Sağlık Ordusu…
Toplumun yaşam hakkının savunulması yalnızca silahlı kuvvetlerin ya da kolluk güçlerinin görevi değildir. 2020 yılında ile mücadele sırasında toplumu koruyan, düşmanla savaşan asıl ordunun sağlık ordusu olduğu görüldü; hatta pandemi mücadelesi sırasında bir meslek hastalığı olarak hastalanan ve yaşamını yitiren sağlıkçıların savaş sırasında yaşamını yitiren askerler gibi “şehit” olarak kabul edilmesi gündeme geldi; sağlık çalışanlarına “beyaz üniformalı askerler” denildi. Sağlıkçıların da düşmanla (virüsle) göğüs göğüse savaştığı anlaşıldı.
Sağlık insangücü politikaları eğitim, planlama, istihdam ve ücretlendirme başlıkları altında incelenebilir.
Eğitim Politikaları
Sağlık insan gücünün sınıflandırılması konusunda belirtilen karmaşa sağlık personelinin eğitimleri konusu için de geçerlidir. Dünyada hemen hiçbir sağlık meslek grubunun eğitimi standart değildir. Her ülke kendi koşullarına uygun personel yetiştirmek amacıyla kendi eğitim modellerini geliştirmiştir. Ülkelere özgü bu eğitim politikaları hekimlik mesleği dahil hemen her meslek için geçerlidir.
Sağlık insangücü eğitiminde dünyada yaygın olan temel yaklaşım hekim eğitimine önem ve öncelik verilmesidir. Yoksul ve eğitim olanakları sınırlı ülkelerde bile sağlık politikasının hekim eğitimine ve hekim odaklı sağlık hizmetlerinin örgütlenmesine dayandığı görülmektedir. Bu yanlışlığa dikkat çeken Temel Sağlık Hizmetleri Bildirgesinde, ülkelerin bu yanlıştan vazgeçmeleri ve hekimdışı sağlık personelinin sağlık sistemi içinde daha ağırlıklı olarak kullanılması önerilmektedir. Buna karşın, hekim merkezli sağlık sistemlerinin bütün ülkelerdeki temel yaklaşım olmaya devam ettiği bir gerçektir.
Türleri yüzlerle ifade edilen sağlık meslekleri içinde öne çıkan başlıca mesleklerinin dünyadaki ve ülkemizdeki eğitimleri özetle şöyledir:
Hekim
İki yarım doktor bir tam doktor etmez. Prof. Dr. Alaeddin Akçasu
Tıp eğitimi konusunda uluslararası kuruluşlardan birisi Dünya Tıp Eğitimi Birliği (World Federation for Medical Education) 1988 yılında Edinburgh’ta tıp eğitimi konulu bir konferans düzenledi. Bu konferans sonucunda yayımlanan “Edinburgh Bildirisi” tıp eğitiminin amacını “bütün insanların sağlık düzeylerini yükseltecek hekimler yetiştirmek” olarak tanımladı. Bildiride yer alan temel ilkeler şunlardı:
- Eğitim için uygun ortam sağlanmalıdır,
- Müfredat ulusal gereksinmelere uygun olmalıdır,
- Koruyucu hekimliğe öncelik verilmelidir,
- Tıp eğitimi yaşam boyu olmalıdır,
- Eğitim yeterliliğe dayalı olmalıdır,
- Eğiticiler de eğitilmelidir,
- Bilim ve klinik uygulamaları entegre edilmelidir,
- Tıp öğrencilerinin seçiminde entelektüel durumları yanı sıra başka faktörler de göz önüne alınmalıdır,
- Tıp eğitimi ile sağlık hizmetleri arasında eşgüdüm sağlanmalıdır,
- Pratisyen ve uzman hekim sayıları dengelenmelidir,
- Tıp eğitimi multidisipliner olmalıdır.
1993 yılında yine Edinburgh’ta toplanan Dünya Tıp Eğitimi Zirvesinde tıp eğitiminin ülkenin sağlık sistemine uygun değilse ve ulusal gereksinimleri karşılamıyorsa başarılı sayılamayacağı belirtilmiştir. Bu toplantıda vurgulanan önemli bir ilke de tıp eğitiminin üçüncü basamak hastanelerde yapılmasından kurtarılması gerektiğidir.
Beş yıldızlı hekim
Dünya Sağlık Örgütü, “21. Yüzyılda Herkese Sağlık” hedeflerini dikkate alarak, geleceğin hekimlerinin beş özelliğe sahip olmaları gerektiğini önermektedir. “Beş yıldızlı hekim” olarak 1990 yılında tanımlanan bu kavrama göre bir hekim şu niteliklerle yetiştirilmelidir:
- BAKIM VEREN HEKİM (care provider): Hastayı ve aileyi bütüncül bir yaklaşımla ele alıp, yüksek nitelikli, kapsamlı, sürekli bakım veren hekim;
- KARAR VEREN HEKİM (decision maker): Hangi yöntemin ve teknolojinin maliyet ve etik açıdan uygun olacağına karar veren hekim;
- İYİ İLETİŞİMCİ (communicator): Bireylerin sağlıklarını korumaları ve geliştirmeleri için eğitim veren ve onlarla iyi iletişim kurabilen hekim;
- TOPLUM ÖNDERİ (community leader): Hizmet verdiği toplumun güvenini kazanmış, onların gereksinimleri için toplum adına girişim başlatabilen önder hekim;
- YÖNETİCİ HEKİM (manager): Hizmet verdiği toplumun ve hastaların gereksinimleri için kurumlarla ve kişilerle uyumlu çalışabilen, sağlık verilerini uygun biçimde kullanan yönetici hekim.
Beş yıldızlı hekim kavramının temel sağlık hizmetleri kavramı ile örtüştüğü, toplum içinde, bir yandan hastalara hizmet verirken diğer yandan koruyucu hekimliğe ve toplumun sağlığın geliştirilmesine önem veren, ekip çalışmasını benimsemiş bir hekim tipini tanımladığı açıktır.
Tıp bir belirsizlikler bilimi ve olasılıklar sanatıdır. Eğer, kişiler arasında büyük farklılıklar olmasaydı, tıp yalnızca bir bilim olabilirdi, sanat değil. William Osler
Hekim tanımları ve eğitim süreleri
Hekimlik kavramı bazı ülkelerde farklılık gösterir. Söz gelimi, eski Sovyetler Birliğinde hekim denildiğinde batı dünyasından farklı olarak beş meslek grubu anlaşılırdı: a. Çocuk hekimleri (pediatrist); b. Erişkin hekimleri (terapist); c. Ağız hekimleri (stomatolojist); ç. Eczacılar (farmasist); d. Hijyenistler. Bağımsızlık sonrasında bu anlayış değişmiş olmakla birlikte yeni bağımsız olan ülkelerin bazılarında devam etmektedir.
Tıp eğitimi Türkiye dahil Avrupa’da, liseden sonra genellikle 6 yıl sürer. Amerika Birleşik Devletleri’nde ise liseden sonraki 4 yıllık kolej eğitimi üzerine 4 yıl tıp eğitimi alınır. İntörnlük uygulamaları Almanya, Bulgaristan, Macaristan, Türkiye gibi ülkelere tıp eğitiminin son yılı olarak uygulanırken, İngiltere, İrlanda, Finlandiya ve Polonya’da tıp eğitiminden sonra 1 yıl, Norveç’te 1,5 yıl, İtalya’da ise 6 ay eklenerek yapılır. Hollanda’da 6 yıllık tıp eğitim süresinin içerisinde 1,5 yıl intörnlük uygulanır. Danimarka’da tıp eğitimi 6,5 yıldır, buna 1,5 yıl intörnlük eklenir. İsveç’te tıp eğitimi 5,5 yıldır ve buna yaklaşık 2 yıl intörnlük süresi eklenir. Fransa’da tıp eğitimi 8 yıl sürer ve bunun 2 yılını intörnlük alır. ABD’nde intörnlük eğitimi, uzmanlık eğitiminin ilk yılında yapılır.
Eski Sovyetler Birliği ülkelerdeki tıp okulları da batı dünyasından farklı idi. Çocuk hekimi olmak isteyenler “pediatri” okuluna, erişkin hekimi olmak isteyenler ise “terapi” okuluna giderleri. Her iki okulun da eğitim süreleri 5 yıl idi. Beşinci yıla “internatura” adı verilirdi ve bu yıl süresince öğrenci belli bir branşta çalışırdı ve mezun olduğunda o dalın uzmanı gibi algılanırdı. Örneğin, pediatri okulunun son yılında nöroloji bölümünde çalışan öğrenci mezun olduğunda “pediatrik nörolog” olarak adlandırılırdı.
Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra bağımsızlığına kavuşan ülkelerin çoğunda bu okullar birleştirilerek eğitim süreleri 6 yıla çıkartıldı ve müfredatları da batı ülkelerindekilere benzer duruma yakın duruma getirildi. Bu değişim süreci devam etmektedir.
