Sıra Dışı Bir Aşk Hikayesi…

Sıra Dışı Bir Aşk Hikayesi…

Macera filmlerindeki kahramanlar hep uzun boyludur, atletik yapılıdır, üçgen vücutludur, ateş gibidirler, sert mizaçlı, keskin bakışlı, yakışıklı adamlardır.

Bizim sahici kahraman Rauf ise göbekliydi iyi mi… Hatta obezdi. Bodurdu. Keldi.

Öyle sert bakışlar filan fırlatmaz, hayata daima kıkır kıkır gülümseyerek bakardı.

Halbuki, hayatının her saniyesi bizatihi macera filmiydi.

Ateşten gömleği giymiş, kelle koltukta yaşamış, dünyanın en tehlikeli hadiselerinin içinde yer almıştı kod adı Toros’tu.

Hakikaten yüreği Toroslar gibiydi.

Fırtına kasırga, bana mısın demezdi.

Savaş veya casus filmlerinde kalıpları tornadan çıkmış çakma kahramanları seyrediyoruz.

Gel gör ki, atlayıp zıplayanla, uçan kaçanla yazılmıyor harbi destanlar… Toros gibi yüreklerle yazılıyor.

Beşparmak Dağları’nda kan gövdeyi götürürken çekilmiş siyah beyaz bir fotoğrafı var mesela… Belinde kemer gibi sarılmış mermi şeritleri, elinde hafif makineli, ölümle kalım arasındaki ince çizgide, sanırsın piknik yapıyor, öylesine rahat, gülümsüyor.

Rahmetlinin en ilgimi çeken tarafı buydu. Sıradan görünümlü, sıra dışı kahraman.

Mecbur insan.

Ve elbette, bu tür sıra dışı kahramanların yanındaki kadınlar da sıra dışı kadınlardır, sıra dışı aşklardır.

Evliliklerinde mutlu, huzurlu, sakin bir hayat düşlerler ama, mecbur insan’a âşık olunca, tehlikeli, ölümcül maceralara sürüklenirler, mecburen sıra dışı bir hayat sürerler.

Rahmetli Rauf Denktaş ve Eşi Aydın Denktaş, Kıbrıs

Rauf’la Aydın’ın aşkı, tıpkı böyle bir aşktı.

Rauf esir düştü bi ara…

Adaya paraşütle atlamıştı.

Yakalandı.

Akıbeti belirsizken, Aydın’a gizlice mektup gönderdi.

“Seni Allah’a, evlatları sana emanet ediyorum, hayat işte, iyi kötü tesadüflerle dolu, bizimki böyle oldu” dedi.

Aydın ağladı, ağladı, ağladı.

Neyse ki, Rauf o cendereden kurtulmayı başardı.

Hani derler ya ölümlerden ölüm beğen diye, hep öyle oldu, defalarca ölümden döndü, kafasının üstünden cayır cayır mermilerin geçtiği de oldu, hemen dibine havan topunun düştüğü de oldu, en yakın arkadaşları kucağında şehit oldu, hem Ada’da hem Londra’da suikastlardan kurtuldu.

Aydın hep bu korkularla, bu endişelerle, hep bir kötü haber alacağım duygusuyla yaşadı.

Çocukluktan beri tanışıyorlardı.

Çocukluktan beri nişanlıydılar.

“12 yaşımdan beri evleneceğimizi biliyordum” diye anlatıyordu Aydın…

Nikahlandıklarında Rauf 25, kendisi 18 yaşındaydı.

64 sene aynı yastığa baş koydular.

Rauf henüz 1.5 yaşındayken annesini kaybetmişti.

Aydın onun için hem sevgili hem eş hem anneydi.

Bir anne ve babanın yaşayabileceği en ağır acıyı, üç defa yaşadılar.

Kızları Dilek’i henüz üç yaşındayken toprağa verdiler.

Küçük oğulları Münir’i altı yaşındayken kaybettiler.

Büyük oğulları Raif trafik kazasında can verdi.

Kaza mıydı, suikast mıydı, orası bile meçhuldü.

Bir anne ve babanın taşıyabileceği en ağır yükü üç defa omuzladılar, birbirlerine tutunarak, aşklarına sarılarak ayakta kaldılar, yeniden evlat sahibi oldular.

“Çocuklarım bensiz büyüdü, bensiz büyüyen çocuklarımın çocukluk hatıralarını anımsayamadığım için garip bir özlem içindeyim, ölen çocuklarımızın matemini bile yeterince tutamadım, küçük oğlumun cenaze törenine bile katılamadım, ağlamak istedim ağlayamadım, sarılıp öpmek istedim, bunu da yapamadım, içinde bulunduğumuz durum nedeniyle duygularımı dışa vuramadım, Kıbrıs meselesi yüzünden omuzlamak zorunda kaldığım sorumluluklar mı bana mani oldu, yoksa doğuştan mı böyleydim, bilemiyorum” diyordu Rauf.

Ama şunu biliyordu.

“Türkiye olmadan cennete bile girmem” diyordu!

Böylesine idealist, böylesine adanmış bir yurtseverdi.

Sakin, huzurlu bir hayat düşleyen Aydın…

İşte bu çılgın Türk’le bir ömür geçirdi.

İkbali de gördüler.

İhaneti de.

Hayallerinin yıkıldığı da oldu.

Rüyalarının gerçek olduğu da.

Bazen hüzün.

Bazen sevinç.

İnsana dair her ne varsa…

Fazlasıyla yaşadılar.

Film olsa finalini abartmışlar deriz ama, gerçek…

Son nefesini verirken Aydın’ına şarkı söylüyordu Rauf…

“Sevemez kimse seni, benim sevdiğim kadar, sevgilim sen olmasan, bu dünya neye yarar” diye mırıldanıyordu.

Böylesine sıra dışı bir aşk hikayesiydi.

Rauf’unu kaybettiği gün, hayatında ilk kez ayakta zor duruyordu Aydın…

Tabutuna sarıldı, “ülkesinden önce, evimin lideriydi” diyebildi.

“Kendimi bildim bileli beraberdik biz, doğduğum günden beri, elbette hayat devam ediyor ama, bomboş bir hayatta bıraktı beni…

Marko Paşa Yılmaz Özdil’den aldı ve yazdı.

Share This
COMMENTS

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir