Son Doğal İnsan-Nereden Geldik Nereye Gidiyoruz?

Son Doğal İnsan-Nereden Geldik Nereye Gidiyoruz?

“Ölüp Tanrı katına çıktığımız ve Yaratıcımızla karşılaştığımız zaman, Yaratıcımız bize neden bir Mesih olmadın diye sormayacaktır. Filan şeyin çaresini neden bulmadın diye de sormayacaktır. O kutsal anda, bize sorulacak tek soru, ‘neden kendin olmadın’ sorusu olacaktır.” Wiesel-Coşkun Ruhlar

İçinde bulunduğumuz çağ; teknolojinin hayal bile edilemeyecek kadar hızlı geliştiği ve yeni YAŞAM BİÇİMİNİ de beraberinde getirdiği bir dönemdir. Bütün bu gelişmelerin merkezinde ise düşünebilen ve düşündüklerini uygulamaya koyan İNSAN ve onun yarattığı İNSANLIK vardır.

İnsanoğlu üç milyon yılı aşkın bir süredir ve 150.000 kuşaktır araçlar, icatlar, felsefeler ve kavramlar ile, biz olmadan asla var olamayacak bir sürü teknoloji üretti. Bunu yaparken de insanlığı taştan aletler kullanan insansılardan, dünyaya yayılan bir uygarlığa dönüştürdü.

İşte bu yolculukta Richard Yonck’un betimlemesi anlamlı: “Yol boyunca adımlarımızı atarken tanrıyı oynamıyoruz. Yaptığımız şeyleri beynimizle, kalbimizle ve ellerimizle her zaman yaptığımız şeyi yapıyor olacağız: İnsan Olmak.”

Ancak bu düşünce çerçevesinde yol alırken şu ezoterik söylemi de göz ardı etmemeniz gerek: “Tanrı dünyada yapacağı işler için insanların ellerini ve beyinlerini kullanır. Fakat bu, kullanılan insanları ve organları kutsal yapmaz!”

İnsan ne bütünüyle bireysel bir hayatı ne de bütünüyle toplumsal hayatı yaşar. Toplumsallık, bireye kendini kabul ettirmeye, birey de kendisi olmaya çalışır. Kısacası, her birey, toplumu kendi tarzınca ve kendine göre yansıtır. Bu demektir ki her bireyde diğerine benzemeyen bir orijinallik vardır.

SÖZÜN ÖZÜ…İnsan doğmuş olmak bizleri insan yapmaz ve birçoğumuza göre de insan doğmuş olan her varlık, ne yazık ki insan değildir…

İnsanoğlu, geçmişten günümüze, düşmanlarından zarar görmeme adına fiziksel tehlikelerden kaçınabilmek için hayatlarında birtakım duvarlar oluştura gelmiştir. Güvenlik gereksinimini karşılayarak korkuyu öteleme amacıyla oluşturulan bu duvar ve surların insan yaşamında çifte etkisi vardır. “Bir duvar örmeden önce bilmek isterdim: Neyi duvarın içinde ve dışında bırakıyorum,” diye yazmış Robert Frost “Duvarı Onarmak” adlı şiirinde.

İşte bu harika bir soru, çünkü taş ve beton duvarlar için geçerli olan şeylerin aynısı, BİREYİN ZİHİNSEL DUVARLARI için de geçerlidir. Bu duvarların içinde çoğumuz ara sıra açılırız, ama gerginlik altındayken genelde de içimize kapanma eğilimindeyizdir. Zaman zaman cesur, bazen de korku doluyuzdur; çelişkili, çatışan ve hatalıyızdır. Ama bu olgu da bizi İNSAN yapan değerler demek değil midir?

Nitekim, “Kuşlar gibi uçmayı, balıklar gibi yüzmeyi öğrendik, fakat bu arada çok basit bir sanatı unuttuk. İnsan gibi yaşamak…” derken Martin Luther haksız değil!