Bazı ülkelerde (örneğin Avustralya) tıp fakültelerinden mezun olanlar “tıp doktoru” unvanı kullanamazlar. Bu ülkelerde tıp okulları “lisans” derecesi veren okullar olarak kabul edilir ve mezunları da tıpkı diğer fakülte mezunları gibi “lisans” diploması alırlar ve Dr. unvanını kullanamazlar; onun yerine BS (bachelor of science) unvanını kullanabilirler. Ancak, doktora (PhD) derecesi aldıktan sonra Dr. sıfatını kullanmaya hak kazanırlar.
Almanya’da da benzer bir uygulama vardır. Bu ülkede tıp fakültesi mezunlarına “arzt” (hekim) denilir. Bu kişilerin Dr. unvanını kullanmalarına ancak bir öğretim üyesi ile birlikte bilimsel bir çalışma yapıp yayınlama sonrasında izin verilir.
Hekim / Doktor
Dünyada 15 kadar ülkede hekimlere doktor denilmektedir. Latince “docere” öğretmek “doktor” öğretmen anlamına gelir. Hekimlere “doktor” denilmesi ilk olarak Avrupa’da çıkmış ve zamanla Amerika’ya ve diğer Avrupa sömürgelerine yayılmıştır. Bunun nedeni Fransa’da tıp fakültelerinde temel bilimler eğitiminin yapıldığı ilk iki yıla “doktora sınıfı” denilmesi olabilir. Bir tıp öğrencisi fakülteyi bitirip hekim olmasa bile, doktora sınıfını tamamlamışsa, orta eğitimde fizik, kimya, biyoloji gibi temel bilim dersleri öğretmeni olabilir. Bu uygulama yakın dönemlere kadar ülkemizde de vardı.
(Not: (1) Babam Dr. Cemil Öztek, 1950’li yıllarda Giresun Sağlık Müdürü iken aynı zamanda Ticaret Lisesinde kimya öğretmenliği yapardı; (2) Sağlık alanındaki unvanların nasıl kullanılacağı ile ilgili Dünya Sağlık Örgütü tarafından 2010 yılında Cenova’da alınan karar gereğince mezuniyet sonrasında uzmanlık ya da doktora eğitimi yapmamış hekimlere “genel pratisyen- general practitioner” denilmesi tavsiye edilmiştir.)
Tıp eğitiminin amaçları
Tıp fakültelerinin temel amacı birinci basamakta görev yapabilecek bilgi ve becerilerle donatılmış hekimler yetiştirmek olmalıdır. Bu amaç hemen bütün ülkelerde böyle ifade edilmekle birlikte, uygulamada tıp eğitim müfredatının bunun ötesine taşarak öğrencileri tıpta uzmanlığa hazırlamaya yönelik olduğu görülmektedir. Bunu önlemek ve tıp eğitiminde bir ölçüye kadar standardizasyon sağlayabilmek için “çekirdek eğitim programı” (ÇEP) hazırlanır. ÇEP içinde mezun olacak hekimlerin bilmeleri ve becerebilmeleri gereken şeyler bir liste olarak yer alır bu niteliklere sahip hekimler yetiştirmek için eğitim programında yer alması gereken konular belirlenir. Her ülke kendi koşullarına uygun “ulusal çekirdek eğitim programı” (ulusal ÇEP) hazırlayıp bütün tıp fakültelerinin buna uymalarını sağlamaya çalışmaktadır.
Bu çabalara karşın, tıp bilimindeki baş döndürücü gelişmeler ve teknolojik ilerlemeler tıp bilimini çok genişletmiş ve bu nedenle hekimlerin bilmesi gereken konular çok artmıştır. Artık, 6 yıllık tıp eğitiminin kısa olduğundan söz edilir olmuştur. Bu gelişmelere paralel olarak tıpta uzmanlık alanları parçalanmış, çeşitlenmiş ve derinleşmiştir. Bu durum, hem hekimlerin fakülte sonrasındaki uzmanlaşma taleplerini ve hem de toplumun hekimlerden uzmanlaşmış hizmet beklentilerini etkilemiştir. Günümüzde insanlar, örneğin, pediatrist ile yetinmemekte pediatrik kardiyolog, pediatrik nörolog, yenidoğan uzmanı gibi yan dal uzmanlarını da talep eder olmuştur. Sonuç olarak tıp eğitiminin geldiği nokta, çok dallı uzmanlık eğitimleridir. Bu durum, tıpta mezuniyet öncesi ve sonrası eğitimleri etkilediği gibi, hekimlerin istihdamı konusunu da yakından etkilemektedir.
Bütün bu gelişmeler tıpta sürekli eğitimin önemini arttıran faktörlerdir. Günümüzde bilginin yarı ömrü giderek kısalmaktadır. Artık, tıp fakültesinden mezun olduktan sonraki 3-5 yıl içinde hekimlerin bilgilerinin yarısı ya değişmekte ya da hekimler bildiklerinin yarısını unutmaktadırlar. Böyle olunca, hekimlerin bilgilerini ve becerilerini sürekli olarak güncellemeleri daha da önem kazanmaktadır. Sürekli eğitimleri teşvik amacıyla bazı ülkeler hekimlerin belirli aralıklarla “board sınavı” denilen sınavlara girerek mesleklerini güncel hekimlik düzeyine getirdiklerini kanıtlamalarını zorunlu kılmaktadır. Bazı ülkelerde ise, her yıl belli sayıda kongreye, konferanslara, kurslara katılmak, bilimsel yayınları izlemek ve yayın yapmak gibi koşulları uygulamaktadır.
Güvenilen Meslekler (https://www.statista.com/chart/19397)
2018 yılında 23 ülkede ve 19.587 kişiyi kapsayan bir çalışmada toplum tarafından en güvenilen meslek grubu %60 ile bilim insanları olarak saptanmıştır. İkinci sırayı %56 ile hekimler almaktadır. Politikacıların %9 ile son sırada yer alması ilginç bir ayrıntıdır. Aynı araştırmada Birleşik Krallıkta hekimler %67 ile ilk sırayı, bilim insanları ise %62 ile ikinci sırayı almıştır.
Türkiye’de tıp eğitimi politikaları
Türkiye’de 1806 yılında “tıphane” açılmıştı, ancak çağdaş anlamda tıp eğitiminin 14 Mart 1827 tarihinde II. Mahmut döneminde “Tıphane-i Amire ve Cerrahhane-i Amire” nin açılmasıyla başladığı kabul edilir. Bu okul 1839 yılında “Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane”, 1867 yılında ise “Mülki Tıbbiye” adını aldı; 1909 yılında ise batı eğitim modeline yakın olan modern sayılabilecek İstanbul Tıp Fakültesi kuruldu. Üniversite reformunun yapıldığı 1933 yılında Tıp Fakültesi de reforme edildi, özellikle Almanya’dan kaçan bilim insanları ülkemize getirilerek eğitimin niteliğinin ciddi biçimde gelişmesi sağlandı. İstanbul’daki tıp fakültesine ek olarak 1945 yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, 1955 yılında ise Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi açıldı. Bu fakültelerde klasik olarak tanımlanan eğitim modeli uygulanmaktaydı. Klasik tıp eğitimi sisteminde bilgiler belli bir sıralama içinde üst üste yığılarak verilir. Her disiplin diğerlerinden bağımsız biçimde dersler verir.
Hacettepe Tıp Fakültesinin 1963 yılında Ankara’da açılması ile ülkemizde tıp eğitiminde önemli bir değişim yaşandı. Bu fakültede ilk kez “entegre” eğitim modeli uygulanmaya başlandı. Entegre tıp eğitimi sisteminde disiplinler arası yatay ve dikey entegrasyon vardır; dersler anabilim disiplinlere göre değil konulara göre verilir. Böyle olunca, bütün disiplinler bağımsız değil, birbirleri ile uyum içinde eğitimi sürdürürler.
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi 1997 yılında eğitim programını değiştirerek “probleme dayalı ve öğrenci merkezli” eğitim modeline geçti. Bu modelde, öğrenciler dersler öncesinde hazırlanarak ders sırasında küçük gruplarda rehber öğrenim üyesi eşliğinde konuyu tartışırlar. Yani, bu modelde öğretim üyesi didaktik dersler anlatmaz, öğrenciler kendileri araştırarak konuyu öğrenir ve birbirlerine aktarırlar.
Dünyadaki gelişmelere paralel olarak ülkemizde 2001 yılında tıp eğitimi müfredatında standardizasyon konusu gündeme geldi ve ulusal “tıp eğitimi çekirdek programı” hazırlandı. Buna göre bütün tıp fakültelerinde öğrencilere kazandırılacak bilgi ve beceriler listelendi ve bu niteliklerin nasıl ve ne kadar sürede aktarılabileceği standardize edildi. Öte yandan, her tıp fakültesinin bu çekirdek programa ek olarak bazı konuları ekleyebilecekti. Böylece, bütün tıp fakültelerinde en az “ulusal çekirdek eğitim programı” ve arzu eden fakültelerde buna ek olarak “kurumsal eğitim programı” uygulaması aşamasına gelindi.
Kaynak:
Prof. Dr. Zafer Öztek, Halk Sağlığı Kuramlar ve Uygulamalar Kitabı, Ankara, Sağlık ve Sosyal Yardım Vakfı Yayını, 2020, S. 160