Sağlık Kategorisinde Raflarda İki Yeni Kitap

Sağlık Kategorisinde Raflarda İki Yeni Kitap

Son günlerde sağlık alanında iki kitap, kitabevi raflarında yerini aldı. Kolesterol gerçeği ve Rolüm ağır. Dilerim bu konuda toplumu bilinçlendirmeye, yaşam biçimini sorgulatmaya ve öğretmeye yarayan kitapların sayısı artar. Bu konuda tanıtacağım ilk kitap

Kalp hastalıkları önlenebilir mi? Sorular ve hasta hikâyeleriyle Kolesterol Gerçeği

Prof. Dr. Hüseyin Bozbaş, 1973 yılında Sivas’ta doğdu. 1992 Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne girdi. Tıp Fakültesine başlarken çocuk doktoru olmak istiyordu fakat fakülte yıllarında kalp ve damar hastalıklarına büyük ilgi duymaya başladı. 1999 yılında mezun oldu ve aynı yıl Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı’nda asistanlığa başladı. 2004 yılında ABD Cleveland Clinic Kardiyoloji Bölümü’nde Prof. Dr. Murat Tuzcu’nun yanında bulundu. 2009 yılında Doçent,  2018 yılında Profesör oldu. Dr. Bozbaş’ın 50’den fazla uluslararası hakemli dergide ve 20’den fazla da ulusal hakemli dergide yayımlanan makalesi, 1 adet kendi yazdığı kitap ve 3 adet Türkçe Tıp kitabında bölüm yazarlığı mevcuttur.

Şimdi kendi cümleleriyle bu kitabı yazmaya neden ihtiyaç duyduğunu okuyalım.

“Kalp Damar Hastalıkları Önlenebilir mi? Sorular ve Hasta Hikâyeleriyle Kolesterol Gerçeği” adlı kitabı neden yazdım? İki nedenle: Birincisi kalp damar hastalıklarının önemine ve önlenebilir olduğuna dikkat çekmekti. Kalp damar hastalıkları çok yaygın görülmekte ve tüm dünyada ölümlerin en sık nedenidir. Maalesef bu kötü ününden dolayı çağımızın hastalığı olarak da isimlendirilmektedir. Rakamla ifadesi ürkütücü olup ölümlerin % 40’tan fazlası kalp damar hastalıklarına bağlı gerçekleşmektedir. Ülkemiz açısından durum ise daha vahimdir. Örneğin Avrupa Birliği ülkelerinde kalp krizleri kadınlarda 65, erkeklerde 55 yaş civarında yoğunlaşmaktadır. Ülkemizde ise kalp krizi yaşı Avrupa Birliği ülkelerine göre 5-10 yaş daha erken görülmektedir. Üzülerek belirtmeliyim ki kalp damar sağlığı açısından karnemiz maalesef iyi değildir. Yılda 700-800 anjiyografi işlemi gerçekleştiren bir kardiyolog olarak hastaların yaşına dikkat ettiğimde azımsanamayacak oranının bizim yaşlarda, yani 40-50 yaş arası olduğuna şahit olmaktayım. Çok erken yaşlarda görülen bu ciddi sağlık sorununa dikkat çekmek istedim. Halkımızı bu anlamda bilgilendirmek, kalp damar hastalığına neler yol açıyor, risk faktörleri neler tek tek açıklamaya çalıştım. Şeker hastalığı, yüksek tansiyon, yüksek kolesterol, sigara, hareketsiz yaşam, kilo fazlalığı, sağlıksız beslenme, ailede erken damar hastalığı olması (genetik yatkınlık) ve stres kalp damarlarımızı tıkayan risk faktörleridir. Bunlardan ne kadar çoğuna sahipsek kalp damar hastalığına yakalanma ihtimalinin katlamalı bir biçimde arttığını ve bu risk faktörlerini ne kadar iyi tedavi edersek o ölçüde korunma sağlayacağımızı en güncel tıp literatürünü tarayarak rakamlarla ifade etmeye çalıştım. Gerekli önlemlerin alınması ile büyük ölçüde kalp damar hastalığı gelişimin önlenebilir olduğunu vurguladım.

İkincisi ise kolesterol konusunda yaşanan bilgi kirliliğinin bir nebze de olsa önüne geçmekti. Ülkemizde maalesef hastalarımızın azımsanmayacak bir oranı medyadan duydukları gerçek olmayan haberlerden etkilenmekte ve ilaçlarını kesmekteler. Bunun sonucunda ise kalp damar hastalığına bağlı olaylarda ciddi artış, hatta hayat kayıpları meydana gelmekte. Yaşanan ciddi mağduriyetlerden etkilendiğim ve çok üzüldüğüm için bu konuya etraflıca yer vermeye çalıştım. Önlenebilir, tedavi edilebilir bir durumdan dolayı hastaların yaşadıkları sürece -kendi kalemlerinden- hasta hikayeleri başlığı altında yer verdim. İlacını kesen hastaların hepsi ciddi kalp damar olayları yaşamıştı. Kimi büyük kalp krizi geçirmiş, kimisine stent takılmış, kimi by-pass ameliyatına gitmiş ve kimi ise hayatını kaybetmişti. Bu hastaların çoğu ilaçlarını kesme nedeninin medyadan duydukları haberler olduğunu belirtmişti. Oysa modern, kanıta dayalı tıbbın ispatladığı gibi kolesterol düşürücü tedavilerini aksatmasalardı büyük ihtimalle bu mağduriyetler yaşanmayacaktı. Halen tüm dünyada 200 milyondan fazla insanın kullandığı statin içeren kolesterol düşürücü ilaçlar bu hastalarda damar açıklığını koruyucu, kalp krizini azaltıcı, ömrü uzatıcı ilaçlardı. ‘Keşke’ demeden edemediğim için, bundan sonra hastalarımızın ve yakınlarının ‘keşke’ dememesini amaçladığım için bu konuya hasta hikâyeleriyle yer verdim. Bizim bu hastalara uygulamak zorunda kaldığımız tedavi ve hastane sürecini anlattım.

Bu hastalardan 2 tanesinin öyküsü beni daha çok etkilemişti. Biri 48 yaşında olup Van’dan başvurmuştu bize. 10 yıl önce kolesterolü çok yüksek saptanan bu hastaya ilaç başlanmış ve hasta ilacı birkaç ay kullanıp kesmişti. Bize göğüs ağrısı ile başvuran hastaya anjiyo yaptığımızda 3 damarında ciddi tıkanıklar olduğunu görüp by-pass ameliyatı önerdik. İlacı neden bıraktığını sorduğumuzda “medyadan işittiğim söylemler nedeniyle” demişti. Aynı hastada bizi daha çok üzen ise şuydu. Hastanın 10 yaşındaki çocuğuna başlanan tedavi de aynı nedenle kesilmişti. Hastamızda ve çocuğunda ‘ailesel kolesterol yüksekliği’ dediğimiz hastalık vardı ve bu hastalarda damarlar çok erken yaşlarda tıkanmaktaydı.  Yani çocukcağızın damarları 10 yıldır çok yüksek kolesterole maruz kalmış ve kim bilir ne denli etkilenmişti. Diğer hastamız Kırıkkale’den başvuruyordu. Kendisi 35 yaşında ağır bir kalp krizi geçirmiş ve kalbin ön damarına stent takılmıştı. Kalbin ön yüzünden kriz geçiren bu hastada takipte kalp yetmezliği gelişmiş ve şok uygulayabilen kalp pili takılmıştı. Bu hastanın ilacı bırakma nedeni de benzerdi. 25 yaşındayken başlanan kolesterol düşürücü tedaviyi benzer duyumlar nedeniyle bırakmıştı.  İşte bu ve benzeri yürek burkan hasta hikâyeleri benim kalemi elime alıp bu kitabın oluşmasını sağlamıştı.

Kalplerimizin saat gibi düzenli çalıştığı, damarlarımızdaki kanın engelsiz aktığı sağlıklı bir yaşam dileğiyle…

Sizlere ikinci olarak tanıtacağım kitap “Rolüm Ağır – Obezitede Ayrımcılık ve Damgalama’”

Kitap öncelikle ciddi ve uzun soluklu bir araştırmanın sonucunda ortaya çıktı. Kitaba geçemeden bu sürecin içinde kimler var, nasıl bir çalışma ve neden gerek duyuldu böyle bir çalışmaya onu okuyalım.

Ankara Üniversitesi tarafından 2020 yılında Novo Nordisk’in desteği ile  “Obezitede Ayrımcılık ve Damgalama” araştırması gerçekleştirilmiştir. Araştırma, obeziteli bireylerin karşılaştıkları ayrımcılık ve damgalama pratiklerine yer vermesiyle Türkiye’de bu alanda yapılmış ilk çalışma olma özelliği taşımaktadır.

Ankara Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Deniz Sezgin koordinatörlüğünde, Araş. Gör. İlkin Esen Yıldırım ve gazeteci Yeşim Sert Karaaslan tarafından gerçekleştirilen araştırma 4 tema üzerinden yürütülmüştür. Obeziteli bireylerin, “eğitim ve iş hayatı”, “sosyal yaşam”, “sağlık hizmeti alma” ve “medyada temsil” konularında karşılaştıkları sorunlara odaklanılmıştır. Çalışmada duygularını, düşüncelerini ve tecrübelerini paylaşan katılımcıların, gündelik yaşamda fiziksel olanakların kısıtlılığından, psikolojik baskıların yarattığı çıkmazlara kadar yaşadıkları sorunlar tüm yönleriyle ortaya konulmuştur.