Bugünkü tema: İNSAN…

Robert A. Norman & Sharad P. Paul’un beraberce yazdığı ve ülkemizde 2. Basımı Haziran 2023’de yayınlanan (İlk Basım: Ekim 2020) “SON DOĞAL İNSAN- (Nereden Geldik Nereye Gidiyoruz?) –The Last Natural Man-Where have been and where are we going?” adlı kitabını derledim ve sizle paylaşıyorum.

Tema İNSAN olunca, her birimiz ucundan-kıyısından kendimizdeki bazı özellikleri ve beklentileri de kitap içeriğiyle karşılaştırmadan edemiyoruz. Bu yönüyle de okunası kolay ve akıcı bir kitap. Bu safhada, tatil modunda olsanız ve zaman sınırlamanız olsa bile, ön yazıya şöyle bir bakmanızı hak eden bir yapıt…

Öne çıkan birkaç paragrafı aşağıya aktarıyorum:

* Son doğal insan. Doğal da hangi açıdan? Yoksa “doğal” diyerek, beden parçalarını yenisiyle değiştirmeyen veya modifiye etmeyen son nesil olduğumuzu mu anlatmak istiyoruz? Lazer cerrahisine ne demeli o zaman? Veya diz ya da kalça protezlerine? Botoks ve dolgulara? İlaç tedavisine? Beyne yerleştirilen yönlendirici çiplere? Gerçekten de “en son doğal insanı” mı kastediyoruz yoksa?

* Büyük bir çoğunluğumuzun istediği şey, hastalıkların ve yaşlanmanın önüne geçip, insan potansiyelini artırmak ve insan yaşamını uzatmak değil mi? Sağlık alanında var olan muazzam eşitsizliği düzeltmediğimiz sürece, bu pek de önem taşımıyor belki. Dünyamızda aç gezen ve yeterli sağlık hizmetine ulaşamayan 1 milyar insan varken, maliyeti milyarlarca doları bulan ve yalnızca en yüksek peyi verene sunulan genetik tedavilerin peşinde koşmak biraz kibirli bir davranış sayılmaz mı?

* Hastalandığınızda ne olur? Çoğu kişi, “Hastalanırsın, tedavi görürsün ve iyileşirsin,” diye yanıtlayacaktır bu soruyu. Oysa, bu sorunun yanıtı, büyük bir kesim için, “Hastalanırsın, tedavi görürsün ama asla iyileşemezsin,” şeklindedir. Kronik hastalığı olan kişilerden bahsediyoruz. Kronik hastalıklar günümüzde dünya genelinde ölüm ve-yeti yitiminin başlıca nedeni haline geldi. Kardiyovasküler hastalıklar, diyabet, obezite, kanser ve solunum yolu hastalıklarını da içeren bulaşıcı olmayan hastalıklar, bir yılda gerçekleşen ölümlerin yüzde 59’undan sorumlular; küresel hastalık yükünün de yüzde 46’sını oluşturuyorlar.

Kronik bir hastalığa yakalanan kişiler, bunların çoğunu dile getirmeseler de sık sık şöyle düşünürler: Neden ben? Neden şimdi? Daha yapamadığım çok şey var. Bu, sonun başlangıcı mı? Hiç hazır değilim. Bu hastalığı hak etmek için ne yaptım? Bu hastalık kötü bir insan olduğum için başıma geldi. Bu bana bir ceza olmalı. Bu hastalığa ben mi sebep oldum? Keşke biraz daha fazla spor yapsaydım, daha sağlıklı beslenseydim, kendimi bu kadar strese sokmasaydım… Bağımsızlığımı mı kaybedeceğim şimdi? Aklımı? Hayatımı? Umutlarımı ve hayallerimi? Toplum neden sağlık konusuna daha çok önem vermiyor?

Oysa bence sorulacak sorular şunlar olmalı… (Eğer zaman ayırıp okuyabilirseniz, uzun metinde!)

* l978’den bu yana genetik alanında da pek çok gelişme oldu. İnsan genomunun dizilenmesi sayesinde birçok hastalığa dair yeni bilgiler edindik; Âdem ile Havva’nın genetik hikayesi de Yaratılıştakinden biraz farklı bulundu. Bilimsel veriler, Âdem ile Havva’nın, farklı zamanlarda-yaşamış olma olasılıkları olsa da gerçekten de var olduklarını gösteriyor.

* İlk tüp bebeğin doğumundan on yıl kadar sonra Berkeley’den Rebecca Cann ile arkadaşları 147 kişinin mtDNA’larını inceleyerek, bilimsel Havva’nın yaklaşık 200.000 yıl önce Afrika’da yaşamış olabileceği sonucuna varmışlardı. Ancak bilim insanları, daha yakın tarihli bir başka araştırmada bir grup erkeğin mtDNA dizilimlerini inceleyerek Havva’nın 99.000-148.000 yıl önce, babadan oğula aktarılarak günümüze ulaşan Y kromozomunun kaynağı olan Adem’in de yaklaşık 100.000 yıl önce yaşamış olduğu sonucuna ulaştılar.

* Tarihçi Yuval Noah HarariSapiens: İnsan Türünün Kısa Bir Tarihi adlı kitabında siborg mühendisliğinden bahsederek, “Siborglar organik veya inorganik (örneğin biyonik elli bir insan gibi) bileşenli varlıklardır. Bir açıdan, günümüzde hepimiz biyonik sayılırız çünkü doğal duyularımız ve fonksiyonlarımız lensler, kalp ritmini ayarlayan cihazlar, ortotik araçlar ve hatta (beynimizi birtakım veri depolama ve işleme çilelerinden kurtaran) bilgisayarlarla cep telefonları tarafından destekleniyor. Becerilerimizi, arzularımızı, kişiliklerimizi ve kimliklerimizi değiştirecek, vücudumuzdan ayrılamaz inorganik birtakım özelliklere sahip gerçek siborglar olmanın eşliğinde duruyoruz,”[1] diyor

* Reklamlarda sık sık “yaşlanmayı tersine çevirmekten” bahsedildiğini görüyoruz. Peki bu gerçek mi? Bir hastalığı alt etmekten bahsederken sık sık askeri metaforlar kullanırız. Mücadele ettiğimiz hastalığın tehlikeli bir şekilde içeri sızıp yayılması bir savaştır; mevcut her tür silahı kuşanıp harekata başlamamız ve vücudumuzu işgal eden bu düşmanla bütün cephelerde savaşmamız gerekir. Yaşlanma konusunda da aynı durum geçerli mi peki? Yaşlanmayı da aynı intikam hissiyle saldıracak bir hastalık gibi mi görmeliyiz?

* Yapılan bir araştırma, 6-12 yaş arası fazla kilolu ve obez çocukların oranının çok yüksek olduğunu ortaya koymuş. Çalışmaya göre, çocukluk çağı obezitesine en çok katkıda bulunan faktör, obez bir ebeveyne sahip olmak. Çocukluk çağı obezitesiyle ilişkili bir diğer önemli değişkenin de evde birden fazla televizyon bulunması olduğu gözlenmiş. Odada açık bir televizyon bulunması çocuğun uyku süresini kısaltıyor; bu da obezite için sindemik bir faktör olarak tanımlanıyor.

* Eskiden çocuklar, okuldan döndükten sonra artık eve girme zamanının geldiğini belirten sokak ışıkları yanana kadar dışarıda oynarlardı. Oysa artık çoğu genç, bu zamanı video oyunları oynayarak, tabletlerine yapışmış halde, mesaj yazarak veya sosyal ağlarda dolaşarak geçiriyor. Bebekler ve küçük çocuklar bile ana kucağı adı verilen sallanan bebek oturaklarına yerleştirilip, Baby Einstein ve Noggin videolarının karşısına mıhlanıyor. Bebeklerin beyinleri bu yolla gelişebilir belki ama bedenlerinin de gelişmeye ihtiyacı olduğunu unutmamalıyız.

* Bilgisayar seçerken bellek kapasitesi her şeyden önce gelir. Oysa hayat arkadaşımızı seçerken akılda tutma yeteneği pek de fazla önem taşımaz. Beyinlerimizin yapay versiyonlarını yaratmak ve bunları her türlü inorganik modele yerleştirmek yakın zamanda teknik olarak mümkün hale gelebilir. Size sunulan seçeneklerden istediğiniz herhangi bir formu tercih edebilirsiniz. İşte o zaman asıl soru şu olacaktır: Ne olmak istersiniz? Beyniniz aynı kalıp da mevcut formunuz değiştiğinde, bu gerçekten de siz mi olacaksınız?

* Yeni bir gelecek, biyomimikrinin daha yaratıcı şekilde ve daha yaygın olarak kullanımını gerektirecektir. Biyomimetik veya biyomimikri, insanların karmaşık problemlerine çözüm getirmek amacıyla doğadaki modellerin, sistemlerin ve unsurların taklit edilmesi anlamına gelir.

* Florida Üniversitesi araştırmacıları, daha hafif ve daha sağlam yeni nesil uçak malzemeleri geliştirmek amacıyla, inanılmaz derecede sağlam ve dış etkenlere dayanıklı olan at kemiğinin bileşimini incelemektedirler. Belki de en meşhur biyomimetik buluş olan cırt cırt bant, köpeğin tüylerine yapışan pıtraklardan ilham alınarak geliştirilmiştir. İsviçreli amatör mucit Georges de Mestralt, köpeğinin tüylerindeki bu davetsiz misafirlerden nasıl kurtulacağını düşünüyordu. Sorunu yakından incelerken, pıtrak tohumundaki yapının kumaşları birbirine bağlamada işe yarayacağını fark etti. İşte cırt cırt bant böyle doğdu.

* Deri hücresinden yumurta hücresi üretilmesiyle, bilim alanında bir Pandora kutusu açılmış oldu. Bundan sonra, örneğin bekar bir erkeğin deri hücresinden yumurta ve sperm hücresi üretilebilir (böylelikle ebeveynlik tamamen yeni bir anlam kazanabilir) veya iki erkekten alınan hücrelerden oluşturulan bir embriyo, kiralık bir rahimde büyütülebilir. Öte yandan, her ne kadar eşit haklar çağında yaşıyor olsak da iki kadının bir erkek olmadan çocuk sahibi olmasının önünde hâlâ teknik engeller var (iki kadının biyolojik bir çocuk sahibi olmaları teknik olarak olanaksız, çünkü sperm üretmek için gereken Y kromozomu yalnızca erkekte bulunuyor).

* 2015 yılında Current Biology dergisinde yayımlanan bir araştırmada, tek yumurta ikizlerinde genetik güzellik özelliklerinin incelendiği bir araştırma yayımlandı. Bu çalışma güzellik algımızın her bireyde büyük ölçüde farklı olan kişisel deneyimlerden kaynaklandığını ortaya koyuyordu. Çalışmaya katılan birbirinin tıpatıp aynı tek yumurta ikizleri bile, kimin güzel olduğu veya olmadığı- konusunda fikir birliğine varamadılar. Diyeceğim o ki, güzellik, gerçekten de bakan kişinin gözünde. Hal böyle olmasına karşın, Batılı medya sürekli olarak “iyi görünümle” ilgi algımızı şekillendirdiğinden, geleceğin anne babaları belirli bir göz veya saç rengine sahip bebekler tasarlamayı isteyebilirler. Örneğin, mavi gözlü olmak için gerekli basamaklardan biri, çalışmayan (kırık) OCA2 genine sahip olmaktır (bütün mavi gözlülerin, 6000-10.000 yıl önce yaşamış tek bir mavi gözlü atadan geldiği bilimsel olarak-kanıtlandı). Dolayısıyla, mesela mavi gözlü bir çocuk tasarlamak mümkündür. Çalışmayan KITLG geni açık ten rengine ve kahverengiden sarıya dönen saç rengine, kırık MC1R geni kızıl saça neden olur.

* Bilim insanları zekâ genini arayıp dursalar da zekanın dil becerisi, bellek, analiz yeteneği gibi birçok yönü olduğundan, belirli bir gen saptamanın mümkün olmadığı anlaşıldı. Öte yandan güzellik, zekâ ve sportif performansla ilişkili genleri belirlemek için araştırmalar yürütülüyor olması, gelecekte bu tür testlerin kullanıma girebileceğini göstermektedir. Önce plastik cerrahi eğitimi almış bir hekim olarak, kozmetik cerrahi için başvuran çoğu kişinin aslında ruhsal tedaviye ihtiyaç duyduğunu fark ettiğimi söylemek isterim.

* Günümüzde sahip olduklarımızla sahip olamadıklarımız arasındaki fark, büyük ölçüde maddi olanaklara bağlıyken, gelecekte genetiğe bağlı hale gelebilir. Bazı genetik bilimciler geleceğin tıbbının Neonazileri olabilirler. Düşüncesi bile ürkütücü..

Bir hekim olarak, geleceğin bebeklerini şekillendirecek öjenik genetiği düşündüğümde zihnim bulanıyor, teknik becerilere duyduğum hayranlığa, geleceğin hekimlerinin insan olmanın ne demek olduğunu anlayamayabilecekleri hissinin utancı karışıyor.

* İnsanın zaman içinde gelişen yanılgılarından biri de kendini diğer canlılardan üstün görmesi. Ne de olsa biz zeki olan tür değil miyiz? Peki, zekâ nedir? Dinozorların etrafında cirit atan hamamböcekleri ile bakteriler, günümüze kadar gelmeyi başardılar-bu, türlerinin devamlılığını sağlamada biz insanlardan çok daha başarılı olduklarının bir göstergesi.

En azından yakın geçmişe genel anlamda bakacak olursak, insanlık tarihinin gidişatı pek de hayra alamet değil: Aç olmadığımız halde türdeşlerimizi öldürmek için savaşlar yaptık, fosil yakıt tüketerek küresel ısınmaya neden olduk. Yaptığımız tüm hazırlıklar, insanlığın hayatta kalmasıyla ilgili kaçınılmaz savaşa değil de türümüzün diğer üyelerini askeri hakimiyet altına almaya yönelik.

* Kolektif yolumuzda ilerlerken, Einstein’ın yukarıdaki sözü büyük önem taşıyor. Leonard Mlodinow’un Subliminal (Subliminal-Bilinçdışınız Davranışlarınızı Nasıl Yönetir?) [2]adlı kitabında işaret ettiği gibi, “Sosyal ilişkilerin insanlar için önemi o kadar büyüktür ki, sosyal ilişki eksikliği, sağlık açısından sigara kullanımı, yüksek tansiyon, obezite ve yetersiz fiziksel aktiviteyle yarışacak düzeyde bir risk faktörü oluşturur.”

* Bir yandan, sürücüsüz araçlarla etrafta gezen ve “büyük oranda insan” olan sahiplerine hizmet eden robotlarla dolu, “Hafta sonu ne demek?” veya “Mesleğiniz nedir?” gibi soruların pek çok iş için anlamsızlaşacağı bir gelecek tasarlıyoruz.

Son Doğal İnsan için sorular ve yanıtlar, bizi doğal kılan şeyleri hatırlatmaya yöneliktir. Doğa’daki biyoçeşitlilik olmadan bizler bir hiçiz. Gezegenimizin kaynaklarını, eşsiz bir ziyafet sofrasını açgözlülükle silip süpüren oburlar gibi tükettikten sonra canına okuyacağımız yeni gezegenlere koloni kurma sevdasına düştük. Kendi zararımıza olduğunu fark etmeksizin Doğayı hiçe sayıyoruz. Birçok yerde insanlar içecek su bulamayıp kavrulurken, beri yanda bilgiye boğuluyoruz. Gelecekte makineler eleştirel düşünme yetisine sahip olabilecekler; olabilecekler de bilgece ve insan ırkının yararını gözetecek şekilde düşünebilecekler mi?

Yazan ve Derleyen Halit Yıldırım, Ankara, 27 Temmuz 2023

[1] Yuval Noah HARARI-Hayvanlardan Tanrılara SAPIENSİnsan Türünün Kısa Bir Tarihi Sapiens- A Brief History of Humankind 

[2] Leonard MLODINOW -SUBLIMINAL: Bilinçdışınız Davranışlarınızı Nasıl Yönetir? “Subliminal: How Your Unconscious Mind Rules Your Behavior

Share This
COMMENTS

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir