Seçime Beş Kala!..

Seçime Beş Kala!..

Efendim, editörüm ısrarla yazmamı istiyor; “seçim yaklaşıyor, bir şeyler yaz” diye. Yahu seçim öncesi yazı yazmak için deli olmak lazım. Her gün bir başka haber, her gün bir başka anket, o dedi ki, bu dedi ki, kim aday, hangi parti ne diyor, sandıklar güvende mi, YSK güvenli mi, falan filan; bir sürü terane.

Bu kargaşada yazı yazmak mı???

Neyse ki, deli kadrosunda yerimiz hazır olduğundan geldik dolduruşa, sonumuz hayrola…

Seçim önemli, madem ki demokrasi diyoruz, yönetenlerimizi seçelim tabii ki. Aslında biz yine de seçmeyelim de bize dayatılanlar içinden kötünün iyisine oy verelim. Anladınız siz, ne demek istediğimi.

Demokrasi araç mıdır, amaç mıdır bu zat-ı muhteremler için bilemem ama, ara sıra sandığa gitmek gerekiyor işte. Bazen çok anlamı olmasa da bu sefer gerçekten de bu ülke için bir yol ayrımında olduğumuz kesin. Bu sefer adaletin eksikliğinin, ekonomik çöküşün, siyasi kutuplaşmanın, üretimi artıramamanın, işsizliğin, eğitimsizliğin vardığı noktanın, dış ilişkilerde toslanan duvarların, rant ekonomisinin, dağ gibi yığılan borçların, bomboş kasanın, kısacası A dan Z ye her türlü olumsuzluğun hesabı sorulacak umudunda milyonlarca insan. Öte yandan mevcut düzenin sürmesinden yarar uman, iktidar değişirse çıkarlarına zarar geleceğini düşünen, ya da değişimden bir umudu olmayan, kilitlenmiş siyasi kutuplaşmada safını çok sıkı belirlemiş olan veya yenileşmenin bu adaylarla olamayacağını düşünen de bir başka kesim var, yine milyonlarla. Kısacası seçim bireysel çıkarlarla ulusal çıkarlar arasında bir seçim olacak, öyle anlaşılıyor.

Mevcut düzen bu anlamda demokrasiye ne kadar uygun, ayrı bir tartışma konusu. Yıllar öncesinde tek adam rejimini kendisine layık gören bir toplumdan çok fazla bir uyanma/aydınlanma ve doğruyu yapma işlevi beklemek, ne yazık ki salakça. O yüzden bir “tek adamı” devirmek isteyen çok geniş bir kesim varken, bunun tam tersini düşünen, kendi çıkarları için toplumun ortak çıkarlarını görmezden gelen de büyük bir kesim var. Ve bu iki kesim, siyasi, dini, etnik, mezhepsel bir yığın ayrışma üzerinden cepheleştirilmeye, ayrıştırılmaya çalışılıyor; son 20, hatta 70 yıldır olduğu gibi. Ne yazık ki, eğitimi son derece yetersiz bu toplumda da karşılık buluyor bu cepheleşme. Bir türlü insani değerler, temel insan hakları üzerinde eşitleyemedik bu toplumu. Bir tek rahmetli görmüştü bu gidişatı ama O’nun da ömrü yetmedi. Biz de savunamadık ilkelerini gereği gibi, ne yazık ki.

Şakası yok, son yirmi yılın faturası ortada. Üretimi hızla terk edip, borç parayla, tüketerek kalkınmaya çalışan ekonomik sistem tıkandı sonunda. Dünya ölçeğindeki bol paranın sonuna gelinmesi, pandeminin üretim üzerindeki, dolayısıyla ülkelerin ekonomisi üzerindeki olumsuz etkisi ile birlikte sıkılan kemerler, geri çağırılan yatırımlar, para birimlerinin yüksek faizle birlikte piyasadan çekilmesi, savaş nedenli enerji fiyatlarındaki çılgın yükseliş filan derken, bizim gibi açık veren ekonomiler iyice yolun sonuna geldi. Bu arada ülkenin yüzde 15 nüfusunu etkileyen ağır bir deprem ve sonrasında yaşanan otorite eksiği, müdahale ve enkaz kaldırma çaresizliği, Kızılay ve TSK gibi kurumların asli görevine rağmen ortaya çıkamayışı, bunların hepsinin üzerine tuz biber olarak eklendi, iktidarın aleyhine. Bu da ister istemez etkisini seçimlere de taşıyacak.

Ancak, seçim halen ortada bazılarına göre. Çok keskin bir görüntü yok ortada gerçekten. Gerçi bunun sebebi yoğun bir göz boyama kampanyası ile iktidara destek veren yanlı/yandaş basın, tüm gücüyle savaşan ve elindeki avantajları kaybetmek istemeyen haksız kazanç sahibi kimseler, gelecek düzenin geçmişe soracağı hesaptan kendi payına da bir şeyler düşeceği korkusundakiler, mevcut düzen içerisinde liyakatten uzak iş sahibi olmuş/yükselmiş kimseler, halen cemaat ve din simsarlığından beslenen kesimlerin savaşmayı son ana kadar sürdürecek olması. Bu kesim gemiyi batmaya ramak kalana kadar terk etmeyecek, o belli. Bir yandan da bu kargaşanın seçimle de bitmeyeceği, belli odakların yasadışı yollara baş vurabileceği korkusu da var, bazılarında. Zira güç değişimi çok ağır olacak gerçekten de. Tüm toplum da bundan etkilenecek belli ki.

Gelelim “bence” neler olacağına, neler olması gerektiğine. Bu bir tahmin sadece, belki de biraz temenni. Tutar mı, tutmaz mı, göreceğiz. Ama, şahsi fikrim bir değişimin şart olduğu, aksi halde bu ülkenin bir daha başını kolay kolay kaldıramayacağı ve gelişmekte olan ülkeler statüsünden resmen geri kalmış ülkeler kategorisine savrulacağı. Hatta gelişmeyi reddeden ülkeler diye, yeni bir kategoriye alınacağı.

Neler değişmeli peki?

İlk önce Hukuk sistemi mutlaka değişmeli. Adalet herkes için eşit çalışan, terazisi gerçekten de gözleri kapalı Tanrıça Themis’in elinde tuttuğu teraziye benzeyen, tüm taraflar için doğrunun tespitini yapan, suçluyu suçsuzdan, haklıyı haksızdan, iyiyi kötüden ayıran, hızlı ve güçlü bir yapıya kavuşmalı. Mevcut durumu ortaya çıkaran ve ne yazık ki halen mevcut iktidar tarafından da memnuniyetle arkasında durulan cemaat etkisi ne kadar temizlenebilecek, kimse bilmiyor. Yargı yeniden eski güvenilir, bağımsız ve tarafsız haline döndürülebilirse, gerçekten taşlar yerine oturmaya başlayabilir.

İkinci olarak tabii ki eğitim. Bence ekonomiden bile önce gelmesi gereken, bilimsel, aklı önceleyen, deneysel ve işlevsel bir eğitim sisteminin ivedilikle kurulması şart. Taşımalı eğitim, herkese imam hatip eğitimi, MEB dışında eğitimi şekillendiren vakıflar, cemaatler filan gibi bilumum garabetler derhal ortadan kaldırılıp, eğitim konusunda tam bir devrim yapılması da şart. Artık geri kalmış bir Ortadoğu ülkesi olmaktan çıkma zamanı gelmedi mi, ne olur???

Sonrasında iş çok elbette.

Üretim… Tarımdan sanayiye, hayvancılıktan teknolojiye, savunmadan yazılıma, akla gelen gelmeyen her alanda üreten, geliştiren ve Dünya’da söz sahibi olan bir Türkiye fena mı olur? Bol yatırıma, bol paraya ihtiyaç var bu işler için, “nereden bulunacak?” dediğinizi duyar gibiyim. Elbette kolay demedik; ama bu ülkenin de kaynakları hiç de az değil. Yeter ki har vurup, harman savrulmasın, doğru yerlere doğru şekilde kullanılsın, doğru hedeflere kilitlenilsin. Ülkenin birilerine peşkeş çekilen, adeta yağma boyutundaki kaynak dağıtımına dur denilsin ve verilen kapitülasyon boyutundaki imtiyazlar halkın yararına geri alınsın. Madenler, fabrikalar, limanlar, şirketler, bankalar, tüm ekonomik değerler, yeniden bu milletin refahı ve geleceğine hizmet etsin.

Tabii ki, devlet kaynaklarının doğru ve adil yönetiminin nasıl olması gerektiğini söylemeye bile gerek yok sanırım. İhale düzeni etrafına çöreklenmiş, en büyüğünden en küçüğüne kadar yönetici, müteahhit, aracı, komisyoncu, iş bitirici kim varsa, hepsinin ortadan kaldırılacağı, adil, şeffaf ve tasarrufçu bir kamu kaynak yönetimi şart. Yoksa gider X partisi, gelir Y partisi. Sistemin etrafında çöreklenenler değişir belki, ama olan halka olmaya, tüyü bitmemiş yetime olmaya devam eder. Biz de bir sonraki seçim, umutları tazeler, yeni geleceklere öteleriz beklentiyi.

Yönetimlerde liyakat, bir başka etap. Mutlaka, ama mutlaka mevcut kadrolar bir gözden geçmeli, diploması, tezi, akademik kariyeri, iş tecrübesi ve iş alanı, çeşitli sınavlardaki başarı puanları, torpil ve hamili kart yakini olma durumları, her ne varsa ince elenip sık dokunup, gerekiyorsa altındaki koltuğu gözünün yaşına bakmadan alınmalı.

Burada hemen akademiye de bir neşter sallamazsak olmaz. Nereden alındığı belli olmayan diplomalar, ne idüğü belirsiz okullara verilen denklikler, fasa-fiso dergilerde yapılan yayınlarla alınan doçentlikler, prof’luklar, hepsi elden geçmeli. Sadece akademisyenler değil, bizzat akademinin kendisi de mercek altına, yallah… Apartman katında kurulmuş, altyapısı, bilimselliği, yeterli kadrosu olmayan sözüm ona üniversiteler, vakıf, cemaat ya da çıkar sağlama okulları de çöpe…

Diyanet işleri… Bu konuda bir şey söylememe gerek var mı bilemem ama, din duygularını kullanarak bir kesimin destekçisi ve toplumda yaratılmaya çalışılan ayrışmanın pohpohçusu diyanet, halkın kutsallarıyla oynayarak saltanat sürmekten derhal men edilip, kendi çalışma sahasına, kışkış. İnsanların dinini doğru öğreneceği, fonksiyonunu akıl çerçevesinde yürüten, düzenleyici bir kurum haline dönüşmeli. Gerekliliği tartışılır olsa da bu toplumda bu konu başıboş bırakılamayacak kadar önemli. Kendini fetva makamı zanneden, şeriat özlemli şarlatanlar bir an önce sahadan çekilmeli. Bu ülke yeniden laik çizgisine çekilip, devlet dini referanslardan sıyrılıp, aydınlanmanın başını çekebilmeli. Yeter çektiğimiz, boş inanç, taassup ve çarpıtılmış dini görüşlerden, saçma sapan uydurulmuş hadislerden ve kerameti kendinden menkul din adamı kılıklı hainlerden. Ah, sevgili Atam ne kadar haklıymışsın ve ne güzel görmüşsün bu şerefsizlerin kol gezdiği bir coğrafyanın kalkınmasının mümkün olamayacağını. Günün siyasetçileri her daim dini kullanmaktan zerre kadar utanç duymuyor, senin yarattığın bu güzel Cumhuriyet ülkesinde. Hala ellerinde kuran, seccade, dillerinde Allah adına uydurulmuş bir yığın kelam, hadis, şu, bu… Değişmeli bu pespayelik, hem de hızla.

Ve tabii tek adam rejiminden, güçler dengesinin ve güçler ayrılığının gözetildiği, yargısı, yasaması ve yönetimiyle tam bir denge, kusursuz bir işleyişe bir an önce dönülmeli. Cumhuriyetin idealleri tüm kurum ve kurallarıyla yeniden işlev kazanmalı, eğitimli kadrolar, iş bilir, liyakatli ve geleceği planlayabilen, uygulama cesaretiyle hedeflere doğru yoldan ilerleyebilen bir yönetim anlayışı. Partizanlık çerçevesinden ülke yönetmeye kalkışmanın sonu gelsin artık, yeter. Eğitimcisi, polisi, askeri, yargıcı, savcısı ve tüm devlet kadroları artık yalnızca devletin memuru olarak hizmet etsin, vatan sevgisi ve millet aşkıyla.

Her neyse, daha söylenecek çok şey, düşünülecek çok konu var ama, bu bir seçim yazısıydı, nerelere geldik? Gerçi tüm bu laflar seçimin niye gerekli olduğunu ve değişimin aydınlık ufuklarını bize gösteriyor sanırım. O yüzden de oy vermenin neden gerekli olduğunun, demokrasinin doğru işletilmesinin neden elzem olduğunun ve doğru tercihlerin nelere kadir olduğunun da şifrelerini taşıyor kanımca. Elbette herkes seçiminde özgür ve vereceği oyların nelere sebep olacağının da farkında, buna şüphe duymak demek “demokrasiye inanmamak” demek. Ancak yetersiz bilgiyle oy verilmesi de ne yazık ki, oy verenin kendi tercihlerine bile ters olabiliyor. O yüzden oyların dağılımının nasıl hesaplandığı, milletvekili dağılımının partilerin aldığı oylara ne şekilde bağlı olduğunun iyi bilinmesi gerek. Halen sadece Cumhurbaşkanı seçileceğini zanneden, milletvekili de seçeceklerinden haberi olmayan çoook geniş bir kitle var, farkında mısınız?

Hani birileri evrene mesaj yollayıp duruyor ya, bu sefer de ben yollayayım tüm evrenin yaratıcısına:

“Bu ülkenin ve insanlarının yararına en iyisi neyse o olsun…”

Haydi, hayırlı seçimler…

Yazar Dr. Önder C. Sezgin, Ankara – 08 Mayıs 2023

Share This
COMMENTS
  • comment-avatar
    Metin Tayfun Şenavcı 9 Mayıs 2023

    Şuan da şu yaşamda tam kafamdaki beynimdeki anlatmak istedikletim. Çok teşekkür ederim. İyi ki varsınız.

  • Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir