Sıtma Mücadelesinden Korona’ya: Klorokin İlacının Öyküsü
Merhaba.
Bu benim Health World News (Dünya Sağlık Haberleri) sitesindeki ilk yazım.
Değerli dostlarım Metin BALCI ve Bekir METİN’in davetiyle sitenin yazar ailesine katıldım.
Yaklaşık 45 yıldır basında haber yazan, medyada haber ve program yapan, emekli olunca da sosyal medyada makaleleri yayımlanan bir gazeteciyim.
Meslek hayatım boyunca, kullandığım kalem ve tuşlarına bastığım klavye vicdani muhasebem, hak, hukuk, adalet ve toplumun yararı oldu.
Sağlık alanıyla tek ilgim 1960’lı yıllarda Van Alpaslan İlköğretmen Okulu’nda yatılı öğrenciyken, yaz tatilinde memleketim Bitlis’te Sağlık İl Müdürlüğü Sıtma Eradikasyonu Başkanlığı’nda geçici yardımcı personel olarak çalışmam oldu. Daha önce Sıtma Savaş olan bu başkanlığın ismi, sağlanan başarı üzerine, bu salgın hastalığı kökten yok etmek amacıyla Sıtma Eradikasyon Başkanlığı’na dönüştürülmüştür.
Art arda 2 yıl (yaz sezonlarında) yardımcı personel olarak Bitlis’in, pirinciyle ünlü Şeyh Cuma (halk dilinde ŞEHCUMAN olarak telaffuz ediliyor) bölgesindeki 19 köy ya da mezrayı 15 günde bir dolaşıyordum. Bu yerleşim yerlerinde yaşayanların parmaklarından aldığım kanı ‘lamel’ denilen dikdörtgen camlara akıtıp, kuruduktan sonra üzerine kimliklerini yazıyordum. Bu kanların merkezdeki laboratuarda tahlilinden sonra listelenen hastalara ikinci 15 günlük ziyaretimde Klorokin ve Prometamin haplarını veriyor, onların haricindekilerden kan alıp merkeze dönüyordum.
Günümüzde Dünyayı kasıp kavuran Korona virüsün (Covit 19) yol açtığı hastalığın tedavisi için ABD’nin onay verdiği ilaçlar arasında ‘Klorokin’i görünce sıtma eradikasyonu yardımcı personeli olarak çalıştığım o günler aklıma geldi.
Kurtuluş Savaşında Aşı Çalışmaları
Ülkemizin verem, sıtma ve benzeri salgın hastalıklarla mücadelede konusunda önemli başarılar elde ettiğini, bunu da aşı üretimindeki yoğun çalışmalarıyla sağladığını unutmamalıyız. Ayrıca, bu çabaları yeni nesillere de aktararak, onların geçmişleriyle övünerek geleceğe bakmalarını sağlamalıyız.
İşte ben, ilk yazımdan itibaren bu görevimi yerine getirmeye başlıyorum.
Burası Ankara Vilayet Konağı…O konakta tek bir oda. Bir bakan ve iki personel. Biri sağlık memuru…İşte 1920’li yıllarda kurulan ilk Sağlık Bakanlığı bu. Adı: Sıhhiye ve Muavenet-i İçtimaiye Vekâleti.
Bu küçücük bakanlığın devasa dört sorunu var. Sıtma, Kolera, Veba, Trahoma. Bunlar 1920’li yıllarda Mustafa Kemal ve arkadaşlarının savaştıkları mütareke güçlerinden daha sinsi. Üstelik dahası da var; kızamık, kabakulak, yılancık, dizanteri, skorbüt, frengi, çiçek, verem, tetanos…
Hastalık ve yoksulluk 1. Dünya Savaşı’ndan çıkmış Anadolu’nun her tarafında…Öyle ki, zengin bir liman kenti olan İzmir bile kırılıyor hastalıktan.
Sağlık Bakanlığı’nı kurmak Mustafa Kemal ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yaptığı ilk birkaç işten biri. Başına getirilen isim yetkin, donanımlı ama bir o kadar çaresiz Dr. Adnan Adıvar. Çaresiz çünkü personel yok, ilaç yok, imkânsızlık binbir çeşit. Elde kayıt kuyut bile yok. “Önce kayıtları oluşturalım” diyor Dr. Adıvar. Cephede, kentlerde çalışan hekimlerin isimleri bile bilinmiyor çünkü. Dr. Adıvar’ın önceliği savaş yaralarını sarmak ve bir de bakanlık mevzuatını oluşturmak.
Ama belli ki attığı tohumlar sağlam. Çünkü birkaç yıl içinde bakanlığa bağlı yatak sayısı 6 binin üzerine çıkıyor. Hekim sayısı ise 500’den fazla. Rakamlar güzel ama gelin görün ki hastalığın boyutları öylesine devasa ki ne yapsanız yetersiz.
Kuduz ve veremle savaş için merkezler açılıyor. Verem Sanatoryumu Burgaz Ada’da. Ve o savaş koşullarında İtalya’dan çiçek aşısı alıyor Ankara Hükümeti. Bir yandan da aşıhane ve bakteriyoloji bölümleri kuruluyor ki, bu devasa sorunlara çözüm bulunabilsin. Rakamlara göre 1920- 1921 yılları arasında üretilen çiçek aşısı miktarı 3 milyondan fazla. Yine savaş günlerinde frenginin ücretsiz tedavisi için kanun çıkarıyor Meclis.
Sadece insan sağlığı mı? Derler ki; İnönü Savaşları sırasında İsmet Paşa’nın en büyük korkusu düşman değil “Katır vebası”.
Mustafa Kemal Paşa 1 Mart 1923’te Meclis’te yaptığı konuşmada, şöyle dile getiriyor yapılanları:
“Ülkenin sağlık durumu Allah’a şükür sevindirici.1921 yılı içinde, üç milyon kişilik çiçek aşısı yapabilen Sivas Kurumu geçen yıl içinde beş milyon kişilik çiçek aşısı, 537 Kg. kolera, 477 Kg. tifo aşıları üretmiş ve bunlar halka yeterli bir şekilde yapılmıştır. İstanbul kimyahanesinde üretilen devlet kinininin bin kiloya yakın mevcudu Ziraat Bankası eli ile bütün bölgelere dağıtılmak üzeredir. 250 kilo da parasız kinin dağıtılmıştır.”
Türkiye’nin Pasteur’u Zekai Muammer
Adı Zekai Muammer… Daha yeni evlenmiş. İşgal altındaki bir kentte ne kadar mutlu olunabilirse o kadar mutlu. Tam da o günlerde Anadolu’dan bir haber alıyor Zekai Muammer, “Gel, Kuvvay-ı Milliye’ye katıl. 100 bin kişilik çiçek aşısına ihtiyacımız var” diyor Ankara ona…
Zekai Muammer Kastamonu’ya geliyor ve Kuvvay-ı Milliye’ye katılıyor. Tam dört yıl Kastamonu’da aşı ve serum üretiyor Anadolu’daki salgını önlemek için. Cumhuriyetten sonra Tunçman soyadını alıyor Zekai Muammer. 1925’te Paris’e Pasteur Enstitüsü’ne eğitime gönderiliyor. Hayatı boyunca halk sağlığı için uğraşan biri o. Milli Mücadelenin o en zorlu günlerinde yaptığı büyük fedakarlık bu. Kolay mı, işgalcilerin Anadolu’ya ilaç, silah, kinin gönderilmesini yasakladığı günlerde bunu yapmak. Dört yıl bir Anadolu kasabasında canını dişine takıp çiçek aşısı, serum üretmek. Zor hem de çok zor ama belli ki imkânsız değil.
Zekai Muammer, Türkiye’nin Pasteur’u. Genç cumhuriyetin inanç, umut ve azim aşıcısı. “Yapabilirsin” diyen gücü. Çok şey borçluyuz ona ve Milli Mücadale günlerinde aşı yapmak için seferber olmuş daha pek çok mikrobiyolog ve hekime…(Banu Mertyürek Güler’den alıntı)
İlk Gönüllü Hemşire Safiye Hüseyin (Elbi) (1881-1964)
Çanakkale Savaşı başladığında Safiye Hüseyin (Elbi) gönüllü hastabakıcı olarak yazıldı ve Reşit Paşa Hastane gemisine baş hastabakıcısı olarak verildi. Ayrıca Balkan Muharebelerinde de hastabakıcı olarak görev aldı.
İngiltere’de ateşenavlık hizmetinde bulunan Ahmet Paşa’nın kızı Safiye Hüseyin, öğrenimini Avrupa’da yaptı.
Türkiye’de modern hemşireciliğin gelişmesine büyük katkısı olan Safiye Hüseyin (Elbi), şefkat ve meslek aşkıyla dopdolu bir kadındı. Batı kültürüyle yetişen bu ilk gönüllü hemşiremiz, saltanat döneminde Almanya ve İsviçre’de düzenlenen milletler arası kongrelere katıldı. İlk defa ulusumuzu bu alanda temsil etti. Yabancı devletlerden iftihar ve takdir nişanları aldı.
Cumhuriyetin ilanından sonra da tüm hayır Kurumlarında ve derneklerde üstün bir feragatle çalıştı. Hemşirelik mesleğiyle ilgili bir çok yazı yazdı ve konferanslar verdi.
İlk Sağlık Şehidi İsmail Hakkı Ayar
O yıllar savaş, kıtlık yokluk yılları. Kalabalık ve kontrolsüz bir liman şehri olan İnebolu her türlü hastalığa açıktır. İlaç yoktur. Tıp ise daha birçok ilacı henüz keşfetmemiştir. Kolera ve tifo birer salgın olarak yayılır.
Tosyalı olan İsmail Hakkı (Ayar) Bey Başhekimdir İnebolu’da. Canla, başla, gece, gündüz çalışır. Salgın hastalıkla mücadele ederken düşman da boş durmaz, şehir suyuna zehir katar. Ajanlar yakalanıp cezalandırılır, ancak Dr. İsmail Hakkı Bey tifoya yakalanmıştır. Görevini yaparken yakalandığı hastalıktan kurtulamaz ve ilk sağlık şehidi olur. Daha 36 yaşındadır yaşamını yitirdiğinde. İnebolulu’lar onu o kadar çok sevmiş ve benimsemiştir ki ailesinin ısrarlarına rağmen Tosya’ya göndermezler cenazesini. İnebolu’da defnedilir. İlçe halkı o yoklukta, savaş koşullarında başlar para toplamaya. Ve üzerinde ‘Yaşadığı sürece vazifesi uğruna hayat sürüp sonsuzluğa erişti’ diye yazan bir anıt diker.
Sağlıklı Günler Dileğiyle…
Gazeteci Yazar Remzi Dilan, 8 Nisan 2020
remzidilan_48@hotmail.com