Sayılar değil sözler önemli

Obeziteli bireylerin birer sayı ve istatistik olarak tanımlandığı araştırmalardan farklı olarak, obeziteyi sosyal boyutuyla inceleyen araştırmada, obeziteli bireylerin damgalanmasının, ötekileştirilmesinin ve toplumdan dışlanmasının temel hak ve hizmetlere ulaşmaları konusunda engel oluşturduğu tespit edilmiştir. Kamusal alanda ve yakın çevrelerinde sürekli olarak eleştiriye maruz kalan bu kişiler, mevcut sorunlarını çözemedikleri gibi daha fazla içe kapanarak kendilerini toplumdan izole etmektedirler. Sosyal imkânlardan yararlanmak, sağlık hizmetlerine ulaşmak, eğitim ve iş hayatına katılmak gibi pek çok alanda farklı sorunlarla mücadele etmek zorunda kalan obeziteli bireyler seslerinin duyulmasına ihtiyaç duymaktadır.

Araştırmanın sonuçları ne diyor?

Toplumda farklı olana karşı sergilenen önyargılı davranışlara, obeziteli bireylerin de maruz kaldığı görülmektedir. Obezitenin yanı sıra, obezite nedeniyle ortaya çıkan farklı sağlık sorunları ile de mücadele eden bireyler; yaşadıkları toplumsal baskı nedeniyle psikolojik olarak da etkilenmektedirler. Çözüm olarak düşünülen çalışmaların ayrımcı ve damgalayıcı söylemleri yeniden ürettiği görülmektedir. Obeziteli bireylerin fiziksel ve psikolojik olarak iyileşmeye açık olduklarını göz ardı etmemek ve onları toplum içinde görmezden gelecek yaklaşımlarda bulunmamak gerekmektedir. Obeziteli bireyler, görünmez olmaktan da, dikkatlerin üzerlerinde olmasından da yorulmuştur. Yaşadıkları hak ihlallerinin toplum tarafından fark edilmesine ve bu durumun önlenmesine yönelik olarak, eğitim, iş, sağlık ve medya alanlarında gerekli düzenlemeler yapılmalıdır. Her vatandaşın sahip olduğu temel haklara obeziteli bireylerin de kolaylıkla ulaşabilmesi için eşitlikçi bir politika gözetilmesi önemlidir.

Peki, kitapta biz neleri göreceğiz dersek, kendi cümleleriyle;

Obeziteyi sosyal boyutuyla ele alan “Rolüm Ağır” kitabı, obeziteli bireylerin birer sayı ve istatistik olarak tanımlandığı araştırmalardan farklı bir noktaya odaklanmıştır. Kitap, obeziteli bireylerin maruz kaldığı damgalama pratiklerine, ayrımcı davranış ve söylem biçimlerine dikkat çekmektedir.

Obeziteli bireylerin yaşadıklarını ve hissettiklerini dile getirerek onların sesi olan kitapta, odak grup görüşmelerine katılan bireylerin görüşleri tüm yönleriyle ortaya konmaktadır. Yaşananları, hayalleri-hayal kırıklıklarını, olanları-olmayanları ve olması beklenenleri ele alan ilk çalışma olma özelliği taşıyan bilimsel araştırma, kitap haline getirilerek okuyucuyla buluşmuştur.

Aileleri, sevgilileri, arkadaşları ve hatta tanımadıkları insanlar tarafından çeşitli eleştirilere maruz kalan obeziteli bireyler hayatları boyunca sayısız kez “Ben senin için söylüyorum” ifadesini işitmiştir; ancak bu kez onlar “Biz sizin için söylüyoruz” diyerek herkesi onları dinlemeye çağırmaktadır. Sandalyelere sığmadıkları için kafeye gitmek istemeyen; “size göre kıyafet yok” sözüyle mağazanın kapısından çevrilen; “Kendine ne yaptın böyle!” azarını yeniden duymamak için doktora gitmeyen; filmlerdeki kilolu karakterler gibi her zaman neşeli olması beklenen obeziteli bireyler, onlara verilen bu ağır rolden yorulmuşlardır. Ne düşündüklerini, ne hissettiklerini, ne yaşadıklarını anlattıkları bu kitapla obeziteli bireylerin sesi olmak amaçlanmıştır.

Kitapta, “Her gün ayrı bir konuda yeni bir ‘biz’ ve ‘onlar’ yaratılan günümüz dünyasında asıl mesele hepimizin ‘biz’ olabilmesidir” denilerek, obezitenin “bir” olunarak mücadele edilmesi gereken bir sorun olduğunun altı çizilmiştir.

Bize düşen bu tip kitapların artması dilemektir. Çünkü okumak sağlıklıdır.

Share This
COMMENTS

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir