etkileyebilir. O nedenle, bir kişinin sağlık hizmetlerine erişememesi, tedavisini yapmaması ya da kendisini hastalıklardan korumaması yalnızca onun sorunu olarak kabul edilip geçiştirilemez. Bunun tipik örneği bulaşıcı hastalıklardır. Öte yandan, bir toplumda hasta olanların çokluğu toplumsal kalkınmayı, refahı, üretkenliği de etkiler; tedavi giderlerinin artmasına, hasta kişilerin üretime katılamamaları sonucunda üretim gelirlerinin düşmesine yol açar. Yani, hastalar toplumun tamamını etkilerler; bu nedenle toplum hastalara kayıtsız kalamaz. Bir toplumun sağlık düzeyini yükseltebilmek için, aynı toplumda yaşayan kişiler müşterek sorumluluk ve dayanışma duygusu içinde birbirlerini desteklemelidirler. Ünlü Alman hekim Johann Peter Frank 1817’de tamamladığı “Sağlık Polis Hizmetleri Sistemi” adlı eserinde “kralın en büyük hazinesi halktır” diye yazıyor. Yani, devletin varlık nedeni halktır, akıllı krallar sağlıklı ve üretken bir halka sahip olmanın önemini bilirler. Sağlıklı insan üretim yapabilir. René DuBos sağlığı “işlevsel olma yeteneği” olarak tanımlamaktadır. Yani, kişi toplumsal işlevlerini yerine getirebiliyorsa ve istediği şeyi yapabiliyorsa sağlıklıdır.
1978 yılında yayınlanan Temel Sağlık Hizmetleri Bildirisinde (Alma-Ata Bildirisi), sağlık hizmetlerinin kalkınma içindeki önemi vurgulanmıştır. Bildiride, her ülkenin kalkınma planlarında temel sağlık hizmetlerinin, ulusal kalkınma ile uyumlu bir biçimde ele alınarak geliştirilmesi önerilmiştir. Bildirinin gerekçelerinin açıklandığı bölümde, ekonomik kalkınma ile sağlık düzeyi arasında çift yönlü bir ilişkinin olduğu belirtilmiştir. Yani, kalkınmışlık, toplumun sağlık düzeyinin yükselmesine yol açacağı gibi, sağlıklı bir toplum da kalkınmaya olumlu etki yapar. Disraeli’nin dediği gibi, ‘bir ülkenin ekonomisinin sağlıklı oluşu, önce halkının sağlıklı oluşuna bağlıdır’. Halkımız adaletin mülkün temeli olduğunu bilir, fakat “sağlığın da mülkün temeli olduğu” gerçeği nedense toplumda yaygın olarak ifade edilen bir kavram değildir.
Yeterli kaynak ayırmayarak insan sağlığına gereken önemi vermeyen devletler, yaşamın temel anlamını ve kalkınmanın gerçek amacını gözden kaçırmaktadırlar, O da şudur; Dünyada her şey insan içindir. Üretim de, kalkınma da insanların daha mutlu yaşamalarını sağlamak içindir. Eğer bunlar, insanı daha rahat, daha mutlu yaşatmayacak olsa, ne üretime ne de kalkınmaya gerek olmazdı. Devlet vatandaşı için vardır. Her vatandaş devletin özenli koruması ve kollaması altındadır.
Bilinmesi gereken diğer bir husus sağlık hizmetleri ile tıbbi hizmetler arasındaki ayırımdır. Sağlık hizmetlerinin hastalara verilen tıbbi hizmetlerden çok daha geniş bir kavram olduğunun ne yazık ki, ne sağlık çalışanları ve yöneticileri ne de toplum tarafından net ve aynı şekilde anlaşıldığı söylenemez. Bunun temel nedeni, sağlık hizmetlerine halâ dar ve geleneksel biyo-medikal anlayışla yaklaşılması olabilir. Oysa hastalıkların nedenlerinin yalnızca biyolojik değil, fiziksel ve sosyal etmenler olduğu, sağlık hizmetlerinin asıl hedefinin kişilerin hastalıklardan korunmaları ve toplumun sağlık düzeyinin geliştirilmesi olduğu ve bu işlerin yalnızca sağlıkçıların değil devletin işi olması gerektiği 1800’lü yıllardan buyana bilinmektedir. Örneğin, sağlıklı davranışlar konusunda eğitim yapan öğretmen, hijyenik gıda maddesi için çabalayan veteriner, temizlik imandan gelir diyen imam, tütün kontrolü yasasını çıkartan parlamento, yaşanılabilir bir çevre oluşturmanın peşinde koşan belediye başkanı sağlığa katkı yapmaktadır. Özetle, tarımdan sanayiye, eğitimden sivil toplum kuruluşlarına kadar her sektörün sağlıkla ilgili rolleri ve sorumlulukları vardır. Verem hastalığının kontrolü yalnızca aşı ve ilaç ile olamaz; verem hastalığı yetersiz beslenenlerde, sağlıksız çevrede yaşayanlarda ortaya çıktığına göre, bu etmenler çözülmeden bir ülkede verem kontrol altına alınamaz; sağlıkta eşitsizliğin temel etmeni olan yoksulluk giderilmez, gelir dağılımdaki denge sağlanamazsa eşitsizlik ortadan kaldırılamaz. O nedenle, sağlık bir devletin topyekûn işidir, sağlık hizmeti ve sağlık politikaları denildiğinde bu kavramı Sağlık Bakanlığı ile sınırlı görmek büyük bir yanılgıdır.
Yazar Prof. Dr. Zafer Öztek, İstanbul, Halk Sağlığı Kuramlar ve Uygulamalar Kitabı
Kaynak:
Halk Sağlığı Kuramlar ve Uygulamalar Kitabı, Prof. Dr. Zafer Öztek, Ankara, Sağlık ve Sosyal yardım Vakfı Yayını, 2020, S.120, 121